WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ



Join the forum, it's quick and easy

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

***Wep Arısı Arı Bir Sitedir. Wep Arısı Gerçek Düşünçeyi Yansıtan Sitedir***


    Orhan Gazi

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Orhan Gazi  Empty Orhan Gazi

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:06

    Orhan Gazi



    Orhan Gazi  Orhan-gaziOsman
    Bey'in, yigit ve bahadir oglu Orhan Gazi, Osmanli tahtina geçip
    oturdugu zaman, ne yaptigini ve ne yapmasi gerektigini iyi bilen bir
    kimse idi. Gazi, Sucau'd-dünya ve'd-din, Ihtiyaru'd-din ve Seyfu'd-din
    gibi ünvanlara sahip olan Orhan, babasinin suurlu politikasini devrine
    ve yerine göre hem kiliç, hem de ideoloji sahasinda devam ettirmek
    kararinda idi.

    Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya
    gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek
    mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan
    Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için "Murad" adi verilir.

    Tahti, kardesine teklif edip ondan feragat edebilecegini söyleyecek
    kadar özverili bir kimse olan Orhan'in bu teklifi, Alaeddin Ali
    tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin kendisine daha layik
    oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci olarak
    kalmasini istemisti.

    Çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaslari tarafindan oy birligi ile
    reislige getirilen Orhan, Sükrullah'in ifadesine göre güzel yüzlü,
    begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert birisi idi. "Savas
    gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan ölüm ders
    alirdi. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti." Gerek siyaset, gerekse savasta
    tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten,
    babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta
    çikar çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak
    için fetihlere basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü
    gören babasi, daha ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini
    istemisti. Bununla beraber o, yine de tahti kardesine teklif etmekten
    çekinmemisti.

    Osmanli Devleti'nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve
    taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Orhan Bey'in
    özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler verilmektedir:
    Bursa kalesinin fatihi Ebu'l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak benizli,
    ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur bir
    padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin
    hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal
    ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu
    bir güzellik alâmeti olarak kabul ediliyordu.

    Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina
    geçtigi zaman, beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir
    çok devlet vardi. Gerçekten bu dönemde Anadolu'da Karaman, Germiyan,
    Saruhan, Aydin, Karasi, Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden
    baska Amasra'da Cenevizliler, Trabzon'da Komnenoslar, Marmara ve Ege'de
    Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda Cenevizliler ile Venedikliler
    bulunuyordu.

    Tarihî olay ve bunlardan bahs eden kaynaklarin belirttigine göre bu yeni
    devletin siyasî anlayis ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden
    önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye edilme isteginin
    agirlik kazandigi anlasilmaktadir.

    1324 Subat'indan baslayip 1362 Mart'ina kadar devam eden Orhan Bey'in
    idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman dilimi, fetih ve idarî
    müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer. Devletin, Ilhanlilarin
    etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine bu hükümdar
    döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda,
    mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini
    devam ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu
    iliskilerinde hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin
    kisiliklerini rencide etmeyen ve kisilik haklarina riayet eden bir
    davranis içinde olmustur.


    ORHAN GAZI DONEMI FETIHLERI

    Babasinin, kendisine biraktigi vatan topragini dinamik ve faal kadrosu
    ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan Bey, fetih hareketlerine
    daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan itibaren faal siyasî
    hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey'in yerini, oglu Orhan'in aldigi
    görülmektedir.


    BURSA'NIN FETHI

    Osmanli Devleti'nin ilk baskentlerinden biri olmasi hasebiyle Bursa,
    devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel, sosyal ve ekonomik
    hayatinda önemli derecede rol oynayan bir merkezdi. Çok daha sonralari
    gelecek olan Keçecizâde Fuad Pasa'nin "Bursa Osmanlinin dibacesidir"
    sözü, Bursa'nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret etmektedir.


    Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan Bursa, daha sonra Romalilarin
    eline geçer. Roma'nin Dogu ve Bati olmak üzere ikiye bölünmesinden sonra
    çevresi ile birlikte Dogu Roma Imparatorlugunun (Bizansin) idaresinde
    kalmistir.

    Osmanli Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in siyasi faaliyetlerinden
    bahsedilirken isaret edildigi gibi Osman Bey, Bursa'yi kusatma altina
    almis fakat fethine muvaffak olamamisti. Bununla beraber Bursa'ya
    Bizans'tan gelecek yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale
    yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur'u, digerine de Balabancik'i muhafiz
    olarak tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa'ya disardan gelebilecek
    yardim yollarini denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan
    iti. baren Bursa, Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler
    vasitasiyle bir mânâda muhasara altina alinmis oluyordu.

    Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir kuvvetle Bursa üzerine yürür.

    Âsikpasazâde ve Nesrî gibi kaynaklar, Osman Gazi'nin, Bursa'nin fethinden önce oglu Orhan'a:

    "Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)'a git ki, o kâfirin babasi Dinboz
    gazasinda benim Bay Koca'min düsmesine sebep oldu." diyerek onu Gazi
    Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali'nin kardesi oglu
    Ahi Hasan'la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla görüserek
    Bursa'nin güneyinde ve bir bakima Bursa'nin anahtari durumunda olan
    Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey'in gelisinden önce kaleyi
    bosaltip Elete dagina çikmis olan halk ve kale beyi, Orhan'a itaatini
    bildirirler. Bunun üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi
    Orhan Bey, insaf ölçülerini asmayacak derecede merhamet ve hosgörülü bir
    sekilde davranir.

    Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan Gazi, Pinarbasi mevkiinde
    karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans'tan beklenen yardimin
    gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale beyi,
    Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa'yi teslim edecegini
    bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa
    Osmanlilara teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman olarak
    Osmanlilarin hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra
    babasinin na'sini buraya getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur
    olan yere defn ettirir.

    Gerek strateji, gerekse psikolojik bakimdan Osmanlilar için büyük bir
    mânâ ve ehemmiyet ifade eden Bursa'nin fethini küçük bir hadise olarak
    göstermeye çalisan Gibbons, bunu özellikle Istanbul'daki iç çekismelere
    ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar. Bu arada Bursa'nin
    fethinden sonra Evrenos Bey'in müslüman oldugunu, birçok kimsenin de ona
    uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de
    belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi'nin gücünü ve
    çevrelerindeki insanlar üzerinde meydana getirdikleri olumlu havaya da
    isaret eder.

    Bursa'nin fethinden sonra, Orhan Gazi için ele geçirilmesi gereken hedef
    artik Iznik olmustur. Marmara havzasinda bir sanayi sehri olan Iznik, o
    dönemlerde Bursa'dan daha mühim bir sehir olma özelligine sahipti.
    Burasi Bizans'in, Anadolu'daki en büyük sehirlerinden biri olmakla
    kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma
    hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük
    Kostantin tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde
    rol oynayan en mühim konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci
    Haçli Seferi (1097) ne kadar Anadolu Selçuklu Devleti'ne baskentlik eden
    Iznik, belirtilen tarihten itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta
    1204 yilindan 1261 yilina kadar da Bizans Imparatorlugu'nun merkezi
    olmustu. Bundan baska Iznik, Kocaeli yarimadasi bakimindan stratejik
    önemi haiz olan önemli bir sehirdir.

    Bursa'nin zaptindan sonra Osmanli Beyligi'nin merkezi buraya nakl
    edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla süslemisti. Insa edilen
    dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma hüviyetini
    kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski
    kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa'da fakir ve yoksullari
    doyurmak için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki
    bilgin ve hafizlara da maas bagladi.


    PELEKANON MUHAREBESI VE IZNIK'IN FETHI

    Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihi bakimindan mühim bir hadise
    olan Pelekanon muharebesi, VI. Mirmiroglu'nun isaret ettigi gibi Osmanli
    tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmayan veya kendisinden
    yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konuda söyle demektedir:

    "Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari) civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde
    Bizans askerlerini maglub ederek emâretini (beyligini) etrafa tanitmis
    oldugu gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini maglub ederek
    Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya'nin en güzel
    yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten
    nasi Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için mühim bir
    merhale teskil etmektedir.

    "Istanbul'un fethinden 124 yil evvel vaki olan bu muharebede Osmanli
    askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin yakinlarinda* maglub ve
    perisan, imparatorlarini yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi,
    Osmanlilar Anadolu'daki Türkmen beylikleri arasinda mümtaz bir mevki
    almis olduklari halde maalesef Osmanli tarihçileri bu muharebe için ya
    bir sey yazmiyorlar veya pek az malumat veriyorlar."

    Daha önce de temas edildigi gibi Orhan Bey, Bursa'nin fethinden sonra
    bütün dikkatlerini Iznik üzerinde toplamisti. Iznik'in Osmanlilar
    tarafindan ele geçmesi, Bizans'in Marmara havzasindaki en kuvvetli
    dayanaklarindan birisini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin,
    Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru
    ilerlemeleri, Bizans Imparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen
    kaleleri geri almak, hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan
    Iznik'i kurtarmak için bizans Imparatoru III. Andronikos (1328-1341)
    gizlice hazirliklara baslar.

    Andronikos, planini uygulamaya, Karasi emiri ve Bulgarlarla bir baris
    antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos (Kapidagi Yarimadasi)'a
    geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)'te bulunan Hz.
    Meryem'in mukaddes Ikonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile olarak
    gösteriyordu. Bütün bunlar, Orhan Bey'i hazirliksiz olarak yakalamak
    içindi. Erdek'ten Biga'ya gelen Imparator, burada Karasi Beyi Demir Han
    ile bir saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha önce de benzer bir
    muahedeyi Bulgar krali III. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir
    basari kazanmis görünen Imparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi.
    Bu sebeple 1329 senesinin Mayis ayinda mümkün oldugu kadar sür'atle
    Trakya'dan iki bin civarinda asker getirtip Istanbul ve çevresinde
    bulunan mevcut askerlere katar. Bu askerlerle Anadolu yakasinda bulunan
    Üsküdar'a geçer. Bunu haber alan Orhan Bey, Iznik muhasarasinda bir
    miktar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda Pelekanon**
    denen mevkide Imparatorun komutasindaki Bizans ordusu ile meydan
    muharebesine girisir. Böylece, Osmanli tarihinin ilk mühim meydan savasi
    baslamis oldu. Gün boyu deva eden muharebe, aksama kadar sürmüstü. Gece
    muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören Imparator, ordugahina
    döner. Bu sirada vaziyeti fark eden Orhan Bey, firsati kaçirmayarak
    siddetli bir taarruza geçer. Bu ani taarruz, Bizans ordusunda büyük bir
    panik havasinin yasanmasina sebep olur. Yaralanan Imparator, deniz yolu
    ile zorlukla Istanbul'a ulasir. Bu muharebede Orhan'in kardesi Pazarlu
    Bey de komutan olarak bulunmustu.

    Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra tekrar Iznik üzerine döner. Artik
    Bizans'tan herhangi bir yardim imkâninin olamayacagini anlayan Iznik Rum
    Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa'nin zaptindan sonra halka
    gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina riayet edilmis
    olmasi, Iznik'in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim alan
    Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade
    etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki,
    Iznik halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek
    sartiyle kendi örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân
    etti. Bunun üzerine halkin büyük bir kismi Iznik'te kalmaya karar
    verdi. Fakat Rum Beyi, deniz yolu ile Istanbul'a gitti. Iznik, Orhan
    Bey'e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki bazi yerler de alinmisi.
    Iznik, bölge itibariyle harb sahasina yakin olmasindan dolayi geçici bir
    müddet için beylik merkezi haline getirildi.

    Iznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan Rum muhafizlari ile halktan
    gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. gibi sebepler yüzünden
    ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, Iznik'te bulunan Orhan Bey'e
    basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini söylemislerdi.
    Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden arzu edenlerin bu kadinlari
    nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin Iznik muhafazasinda
    birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin
    evlenmesini saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti.

    Iznik'in 1330 yilinda feth edilmesi, Avrupa'da büyük bir hadise olarak
    yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir ümitsizlik sebebi oldu.
    Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi haberi, büsbütün bir
    teessüre sebep olmustu.

    Biraz sonra temas edilecegi gibi Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra
    orada pek çok eser meydana getirdi. Halka karsi büyük bir sefkat ve
    merhamet örnegi gösteren Orhan Bey, halktan isteyenlerin bütün esyasi
    ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti. Fakat halk, Orhan
    Gazi'nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu yüzden çok az kimse sehri
    terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder:

    "Iznik muhafizlarinin pek azi bu serbestiden istifade ederek tekfurla
    birlikte gittiler. Idarecilerin haksizligindan dolayi me'yus olmus ve
    Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan'in müsamahasindan ümitvar olmus
    olan digerleri, sehir halki ile birlikte galibi (Orhan Gazi'yi)
    karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin güneyine
    girdi. Orhan'in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini
    akilli bir siyaset ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin
    hareketi oldu. Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi".

    Göründügü kadari ile Orhan Bey'in hareket ve bu harekete yön veren
    anlayisi, onun böyle bir siyaset uygulamasina sebep olmustu. Nitekim,
    Orhan Gazi'nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul kadinlari
    gazilerle ser'î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur.
    Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki
    ifadelerle nakl ederler:

    "Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler. Orhan: "Bu kadinlar nedir?" diye sorunca kendisine:

    "Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi açliktan, kimisi de savasta
    kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir." dediler. Bunun üzerine
    Orhan, gazilere bunlari ser'î nikahla almalarini buyurdu. Gaziler,
    bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular,
    geçip saray gibi evlerde oturuverdiler.

    Görüldügü gibi kadinlarin ser'î nikahla alinmasi, onlara normal bir
    vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece Orhan, onlari esir veya
    cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. Halbuki galib olan
    Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele yapmakta
    serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir güç
    mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi'nin tamamen insanî olan ve hatta
    yirmi birinci asra girmek üzere oldugumuz su günümüzde bile
    uygulanamayan bu insanî muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde
    bakmaktadir. Ona göre Orhan, Iznik'in kendiliginden teslim olmasindan
    dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan silah arkadaslarina mükâfati
    unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin, alisilmis sayilabilecek
    veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden, kocalarindan yoksun kalan
    ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve kizlarini onlara
    bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin mirasçilari ile
    evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yeniden
    senlenmelerine yol açilmis oldu.

    Kaynaklarin verdigi bilgilerden anlasildigi kadari ile Orhan Gazi,
    Iznik'i feth ettikten sonra derhal sehre bir Müslüman Türk hüviyeti
    kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük bir kiliseyi
    Cuma mescidi haline getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve güzel
    sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu'nun eski bir gelenegine uyan ilk
    Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak bütün
    camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler
    Osmanli ülkesinin hemen her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin)
    adlarini ve yapilis tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide
    (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur'an'dan alinmis tasvir, tesbih ve
    benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, Iznik'te bir manastiri da
    medreseye (yüksek okul = fakülte) çevirdi. Medresenin müderrisligini
    (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya'da Mevlânâ
    Siraceddin Konevî'nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede,
    Davud Kayserî'ye halef olmustu. Taceddin'in ölümünden sonra da Alaeddin
    Esved, daha çok yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir.

    Orhan Gazi'nin Iznik'te bulunan ve bazi kaynaklarda bir manastirdan
    çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise veya manastirdan degil,
    bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî gibi bazi kaynaklarda
    belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî'nin biyografisinden bahs
    ederken "Orhan Han Gazi Hazretleri, Iznik nâm kasabada bir medrese-i
    ulya peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi" diyerek Osmanli
    Devleti'nin bu ilk medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan
    yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli dönemi ilk medreseleri üzerinde
    arastirma yapan Mustafa Bilge de Orhan Gazi vakfiyesinden yola çikarak
    ayni kanaatte oldugunu söyle ifade eder:

    "Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi kaynaklarda belirtildigi sekilde
    Iznik'te bulunan manastir veya kiliselerden çevrilmis olmayip insa
    edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde bulunan
    vakfiyedir. Orhan Gazi, Iznik'teki medresesini yaptiktan sonra tanzim
    ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. 'de tescil edilen
    vakfiye suretinde, medresenin bina edildigi ve Hayreddin Pasa Camii'nin
    yaninda oldugu açikça belirtilmektedir." Sultan Orhan, bu medreseye
    sahibi bulundugu Kozluca köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir
    sekilde vakf etmistir. Gerçekten çok daha sonraki tarihlere (1136=1724)
    ait bir arz belgesi, Iznik'e bagli Kozluca köyünün Orhan Gazi
    medresesine vakf edildigini göstermektedir.

    Iznik, Türklerin eline geçtikten sonra, Orhan Bey buradaki yerli halktan
    isteyenlerin mallari ile birlikte sehri terk etmelerine müsaade etti.
    Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve sadece vergi (cizye)
    vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza edebileceklerini
    bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak Iznik'in bir
    Müslüman Türk sehri olmasina gayret etti. Bunun için orada cami, imâret
    ve medrese gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temelini atti.
    Ayrica zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa
    tarafindan da bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir
    sahiplerinin yaptirdiklari tesislerle kisa bir müddet sonra Iznik,
    istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini kazandi.

    Kaynaklar, Orhan Gazi'nin buradaki faaliyetlerinden bahs ederken onun
    bir hükümdar gibi degil, herhangi bir vatandas gibi davrandigini
    belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen yemekleri bizzat
    kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat kendi eli
    ile yakmis olmasi bunu göstermektedir.

    Orhan Gazi, Iznik ve bilahere Izmit'in fethinden sonra idarî bir sistem
    kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere ayirdi. Buna göre Izmit,
    oglu Süleyman Pasa'ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve Mudurnu'ya havale
    etmisti. Bursa'yi da oglu Murad Han Gazi'ye vererek adini "Bey Sancagi"
    koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz'e verdi. Kendisi de bütün
    bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu.


    IZMIT'IN FETHI


    Bir ticaret merkezi durumunda bulunan Izmit, Iznik'in fethinden hemen
    sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve hatta bir ara elde
    edilmis ise de sonradan yine Rumlara verilmisti. Osmanli kuvvetleri
    Iznik'in fethinden bir sene yani 1331 Haziran'indan sonra sehri
    kusatmislarsa da Bizans Imparatoru UI. Andronikos'un yardima gelmesi
    üzerine Orhan Bey, Imparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan
    Bey, bu kusatmadan alti sene sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde
    tekrar kusatti. Bu kusatma üzerine disardan yardim alamayan sehir,
    teslim olmak zorunda kaldi. Kale muhafazasinda bulunan Paleologos
    hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir gemi ile Istanbul'a
    gitti. Izmit'in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami Osmanlilarin
    eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, Izmit ve havalisinin idaresini oglu
    Süleyman Pasa'ya verdi. Süleyman Pasa'nin halka karsi din ve milliyet
    farki gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen
    Osmanlilar ile kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir çok kale
    (Tarakli Yenicesi, Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni
    sekilde Izmit Körfezindeki Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara
    Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey kuvvetlerinin eline geçmisti.


    KARESI BEYLIGI'NIN ILHAKI


    1340 yilina kadar Bizans topraklarinda fetih hareketlerine girisip
    sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen yerlere dogudan gelen
    Türkleri yerlestiriyordu. Bununla beraber Bizans topraklarinda
    genislemekte olan bir Türk devleti için bu kafi degildi. Çünkü
    Anadolu'da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan
    dogruya bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi
    Beyligi topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi
    kazanilan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar,
    Çanakkale'ye kadar gelerek, bogazin güney kiyilarini ellerinde
    bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa'ya geçme imkânini
    saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans'in taht kavgalarindan istifade
    edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti.
    Gerçekten de batiya dogru açilip genisleyebilmek için sadece Istanbul
    Bogazina yaklasmak kâfi degildi. Ayni sekilde Çanakkale Bogazi'na da
    yaklasmak gerekiyordu. Zira sadece bir taraftan tutulan Marmara ile
    stratejik güç haline gelmek imkansizdi. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki
    taraftan kiskaç içine alinmaliydi. Ancak bu sayede batiya geçilebilirdi.
    O dönemde batida Karesi ogullan vardi. Fakat bunlar, Çanakkale
    Bogazi'nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini takdir
    edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle
    Güney Marmara'dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda
    Bizans'a ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde
    Ulubat, Mihaliç ve Kirmasti gibi yerleri Bizans'tan alip feth etmek
    suretiyle, merkezi Balikesir'de bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni
    hududlari paylasir oldular.

    Bu siralarda Karesi Beyligi'nde çikan bir hadise, Orhan Bey'e Türklerle
    meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati verdi. O zamana kadar
    Osmanlilar, sadece Bizans'la muharebe etmis ve ülkelerini özellikle
    Bizans Imparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman
    ne de oglu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diger beylere karsi hasmane bir
    tesebbüste bulunmamislardi.

    Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi'nin ölümünden sonra yerine oglu
    Demirhan geçmisti. Fakat kardesi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya
    biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara iltica etmisti.
    Beyligin basina geçen Demirhan'in fena ve kötü hareketlerinden dolayi
    Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci Ilbeyi vasitasiyle Orhan Bey'in
    sarayinda bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da
    Osmanli hükümdari Orhan Gazi'ye Balikesir, Aydincik ve Bergama'yi verme
    teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile
    Bayramiç gibi yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan
    Bey'i tahrik ve tesvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda
    meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey'le birlikte istirak eder.
    Balikesir üzerine yürüyen Orhan'in gelisini haber alan Demirhan, Bergama
    kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta Haci Ilbeyi oldugu
    halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey'ler, Orhan Bey'i karsilarlar.
    Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey'i Haci Ilbeyi ile
    beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek
    isterler. Fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan
    çok müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder.
    Halkin israrina dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çikip Orhan Gazi'ye
    teslim olmak zorunda kalir. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan
    gelisinden iki sene sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat
    eder.

    Böylece Karesi Beyligi'ne ait olan Balikesir, Manyas, Kapidagi ve
    Edincik gibi sehirler Osmanli topragina ilhak olunur. Karesi
    Beyligi'nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile Rumeli'ye
    geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan önemli bir yönü de bu
    beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis
    olmalaridir. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale bogazi ile
    çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli
    fetihleri kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi.
    Osmanlilar, Haci Ilbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey gibi
    askerî ve idarî bakimindan yönetici olacak durumdaki bu insanlardan
    istifade edip bilgilerinden yararlanmislardir.

    Karesi Beyligi'nin ilhakindan sonra uzun bir müddet önemli sayilabilecek
    bir fetih hareketine girisilmedigi anlasilmaktadir. Hammer bu
    sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis degerlendirmeler hakkinda
    asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle der:

    "Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve
    önemli bir fetih ile genislemedi. Bununla beraber tarihçilerin buradaki
    derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi gibi devamli kayiplarin ve
    bozgunluklarin bir soncu degildir. Aksine, bu dinlenme çaginda,
    Alaeddin (ulemadan)'in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam
    ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz
    sekilde saglanmasi gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi
    ise Karesi bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese,
    imâret ve kervansaray gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan'in
    dindarligi sebebiyle meydana gelen bu müesseseler, (bes sene önce ilk
    medrese ve imâretin tesis olundugu) Iznik'teki müesseselerle kisa
    zamanda rekabet edip boy ölçüsebilecek duruma geldiler."

    îleride daha genis bir sekilde ele alinacagi gibi Osmanli Devleti'nin
    ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda kurulmustu. Bursa ve Iznik'in zapt
    edilmesi, Osmanli Beyligi'nin ilk devir tarihinde önemli hâdiseler
    olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyligi'nin hududlari, artik
    devamli olarak genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam temellerin
    atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti. Zira
    bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak
    zorunda idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelligini
    kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da
    yeni bir sistem ve teskilât meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye
    basladi. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa
    ile Bursa kadisi Cendereli (Çandarli) Kara Halil faaliyetlerde
    bulundular.

    Osmanli Devleti'nin mucizeli bir sür'atle yükselis ve inkisafini bir
    yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da Islâmî prensiplerin
    adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida aramak icab
    eder.

    Onun için de, devletin kurulus ve yükselis hadisesini fikirden aksiyona
    çeviren ve kuvvetler birligini vücuda getiren faaliyetin sirrini, bu
    faaliyete istirak eden din, ilim, hukuk ve idare otoritelerinin
    kollektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanis olsa gerekir.

    Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî
    gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi seçme
    yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif sairler; Abdal Musa,
    Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseddin gibi
    ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik
    makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu.

    Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari bir hayli yoran cenklerden sonra
    orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran manevî temsilcilerin
    fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve Ibn Kemâl gibi
    kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek
    olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle
    yetinmek istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir:

    "Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da neyler: Devletle geldi imâret
    yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye basladi. Inegöl yöresinde
    Kesis Dagi (Uludag)'nin arasinda bir nice dervis gelmisti. Anda makam
    tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda geyiciklerle yürür
    ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim benim
    köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet
    eder. Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli
    mübarek dervistir dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür:
    Sorun kendinden der. Geldiler sordular. Eydür: "Baba Ilyas müridiyim"
    der. "Seyyid Ebu'l-Vefa tarikatindanim" dedi. Emr etti kim getirin dedi.
    Geldiler davet ettiler, gelmedi. Dervis dahi haber gönderdi kim sakin
    gelmesin. Orhan Gazi'ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi
    kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz anda varmaya. Cevab verdi kim
    dervisler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde varirlar kim dualari
    makbul olur.

    Bir nice günden sonra bir kavak agacini omuzuna kodu. Dogru Bursa'nin
    hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina) girdi. Gördüler, Han'a
    haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirdi, kapida dikiyor.
    Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. Dahi sormadin, Han'a eydür
    teberrükümüz oldukça dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua
    etti, durmadi geri mekânina vardi.

    Kavak agaci simdi dahi vardir (Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi
    dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu Inegöl nevahisi senin olsun
    dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir, ehline verir biz
    ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak Teâlâ dünya
    mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile mesalihin
    görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul etsen.
    Dervis eydür:

    Sol karsiki tepecikten bericigi dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi yine mekânina gitti."

    Kendisiyle görüsmek isteyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanina
    varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina isteyen büyük istigna, iç
    zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda gözü var, ne mülke
    tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: "Sol Inegöl nevahisini al senin olsun"
    deyince "biz onun ehli degiliz" diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku
    göstererek "Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun" diyor.
    Sirtladigi fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah'in, mülk ve mali
    kendilerine ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu
    açiklamak istiyor.

    Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: "Orhan Gazi o dervisin üzerine
    kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma mescidi yapti. Simdiki
    vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye
    "Geyikli Baba Tekkesi" derler."

    Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan tasavvuf erbabi ile Orhan
    Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan'in bu konuda
    babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan eder:

    Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için tekke insa eden babasina
    uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi. Pek çok
    ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag'in eteginde ve sehrin dogu
    taraflarinda idi. Adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari
    denilen yerde Doglu Baba'nin türbesi bulunur. Sehrin kapilarinda ve
    Uludag'in zirvesinden dogan Alisir Irmagi kenarinda Horasan'da dogmus
    olan Dervis Abdal Murad'in tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal
    Musa'nin tekke ve mezari bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde
    iki Abdal veya iki aziz kisi ile Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek
    dualari gerekse kerametleri ile neticenin kisa zamanda alinmasina vesile
    olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanlarin civarlarinda
    medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara karsi
    minnettarligini ebedîlestirmistir.

    Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu Baba) isimleri, onlarin tabiat ve
    ahlâklarini çok güzel izah etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle
    birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek hayatini
    sürdürdügünü göstermektedir.

    Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmis
    okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis olarak harb etmistir. Abdal
    Murad'in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska bir silahi
    olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir. Abdal
    Musa da pamuk ile ates toplamistir.

    Geyikli Baba Hoy'da dogmus, Osman zamaninda kerameti ile söhret
    bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludag'da
    ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis. Orhan
    çagirmadikça oradan inmezmis.

    Rivayete göre yine bir gün geyige binmis ve omuzunda bir çinar dali
    bulundugu halde sultanin sarayina gelir. Devletin bahtliligina bir
    isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli Devleti'nin,
    bu agaç gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve göklere
    kadar yükselecegini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maserî
    vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak'a olarak
    günümüze kadar uzantisi devam etmektedir.


    ANKARA'NIN ZAPTI


    Osmanlilar, Anadolu'da bulunan devlet ve beyliklerin topraklarini zapt
    edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati ve hatta Trakya'da
    bulunan bölgeleri feth etmeyi yegliyorlardi. Çünkü Anadolu'daki
    beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana
    geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu
    beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep
    yokken onlari ele geçirdikleri söylenemez.

    Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina ragmen, Islâm'i Anadolu'nun
    batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen Osmanlilar, bu gayelerini
    gerçeklestirmek ve daha fazla müslüman nüfustan istifade için zaman
    zaman komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi. Bu sayede
    Istanbul ve Çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de
    Islâm'in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli'nin
    fethedilmesi ve Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. Fakat bu da
    büyük bir nüfus ve insan gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple
    Müslüman Türk nüfusu çogaltmak gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet
    ve idare adamlari, Bolu taraflarindan baska Ankara cihetine dogru da
    genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade etmek gerektigine kanaat
    getirdiler. Öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve Karamanlilar'dan
    toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira güçlü ve kuvvetli olan bu iki
    Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya
    girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan'in takip ettikleri politikaya
    tamamen aykiri idi. Halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere
    karsi elde edilecek muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o
    kadar yükseltecekti ki, zaman içinde Germiyan, Karaman ve diger
    beylikler herhangi bir çatismaya mahal kalmadan Osmanlilarin idaresini
    kabul edebilecek hale geleceklerdi. Osman Bey, oglu ve torununun bu
    politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün davranislarinda
    kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk devletleri
    ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile
    geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi.
    Öztuna'nin dedigi gibi "Rumeli maddî, fakat Anadolu mânevî güçle feth
    olunacakti."

    Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle herhangi bir çatismaya
    girismeksizin ihtiyaç duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak, bir bakima
    Aricara'nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O dönemde Ankara Ahi'lerce
    idare edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari'nin Ankara
    üzerinde birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari
    içinde bulunmadigi için bu yüzden Osmanlilarla harb etmeyi göze
    alamazlardi.

    Anadolu'nun mühim merkezlerinden birisi olan Ankara, merkezi Sivas olmak
    üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi (1335-1381)'nin idaresi altinda
    bulunmakta ve bu beyligin en bati ucunda yer almakta idi. Eretna Beyi
    Alaeddin'in vefati üzerine yerine geçen ogullari zamanindaki karisiklik,
    Ankara'yi bir müddet Karamanogullari'na daha sonra da müstakil bir
    idarenin, Ahilerin eline geçmesine sebep oldu. Bu karisikliklardan
    istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi
    bir ordu ile Ankara'yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine katar.
    Böylece Osmanlilarin dogu hududunda bulunan kuvvetli bir nokta elde
    edilmis oldu. Ankara'nin Osmanlilar'a ilhaki mühim bir hadisedir. Bu
    hadise (Ankara'nin ilhaki), Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak
    arasindaki topraklara hakim kilmistir. Kizilirmak çevresinin bütünüyle
    fethi de bir mânâda Anadolu hâkimiyeti demekti. Ankara 1361-1362
    arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362'de Sultan
    Murad tarafindan çevresi ile birlikte tekrar Osmanlilara
    kazandirilmisti.


    RUMELIYE GEÇIS


    Bilindigi gibi Asya, eskiden beri bilinen ve insanlik tarihinin besigi
    olarak kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek Türk, gerek Avrupali
    ve gerekse diger bir çok milletin ilk yurdudur.

    Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli bölgelere dagilarak hayatlarini
    sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri de Asya'dan Avrupa'ya
    geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar. Buna göre Avrupa
    ve özellikle Balkan Yarimadasi daha o zamandan beri Türklere yabanci
    olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi.

    Avrupa'ya geçmis bulunan Türk kavim ve kabileleri, asirlari içine alan
    uzun bir zaman zarfinda surada burada vakit geçirmis olduklarindan tarih
    sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi. Bunlar, ancak Bulgar,
    Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans Imparatorlugu ile yapilan
    mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi. Osmanlilardan önce Avrupa'ya
    geçmis bulunan bu insanlar, Türk, Peçenek, Kuman, Alan, Yürük, Türkmen
    ve Tatar gibi isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan Bulgar, bazan
    Macar, bazan da Ulah gibi kavimlerle birleserek Bizans'a karsi
    mücadeleye giristikleri gibi bazan da kendi baslarina ve yalniz olarak
    mücadele etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide
    bulunduklari milletlerle zaman içinde kaynasmis, onlarin kültür
    degerlerine katkida bulunmus, meydana gelen harplerde büyük
    kahramanliklar göstermislerdir. Bununla beraber zaman zaman da
    savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari
    olan Asya'ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve
    onlarin dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam
    ettirmislerdir. Bu sebepledir ki, Türkler Rumeli'ye ayak bastiklari
    zaman yer yer Ortaasya göçlerinden artakalmis ve zamanla Ortodoks
    kilisesine baglanmis topluluklarla karsilasmislar. Zira, bilhassa 5.
    asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan Türk kavimleri bugünkü
    Rusya'yi asip Dogu Avrupa'ya, Mora'ya, Adriatik kiyilarina ve Avrupa'nin
    kuzey sahillerine kadar uzanarak zaman zaman hakimiyetler kurmus,
    kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile karsilasarak dil ve
    din degistirmislerdir. Bilhassa Bizans Imparatorlugunun siyasî hududlari
    içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla beraber, bu
    topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza edenler
    de oldukça mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans
    ordulari içinde Slavlar, Iskandinavyalilar, Ruslar, Iberler,
    Kafkasyalilar, Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar,
    Peçenekler ve Fergana Türkleri gibi Türk kavimleri de mühim bir yekûn
    tutuyorlardi.

    Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler lehine neticelenen Selçuklu-Bizans
    karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans ordusunda bulunan Uz veya
    Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini tasiyan irkdaslarina
    karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile beraber
    Selçuklu ordusuna katilmislardi.

    Daha önce de kismen temas edildigi gibi asirlar boyu dalgalana dalgalana
    kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin siyasî, ictimaî ve
    etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla beraber, bazan da
    kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim, Bizans'in dinî
    temellere dayali olarak kolonize ettigi diger kavimlerle birlikte
    Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu yüzden
    Bizanslilar, Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî
    hüviyetlerinden soyma politikasi güdüyorlardi. Öyle ki bazan harp esiri
    olan Türk hükümdarlari, ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul
    ediyor, bazi kabileler de reisleriyle beraber din degistiriyorlardi.
    Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini vermek ve toprak
    bagislamak gibi tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni dindaslar
    kazandiriyordu. Bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk
    kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu.
    Böylece onlari kendi kültürleri içinde eritip yok etme politikasini
    güdüyorlardi.

    Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi asarak Ortaasya'dan gelen
    çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan Slav tesiri
    altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site hayatlarini
    benimseyerek onlarin içinde erimis bulunuyorlardi. Buna paralel olarak
    Bizans da hududlari içinde iskân edilen veya vazife alan yahut da esir
    edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda
    kavmî ve millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu.

    Kilise ve misyon teskilâti, Türk kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi
    örtmek için Bizans'a bir hayli yardimci olmustur. Bizans'in bu neviden
    faaliyetleri her zaman asiri olagelmistir. O kadar ki, Yukari Tuna
    Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan'a kadar bütün güney ülkeleri
    halkini, Incil'e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm sürmüstü.

    Görüldügü gibi bir koldan Stepler memleketine, Dogu Avrupa'ya Bizans ve
    Mora'ya; bir koldan da Iran, Mezopotamya, Suriye ve Arap ülkelerine
    yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip yok olmus
    bulunuyorlardi. Iste Çin, iste Hind, iste Iran, asirlarca topraklarina
    yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca
    kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip
    gitmistir.

    Surasi üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir husustur ki, eger arkadan
    Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya Türklügü de ayni akibete
    ugrayacakti.

    Tarihin, gerçekleri konusan dudagi sahittir ki, zaman sisleri arasinda
    kaybolagelen mazi miraslarini geri alip dört basi mamur bir Türk devleti
    kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak kudretini yalniz Osmanlilar
    gösterebilmistir.

    Iste yine bu Müslüman Osmanli Türklügüdür ki, Rumeliye adim atar atmaz
    çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi tarafindan temsil edilmis bir
    Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu topraklarda yerlesmis
    fakat kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir muhafazakârlikla saklamis
    olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak karsilarina çikan
    irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte tereddüd
    etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci
    oldular.

    Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve tekmil bütün müesseseleri ile
    Rumeli'ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi irk ve medeniyetleri
    için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira asirlardir
    çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan
    Balkanlar'da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu
    yerine getirmeye hazirlaniyorlardi.

    Gerçekten de Hammer'in tesbitlerine göre Süleyman Pasa'nin Rumeli'ye
    geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18. geçis olmaktadir. Bundan
    önce Türkler su veya bu sekilde Rumeli'ye ayak basmis ve bölgede
    çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. Fakat bunlar genellikle geçici bir
    süre için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde
    fazla durulmamistir. Ama Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa'nin geçisi,
    artik Müslüman Türklerin orayi vatan edinmelerine zemin hazirlamisti.
    Osmanli tarihçileri, daha önceki geçisler üzerinde fazla durmazlar. Zira
    onlara göre önceki geçisler, devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek
    kadar bir sebep teskil etmezler. Bu bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla
    durmaya degmez görünmüstür. Bizans tarihçilerinden de sadece
    Kantakuzen, Süleyman Pasa'nin geçisinden fazla teferruata girmeden ve
    geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder. Buna karsilik Türk
    tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Böylece, halk
    arasinda Osman Gazi'nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere oldugu
    kanaati da yayginlasmaya baslar.

    Bilindigi gibi XIV. asrin baslarindan itibaren içten içe çökmeye yüz
    tutan Bizans Imparatorlugu'nun topraklarinda, Sirbistan ile Bulgaristan
    devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun varisleri olmak
    için bazi faaliyet ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde, siyasî,
    ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar içinde bulunan Bizans'in fazla
    uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin
    mirasindan Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek zorunda kaldilar.

    Bu üç devlet, gayelerini gerçeklestirmek ve en büyük hisseyi elde etmek
    için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu bakimdan Osmanli Beyligi'nin
    ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan, Bizans'in gerek iç,
    gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu yüzden olsa
    gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek veya
    partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için
    desteklemeye çalisiyorlardi. "Osmanlilarin, Bizans Devleti'ni sadece
    Avrupa kitasina sürmüs olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli
    Beyligi'nin menfaatlerini temine ugrasmalari bunun içindir. Lakin bu ilk
    faaliyetlerden her zaman kat'i ve fiili neticeler beklenmeyecegi de
    muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari veyahut yardim
    maksadiyla girdikleri yerleri istilaya kalkismayarak evvela kendilerine
    zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman
    Bey'e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok
    çikartmalar yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette
    ögrenmisti."

    Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi iliskileri olmayan ve
    Latinlerin Istanbul'u alip Bizans Imparatorunu Anadolu'ya atmak için
    gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans Imparatoru, Osmanlilara karsi
    zaman zaman yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu
    ihtiyaç, onun Osmanlilar'dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans
    Imparatoru Kantakuzenos'un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç
    duymasi, gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki Çimbi
    (Çimpe)'yi askerî bir üs olarak Osmanlilara vermesine sebep oldu. Bu
    konu ile ilgili kaynaklar su bilgileri vermektedir:

    Damadi Orhan Bey'in verdigi kuvvetler ile, sikisik bir durumdan
    kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, zaman zaman da Papaya müracaat
    edip Haçli seferlerinin tertip edilmesini isterken, basi sikistikça da
    Orhan Bey'e bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim 1349'da Sirbistan
    krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken
    Kantakuzenos'un Orhan Bey'e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey'in
    oglu Süleyman Pasa idare ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli
    kuvveti, onun lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans
    donanmasi ile birlikte bir miktar Osmanli deniz kuvvetlerinin de
    harekata istirak ettigi görülür. Bu hadiseden kisa bir müddet sonra
    Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V. Ioannes arasinda mücadele
    alevlendigi zaman Orhan Bey, Cenevizliler ile birlikte yine Kantakuzenos
    tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir taraftan
    Edirne'de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos'un oglu Mateos'u
    kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka'da Sirp
    ve Bulgarlara karsi mühim bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda
    meydana gelen bu hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta
    ediyordu. Süleyman Pasa, bu vazifesini basari ile yapip Anadolu'ya
    dönerken, bir miktar askerini de Kantakuzenos'un bu yardima karsilik
    olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu Çimbi kalesinde birakmisti.

    Böylece Osmanlilar, Bizans'taki taht ve saltanat mücadelesine 1345'ten
    itibaren karismis, fakat buna karsilik hem ileride kendi hesaplarina
    yapacaklari Rumeli fütuhati için tecrübe kazanmis, hem de Rumeli
    yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus bulunuyorlardi.

    Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü ve son devresi, 1353'ten
    itibaren Rumeli'ye yerlesmek seklinde basladi. Bu yerlesme ve fütuhat,
    Kantakuzenos ile de ciddi anlasmazliklarin meydana gelmesine yol açti.
    Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina yerlesmelerinin
    kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354'te Orhan Bey
    kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi'na kadar bütün Marmara kiyilarina
    sahip olduklarini gördükten sonra buna mani olmayi düsünmüstü. Bu
    sebeple Orhan Gazi'ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda Çimbi'yi
    satin almak istedigini bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu'yu terk ve
    tahliye etmelerini, Izmit'te kendisi ile görüsmek arzu ettigini
    bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi, imparatorun kendisine yardim
    karsiligi verdigi Çimbi'yi teklif geregince terk edebilecegini, fakat
    Gelibolu'yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis olmasindan dolayi iade
    edemiyecegini ve hastaligi sebebiyle de kendisi ile görüsemeyecegini
    bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos Izmit'e kadar gelmis olmasina ragmen
    Orhan Bey ile görüsemeden Istanbul'a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp
    ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve
    müdafaa edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu.
    Kantakuzenos, bundan kisa bir müddet sonra Bozcaada'daki hapishaneden,
    Venediklilerin yardimi ile kurtulup gelen rakibi Ioannes'e saltanati
    birakmak zorunda kaldi. Bundan sonra bir manastira çekilen Kontakuzenos
    damadi Orhan Bey ile olan bütün münasebetlerini kesti.

    Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar tarafindan feth edilmesi, Bizans'i alt
    üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet vermekle itham edilmis, bu
    yüzden imparatorluk tahtindan da feragat edip bir manastira çekilmek
    zorunda kalmisti.

    Böylece, Osman Gazi'nin, oglu Orhan tarafindan titizlikle takip edilen
    dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu. Artik, Ege ile Karadeniz'e
    hakim olan Marmara'nin bir iç deniz haline getirilmesi an meselesiydi.

    Süleyman Pasa, 1354'ten itibaren Rumeli'de (Gelibolu) kendisi için
    yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan Bey, ogluna büyük bir
    selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey'in ikinci oglu ve
    Süleyman Pasa'niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci Ilbeyi, Lala
    Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey gibi degerli
    komutanlar, Süleyman Pasa'nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi.

    1358 veya 1359 yilinda bir avi takib ederken atindan düsüp kaza neticesi
    vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43 yaslarinda bulunuyordu.
    Süleyman Pasa'nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda bulunan kardesi
    Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd da olmus
    oluyordu.

    Gazi Siileyman Pasa'nin vefati üzerine Rumeli'deki fütuhat harekatinda
    bir duraklama görüldüyse de bu durum Lala Sahin Pasa, Haci Ilbeyi ve
    Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir çözülmeye sebep
    olmadan ber taraf edildi.

    Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli halka çok iyi davraniyordu.
    Onlara, Bizans idaresinden çok daha iyi imkânlar hazirliyordu. Böylece
    halefi olan ve daha sonra Sultan I. Murad adini alacak o büyük hükümdara
    fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth ettigi
    Bolayir'daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra gelecek
    ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan II. Abdülhamid, bu mezari
    yeniden yaptirmistir.

    Süleyman Pasa'nin, Melik Nasir, Ismail ve Ishak adinda üç oglu ile iki
    kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan Melik Nasir denizde
    bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa'nin sagliginda olmalidir.

    Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece sarsilan Orhan Bey, Bolayir'a
    gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati, veliaht olan oglu Murad
    Bey'e emanet ettikten sonra Bursa'ya döner.

    Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek, teskilatli bir
    devlet haline getiren Orhan Gazi, Mart 1362'de vefat etti. Onun vefati
    esnasinda oglu Murad, Rumeli'de devletin esas kuvvetlerinin basinda
    bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir ün kazandigindan
    baska, Bizans'a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil
    ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile
    gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti.

    Osmanlilarin, Gelibolu'ya yerlesmeleri, Avrupa'nin dikkatini çekmisti.
    Bu hareket, Müslüman bir toplumun kendi kitalarinda yerlesmesi
    tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin birbirleri ile
    ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir tehlike arz
    etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma
    düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. Bununla beraber Sirp,
    Bulgar, Macar, Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri
    ihtimali göz önünde bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin
    tatbikine baslandi. Bu gayenin gerçeklesmesi için Anadolu'daki Osmanli
    arazisinden (Yani Karesi taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip
    yerlestirdiler. Bu konuda Asikpasazâde, Süleyman Pasa'nin, babasi
    Orhan'dan oraya yerlestirilmek üzere nüfus nakline dair olan arzusu
    hakkinda su bilgileri verir.

    "Atasi Orhan Gazi'ye haber gönderdi kim devletlu himmetinle Rum eli feth
    olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur. Imdi söyle malum ola
    kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i Islâm'dan çok
    âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar
    gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap
    evleri gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu
    nevahisinde sakin oldular." Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth
    edilen bu yerlerdeki insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da
    Anadolu'ya naklettirmisti. Nitekim kaynagimiz bu konuya temasla söyle
    der:

    Rumeli'ye yerlestirilen bu yörüklere karsilik elde edilen yerlerin
    askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride isyan çikarabilir
    endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler.

    Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli'ye geçtikten sonra sadece askerî
    tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini biliyorlardi. Bunun için köklü
    bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu tedbirlerin basinda, yabanci
    unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini
    saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu'dan Rumeli'ye
    Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu.

    Biraz önce de temas edildigi gibi bu sebeple Balikesir bölgesinde
    yasayan Türk asiretlerinden bir grup 1357 tarihinde Rumeli'ye geçirildi.
    Bu grup önce Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu'ya yerlestirildi.
    Ilk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar, Anadolu'dan
    pe çok ailenin Rumeli'ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir kismi,
    verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi
    ise Gelibolu'nun kuzey bati taraflarina giderek begendikleri yerlere
    yerlestiler. Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara bile
    katildilar.

    Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde birbirlerinden nakiller yapmak suretiyle
    Süleyman Pasa'nin, Çimbi kalesinin karsisinda ve Anadolu sahillerinde
    bulunan Viranca Hisar'dan Rumeli sahiline nasil adam geçirdiklerini ve o
    sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini detayli bir sekilde
    anlatirlar. Asikpasazâde'nin verdigi bilgi, tarihî bir malumat olarak bu
    konuda su ifadelere yer vermektedir:

    "Bir gün memleketi gezerken Aydincik'a geldi. Temasa etmeye basladi. Bir
    garip binalar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye söylemedi. Ece Beg derler
    bir aziz er vardi. Hayli bahadir olarak anilirdi. Süleyman Pasa'ya:

    "Han'im düsünceye daldin" dedi. Süleyman Pasa: "Bu denizi geçmeyi
    düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya" dedi. Ece Beg ve Gazi
    Fazil: "Biz ikimiz geçelim, Han'im görsün" dediler. Süleyman Pasa:
    "Nereden geçersiniz" dedi. Dedtier ki "Han'im! Burada bir yer var ki
    yakindir. Geçecek yerlerdir." Gittiler. O yere vardilar ki orasi
    Görece'den asagi deniz kenarinda Viranca Hisar'dir.

    Çimbi'nin karsisinda Ece Beg ile Gazi Fazil çabucak bir sal yaptilar.
    Bindiler, Çimbi Hisari'nin civarina çiktilar. Baglarinin arasinda bir
    kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. Hemen Süleyman Pasa'ya
    getirdiler.

    Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan giydirdi. Basina bir sapka verdi.
    Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi. Kâfiri donatti. Kâfire dedi
    ki:

    "Sizin hisarinizda yer var midir ki, kâfirler duymadan içeri girelim.
    Kimse bizi görmesin?" Kâfir "Ben sizi söyle ileteyim ki kimse görmeden
    sizi hisara koyayim" dedi. Çabuk birkaç sal daha yaptilar. Süleyman Paça
    yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu kâfir, dogru Çimbi
    Hisari'nin bir ters dökecek yeri vardi. Bu müslümanlari oraya götürdü.
    Hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve
    harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari
    aldilar. Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar
    ettiler. Içinden bir kaç taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda
    gemiler vardi. O gemilere koydular. Karsida oturan askere gönderdiler.
    Velhasil o gün ikiyüz adam geçirdiler.

    Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir yaninda Akça Liman derler bir
    liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü yine hisarina geldi.
    Bu hisarin (Çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar. Durmadilar, adam
    geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu
    kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da
    kendilerini güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da kendilerini de hos
    tuttular. Kâfirlerin gemicilerini gemilere koydular. Kendileri
    baslarinda durdular. Daha hayli adam geçirdiler. Bir iki gün içinde iki
    bin er geçirdiler. Bu kâfirler (Çimbi kâfirleri) gaziler ile ittifak
    ettiler.

    Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca (Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu
    dahi aldilar. Ehl-i Islâm elinde hisar iki oldu. Bunun halkinin dahi
    gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari saglamlastirdilar. Hayli adamlar da
    Aydincik'tan gemi ile geldiler. Süleyman Pasa "Bu hisarlardan sipahi
    olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline iletin ki, bunlardan
    sonunda bize bir kötülük gelmeye" dedi. Öyle yaptilar.

    Bir iki ay bu hisarlari iyice saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani getirdiler.

    Birgün, Gelibolu'nun kâfirleri bunlarin üzerine gelmek için toplandi.
    Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu, kâfirleri kirdilar. Hisarin
    kapisini yaptirdilar. Yakub Ece'ye ve Gazi Fazil'a yoldaslar verdiler.
    Bunlari Gelibolu'ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar Gelibolu
    kâfirlerine huzur vermez oldular. Iskelesine dahi gemi birakmaz oldular
    ki çika. Bu iki gaziye hayli yarar gaziler verdiler. Onlari Gelibolu
    ucuna koydular. Bolayir'da oturdular."

    Bu tarihî metinden anlasildigina göre Osmanli, daha o dönemlerde bile
    müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele eden bu insanlara karsi
    gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin, hareket ve
    davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak gerekir.


    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Orhan Gazi  Empty Geri: Orhan Gazi

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:07

    EDIRNE'NIN FETHIOsmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde "Kaleiçi" denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.
    Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.
    Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi.
    Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu.
    Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:
    "Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti. Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.
    Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.
    Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.
    Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi.
    Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.
    Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu.
    Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi, Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir.
    Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.
    ORHAN BEY ve DEVLET TESKILÂTI
    Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din, kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.
    Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belli degildir.
    Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki "Divân" idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki "ahi" ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi.
    Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir, Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu.
    Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.
    Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis etti.
    Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.
    Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.
    Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.
    Kişiliği ve fiziki yapısı
    Orhan Gazi yeşil gözlü, sarışın, beyaz tenli, geniş göğüslü, iri yapılı bir insandı. Kulağında siyah bir beni vardı.Davranışları dengeli ve kararlı idi. Daima tedbirli davranırdı. İyi ahlaklı olarak bilinirdi.
    Son yılları ve ölümü
    Orhan Gazi, son yıllarında Osmanli devletinin idaresini oğlu Murat Bey’e bırakarak Bursa’da sessiz geçirmiştir. Ölüm nedeni ve yılı hakkında tarihçiler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Zamanının tarihçisi olan Aşıkpaşazade Orhan Bey’in Süleyman Bey’le aynı yılda, 1358de, öldüğünü yazmaktadır. Bazı tarihçiler 1360 yılında 79 yaşında iken vefat ettiğini bildirirler ve diğerleri ise ölümünün 1362′de olduğunu belirtir. Orhan Bey Bursa’da Gümüşlü Kümbet’te babasının türbesine gömülmüştür.
    Eşleri
    Orhan Bey’in adları bilinen üç eşi de Rum asıllı olup bunlar Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun adını alan Holofira; Bizans İmparatoru III. Andronikos Palaiologos’un kızı Asporça ve Bizans İmparatoru VI. Yannis Kantakuzenos’un kızı Teodora. Asporça ve Teodara’ın İslam dinine girip girmedikleri bilinmemektedir.
    Asporça : Bizans İmparatoru III. Andronikos’un kızı;
    Nilüfer : Yarhisar Tekfuru kızı;
    Teodora Kantakouzene : Bizans İmparatoru VI. Yannis Kantakuzenos’un kızı.
    Erkek Çocukları
    Orhan Gazi henüz hayattayken, en büyük oğlu olan Süleyman Gazi (Süleyman Paşa olarak da bilinir) attan düşerek vefat etmiştir. Kısa bir süre sonra babası Orhan Gazi’nin de ölümü üzerine tahta küçük kardeşi I. Murat (Murad Hüdavendigar) geçmiştir. Üçüncü Osmanlı padişahı olan Murad Hüdavendigar, Nilüfer Hatun’un oğludur.
    Süleyman Gazi
    Murad Hüdavendigar, Kosova Savaşısonrasında savaş alanındaki ölü ve yaralıların durumunu incelerken aslında yaralı olup, ölü gibi yere yatan Milos Obilic I.Murad yanına geldiği zaman hançerle arksından vurarak öldürmüştür.İbrahim, Eskişehir valisi (1316 – 1362). Kardeşi Murad tarafından öldürülmüştür.
    Halil
    Kasım
    Eyüp
    Kız Çocukları
    Fatma Hatun
    Şehzade
    Hadice
    Popüler kültürde Orhan Gazi
    Yönetmenliğini Ezel Akay’ın yaptığı “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü” adlı film Orhan Gazi döneminin Bursa’sında geçer. Filmde Orhan Gazi’yi Ragıp Savaş canlandırmıştır.
    Orhan Bey ( 08.09.1280)- (27.09.1359) Osmanlı padişahlarının ikincisi.
    Saltanatı: 1326-1360
    Babası: Osman Bey – Annesi: Mal Hatun
    Doğumu: 1281 Vefatı: 1360
    Sultan Osman Gazi’nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gazi’nin vefat ettiği 1281 senesinde Söğüt’te doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir disiplin ve intizam ile istikbalin beyi olacak şekilde yetiştirildi. Şeyh Edebali ve Dursun Fakih gibi alimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla olan gazalara katıldı. Kumandanlık ve devlet idaresi konularında bilgi ve tecrübe kazandı. Babasının yaşlılığı dolayısıyla 1324′ten itibaren devlet idaresinin başına geçti. Osman Gazi, onu Bursa’nın fethiyle görevlendirdi.
    Orhan Bey’in 1326′da Bursa’yı fethi sırasında Osman Gazi vefat etti. Babasının naşını Bursa’da Gümüşlü Kümbet’e naklettikten sonra Osmanlı Devleti’nin ikinci sultanı olarak tahta geçti ve devlet merkezini Yenişehir’den Bursa’ya nakletti.
    Bundan sonra fetih ve gaza hareketlerine hız veren Orhan Gazi, 1329′da Bizans kuvvetlerini Pelakanon’da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 1330′da İznik’i aldı. Devletin geçici merkezi haline getirilen İznik şehri imar edilerek, İslamî eserlerle süslendi. Orhan Gazi, İznik’in en büyük kilisesini camiye çevirerek burada Cuma namazı kıldı.
    Fetih hareketlerine devam eden Orhan Gazi, 1331′de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını, 1333′de Gemlik, 1336′da Kirmastı, Mihaliç ve Ulubat kasabalarını zaptetti. 1337′de İzmit’in fethi ile Kocaeli yarımadasının tamamı Osmanlıların eline geçti.
    1353′te Bizans’taki iç karışıklıklardan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu’da Çimbe kalesine sahip oldu. Bu, Osmanlıların Rumeli’ye geçerek bölgeyi tanımaları ve gelecekteki fetihleri bakımından önemli rol oynadı. Nitekim oğlu Süleyman Paşa’yı Rumeli’deki kuvvetlerin başına tayin eden Orhan Gazi, Bolayır’dan Tekirdağ’a kadar olan bölgeyi fethettirdi.
    Diğer taraftan Anadolu’da da birliği sağlama çalışmalarına hız veren Orhan Gazi; Karesioğullarından 1345′te Balıkesir’i, 1350′de ise Bergama ve Edremit’i, Eretna beyliğinden de 1354′te Ankara’yı aldı.
    Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşa’nın 1359′da bir av sırasında attan düşerek vefat etmesi üzerine üzüntüsünden hastalandı ve 1360 yılında vefat etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi. Yerine oğlu I. Murat geçti.
    Şahsiyeti nesillere örnek mahiyette olan Orhan Gazi, halim-selim olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Çok adildi. “Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa geciken adalet zulümdür.” buyururdu. Orhan Gazi’nin İslam ahlakına hayran olup, adaletine gıpta eden hıristiyanlar kendi soyundan ve dininden hanedanların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi.
    Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler ilmî, mimarî ve sosyal tesislerle süslendi. İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te yaptırdığı imaretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gazilere aş dağıttı. Ahalisinden müslim ve gayr-i müslim hiç kimsenin aç kalmamasına gayret etti.
    Cihattan vazgeçmez ve emri altındakileri devamlı Allahü tealanın dinini yaymaya teşvik ederdi. Oğlu Murat Gazi’ye “Oğul! Cennet mekan babam Osman Gazi Han bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah’ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı’ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez. Zira İ’la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet’i yaymak) azmi iki kıtaya sığmayacak yüce bir azimdir.” diyerek son vasiyetini yapmıştır.
    Hakkında Yazılanlar
    1.Orhan Gazi
    Hayatı / Mefkuresi / Mücadelesi
    Yavuz Bahadıroğlu
    Yeni Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi
    Bu kitapta, Orhan Gazinin, beyliğin toprak genişliğini altı kat arttırarak 95 bin kilometrekareye çıkardığını, devletin nüfusunu 3 binden 3 milyona vardırdığını, 0 bin kişilik bir ordu beslediğini ve bu ordunun sefer anında 100 bine ulaştığını, ilim adamlarıyla el ele vererek devleti imar ettiğini, hıristiyan halkın, idarecilerin zulmünden bıkarak Orhan Gazinin adaletine sığındıklarını,üçük bir beylikten koca devletin temelinin nasıl atıldığını bulacaksınız.
    * Osman Bey’in hastalanması üzerine son yıllarında beyliği oğlu Orhan Bey yönetmeye başlamıştı.
    * Osman Bey’in fetih politikasını devam ettiren Orhan Bey, Bursa’yı alarak Osmanlı Devleti’nin başkenti yaptı (1326).
    * Osmanlı kuvvetlerinin Bizans üzerine akınlarını devam ettiren Orhan Bey, İznik’i kuşatırken Osmanlı komutanları Kocaeli Yarımadası’ndaki kaleleri fethettiler.
    * Bunun üzerine Bizans İmparatoru III. Andronikos; Osmanlı ilerleyişini durdurmak ve Osmanlılar’ın eline geçen kaleleri geri almak için ordusuyla Anadolu’ya geçerek Orhan Bey üzerine yürüdü.
    * Kocaeli Yarımadası’daki Dragos Çayı kenarında yapılan Palekanon(Maltepe) Savaşı’nı Osmanlı kuvvetleri kazandı (1329).
    * Bu zaferden sonra İznik ve Gemlik fethedildi. Daha sonra ise İzmit ve Kocaeli Yarımadası fethedilerek Osmanlı hakimiyeti İstanbul Boğazı’na kadar ulaştı (1337).
    Maltepe Savaşı
    * Balıkesir ve çevresine hakim olan Karesioğulları Beyliği’ndeki iç karışıklıklardan yararlanan Orhan Bey, bu beyliğin topraklarını Osmanlı topraklarına kattı (1345).
    NOT: Osmanlı Devleti’ne katılan ilk beylik olan Karesioğulları’nın Osmanlı’ya katılması ile Anadolu Türk Birliği’ni sağlama yolunda ilk adım atılmıştır. Bu beyliğin donanmasının Osmanlı Devleti’ne geçmesi Rumeli’ye geçişi ve Marmara Denizi’ndeki adaların fethini kolaylaştırmıştır.
    * Marmara Denizi’ndeki adalar 1352′de alınmıştır. 1354 yılında ise Ahilerden alınan Ankara Osmanlı topraklarına katılmıştır.

      Forum Saati Paz 19 Mayıs 2024, 16:34