WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ



Join the forum, it's quick and easy

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

***Wep Arısı Arı Bir Sitedir. Wep Arısı Gerçek Düşünçeyi Yansıtan Sitedir***


    Kanunî Sultan Süleyman

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:56

    Kanunî Sultan Süleyman



    Kanunî Sultan Süleyman  Kanuni-sultan-suleymanOsmanli
    Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur.
    Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve
    bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî
    efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle "Kanunî
    Sultan Süleyman" diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar,
    büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini "Muhtesem ve Büyük"
    (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc)
    gibi isimlerle anmislardir.

    Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi
    verirken su ifadeleri kullanir: "Kanunî, "Muhtesem" ve "Büyük" gibi
    ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en
    önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun
    ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur.
    Osmanlilarin sadece "Kanunî" ünvanini verdikleri, fakat Avrupa
    tarihçilerinin "Büyük" sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi
    sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen
    büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger
    safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin
    kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve
    kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir
    yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman,
    insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII.
    Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve
    sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas
    kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi
    tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir.
    Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet
    edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur.
    Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret
    asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali sayilmistir."

    Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk
    kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan
    Selim'in vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan
    bildigi Sultan Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs,
    Kur'an-i Kerim'in en-Neml Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi
    mektuptan bahs edilirken temas edilen: " O, Süleyman'dandir. Rahman ve
    Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta) dir. "Bana bas kaldirmayin,
    teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)" âyetleri bir fal-i
    hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan Süleyman, saltanati
    boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun döneminde Müslüman
    Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar yillarini
    yasadi.

    Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin
    fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti,
    fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha
    önce benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir
    kemâli zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan
    içlerine, Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken,
    Afrika'da Habes, Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde
    görünmüs, Akdenizde ise kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz
    denizciliginin itibariyle beraber, büyük küçük bütün adalari çiçek
    devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak etmisti.

    Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati
    altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi
    ile Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti
    ve Venedik Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur
    edilmis, Fransa, Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç
    kuvvetli sille ile hizaya getirilmisti.

    Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli Devleti,
    Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete
    sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru
    iki büyük hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip
    hakimiyetindeki topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada
    Siîlik, adeta Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir
    darbe yemisti ki, hâla ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik
    heybetli Memlûk Devleti artik yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin
    bütün topraklari ile birlikte Kudüs, Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli
    merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti. Müslüman Türkler, Afrika'nin
    büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de pek yakinda neredeyse
    bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in, Osmanlilara itaat
    etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati
    Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu,
    güneyde Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi
    Osmanlilarin eline düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita
    üzerinde hâkimiyetini tesis etmisti. Böylece bir "Cihan Devleti" haline
    gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî ve askerî bakimdan kendisini
    rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve Bati'daki devletlerden
    hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip boy ölçüsecek
    durumda degildi.

    Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle
    büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan
    rakipsiz bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da
    sahip olmustu. Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu
    devirde atilmisti. Bütün bu müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra,
    onun yerine geçen oglu Süleyman devrinin, son derece parlak geçecegini
    müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi Âli, onu "amûd-i neseb-i
    saltanat" itibariyle ve on rakaminin sayi basi olmasindan dolayi ugurlu
    saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emîr
    Musa'nin da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Osmanli tahtinda
    bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini
    sahsinda toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri,
    onun büyüklügüne bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki
    Âli, bu tesbitlerinde pek de yanilmisa benzememektedir. Zira, Kanunî'nin
    sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi ender yetisen bir harp dehâsindan ve
    bir islahatçidan devr almis olmasiyla baslar. Öyle ki bir tarafta idare
    ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina inzibat altina alinmis, diger
    taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ bozguna ugratilarak ülkede
    istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir seferleri yüzünden
    dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son haddini
    bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile
    isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve
    mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar,
    Sokollular, Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla
    Cemâlîler, Ibn Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler,
    Ramazanzâdeler, Bâkiler, Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare,
    siyâset, askerlik, ilim ve irfan ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de
    dünya tarihinin en büyük medeniyetini mihraklandiran Osmanli mucizesi,
    artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek sevki ve imani ile en
    sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da Istanbul
    medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan
    aldiklari ilhamla bütün tebeasi için "saadet ve mutlulugun kapisi"
    anlamina gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini
    öyle emsalsiz bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki
    ifadelerle güzel ve o medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:

    Osmanlilarca sadece "Kanunî" ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni bir
    hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz
    Sultan Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi
    uygulamalar, onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan
    Süleyman döneminde devlet görevlilerinden her birinin yetki ve
    sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu bakimdan herkes kendi yetkisini
    rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin buna müdahele etmesi pek
    düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile devleti yakindan
    ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin otoritesi
    yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin
    islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad
    Ibrahim Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini,
    hatta kendisi hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin
    emirlerinin icra edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu
    sözleri, kismen Ibrahim Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin
    hukuk anlayisi ve devlet baskani ile hükümetin selâhiyet ayriliklari,
    meydana çikmaktadir.

    Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun içindir
    ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir
    hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin
    raporu müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti.

    "Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve
    kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir
    tilsim, bir tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten,
    derinden derine hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir
    kivam, bir terkip ve essiz bir sahlanisti.

    Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde
    ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi
    billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici
    olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta,
    cemiyette, ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta,
    ölümde seyreden, hükmeyleyen hep bu ruh idi.

    Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin,
    takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir
    is birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini,
    olmazlari oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu."

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:57


    KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK ICRAATLARI

    Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa Valisi
    olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye
    kadar da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz
    Sultan Selim'in ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden
    korkuluyordu. Bu sebeple Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola
    çikarilmis, bundan sonra da hiç bir sey olmamis gibi günlük islerin
    yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm haberi Sehzâdeyi oldukça
    sarsmisti. Bununla beraber Süleyman "kazaya riza" göstermesini bilmis ve
    haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul istikametine dogru
    yola çikmistir.

    Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan
    Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet
    merkezinde saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta
    kendisine rakib olacak kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde
    Süleyman'in, Osmanli tahtina geçisinden bahs ederken su ifadeleri
    kullanir: " Süleyman, cenk ve cidal olmadan geçip tahta oturdu. Selim,
    bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortaligi gülistanlik
    bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet çekmeden o
    bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde
    devsirdi." Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis
    oluyordu. Onun, 30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun
    duyurulmasi için her tarafa ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun
    ertesi günü Selim'in cenazesi de Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih
    Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza Sarayi denilen yerde defn
    edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin temellerini attirdigi ve
    fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun adina bir câmi ve
    imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.

    Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera, ümera,
    dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her
    birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen
    divanlarla memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan
    kararlar mucibince liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi
    mahlûl bulunan mansiblara da yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan,
    Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan ipek ticaretinin men'i hakkindaki
    kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin zaptedilmis bulunan
    mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden külliyetli
    miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir.
    Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim
    zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal
    Pasazade'ye göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir.
    Böylece, daha tahta geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni
    faaliyetlerde bulunan ve babasinin dönemine göre bazi degisiklikler
    yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve merhametle hükm edeceginin ip
    uçlarini vermis oluyordu. Nitekim bazi sayialar üzerine "Kanli" lakabi
    ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i kethüdasi vâsitasiyle
    teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in gerek bazi
    haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri
    tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari
    kendi "rizkindan" (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da
    Kasim l520 (Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal
    Pasazâde, Kanunî'nin tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer
    Bey hakkinda su bilgileri verir:

    "Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi
    insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd
    ile kura vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî
    Âdem'i pür - huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde
    olan vilayetlerden nur-i adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i
    kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i zulm-i eyyâmi ref'
    itdi."(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm karanligini ve
    haksizligi kaldirip uzaklastirdi.

    " Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden nazar
    eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi
    Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile
    halkin mal ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi."

    Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su
    bilgileri vermektedir: " Zulümleri yüzünden "Kanli" lakabi almis olan
    donanma kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal
    (görevini kötüye kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine
    Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu
    sabit görüldügü için de astirir. Bu sekildeki adâletli hareketleri ve
    yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi. Bütün Osmanli ülkesinde
    hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da bulunan eyâlet
    valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim Hani'na
    cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin
    güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu."
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:59


    KANUNî DÖNEMINDEKI OLAYLAR

    Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve
    san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve
    el birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir. Bununla beraber bu
    dönemin daha baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk
    yillarinda Avrupa'ya yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan
    hemen sonra, doguda beliren gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli
    tarihi bakimindan fevkalade önemli olan bu dönemi bir manada kronolojik
    siraya göre takib etmek yerinde bir hareket olacaktir. l. Canberdi
    Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in azadli
    kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden
    olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af
    edilmis ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda
    Sam Beylerbeyligine tayin edilmisti. Yavuz'un ölümü ve yerine
    Süleyman'in geçmesi üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan
    ederek isyan etmis, adina hutbe okutup para bastirmisti. O, bununula da
    yetinmeyerek kendisi ile birlikte hareket etmeleri için Sah Ismail ile
    Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup göndererek onlari da yanina
    çekmeye çalismisti. Zira ona göre çok uygun bir firsat dogmustu. Osmanli
    tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin, kendilerine bir sey
    yapamayacagina inanmisti. Hatta ona göre devir "eyyam-i fetret ve
    hengâm-i firsat" devri idi.

    Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan Canberdi
    Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti. Sadece
    kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin
    edilmisti. Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan
    için uygun bir firsat kolluyordu. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden
    önce o, çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah
    arkadaslarini etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam
    vilayeti dahilinde onlara mevkiler vermisti.

    Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i
    zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu. Bu
    sebeple Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti.
    Böyle bir tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken
    diger taraftan da deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek,
    Gazalî'nin kendisine yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir.

    Bu arada, 20.000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u
    zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik
    etmisti. Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi
    Gazalî, büyük bir mukavemetle karsilasmisti. Hayir Bey, Gazalî üzerine
    asker sevki hususunda Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok
    isabetli bir cevapla buna lüzum olmadigi ve icab eden kuvvetlerin
    Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti. Nitekim üçüncü vezir Ferhad
    Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin timarli sipahileriyle
    kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi Dulkadiroglu
    Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur edilmisti.
    Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey
    maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür. Ali Bey'in gelisini haber
    alan Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir. Bu arada,
    Ferhad Pasa'nin kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed
    Pasa'nin birlikleri ile Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol
    halinde Sam yakinlarina gelirler. 27 Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku
    bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek yakalanir. Devletin, gerek
    kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün imkânlari bir tarafa
    birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu nankörlügü,
    ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile son
    bulur.

    Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden istifade
    ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini
    bozmustu. Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle
    Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti. Elindeki kuvveterle
    Kayseri dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad
    Pasa, vaziyetten emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti. Bu hâdiseden
    hemen sonra Sam Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed
    sancaklarina da birer sancakbeyi tayin edilmisti. 2. Belgrad'in Fethi
    Canberdi Gazalî'nin isyani esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin
    açilmasina karar verilir. Çünkü stratejik önemi haiz olan Belgrad,
    Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir üs olarak kullanilabilecek
    durumda idi. Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih de daha önce,
    burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu. Ayrica askerî güçlerine
    güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri
    gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha
    önce taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a
    gönderilen Osmanli elçisini de öldürmüslerdi. Onlar, elçiyi
    öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun kulaklari ile burnunu da keserek
    cevap diye Süleyman'a göndermislerdi. Böylece, insanlik tarihi için yüz
    karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi. Bütün bu
    olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmisti.Downey, böyle
    bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu
    hazirliklar esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr
    ederken duydugu memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek
    oldugunu canli birer levha gibi tasvir edip gözler önüne serer.
    Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine yapilan bu hakaretin cezasinin
    verilmesi gerektigine inandigi için harp hazirliklarina baslanilmasi
    için emirler göndermisti. Iran hududunun güvenligi saglanip savas karari
    alindiktan sonra babasi ve dedeleri II. Bâyezid ile II. Mehmed
    (Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat
    kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket
    eder. Yol boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin,
    Veziriazam Pîrî Mehmed Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad
    üzerine yürümesi ve Rumeli Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden
    hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz) hisarini almasi
    kararlastirilmisti.

    Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip
    sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu.
    Sonunda muhafizlar yok edildiler. Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da
    epeyce sehid verilir. Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7
    Temmuz'da Sabacz (Bögürdelen)i zapteder. Böylece Kanunî ilk fethini
    gerçeklestirmis oluyordu. Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile
    sancakbeylerini huzuruna kabul ettikten sonra kaleye gelir. Pâdisah,
    sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr ettikten sonra askerinin
    Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir. Insaatin sürdügü
    dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini artirmak için
    nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini bekler.
    Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can
    ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda
    elden geleni esirgemezler. Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi
    haberi gelir. Insaata baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti.
    Ancak nehir birden tastigindan köprü kismen harab olmussa da kisa bir
    süre içinde yeniden onarilmis ve asker buradan geçmisti.

    Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin
    karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti. Bu esnada
    Pîrî Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin
    kaldirilip Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha
    sonra bu karardan vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir
    mevkie otag kurup, kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini
    verir. Siddetle kusatilan Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini
    anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta kaleyi teslim eder. Kale
    halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli olan bir kismi
    da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule civarinda
    iskan edilirler. Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri
    mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir. Fetihten sonra 200 top
    ile tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina
    900 bin akça has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey
    muhafazasina tayin edilirken Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir.

    Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki,
    Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir. Kanunî'nin bu ilk
    seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak
    etmislerdi. Belgrad, ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa
    seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim üslerinden biri olmus ve
    "Dâru'l-cihâd" adini almistir.

    Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de iki
    yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm
    haberini almisti. Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki
    oglu Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim). Vezirler, Pâdisah'in
    çocuklarinin cenazelerine yaya olarak refakat ettiler. Bunlar, Yavuz
    Sultan Selim türbesinin yanina defn edildiler.3. Rodos'un Fethi
    Bilindigi gibi, Kanunî Sultan Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli
    hakimiyetini kurmak için giristigi büyük mücadelede, Rodos seferi ilk,
    Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya tarihinin esine ender
    rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda Rodos'u ve ona
    bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli
    hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta
    ve Bati Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti.

    1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem
    denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki
    adalar, eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli
    yerlerdi. Sultan Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli
    siyasetinin bu ikinci mes'elesini de halletmek istiyordu. Zira fethi
    zarurî kilan bazi sebepler vardi. Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni
    ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu Akdeniz sahillerinin
    emniyeti bakimindan önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona bagli olan
    diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu. Nitekim bu
    zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda,
    Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya
    koyulmus, ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini
    kapamisti. Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu
    üzerinde, bu emniyeti tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki
    Rodos'ta bulunan sövalyeler, Osmanli ticaret ve hac gemilerine
    saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi Gazali'ye de yardimda
    bulunmuslardi. Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem Sultan'in oglu
    Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi. Ayrica kalelerinin
    saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik faaliyetlerine
    devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini aliyor,
    öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi
    fesatliklarda bulunuyorlardi. Bundan baska bes alti bin civarinda
    Müslüman'i esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da
    biliniyordu.

    Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos proplemini
    halletmek istiyordu. Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr
    aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda
    kaldigi önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o,
    Rodos'u feth etmek suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in
    gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis olacakti. Eserimizin, Fâtih'le
    ilgii bölümünde de görülecegi üzere o, birbirlerini kovalayan zaferleri
    arasinda sadece iki yerde istedigini ele geçirememisti. Bunlardan biri
    Belgrad, digeri de Rodos'tu. Tahta henüz geçmis olan genç Süleyman,
    saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle Fâtih'in
    düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu. Onun, Belgrad'in hemen arkasindan
    Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili
    oldugunu söylemek mümkün olsa gerekir.

    Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde
    ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar,
    Sövalyelerin söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya
    dayanabilmesi ve bir sefer vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda
    bulunabilecegini düsünüyorlardi. Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera
    ile bitecek sefere girismek dogru degildi. Bu düsünceye karsilik Vezir-i
    A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa ve denizci
    Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar olup Avrupa
    tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi. Bu arada
    casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar
    verir. Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle "
    Kur'an-i Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup
    gönderir. Bu mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu
    ile itaati kabul ettigi takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina
    dokunulmayacagina dair, yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah,
    O'nun elçisi olan Hz. Muhammed ve diger Peygamberler adina yemin
    ediyordu." Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam tarafindan red edilir.

    Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde
    bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi. Rodos
    ile ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret
    antlasmasi ile pasif hale getirilmislerdi. Divan'da alinan sefer
    kararindan sonra hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar
    olarak ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi
    haber alan Rodos Üstad-i A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi
    tedbirler alarak kaleyi tahkim ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin
    önündeki limana zincir çektirmis, ayrica Papa ve Fransa'dan da yardim
    istemisti.

    Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa
    komutasinda harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin
    deniz ve itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6
    Haziran l522) tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis,
    buradan Kapikulu askerleri ve sefere memur olan diger eyâletlerin
    timarli sipahileriyle birlikte karadan yola çikmisti. Bu sefere nadir
    bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin amcasi olan
    Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir.

    Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti. 24
    Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört
    mil kadar dogusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altina alan
    ordu, Pâdisahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya - Aydin yolu
    ile Marmaris'e, oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin
    kisilik ordu, surlar boyunca mevzilenir. Bu esnada Ingiliz, Fransiz,
    Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz milletlerine mensub sövalyeerden
    mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana burcunu müdafaaya
    basamislardi.

    Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî,
    Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder.
    Siddetle ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar
    devam eder. Bu arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti.
    Sonunda dayanamayacaklarini anlayan sövalyeler, kaleyi teslim
    edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda kalirlar. Yapilan müzakereler
    neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi imzalanir. Buna göre
    2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir. Buna göre Katolik
    Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da saglanmis
    olur. Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade edildigi
    gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest
    olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve
    kendilerinden devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir. Bu
    arada tanassur etmis olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu
    Murad da yakalanarak iki oglu ile birlikte ortadan kaldirilir.
    Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie
    çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi kilmisti. Bu namazda
    imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî
    Efendi yapmisti. Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde Mehmed
    Bey'in idaresine verilmistir. Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi
    Anadolu sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki,
    Kalimnos, Limonsa adalarini ele geçirmislerdir. Böylece Rodos kalesi ve
    adasiyle birlikte Oniki adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu.
    Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi bakimindan da önemlidir. Zira burasi,
    Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan tek toprak parçasi idi.

    29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde
    Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da
    Saint Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas
    düsüp Papanin ayagina dogru yuvarlanir. Kardinaller bu hâdiseyi
    muhasarasi aylardan beri devam eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar.

    Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki
    üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve
    Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti,
    Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir. Bu arada Rodos'un
    fethini müteakib Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman
    esir de kurtarilmistir.

    Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar. Birçok câmi,
    imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir. Rodos,
    bir sancak merkezi olur. Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri
    (Tümamiral) vali tayin edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil
    Melek kadirgasina binip Rodos'tan ayrilir. Anadolu'da Marmaris'e geçer. 3
    Ocak'ta da Marmaris'te idi. Aydin, Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan
    sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim Pasa'nin nezaretinde
    Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar adada
    kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26
    günde Istanbul'a varir. 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu
    ikinci sefer-i hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur. Bu arada
    Osmanli donanmasi da Istanbul'a döner.

    Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere
    Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa
    olarak taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden
    dolayi da memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti.

    Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis
    oluyordu. Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit
    noktasi sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi,
    Osmanlilarin ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret
    sayildi.

    5. Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin
    saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet
    otoritesi ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan
    idareyi islâh etmek istiyordu. Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim
    Pasa'yi Misir'a gönderir. l Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile
    ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat Pâdisah, Marmara adalarina kadar
    refakat ederek orada kendisine pek dostane bir sekilde veda eder.
    Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim Pasa'nin maiyetine
    Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin Aga,
    Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak
    Celâlzade Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri
    memur edilip on kadirga ile yola çikmisti. Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na
    ugrayarak orada Ceneviz idarecileri tarafindan selamlandiktan ve
    kendisine takdim edilen hediyeleri aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim
    )'da Rodos'a yanasir. Osmanli donanmasi Iskenderiye'ye yelken açtigi
    halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu sahiline düserek Rodos'tan
    hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek zorunda kalir.
    Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim Pasa
    karadan gitmeye karar verir. Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi
    davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha
    müsamahali davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve
    tarafsizligi sebebiyle halkin duasini alir. Bu uzun ve yorucu
    yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin
    ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek üzere maiyetindeki idarecilerle,
    Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir hey'et teskil edip
    Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar. halkin çesitli
    sikâyetlerini dinler. Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir. O,
    halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas
    alarak kanunlar tasarlar. Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir
    idaresinin geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar,
    Misir'in eski kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme
    sekline bürünür. Hazirlanan bu tasari, Istanbul'a gönderilir. Pâdisah
    tarafindan tasvibi alindiktan sonra kanun haline getirilen bu tasari,
    "düstûru'l - amel olmak üzere" Misir hazinesine teslim edilir.

    Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska
    adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu. Sürekli
    olarak memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini
    düzeltiyordu. Eski idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu. Bu
    arada Beni Havare ve Beni Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan
    asiretlerin reislerini astirmakla cezalandirdi. Bu cezalar, digerleri
    için de bir manada ibret oldu. Böylece vahalara ve Habesistan'a kadar
    Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri seyhlerine, Pâdisah'a
    itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu. Sehirlerde
    tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri
    bildirmeleri ilan olundu. Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan
    dolayi haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri
    saglanir. Egitim ve öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel
    yönetmelikler konularak bunlara maas baglanir. Ibrahim Pasa, kalede vali
    konaginin karsisinda, hükümet hazinesini muhafaza için iki kule
    yaptirir. Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile Misir'da bulundugu sirada
    öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle yikilmis veya harab
    olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi hesabindan ve kendi
    masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan biridir. Vergi
    defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki hallerine
    konuldu. Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle
    sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair
    a'yândan istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski
    defterleri buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey
    zamanindaki muamelati inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin
    ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve bid'atleri ortadan kaldirmistir.

    Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan
    Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca
    istedigi kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine
    selâhiyet vermisti. O da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine
    uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi olan Süleyman Pasa'ya verip Misir
    Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga tayin ederek 22 Saban 93l
    (l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir. Sam yolu ile Anadolu'ya hareket
    eder. Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen boylarinin
    agirliklarini vuracaklari haberini alir. Bunlarin ileri gelenlerini
    çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle
    öldürülmesi sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen
    sipahîlerinin timarlarini iade ettirir. Daha sonra da l525 senesi
    Eylül'u basinda Istanbul'a varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa,
    Misir'daki icraati hakkinda ona bilgi verir. Pâdisah, onun Misir'daki
    icraatindan memnun olarak kendisine ihsanlarda bulunur.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:00


    MACARISTAN SEFERLERI

    Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk asirdan
    daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak
    Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a,
    Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in
    zaptina kadar devam etmistir. Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin
    Osmanlilar'ca alinmis olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu.
    Gerçekten Belgrad'in zapti, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil
    olmustu. Nitekim Belgrad'in alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan,
    Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde
    Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli
    Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam edecektir.

    Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine Bogdan'la
    ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi
    ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine
    karar verilir.l. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in
    tabii yayilma sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek
    yolunda önemli bir adim olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi
    karisikliklar çikmis, Tuna boylarinda Macarlar'la küçük çapli
    çarpismalar olmustu. Bununla beraber, Kanunî'nin sefere karar vermesi,
    Papalik, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya
    çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu kararda Fransizlar'in da önemli
    sayilabilecek bir rol oynadiklari belirtilmektedir.

    Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile Almanya
    birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle
    mücadeleye de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman
    imparatorluk seçiminde Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini
    koymus olmasi, iki devletin siddetli bir mücadeleye girmesine sebep
    olmustu. I. François'nin, l5l9'da imparator seçilen Habsburg hânedanina
    mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir düsmesi üzerine, I.
    François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi Louise de
    Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden
    yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek
    suretiyle fiilî bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî,
    Sarlken'in kurmak istedigi Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için
    büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu tehlike sadece Bati'dan degil,
    l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah Ismail'in yerine geçen
    Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu. Zira Sarlken ile
    Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler. Iran,
    Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la
    basa çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük
    gücü haline gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni
    Imparator Sarlken ile Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde
    idi. Hem Iran'in hedeflerini, hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana
    sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yi
    himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten bölmeyi hedefliyordu.

    Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi
    degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi
    Zapolyai hem krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi
    çikiyordu. Kötü bir yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri,
    memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlik hareketlerine
    katildiklari gibi, paralarini alamayan birçok Macar askeri de Osmanli
    Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin, gerek akinci, gerekse
    diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer kararini
    çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar,
    Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana
    kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.

    Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil önce
    vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine,
    Osmanli dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir
    söhrete sahip olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin
    bulunamayacagi sirada Pâyitaht (baskent) in idaresi için de Misir'in
    eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam (Kaim-i makam) olarak
    görevlendirir.

    Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan l526)'de
    yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden
    geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile birlikte Istanbul'dan
    hareket eder. Bu üçüncü "Sefer-i Hümâyunu"na çikmadan önce hükümdar,
    Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa ile babasi Yavuz, dedesi II. Bâyezid ve
    Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua eder. Bütün bu mekânlarda,
    Allah'in kendisine yardim etmesini diler.

    Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne bir
    kirma ve kirilma hâdisesi degildir. O, presipler adina yapilan bir
    cihaddir. Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir.
    Iste Kanunî de Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden
    yaslar akitip, yüzünü yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad
    ediyordu. Öyle ki, önüne düstügü ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de
    beraber tasiyacaklari için devleti dinin, dini de devletin yardimcisi
    ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî kuvvetlerinin ikmali kadar,
    mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu.

    23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile varan
    ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir.
    Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve
    toprak sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu.
    Pâdisahin emri hilafina hareket eden birkaç kisinin ya basi kesildi veya
    asildilar. Hammer'in ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan bir kaç
    kadi bile cezanin siddetinden kurtulamadi. Pâdisahin, reâyâsinin
    menfaatlerini korumak ve onlara her ne sekilde olursa olsun bir zararin
    gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun tebeasini ne kadar düsündügünün
    bir isaretidir. Iyi bir Müslüman hükümdar olan Kanunî'nin anlayisina
    göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi sorumludur. Gerek
    Kur'an-i Kerim, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu konuda pek çok
    emir bulunmaktadir. Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbetteki bu emirlere
    riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. Iste bunun içindir ki o,
    halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu. Harp içinde
    dahi olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine
    davranislarin, en büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten
    çekinmiyordu. Onun, kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir
    disiplinin meydana gelmesine sebep olmustu. Gerçi bu disiplin sadece
    Kanunî döneminde degil, hem daha önce, hem de daha sonra vardir. Zira
    bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan kendilerini Allah'a karsi
    sorumlu tutuyorlardi. Bu sorumluluk anlayisi onlarda, baska dinden olan
    hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti. Bunun içindir ki
    Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile birlikte ordusundan
    da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya elçisi
    Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir
    köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek
    firsatini bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida
    özetleyecegimiz su bilgileri verir.

    "Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her tarafta
    dolastim. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub
    askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu. Bizim
    karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk
    çekerler. Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet
    hüküm sürüyordu. Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir
    cebir ve siddet hareketi görülmüyordu. Sarhosluk, öfke veya hiddetten
    ileri gelen yüksek sesler bile yoktu. Bundan baska her taraf öylesine
    temizdi ki, ne süprüntü, ne gübre yiginlari, ne de göze ve buruna fena
    gelen bir seye tesadüf imkani vardi." Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina
    dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan da kendini alamaz. " Simdi
    benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana gelen bu büyük
    kalabaliga gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, renk renk parlak esvablar
    (elbiseler)... Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas
    piriltisi... Bu manzarayi dil ile anlatmak imkan disi bir is. Yalniz
    sunu söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara
    görmemistir. Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük
    bir sadelik ve iktisad göze çarpiyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne
    olursa olsun, ayni biçimde. lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok.
    Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok masrafa mal olur ve üç günde de
    bozulup gider."

    Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin
    çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ
    ve sehâdet (sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna
    isaret ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit
    ve sihhî gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad
    yiyeceklerini daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde
    yalniz yiyip içmede degil, haram ve yasak zevklere karsi da, oldugundan
    daha çekingen davranarak oruca kendilerini hazirladiklarini söyler. O,
    Hiristiyanlarin perhize girmeden önce sanki bu imsakin acisini pesin
    olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca eglenceye, dans ve
    sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini ziyaret
    eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine
    sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün
    ve basarinin sirrina temas ederek: "Türkler'de seref ve makam, idarî
    mevkiler, sadece liyakat ve bilginin mükafatidir.Tenbel ve agir olanlar,
    hiç bir zaman yükselemezler. Iste Türkler'in, her neye tesebbüs
    ederlerse muvaffak olmalari, hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün
    devletlerinin hududlarini biraz daha genisletmelerinin hikmetini
    liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu ehemmiyette
    aramalidir."

    "Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin bize
    neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum. Karsilasan iki ordudan
    biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv
    olacaktir. Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis
    kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet.
    Askerleri zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip,
    intizam ve disipline riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler.
    Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige mukabil hususi israf, yipranmis
    kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve idmansizlik var. Serkes
    askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin kavramiyla alay ederiz.
    Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük bizde alabildigine
    vardir. Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir. Herhalde
    simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la bir
    anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diger Sark devletlerinden de
    yardim görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir. Bu büyük
    tehlikeye karsi ne kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe
    içim ürperiyor."

    Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten de
    Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas,
    mutlaka kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu. Son derece
    titiz bir inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise,
    devlet düzeninin aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi.

    Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in
    fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina
    çiktigi zaman , ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine
    varmis cengaverligi ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve
    azamet örnegi idi.

    Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan l526'da
    yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket
    ettigine temas edilmisti. Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler
    katilmis, Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a
    varilmisti. Ibrahim Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna
    Nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervaradin)'i karadan ve
    nehirden sikistirarak alir. Bundan baska, Bosna beyleri tarafindan Sirem
    mintikasindaki kaleler zapt edilir. Son derece muntazam yürüyen ve
    etrafa hiç bir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok, Ulak) ve
    Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti.

    Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar
    Krali II. Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diger taraftan
    da Avrupa kral ve prenslerine müracaat ederek yardim istemisti. Bu arada
    Macar meclisi, kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti.

    Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün içinde
    gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar
    karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar. Nihayet Macar ordusunun
    Mohaç ovasinda bulundugu da ögrenilmisti. Osmanli ordusu hem agir
    yürüyor, hem de harp tertibati aliyordu. Sag kolda Vezir-i A'zam ve
    Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa, sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram
    Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve kapikulu askerleri mutad
    olan yerlerini alacaklardi.

    Macar Krali II. Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye
    baslamisti. 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni
    alir. Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum
    donanmasi yaparak, yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük
    bir gazâ senligi tertib ettiler. Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik
    ile kizil bir sevk ve heyecan kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor,
    davullar, zurnalar çaliniyor, atlar kisniyor, sancaklar dalgalanip
    kiliçlar sakirdiyordu. Aylardan beri siddetle yagan ve araziyi yer yer
    bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle birlikte çiselemeye
    devam ediyordu. Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin "Karasu"
    dedikleri bataklika çevrilmisti. Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra
    askere belig bir hitâbede bulunmustu. Bundan sonra Pâdisah, gözleri
    yasli oldugu halde ellerini göge dogru kaldirarak:

    "Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden. Ümmet-i
    Muhammed'e yardim et. Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme " diye dua
    eder. Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde
    cesaret ve din sevki artar. Birlesik bir duyguya kapilan süvariler,
    atlarinin üzerinden siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar.
    Yüzlerini topraga sürüp secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer
    nasib etmesini dilediler. Sonra yeni bir sevk ile atlarina bindiler.Ve
    Pâdisahlarinin ugrunda canlarini vereceklerine and içtiler.

    Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp
    elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini
    almisti. Sabah namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da
    taarruza geçmiyordu. Kanunî, düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu.
    Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir. Ikindi vaktiine dogru,
    Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar taarruza
    geçerler. Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü
    ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur. Osmanlilar'in son savas
    planina vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle
    eski Osmanli plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini
    ümit etmislerdi. Buna karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak
    Macarlar'i merkeze çekip çenbere almak suretiyle imha etmek
    istiyorlardi. Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile Papas Pol Tomori,
    bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri üzerine
    hücum ettiler. Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip
    düsmani içeriye aldilar. Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin
    sikistirmasi ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne
    getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek
    Macar süvarilerini ikiye ayirdilar. Bundan baska Macarlarin bizzat Kral
    Layos komutasindaki ikinci kolu, Anadolu kuvvetlerinin üzerine
    yüklendi. Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi hareket ettiginden
    bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun kalbine dogru
    hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri girdi.
    Bu siralarda 35 (veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya
    çalisiyordu. Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi.
    Bunlar, Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi.
    Yeniçerilerin siddetle çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir
    maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda Marczali ile iki arkadasi, Kanunî
    ile bizzat karsi karsiya gelirler. Diger arkadaslari, Pâdisaha
    sokuluncaya kadar imha edilmislerdi. Kanunî, tek basina bu üç sövalye
    ile dögüsür. Bu esnada bir kaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip
    vücuduna nüfuz edemedi. Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi
    kiliciyla öldürür.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:00

    Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha
    önce de belirtildigi gibi gerileri de "akinci" ve "deli" kuvvetleri
    tarafindan çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu
    bu atesin dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine
    panige kapilip darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan
    kral bir daha görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü
    bulunmustu. Osmanlilarin kilicindan kurtulan askerler de gece
    karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi
    iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli ordusunun mevcudu 300 bin,
    Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle anlasiliyor ki, sayi
    itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az degildi.
    Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini
    anlatan tarihçi Peçevî, "Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir
    olundu denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur" derken, iki tarafin
    kuvvetlerinin denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar
    askerlerinin sayi ve durumunu su ifadelerle dile getirir: "Ve 200 bin
    atli ve otuz bin piyade tüfenk endâz her nereye ki atalar, hata
    etmezlerdi." Bu ifadelerden anlasildigina göre Macar Krali'nin
    kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin
    sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil
    cereyan ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola
    ayirmis, bizzat kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de,
    yeniçerilerin önünde bulunan ve zincirlerle birbirlerine bagli olan
    toplara karsi, geçmek üzere bir gedik bulamamistir. Bununla beraber
    Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler, sonra plana göre Anadolu
    kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi saglanmistir.
    Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret ettigi
    gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan
    baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük
    bir ordu bulunmakta idi.

    Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine dogru
    akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu.
    Böylece Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç
    günlük istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan
    Budin üzerine yürür. l0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre
    gelmeden önce Hiristiyan olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu
    yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu meydana getiriyorlardi. Bunlarin
    reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin anahtarlarini Sultan
    Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir mukavemetle
    karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah, sehir
    halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla
    tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip
    Kurban Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a
    dönüsü esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir.
    Ayrica Beçne mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna
    ugratilarak dagitilir. Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman
    kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi,
    yani Transilvanya genel valisi Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden
    baska hiç bir kuvvet kalmamisti.

    Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral
    Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve
    müstakil (bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan
    sonra tarih, Osmanli himayesinde bir Macaristan taniyacakti.

    Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi, Alman
    Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem
    de kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir.
    Macar Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da
    bulunan Macar kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki
    krallik ortaya çikmis oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey
    batisi Ferdinand'in idaresinde, Orta Macaristan ile Erdel ise
    Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci Macaristan Seferi ve
    Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen Zapolyai,
    Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi
    degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda
    toplanan Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim
    dahi istemisti. Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan
    kralliga seçilmis bulunan Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini
    firsat bilip büyük bir ordu ile Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini
    Tokaj'da maglup etmesi üzerine kayinpederi olan Lehistan Krali'nin
    yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai, Osmanlilar'dan tekrar yardim
    istemeye mecbur olur. Bu yardim için de Istanbul'a bir elçi gönderir.
    Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi Osmanlilar'in
    bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun yardim
    talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep
    olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29
    Subat l528 tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir
    hükümdar olarak tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin
    kendisini burada birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek
    vergi vermek sartiyla Macar Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de
    bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in Zapolyai'ye iade edilmesi istenir.
    Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu ilk Avusturya elçilik
    heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kalir.

    Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin
    serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda
    Macaristan'in yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik
    Zapolyai'nin idaresinde yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a
    karsi tampon bir devlet olarak birakmayi tercih eden Kanunî Sultan
    Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin kisilik bir ordu ile sefere
    çikar. Macar topraklarina girildigi sirada, Zapolyai, Istanbul'a gelen
    elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini arzedip huzura kabul
    olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil
    karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari
    da verir. Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de
    Pâdisah'in kulu olmak istedigini bildirerek söyle der: " Ey Pâdisah-i
    âlem penah, Müslümanlardan ve kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin
    nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin silkine münselik olmaga geldim
    (onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya geldim). Ve hem Pâdisahtan
    bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine diyelim."
    Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: "Muradin desin,
    elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der. 3 Eylül'de
    Budin önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada,
    sehirdekiler teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir
    mukavemetten sonra tekrar ele geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren
    Kanunî, senelik belli bir vergi karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek
    merasimle ona Macar Kralligi tacini giydirir. Hammer'in ifadesine göre
    onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne
    diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri agalarindan biri degil,
    "aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle" olmustur. Bununla
    beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini öptürmüs, altin
    tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim Pasa'yi,
    digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli
    protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten,
    Küçük Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac,
    Yeniçeri Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün
    ifadesiyle bir Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak
    sancakbeyi (Tümgeneral) derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na
    tac giydirmesi, Türk tarihinin unutulmaz hadiselerinden biri olarak
    kalacaktir.

    Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan
    çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati,
    derhal harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali
    Bey, 20 Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de
    Kanunî'ye gönderir. Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac,
    Macarlar tarafindan kutsal sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci
    giymeyen hükümdara mesru krallari nazari ile bakmiyorlardi. Ferdinand da
    Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu tarihî taci ele
    geçirmek istiyordu. "Korona" denilen bu tarihî tac, üst üste geçmis iki
    tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz
    mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip
    Hiristiyanligin Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti.
    Sonradan Bizans Imparatoru olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt
    Savasi'indan iki yil sonra (l073), gönderdigi altin çelenk, iste bu
    Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek suretiyle tarihî Korona son
    seklini almistir.

    7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan sonra,
    Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme
    karari alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar
    kasabasini ele geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu
    arada Ferdinand'in Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak
    için Avusturya içlerine dogru çekilmisti.

    Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27 Eylül'de
    baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile
    malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad,
    Mohaç ve Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif
    toplarla kalede istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar,
    kaleyi büyük bir fedakârlikla savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf
    da agir zayiatlar veriyordu. Surlar altindan lagim açma tesebbüsleri de
    basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren çalismalar sonucunda
    surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda bulunuldu ise de,
    havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak sikintisinin had
    safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu. Kanunî,
    l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet
    içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar
    kuvvetli olursa olsun imkânsizdi. l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da
    basariya ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki
    bu son hücum sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma
    güçleri de tükenmek üzere idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine
    göre kisin vakitsiz gelip kar ve yagmurun yagmasi üzerine "Pâdisah-i
    Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve ziyan müretteb olmasin diye "bir
    adami on bunun gibi hisara vermezen" deyip ândan dis varosu yaktirip ve
    yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten sonra
    Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e
    gelüb". Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu
    konuda Kanunî'nin ne denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini
    anlamak mümkün olmaktadir. Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine
    Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma karari alir ki, bu kararda kendi
    askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son verme kararinin alinmasi
    üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere bindirilerek Tuna
    üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.

    Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari bir
    felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan
    topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki
    hafta daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti
    ? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara
    edecekti. Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî
    güç birakmak icab ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik
    bir yer kalmamisti. Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin
    tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî, bu kadarini kâfi gördü. Bu
    seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti.
    Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu seferden sonra
    Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta
    Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti.
    Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis,
    Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri
    ihtimali ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi)
    Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar
    cereyan etti. Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber
    Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in
    kendisine verilmesini ister. Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri
    tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz. Peçevî'nin (veya
    Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diger bazi
    kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan
    Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u
    (Jan Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için
    çesitli bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar
    olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece
    Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu
    arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin
    kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman
    Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini
    tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her
    sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle
    bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam
    eder.

    Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu
    Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli
    ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir.
    Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i
    harbe davet eden mektuplar verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken,
    Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama
    ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat onlarin bu taktikleri pek
    fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi
    sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip
    yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait
    topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele
    geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand
    ortaya çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile
    geri dönüldü. Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in
    arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu.

    Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman
    elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup
    verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda
    Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç
    kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna
    ragmen ne kendisinden, ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak
    Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini
    halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina
    yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik
    tâci giymemesini bildiriyordu.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:01

    Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz binden
    fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300
    kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu
    sefer yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939
    Rebiülahir ) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin
    basarili bir sekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik
    yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile
    donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri
    dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek
    eglendi.

    Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora
    yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle
    Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria
    komutasindaki filo tarafindan bir hile ile alinmisti. Kalenin
    alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar
    yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti.
    Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi
    sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz
    olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse
    Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin
    iade olunacagini bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin
    cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu. Nitekim, Semendire
    Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi
    ile 940 Ramazan (l534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir.
    Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle
    günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin
    âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir
    vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik
    göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece,
    bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar.
    Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan
    Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki
    Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim
    olurlar."4. Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri
    karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta
    kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün
    tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi
    tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da
    görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi
    üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu
    sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati,
    Osmanlilarin da isine gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler
    büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi,
    memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu. Bu durum,
    doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in
    l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb
    Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet
    arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti
    Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.

    l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik
    heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak
    Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra
    barisa riza gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik
    bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran)
    kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini
    belirtmisti. Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler,
    epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren
    mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l
    Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in ifadesine göre Viyana
    sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (merasim) ile
    kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht
    üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde
    kabul etti. Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat
    Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik
    isareti oldugunu belirtmeye çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un
    anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi
    Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder. Böylece çavus
    (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu.
    Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile
    sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki
    veraset iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim
    oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için
    de her yil 30.000 altin verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand,
    Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (esit, denk) sayilacakti.
    Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda
    dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre Pâdisah'in huzuruna
    kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat
    dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik
    oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin
    mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler. Buna karsilik
    Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani
    olacagini bildirir. Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin
    hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri
    nezâretinde belirlenecekti.

    Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi
    altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a
    ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini
    bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile
    ilgilenmelerine firsat vermisti.

    Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti
    üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta
    macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak
    protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim"
    diye hitab etmek zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin
    ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar
    ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima
    çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin
    tamamen Osmanli idaresine geçecektir.

    Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden
    karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek
    çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a
    bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi
    istirhaminda bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine
    teminat vermisti. Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile
    Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler. Bununla beraber
    herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum karsisinda Macaristan'a
    yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.

    Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel,
    Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi,
    arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve
    süvari kuvvetleriyle gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere
    çikar. Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari
    halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak olamamislardi. Bu arada Budin'i
    almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan
    Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak
    olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir. Ordugâhlari da
    Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran
    mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi
    sirada böyle basarili bir haber alinir.

    Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler
    kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari
    yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde
    "Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü
    Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:02

    Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki
    karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri
    Budin'e girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar
    Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd
    damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte
    Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya )'e
    gönderilir.

    Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan
    dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik
    Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad
    Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra
    Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan,
    Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere
    üç kisma bölünmüs olur.

    Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar
    topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden
    Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci
    derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin
    hem muktedir bir serdar, hem siyasî kuvveti olan bir diplomat, hem de
    ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina
    bilhassa dikkat ediyorlardi.

    Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu
    medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi,
    ayni cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr
    alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza
    edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline
    gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf
    etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler,
    medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar,
    çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk
    beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu
    kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup
    düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit
    olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar,
    Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi
    kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan
    bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak
    görüyorlardi. Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan
    Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi
    (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin
    merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diger
    eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple
    Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri
    bulunmakta idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve
    bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla
    gelenler olarak belirtilebilir. Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde
    kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen
    hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar
    müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir
    ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin beylerbeyileri,
    meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere
    komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle
    olan ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme
    baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu.
    Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki
    cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafindan bu
    eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir.

    Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili
    siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O
    da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti
    daha uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman,
    Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek,
    gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan
    taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara
    harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak
    altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? denilmektedir.
    Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki,
    bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin
    de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu
    tenkidlere söyle cevap verir:
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:03

    a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin zihniyeti
    ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün
    olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri
    dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini,
    anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar.
    Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler.

    b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen
    topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti,
    bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi
    askerî gücüne borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini
    "devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil
    ediyordu. Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha
    fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi
    nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a
    muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle
    savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus
    oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini)
    saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için
    böyle bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan
    dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.

    c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman olmayan
    bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli
    ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için
    yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan
    haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu
    gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açikça
    belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail
    olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem
    vermislerdir.

    d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî
    imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu
    düsünce bir bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya
    ordunun paraya ihtiyaci olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde
    edilebilir. Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de
    ulasilmasi bakimindan kolaydir. Bütün bunlara ilaveten sunlari da
    söylemek mümkündür:

    XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet
    mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek
    düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin
    saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve
    özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi.

    O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan
    bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar,
    Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî)
    olmasi onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu.
    Nitekim hem Sah Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla
    beraber Iranlilik adina, Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî
    Osmanlilarla kiyasiya mücadele ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz
    konusu olamazdi. Safevîler, Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta
    eski Iranliligi temsil ediyorlardi.-

    Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm
    birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette
    bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu.
    Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine
    düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza
    böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i
    müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi. Bu sebeple Kanunî,
    Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi
    yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya
    kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi
    yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir.
    Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la
    yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle
    sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir.5. l543
    Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de geçiren Kanunî,
    Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini
    tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip
    kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi
    taahud ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak
    bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand,
    degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu
    topamis bulunuyordu. Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi
    vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardim göndermek için derhal
    hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük
    ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen kaleyi muhasara
    altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu
    ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile
    gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda
    kalir.

    Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan
    Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18
    Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket
    eder. Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri,
    Pojega civarindaki bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi
    zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis
    bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider. Böylece kale 8
    Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu.
    Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin yetismesi
    üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar
    Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma
    altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden
    siddetli bir muharebe baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler,
    bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar. Estergon'un
    fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar
    kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda
    Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad
    (Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi
    yerler alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için
    civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî,
    Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in
    Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu
    yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin
    Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid
    Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda eder.
    Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki
    hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi
    olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle
    nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve
    nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in
    gurresinde (ilk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün
    hasta olup alti gün sahibfiras (yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali)
    gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (belirtilen ay)
    dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice
    agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler. "
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:05

    Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan ve
    her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden
    Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes
    yillik bir baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için
    imzalanan bu muahede (antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira
    meydana çikan Erdel hâdisesi, harbin yeniden baslamasina sebep olur.

    Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar Kirali
    Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi.
    Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup
    Erdel'in buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli
    Devleti, Ferdinand'i tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez.
    Zira bu siralarda Osmanli ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden
    kendisine bir sey yapamayacagindan emindi.

    Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca Avusturya
    elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli Beylerbeyi
    Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle görevlendirmisti.

    10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7
    Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir.
    Ayrica, Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek
    Osmanli hâkimiyetine katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra
    Timisvar'i kusatir. Fakat iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine
    Belgrad'a döner.

    Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e
    girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada
    Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin
    Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine
    Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.

    Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu tarihte
    Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir.
    Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden
    beri Alman Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand,
    Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan
    Macaristan için 30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede
    imzalamisti(l562).6. Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri
    Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan
    voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir sekilde
    devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar, yarim asirdan daha fazla
    bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi. Her ne kadar
    voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna
    Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece
    ikaz ile iktifa edilmisti.

    Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat
    göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil
    Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle
    yükümlü tutulmustu. Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi
    esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden
    avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan
    ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti. Hammer, Rares'in
    Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafindan
    karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir:
    "Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri
    bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus
    elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri
    ortabasilarinin serpusu) hediye eder."

    Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten
    yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya
    baslamisti. Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere
    baslamis bulunan Petru Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan
    Erdel'e tecavüz ettigi gibi, Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice
    temasa geçmisti. Bundan baska göndermekle yükümlü oldugu vergileri de
    göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli Devleti'nin o taraflardaki
    mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet kurmak üzere Erdel'e
    gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de öldürtmüstü.

    Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip onlar
    tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar
    sonrasi Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir.
    Ancak bu kararini gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi
    (7 Temmuz)'nin ertesi günü Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu,
    Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi zaman Kanunî "Seferimiz Bogdan
    üzerinedir" diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen mevkide iken Rares'ten
    gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak Kanunî, ona
    verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve gelip
    itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti.
    Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis
    oldugundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti
    karsisinda dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan
    baska bir çare bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi
    gibi l6 Eylül l538'de Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir.
    Bu sehrin fevkalade müstahkem bir kalesi olmasina ragmen sehir halki,
    mukavemet edemiyecegini anladigindan, kale anahtarilarini getirip
    Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine Kanunî, sehirde umumi af
    ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda seçmelerini ister.
    Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan intihab olunur ki bu, muhtemelen
    Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni
    voyvodaya bir de berat verir.

    Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda
    kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak
    haline getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa
    edilmis, Akkirman ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada
    Bender sehri de ele geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra
    Osmanli ordusu geri dönmüs, sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib
    Giray'a da geri dönme izni verilmisti. Osmanli ordusunun dönüsünden
    sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve getirdigi yeni voyvoda ile
    yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun üzerine Kanunî Sultan
    Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa voyvodaligi ona
    verir.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:06


    ANADOLU'DAKI IÇ ISYANLAR

    Kanunî döneminin önemli iç olaylarindan biri de Bozok bölgesinde ortaya
    çikan Siî karekterli iç isyanlardir. Bu isyanlardan biri, Kanunî'nin,
    Mohaç seferine çikip Budin'e dogru ilerlemekte oldugu bir sirada patlak
    vermisti. Genel olarak bu isyanlar, Safevîlerin, II. Bâyezid ile Yavuz
    Sultan Selim devirlerinden beri Anadolu'daki tahrikleri sonucunda Siî
    temayüllü Türkmen gruplarinin çikardiklari isyanlarin devami mahiyetinde
    idiler. Yavuz Sultan Selim devrinde siddet ve güçlükle teskin
    edilebilen Safevî propagandasi, Sah Ismail'in oglu Tahmasb'in tahta
    geçmesi ile yeniden hiz kazanir. Oldukça genis cephelerde cereyan eden
    bu isyanin baslica kiskirticisi ve müsebbibi, Safevîlerin mezheb
    organizasyonuna bagli olarak yürüttükleri, sistemli propaganda ile gizli
    ve isyankâr faaliyetleri idi. Bunlar tek merkezden idare ediliyor ve
    her tarafta, hemen hemen her zaman görülebilecek mahallî bazi haksizlik
    ve uygulamalar büyütülerek , türlü sekillerle muayyen zümreler tahrik
    ediliyordu. Bir çok yerde birden patlak veren ve bir plan dahilinde
    oldugu, müsterek hareketlerinden anlasilan bu isyan tesebbüslerinin
    Safevîler tarafindan idare edildigini gösterecek pek çok sebep vardir.
    Osmanli Devleti'nin, Budin'deki harple mesgul olmasi, Iran'i harekete
    sevketmisti. Böylece Iran, Sarlken ile Ferdinand'a yardim etmis
    oluyordu. Isyan hareketini büyüten islerin basinda, yapilan Iran
    propagandasi ile birlikte timar ve tahrir sebebiyle gayr-i memnun bir
    sinifin ortaya çikmasiydi. Nitekim Bozok sancagi tahriri esnasinda
    tahrir memurlarinin yaptiklari haksizlik, kisa zamanda bölgede bir
    ayaklanmaninin baslamasina sebep olmustur.

    Bu ayaklanma, Süglün Koca ve oglu Sah Veli ile Safevî halifesi (ajani)
    Zünnûn adli kimselerin birlesmek suretiyle etraflarina Bozok
    Türkmenlerini toplayarak harekete geçmeleri ile baslamisti. Onlar,
    bölgede bulunan Müslihiddin adindaki kadi, onun katibi Mehmed ve
    Hersekzâde Ahmed Pasa'nin oglu olan Sancakbeyi Mustafa Bey'i öldürürler.
    Beyleri Sehsuvar oglu Ali Bey'in ölümünden dolayi kirgin olan Dulkadir
    Türkmenleri'nin katilmasiyle isyan daha da büyümüs, Kayseri civarinda
    Karaman Beylerbeyi Hurrem Pasa'yi yenen âsiler, Tokat taraflarina hâkim
    olmuslardi. Nihayet Höyüklü mevkiinde sikistirilan âsilerle yapilan
    mücadelede (26 Eylül l526) âsilerin ele basilari öldürülmüstü. Bununla
    beraber dagilan âsi guruhu yeniden toparlanarak ani bir saldiri ile Rum
    (Sivas) Beylerbeyi olan Hüseyin Pasa'yi agir yaralayip, ölümüne sebep
    olurar. Fakat güçsüz âsiler, Diyarbekir Beylerbeyisi Hüsrev Pasa'nin
    kuvvetleri karsisinda dagilmaktan baska çare bulamazlar.

    1527'de Adana taraflarinda çikan isyan ise Adana Beyi Pîrî Bey
    tarafindan bastirilmistir. Ancak bu iki isyanin hemen akabinde,
    Karaman'dan Maras'a kadar uzanan bölgede büyük bir isyan daha çikar. Bu
    isyan hareketinin liderligini, Haci Bektas Veli sülalesinden oldugunu
    iddia eden ve Haci Bektas Zâviyesi Post-nisini Kalender Çelebi
    yapmaktaydi. Sah ünvani da verilen Kalender'in, mevkii sebebiyle kisa
    zamanda yaninda 30 bin kisi toplanmisti. Bunlar, Siîligin iyice nüfuz
    ettigi, siki kayitlar yerine nisbeten serbest yasamaya alismis, devletin
    birtakim mükellefiyetlerinden gayr-i memnun konar göçer Türkmen
    gruplari idi. Kalender'in isyani haberi, Mohaç'tan dönmekte olan
    Kanunî'ye ulasinca derhal tedbir alinmasi için emirler göndermis,
    Istanbul'a vardiginda da Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi isyani
    bastirmakla görevlendirmisti. Ibrahim Pasa, üç bin yeniçeri ve iki bin
    sipahiden mürekkeb bir kuvvetle tenkil için sevk olunmustu.

    Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Pasa'nin
    eyâlet askerleri ile Cincife mevkiinde âsilere maglub olmalari üzerine
    Ibrahim Pasa, birtakim ön tedbirler alma geregini duyar. Bu cümleden
    olarak o, daha isin basinda, Kalender'in önünde maglub olan askeri,
    henüz harbe girmemis olan kendi kuvvetleri ile temas ettirmez. Bundan
    sonra sadece Kapikulu askerlerini yaninda tutar. Yenilgi haberini
    Dulkadir Eyâleti'nde alan Ibrahim Pasa, sür'atle Elbistan'a gider. Pasa,
    bu isyan kuvvetlerinin üzerine yürüyüp bosu bosuna Müslüman kani
    dökmektense, siyasî tedbirlerle hareketin sebebini ortadan kaldirmak
    yolunu tutarak adâlet uygulamaya baslar. Zulüm ve gadrleri görülen
    ümerâyi cezalandirir. Haksiz olarak zaptedildigi görülen timarlari
    sahiplerine iade edip, bunlarin merkezî hükümetin rizasi olmadan
    yapildigini göstermeye çalisir. Kalender Sah'in etrafindaki kimseleri,
    kaçak olarak giden casuslari vâsitasiyle bundan haberdar edip, dehâlet
    edeceklerin affedilerek eski vazifelerine iade edileceklerini ilan
    ettirir. Gelenlere iltifat göstererek âsinin etrafindaki Türkmen
    asiretlerini kendi tarafina çeker. Sadrazamin bu sekildeki âdil
    davranisi, Kalender Sah'in etrafindaki kuvvetlerin derhal çözülmelerine
    sebep olur. Böylece o, Dulkadir Türkmenleri'ni kazanarak onlarin,
    Kalender'in yanindan ayrilmasini saglar. Bunun sonucu olarak kuvvetleri
    büyük ölçüde azalan âsiler üzerine çok itimad ettigi adamlarinin
    komutasinda küçük birer müfreze göndererek 22 Ramazan 933 (2l Haziran
    l527)'de Bas Sariz (veya Bassaz mevkii) Yaylagi'ndaki Kalender'i Iran'a
    kaçmadan yakalatip basini kestirir.

    Ibrahim Pasa, bu isyanin bastirilmasindan sonra Istanbul'a döner. Bu
    isyan hâdiseleri merkezî hükümeti ciddi tedbirler almaya sevkeder. Bunun
    için her tarafa tahkik heyetleri gönderilir. Bu heyetler sâyesinde
    halkin sikâyet ettigi konular düzeltilir. Böylece gayr-i memnunluk zorla
    degil, hüsn-i tedbirle giderildi ki, bu, Osmanli idaresinin
    karekteristik vasiflarindan birini teskil eder. Herhalde asirlarca
    Devlet'in varligini devam ettirmesini saglayan prensiplerin mahiyeti bu
    neviden davranislar sayesinde mümkün olmustur.

    Yukarida zikredilen isyanlardan iki sene sonra yani H. 935 (M.l529)'de
    Adana civarinda basina 5 bin kisi toplayan Seydi ve sonradan ona iltihak
    eden Inciryemez adli Kizilbas âsilerinin çikardiklari isyan da, Ramazan
    ogullarindan Adana Beyi Pîrî Bey tarafindan siddetle bastirilarak ele
    basilari ele geçirilip öldürülmüslerdi.

    Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz
    adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu
    seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek
    halka yaymaya baslamisti.

    Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin "erbab-i ilimden"
    oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir
    zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre,
    Molla Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî
    bir hayat yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil,
    ayni zamanda milli bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti,
    fikir ve görüsleri, Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafindan ilmî
    delillerle bu fikirleri çürütülmesine ragmen, yine de iddiasindan vaz
    geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina çarptiracaktir.

    Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet
    adamlarinin, gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli
    bir hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.

    Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla
    Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafindan Divan-i Humayûn'a
    getirilir. Çünkü o, "daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi
    sahib-i gayret kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat
    üzerine (s.a.s.) Hz. Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna
    getirirler." Divan'da bulunan pasalar, bu meselenin bir "ser'-i serif"
    isi oldugunu düsünerek olayi Divan üyesi olarak orada hazir bulunan
    kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi
    Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri bulunmakta idiler. Dâvasini
    açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri oldugu gibi
    anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler.

    Gerek Kabiz'in, gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi çekici
    bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu
    destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini
    yapiyordu. Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla
    dâvasinin dogru oldugunu söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in
    açiklamalari ile ilgili bazi ser'î meselelerin kadiaskerlerin hatirinda
    bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her ikisinin de ser'î icaplara
    göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu. Bundan dolayi itidal
    yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi. Böylece bu
    iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle ehli
    olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla
    Kabiz'in iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal
    katlini isterler. Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa "...bu sahsin
    müddeasi, ser'-i serife muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb..." bu
    konudaki süpheleri gidermek gerekir, "ser' ile cevabini verin..."
    kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb hududlarini asan bir durum
    meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik degildir" seklinde
    konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden döndürecek bir
    sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler karsisindaki
    ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla Kabiz'i
    da serbest birakirlar.

    Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu "tasra divanhâne üzerinde" kafes
    arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman,
    vezirler huzuruna girer girmez, onlara hitab ile "...bir mülhid,
    Divânimiza gelüp Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa
    eyleyüp müddeasi isbatinda ekavil-i bâtili tezyil eyleye, süphesi zâil
    olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin hakkindan gelinmedi...?" demistir.
    Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla Kabiz'in iddialarini
    çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm Kemal Pasazâde
    ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler.
    Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir "hilm" ve
    "edeb" üzre Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet
    ve hadislere dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine
    Seyhülislâm onun okudugu âyet ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi
    ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa burada su ifadeleri kullanir: " Tamam
    itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i ilmiye üzre kendisinin su-i fehm
    ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle eylediler. Böylece hak
    (gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda Molla Kabiz,
    dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile "Kabiz'a
    sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût
    oldu." Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek
    "...iste hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir..."
    bâtil inancindan vazgeçerek "hakki kabul edermisin?" dedi. Molla Kabiz
    iddiasinda israr ederek bu teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü
    (Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek "fetva emri tamam oldu. Ser'
    ile lâzim geleni siz hükm idün..." teklifinde bulunur. Istanbul Kadisi
    da, Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine, temiz inanç yoluna
    dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr etmekte idi.
    Bunun üzerine katline hüküm verilir.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:09


    IRAN SEFERLERI

    Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah Ismail,
    Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta
    çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki
    basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk
    gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (onbir
    yasinda) I. Sah Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara
    sebebiyet vermis, bu arada Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema
    Osmanlilar'dan yardim istemisti. Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a
    varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak altinda toplamak ve
    Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla daha Mohaç
    seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim o,
    Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir "Tehdidnâme"
    göndererek söyle diyordu:

    "Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam gönderub
    arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu
    noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun
    (sapiklik yolundan dönmeyisin) olmagin "insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem"
    benim dahi an karîb diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i
    meymunuma mûcib ve bais oldu. Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve
    Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve turan vesair vilâyet-i Semerkand ü
    Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu."

    Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin olan
    Kanunî , Dogu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet
    meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur.

    Bunlardan birisi , Bagdad'i ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlilar'a
    müracaatla sehrin anahtarlarini Istanbul'a göndermesi idi. Bu siralarda
    Osmanlilar, Viyana kusatmasi ile mesgul olduklarindan Tahmasb, yeniden
    Bagdad'i ele geçirmisti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çagdas bir
    arastirmada teferruatli bir sekilde anlatilir. Bununla beraber biz,
    fazla teferruata girmeden olaylari kisaca vermek istiyoruz. Öyle
    anlasiliyor ki, Kanunî'nin çikacagi I. Dogu seferinden önce, Bagdad ile
    Bitlis'te meydana gelen hâdiseler, ilk firsatta böyle bir seferin
    yapilmasini gerektiriyordu. Türkmen Musullu oymagina mensub Nohud Ali
    Sultan'in oglu olan Zülfikar Han, 934 ( l528 ) yilinda Kelhur Hâkimi
    idi. Bu sirada Bagdad Beylerbeyisi olan amcasi Ibrahim Hân'in, yaninda
    asker bulundurmadan yaylaga çikmasini firsat bilerek l0 Ramazan 934 ( 29
    Mayis l528 ) günü bir baskinla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün
    kusattigi Bagdad sehrini öldürdügü amcasinin ogullarinin elinden alarak
    kendisini Bagdad Beylerbeyi ilan etmisti. Tebriz'in böyle bir oldu
    bittiyi tanimayacagini ve kendisini cezalandiracagini kestiren bu
    Türkmen Beyi, Sünnî sehir halki ile de anlasarak Bagdad'in anahtarlarini
    Kanunî'ye gönderdigi gibi onun adina Bagdad darphânesinde sikke
    kestirip hutbe okutmustu. Böylece buranin Osmanlilar'a bagliligini ilana
    baslamisti. Pâdisah, meshur Viyana seferi ile ugrastigindan, Irak'a
    yardimci gönderemedi. Sonradan Sah Tahmasb, bir ordu ile gelerek
    Bagdad'i günlerce kusatmis ve sonunda 3 Sevval 935 (l0 Haziran l529)
    günü, yine Muslu boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardesi Ahmed
    Bey'i uyurken öldürmesi ile, Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak
    merkezinin kendiliginden Osmanlilar'a tabi olusuna Istanbul'dan
    zamaninda yardim gelememesi, Pâdisahi manevî bir borç altina sokmus
    oldu.

    Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran
    beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis
    Hâkimi Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen,
    Osmanlilar'in Teke (Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll "Sah - Kulu
    isyani"na katildiktan sonra Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e
    iltica edip mansib alan Ulama Han, Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli
    bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah Ismail'in basveziri bulunan ve
    kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in, Isafahan'in Kendiman
    yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini firsat bilerek
    kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in yanina
    gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu
    ve öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken
    Ulama Han, kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan,
    Osmanlilar'in hizmetine girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi
    ile Istanbul'a bildirir. Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi
    (IV.) Seref Bey'in "Ulama'nin aile fertleriyle birlikte Pâdisah
    dergâhina gönderilmesi "ne gayret etmesi bildirilmisti. Bitlis Hâkimi
    Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama, kendisine delâlet eden
    Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a meyli oldugunu
    söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama Han'a,
    ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis
    tevcih olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen
    Bitlis'in Iran topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan
    Osmanlilar'a karsi yardim istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu
    hânedanina yaptiklari gibi, kendisini de atalarindan kalma
    topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu. Bunun üzerine Dulkadir ve
    Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil - Yakup
    Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî ordusunun yardima
    geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta Sah'a
    büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi
    de murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir.
    Tahmasb, 20 Safer 939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek
    kendisine "Eyâlet penâh" diye hitab eder.

    Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi
    himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep
    olmustu. Bu, bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi
    demekti ki, böyle bir sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir
    keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem
    hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis olmasi, böyle bir sefere imkân
    veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine bizzat hükümdarin
    gitmesi icâb ediyordu.

    Yukarida belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser (Kizilbas)
    Iran'a sefer açmayi düsünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Sah Tahmasb'a
    gönderdigi "tehdidnâmesi"nde böyle bir fikri tasidigini ima ediyor,
    ancak Bati'daki isleri yüzünden buna imkân bulamiyordu. O, Iran
    beliyesini ortadan kaldirip, Sünnî Türkistan'la birleserek, kendisini
    arkadan vuran ve Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki Islâmî ve insanî
    hamlesini yavaslatan köstegi kaldirmak arzusunda idi. Gerek dedesi,
    gerekse babasinin zamaninda meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla
    karistiran Siîlige karsi onun düsünce ve tutumunu gösteren bir gazelini
    burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II. Mahmud'un kizi Âdile
    Sultan tarafindan h.l308 (m. l890) yilinda Istanbul'da bastirilmis ve
    dört tertip Türkçe divanindan birisi olan 236 sahifelik"Divan-i
    Muhibbî", s. l20'de bulunmaktadir.

    "Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm,

    Yürüyüp her yanadan Sark'a sipahî çekelüm,

    Iki yerden kusanalum yine gayret kusagin,

    Bulasup toz ile topraga, bu râhi çekelüm.

    Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün,

    Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm.

    Bize farz olmus iken : olmamiz Islâm'a zahîr,

    Nice bir oturalum, bunca günahi çekelüm,

    Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer,

    Ey Muhibbî, yürüyüp Sark'a sipahî çekelüm.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:10

    l. Irakayn SeferiSinir bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine
    zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî, hem Osmanli Pâdisah'i hem
    de Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis
    bulunan Bagdad'i "Kizilbas zulmünden" kurtarmak ve Irak'i almak üzere
    harp hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim
    l533) tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir.
    Ibrahim Pasa, Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama
    Han (Pasa)'nin Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi
    haberi gelir. Zira bu sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan
    Fil Yakup Pasa birlikte, Seref Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci
    defa onun üstüne yürüyerek maglub etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in
    oglu III. Semseddin, basina topladigi kuvvetlerle mukabele ettiyse de
    karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim Pasa'ya müracaat eder. Bunun
    üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik hâline getirip Seref
    Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir manevrada
    bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira
    bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in
    Bitlis Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.

    27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti. Kisin
    Van taraflarinda bulunan Ulama Han "istimâlet" tarikiyla Ahlat,
    Adilcevaz, Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu
    faaliyetleri haber alan Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu
    esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim
    Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz üzerine yürümeyi
    kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4 Mayis
    l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî
    tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim
    Pasa, Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu
    Sa'dabad civarinda konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri,
    Safevî pâyitahtinin bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l
    Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'te savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir.
    Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa ettirerek buraya l000 kisilik
    bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder. Böylece her türlü yagma ve
    kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O, kimseyi incitmemeye ve
    halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim Pasa'nin bu
    sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini gösterecekti.
    Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina karsi
    Ibrahim Pasa tarafindan acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce
    940 (23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru
    yola çikar. Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir
    harekâtinin sebep olabilecegi endisesi ile birlikte asker arasinda
    meydana gelen huzursuzluk ta vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre
    düsman topraklarina girildigi zaman "asker içine gûna gûn fisiltilar
    düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette askere penâh gerek imis,
    Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in hali ne olur deyü
    bir havf ve hasyet (korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu hâle vâkif
    oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i
    Pâdisahî'ye yazar" Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir.
    Pâdisah, Konya'da bulundugu sirada Van ile birlikte elde edilen diger
    sehirlerin anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah,
    Allah'a hamd ve senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i
    Rûmî'nin türbesini ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada
    Kur'an-i Kerim tilâveti ve Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra,
    dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda semâa baslamalari onu pek
    memnun etmisti.

    Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün sehir
    halki tarafindan tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la
    seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah
    tarafindan büyük bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine,
    agalara, Defterdar Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve
    Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi.
    Ordunun degisik siniflari da durumlarina göre ihsanlara kavustular.

    Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman, Sah
    Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu
    esnada, daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi
    altina kostuklari görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh
    Bey'in oglu ve Iran'in bes taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.

    Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi için
    yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun
    geçecegi yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu
    da halki göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda
    Sultaniye'ye gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi
    ve erzak darliginin basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi
    karari alinmisti. Zira bu tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada
    kislamak gerekiyordu. Bu sebeple Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir
    zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde esine ender rastlanan bir
    vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus, toplar ise
    yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya kayip
    ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkansizligi sebebiyle yolda
    birakilip topraga gömüldü.

    Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi
    alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda
    bir anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok
    kizan Pâdisah'a, isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun
    üzerine Basdefterdar azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.

    Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine varir.
    Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in
    maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan
    Mehmed Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l
    Camaziyelevvel 94l (28 Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da
    Pâdisah sehre girerek dört ay kadar burada kalir. Böylece Bagdad,
    Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî Sültan Süleyman, bütün bu
    basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar. Diger devlet
    erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise nisancilik
    mevkiine terfi ettirilir.

    Böylece Bati'da "Dâru'l-cihad" adi ile anilan Belgrad'a karsilik,
    Dogu'da da "Dâru's-selâm" denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis
    olur. Birçok evliya türbesini koynunda bulundurdugu için "Burc-i
    evliyâ", Abbasî halifelerinin baskenti oldugundan "Dâru'l-hilâfe",
    kapilari dis kapilarla örtülü oldugundan da "Zevrâ" isimleriyle
    aniliyordu.

    Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret
    ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b.
    Sâbit'in, Gulat-i Siâ tarafindan yagmalanan kabrini buldurup ziyâret
    ederek burayi temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi
    yapilmasini emreder. Sonra Imam Musa Kâzim'in ve diger Islâm
    büyüklerinin türbelerini de ziyâret eder.Böylece hem Sünnî, hem de
    Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh Abdülkadir Geylanî'nin kabri
    üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir imâret yaptirir.

    Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu
    arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van
    kalesine kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri
    haber alan Kanunî, 3l Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da
    Tebriz'e varir. O sirada Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin
    alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen Kanunî Sultan Süleyman,
    Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e döner. Kanunî daha
    sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir. Osmanli
    ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan
    yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren
    Tahmasb, oradan Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da
    Istanbul'a ulasir.

    Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle "Irakayn Seferi" olarak
    anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi,
    Bagdad ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer
    sonucu, Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan
    kaldirilamayacagi anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin
    asil gâyesi, Safevîleri belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak
    olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi
    için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri, Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve
    Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî hilâfetlerinin taht sehirlerini
    de memleketlerine katmis oluyorlardi.

    Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i A'zam
    Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda
    yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz
    bir sekilde kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde
    rol oynamasi gibi sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin
    selâmeti için gözden çikarmasina yol açmisti.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:11

    Pâdisah, Bagdad'da bulundugu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu
    mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da
    tesmil ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk
    prensibine bagli bir adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid
    itaatini arzettiginden buraya dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve
    türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e dahi giderek buralari da
    ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn seferinden sonra
    on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile
    mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hakim olmasina
    sebep olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da
    saglamisti. Bu arada, Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir sekilde
    Siîlik tesis edilmisti. Sah Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya
    ajanlar (halife, daî) göndermek suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil
    ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla beraber Safevî hanedan üyeleri
    arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi Türkmen gruplarinin
    birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe sarsmaktaydi.
    Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi iken
    bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafindan takibata
    ugramisti. Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve
    Kipçak taraflarina kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan
    bir gemi ile Istanbul'a gelip Osmanli Pâdisahina siginacaktir.

    Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi
    karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas
    gelir gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun
    tesviki, gerekse Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan
    böyle bir sefer gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma
    imzalandigindan Iran üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece
    Tahmasb'in Sünnîler'e tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne
    gidilmesi yolundaki telkini ve Özbeklerin yardim istemeleri sebebiyle
    kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas Mirza'nin da ilticasiyle
    kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için l547 - l548 kisi
    hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han (Pasa),
    Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine
    getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle
    2l Mart l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu
    gelismelerden haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafindan
    tahta geçirileceginden korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti.
    Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay
    konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda toplayan Sah'in, âdeti oldugu
    üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir niyeti yoktu. O, Osmanli
    ordusu ugraginda (menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek ve yemlikleri,
    hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas ajanlarini
    göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle karisikliklar
    çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin bir
    kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda
    kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi sekilde gelisme
    göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi
    siralarda, propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî
    casusu, ellerindeki mektuplarla birlikte yakalanmislardi.

    Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan
    Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra
    kendisi Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli
    ordusu üçüncü defa olarak tebriz'e girer. l5 Agustos'ta Van'a gelen
    Pâdisah, dokuz günlük bir çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i
    Iranlilarin elinden tekrar almaya muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas
    Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden hükümdar, geri dönmek üzere
    harekete geçer.

    Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kisi geçirmek üzere
    Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve Âdilcevaz taraflarina
    tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile
    görevli isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip
    öldürtür. Kaleyi de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan
    taraflarina sarkan Sah, Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu
    haberler, Diyarbekir'de bulunan Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi
    büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine gönderir. Bu arada, kendi arzusu
    üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan taraflarini vurup
    yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha edilen Sah
    Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e
    gelip kisi orada geçirir.

    Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu ile
    tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan
    Gürcistan'in bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle
    iki yüzlü hareketleri ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki
    mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri sebebiyle bu isin saglam bir
    sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler, Livane (Artvin) sancagina
    girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah, Diyarbekir'de
    kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman, Dulkadir
    (Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar
    tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet
    eden Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü
    Atabegi II. Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen
    Ahmed Pasa, l8 Saban 956 ( ll Eylül l549 )'da burayi kusatir. Kalede
    mahsur bulunan Corci Aga teslim teklifini reddettigi için savasa
    girisilir. Toplarla dövülen kale surlari yikildigi için burasi 20
    Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi gibi bütün Tortum
    Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak itibar
    edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da
    Istanbul'a döner.

    Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van
    eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline
    getirilmisti. Sirvan ülkesi ise, Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet
    için bagimsizligini kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari
    çekildikten sonra Sah Tahmasb, l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele
    geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile
    Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip Horasan'a akin etmeleri üzerine
    Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina vararak hazirliklara
    baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm haberini alan
    Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri
    dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve
    oradan kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. l55l) yazinda
    Sirvansahlardan Hasan Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan
    Seki'yi de istila eder.Bu siralarda Erzurum Beylerbeyligine getirilen
    eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü Atabeylerinin elinde kalan son
    yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda Ardanuç'u almis ve burayi
    bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa, Ardanuç'ta
    Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak, buraya
    bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi
    haline getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti.
    Iskender Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah
    Tahmasb'dan yardim isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla
    beraber kisin yaklasmasi üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner.
    Tahmasb, daha sonra ordusunu dört kola ayirarak Osmanli topraklarini
    isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi sikistiran Tahmasb, Ahlat ve
    Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele geçiren Sah, burada büyük
    bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de zapteden
    Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme
    faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini
    durdurup, yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal
    sefer hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed
    Pasa komutasinda Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da
    yeniçeri ve bölük halkiyla Istanbul'dan hareket eder.

    Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en
    kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi
    haberler gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan
    Sehzâde Mustafa, Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi
    olabilecek durumdaydi. Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta
    geçmesini arzu eden Hurrem Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu
    yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve
    marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa diger sehzâdeler tarafindan
    da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de kendisini çok seviyordu.
    Sehzâde Mustafa da, artik babasinin yaslandigini, sefere iktidarinin
    bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile
    görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok
    ederse kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak
    saltanat davasina sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif
    oldugu Mustafa hakkinda Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine
    Rüstem Pasa'yi geri çagirtan Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:12

    l2 bin civarindaki yeniçeri, l8 Ramazan 960 (28 Agustos l553) 'ta
    Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar.
    Kanunî, yaninda oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e
    gelir. O, kendisine âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya
    Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi da sefere katilmak üzere yanina çagirtir.
    26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya Ereglisi civarinda babasina
    yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde belirttikleri "mekr-i
    Rüstem" ( = 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle çadirinda
    bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten
    azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem
    Sultan ve Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana
    gelen bu elim hâdise, halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu.
    Bunun için Kanunî, sefer arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek
    için Rüstem Pasa'yi azletmek zorunda kalmisti.

    Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi
    gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve
    seyh de bu beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt
    kardesi olan Mehmed Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran
    seferinden Istanbul'a dönünce, Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne
    karsi agir sözler söylemisti. Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi
    kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün dünyada hâkim olmustu. Burada
    suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden önceki 2. Iran sefer-i
    hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp dertlesmislerdi. Bu
    mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari siralamis,
    fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu
    sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada
    Sehzâde, daha babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi
    Sehzâde Mustafa, aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci
    vezir Ahmed ile üçüncü vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup
    Amasya'dan gelmemesi için kendisine haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde
    böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira babasi ile yüz yüze
    geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.

    Halk ve asker tarafindan sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin
    üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem
    Sultan ve hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu
    mersiyelerden en çok bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir
    asker olan büyük mesnevi sairi Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7
    bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk siirinin mersiye vâdisindeki
    saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis olan manzumesinde
    Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen "Mekr-i Rüstem = Rüstem'in
    hilesi" terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. l553) olarak
    düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman
    olarak Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi
    Âlî (Gelibolulu Mustafa Âlî) Yahya Bey'e: "Gazab-i pâdisahîden havf
    etmedin (korkmadin mi) mi ki, böyle nazma cür'et ettin?" diye sorunca o
    da: "Sehzâde'nin firaki beni mecnun ve mecbur etmis idi" der. Yahya Bey,
    Türk fikir hürriyetinin âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da
    tenkid etmekle beraber "nizâm-i âlem"i muhafaza etmek için hükümdarin
    aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir. Bununla beraber Rüstem Pasa,
    gerek kendisine, gerekse Kanunî'ye çatildigi için sikâyette bulunarak
    Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî "Bu makulelere
    kulak tutma ve intikam kasdin etme" diyerek kendisini dahi tenkid etmis
    olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini
    göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine
    tercüman olacak sekilde siirler kaleme almislardir.

    8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir. Bu
    aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin
    iyice ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi.
    Peçevî'nin ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü oldugundan
    dolayi Pâdisah tarafindan çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve
    çabalari, Sehzâdenin hastaligina ve sonunda da ölümüne mani olamadi.
    Cenaze Namazi Haleb'de kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir.
    Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek
    için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan düzeni yeniden tanzim edip yerine
    getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir.

    Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554) günü
    Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu
    çerisi ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha
    önceden gönderilen usta ve isçiler tarafindan kurulmus bulunan Birecik
    köprüsünden geçerek Urfa'ya, oradan da Diyarbekir'e gider. Burada
    yapilan divanda askerin Erzurum'da toplanmasi kararlastirilir. Kendisi
    de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise, daha önce yaptiklarini bir
    bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür. Ayrica, daha Kanunî ve
    ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz taraflarini
    yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5
    Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu
    savasa davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini
    yagmalamaktan vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari
    birakabilecegini, savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini
    bildirmisti.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    Kanunî Sultan Süleyman  Empty Geri: Kanunî Sultan Süleyman

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:13

    Bu siralarda Tahmasb, Nahcivan bölgesinde bulunuyordu. Kanunî'nin
    mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafindan
    tahrib ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi
    fetvalari nakl ederek onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu
    arada Kanunî, l7 Saban 96l (l8 Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra
    Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle dönmüs oldugunu görür.
    Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafindan yagma edilir.
    Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine Osmanli
    ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek
    geri dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi
    kuvvetleri ile Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu
    çarpismalar sonunda Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli
    ordusu geri dönerek 6 Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in
    mektubunu tasiyan bir elçi gelir. Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed
    Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah, Sark'a on defa gelse
    bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra gelen
    mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi
    ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan
    baska Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve
    Tebriz'i tahrib tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir
    telasa düsürmüstü. Gerçekten, Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini
    dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene Safevîler'in mukaddes sehri ve
    aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib edecegi yolundaki
    tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir siyasî
    faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e
    vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.

    Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini saglayacak
    olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in elçisine
    ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kisi geçirmek üzere Amasya'ya
    hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete
    geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi
    oldugunu isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye
    mecbur birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kisi
    Amasya'da geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (saray nâziri)
    Ferruhzâd Bey, 9 Cemaziyelahir 962 (l0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler
    ve sahin mektubu ile Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi
    ile görüstükten sonra 2l Mayis'ta divana kabul edilir. "Elçiler Divân-i
    Hümayûna gelüb" vezirlerin karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu
    mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi mektubu sanki "Süleyman Nebi"den
    geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük saygi duydugunu, haberlesme
    kapisinin devamli surette açik bulundurulmasi gerektigini ifade ederek
    halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas ediyordu.
    Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah,
    dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diger mukaddes yerleri
    ziyaret etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük
    iltifatlara nail olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (l Haziran l555) günü,
    Kanunî tarafindan, Sah Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir.
    Osmanli - Iran devletleri arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar
    mektupta, arzu edilen baris " sulh u salâh-i umûr ki, mutazammin-i
    âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i cumhurdur" ifadeleri ile
    hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk kurulup, asagidaki
    su üç maddenin de müvafik görüldügü belirtilmekteydi:

    a) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (sövmek,
    küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife
    (Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu
    bir merasim haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin
    verdigi teminatin gerçeklesmesinin umuldugu;

    b) O taraftan herhangi bir fitne (kiskirtma) ve taarruz olmadikça Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;

    c) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi ki
    bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: "Huccac-i Beytu'l-Haram
    ve züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm
    refahiyet ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir."

    Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum,
    Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce
    taninmis oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa
    nüfuz bölgeleri tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in
    l576'da vefatina ve Iran'da karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli
    - Safevî münasebetleri dostâne bir sekilde devam etmistir. Böylece,
    Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi seneden beri araliklarla devam
    eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak taraflar, her vesile ile
    aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar. Bu sebeple olsa
    gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (l5 Agustos l556)
    münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti.
    Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli -
    Safevî antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.

    derler" demisti.

      Forum Saati Paz 19 Mayıs 2024, 13:32