Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in ogludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle "Kanunî Sultan Süleyman" diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini "Muhtesem ve Büyük" (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir. Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: "Kanunî, "Muhtesem" ve "Büyük" gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece "Kanunî" ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin "Büyük" sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali sayilmistir." Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas edilen: " O, Süleyman'dandir. Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta) dir. "Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)" âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar yillarini yasadi. Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti, fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine, Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes, Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak etmisti. Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa, Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya getirilmisti. Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada Siîlik, adeta Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs, Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti. Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in, Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu, güneyde Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis etmisti. Böylece bir "Cihan Devleti" haline gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip boy ölçüsecek durumda degildi. Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu. Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti. Bütün bu müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi Âli, onu "amûd-i neseb-i saltanat" itibariyle ve on rakaminin sayi basi olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emîr Musa'nin da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Osmanli tahtinda bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de yanilmisa benzememektedir. Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla baslar. Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son haddini bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular, Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler, Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan aldiklari ilhamla bütün tebeasi için "saadet ve mutlulugun kapisi" anlamina gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir: Osmanlilarca sadece "Kanunî" ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz Sultan Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar, onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin otoritesi yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu sözleri, kismen Ibrahim Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir. Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun içindir ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin raporu müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti. "Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir kivam, bir terkip ve essiz bir sahlanisti. Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde ile yek-vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette, ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden, hükmeyleyen hep bu ruh idi. Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin, takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu." |
Kanunî Sultan Süleyman
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°1
Kanunî Sultan Süleyman
Kanunî Sultan Süleyman
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°2
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
KANUNî SULTAN SÜLEYMAN'IN CÜLUSU VE ILK ICRAATLARI
Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa Valisi
olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye
kadar da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz
Sultan Selim'in ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden
korkuluyordu. Bu sebeple Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola
çikarilmis, bundan sonra da hiç bir sey olmamis gibi günlük islerin
yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm haberi Sehzâdeyi oldukça
sarsmisti. Bununla beraber Süleyman "kazaya riza" göstermesini bilmis ve
haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul istikametine dogru
yola çikmistir.
Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan
Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet
merkezinde saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta
kendisine rakib olacak kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde
Süleyman'in, Osmanli tahtina geçisinden bahs ederken su ifadeleri
kullanir: " Süleyman, cenk ve cidal olmadan geçip tahta oturdu. Selim,
bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortaligi gülistanlik
bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet çekmeden o
bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde
devsirdi." Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis
oluyordu. Onun, 30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun
duyurulmasi için her tarafa ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun
ertesi günü Selim'in cenazesi de Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih
Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza Sarayi denilen yerde defn
edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin temellerini attirdigi ve
fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun adina bir câmi ve
imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.
Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera, ümera,
dergâh-i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her
birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen
divanlarla memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan
kararlar mucibince liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi
mahlûl bulunan mansiblara da yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan,
Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan ipek ticaretinin men'i hakkindaki
kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin zaptedilmis bulunan
mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden külliyetli
miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir.
Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim
zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal
Pasazade'ye göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir.
Böylece, daha tahta geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni
faaliyetlerde bulunan ve babasinin dönemine göre bazi degisiklikler
yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve merhametle hükm edeceginin ip
uçlarini vermis oluyordu. Nitekim bazi sayialar üzerine "Kanli" lakabi
ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i kethüdasi vâsitasiyle
teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in gerek bazi
haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri
tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari
kendi "rizkindan" (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da
Kasim l520 (Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal
Pasazâde, Kanunî'nin tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer
Bey hakkinda su bilgileri verir:
"Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi
insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd
ile kura vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî
Âdem'i pür - huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde
olan vilayetlerden nur-i adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i
kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i zulm-i eyyâmi ref'
itdi."(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm karanligini ve
haksizligi kaldirip uzaklastirdi.
" Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden nazar
eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi
Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile
halkin mal ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi."
Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su
bilgileri vermektedir: " Zulümleri yüzünden "Kanli" lakabi almis olan
donanma kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal
(görevini kötüye kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine
Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu
sabit görüldügü için de astirir. Bu sekildeki adâletli hareketleri ve
yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi. Bütün Osmanli ülkesinde
hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da bulunan eyâlet
valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim Hani'na
cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin
güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu."
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°3
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
KANUNî DÖNEMINDEKI OLAYLAR
Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve
san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve
el birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir. Bununla beraber bu
dönemin daha baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk
yillarinda Avrupa'ya yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan
hemen sonra, doguda beliren gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli
tarihi bakimindan fevkalade önemli olan bu dönemi bir manada kronolojik
siraya göre takib etmek yerinde bir hareket olacaktir. l. Canberdi
Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in azadli
kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden
olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af
edilmis ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda
Sam Beylerbeyligine tayin edilmisti. Yavuz'un ölümü ve yerine
Süleyman'in geçmesi üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan
ederek isyan etmis, adina hutbe okutup para bastirmisti. O, bununula da
yetinmeyerek kendisi ile birlikte hareket etmeleri için Sah Ismail ile
Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup göndererek onlari da yanina
çekmeye çalismisti. Zira ona göre çok uygun bir firsat dogmustu. Osmanli
tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin, kendilerine bir sey
yapamayacagina inanmisti. Hatta ona göre devir "eyyam-i fetret ve
hengâm-i firsat" devri idi.
Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan Canberdi
Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti. Sadece
kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin
edilmisti. Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan
için uygun bir firsat kolluyordu. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden
önce o, çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah
arkadaslarini etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam
vilayeti dahilinde onlara mevkiler vermisti.
Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i
zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu. Bu
sebeple Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti.
Böyle bir tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken
diger taraftan da deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek,
Gazalî'nin kendisine yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir.
Bu arada, 20.000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u
zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik
etmisti. Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi
Gazalî, büyük bir mukavemetle karsilasmisti. Hayir Bey, Gazalî üzerine
asker sevki hususunda Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok
isabetli bir cevapla buna lüzum olmadigi ve icab eden kuvvetlerin
Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti. Nitekim üçüncü vezir Ferhad
Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin timarli sipahileriyle
kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi Dulkadiroglu
Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur edilmisti.
Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey
maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür. Ali Bey'in gelisini haber
alan Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir. Bu arada,
Ferhad Pasa'nin kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed
Pasa'nin birlikleri ile Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol
halinde Sam yakinlarina gelirler. 27 Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku
bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek yakalanir. Devletin, gerek
kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün imkânlari bir tarafa
birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu nankörlügü,
ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile son
bulur.
Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden istifade
ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini
bozmustu. Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle
Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti. Elindeki kuvveterle
Kayseri dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad
Pasa, vaziyetten emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti. Bu hâdiseden
hemen sonra Sam Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed
sancaklarina da birer sancakbeyi tayin edilmisti. 2. Belgrad'in Fethi
Canberdi Gazalî'nin isyani esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin
açilmasina karar verilir. Çünkü stratejik önemi haiz olan Belgrad,
Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir üs olarak kullanilabilecek
durumda idi. Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih de daha önce,
burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu. Ayrica askerî güçlerine
güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri
gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha
önce taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a
gönderilen Osmanli elçisini de öldürmüslerdi. Onlar, elçiyi
öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun kulaklari ile burnunu da keserek
cevap diye Süleyman'a göndermislerdi. Böylece, insanlik tarihi için yüz
karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi. Bütün bu
olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmisti.Downey, böyle
bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu
hazirliklar esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr
ederken duydugu memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek
oldugunu canli birer levha gibi tasvir edip gözler önüne serer.
Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine yapilan bu hakaretin cezasinin
verilmesi gerektigine inandigi için harp hazirliklarina baslanilmasi
için emirler göndermisti. Iran hududunun güvenligi saglanip savas karari
alindiktan sonra babasi ve dedeleri II. Bâyezid ile II. Mehmed
(Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat
kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket
eder. Yol boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin,
Veziriazam Pîrî Mehmed Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad
üzerine yürümesi ve Rumeli Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden
hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz) hisarini almasi
kararlastirilmisti.
Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip
sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu.
Sonunda muhafizlar yok edildiler. Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da
epeyce sehid verilir. Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7
Temmuz'da Sabacz (Bögürdelen)i zapteder. Böylece Kanunî ilk fethini
gerçeklestirmis oluyordu. Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile
sancakbeylerini huzuruna kabul ettikten sonra kaleye gelir. Pâdisah,
sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr ettikten sonra askerinin
Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir. Insaatin sürdügü
dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini artirmak için
nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini bekler.
Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can
ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda
elden geleni esirgemezler. Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi
haberi gelir. Insaata baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti.
Ancak nehir birden tastigindan köprü kismen harab olmussa da kisa bir
süre içinde yeniden onarilmis ve asker buradan geçmisti.
Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin
karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti. Bu esnada
Pîrî Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin
kaldirilip Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha
sonra bu karardan vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir
mevkie otag kurup, kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini
verir. Siddetle kusatilan Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini
anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta kaleyi teslim eder. Kale
halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli olan bir kismi
da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule civarinda
iskan edilirler. Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri
mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir. Fetihten sonra 200 top
ile tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina
900 bin akça has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey
muhafazasina tayin edilirken Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir.
Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki,
Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir. Kanunî'nin bu ilk
seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak
etmislerdi. Belgrad, ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa
seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim üslerinden biri olmus ve
"Dâru'l-cihâd" adini almistir.
Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de iki
yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm
haberini almisti. Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki
oglu Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim). Vezirler, Pâdisah'in
çocuklarinin cenazelerine yaya olarak refakat ettiler. Bunlar, Yavuz
Sultan Selim türbesinin yanina defn edildiler.3. Rodos'un Fethi
Bilindigi gibi, Kanunî Sultan Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli
hakimiyetini kurmak için giristigi büyük mücadelede, Rodos seferi ilk,
Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya tarihinin esine ender
rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda Rodos'u ve ona
bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli
hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta
ve Bati Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti.
1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem
denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki
adalar, eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli
yerlerdi. Sultan Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli
siyasetinin bu ikinci mes'elesini de halletmek istiyordu. Zira fethi
zarurî kilan bazi sebepler vardi. Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni
ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu Akdeniz sahillerinin
emniyeti bakimindan önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona bagli olan
diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu. Nitekim bu
zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda,
Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya
koyulmus, ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini
kapamisti. Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu
üzerinde, bu emniyeti tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki
Rodos'ta bulunan sövalyeler, Osmanli ticaret ve hac gemilerine
saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi Gazali'ye de yardimda
bulunmuslardi. Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem Sultan'in oglu
Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi. Ayrica kalelerinin
saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik faaliyetlerine
devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini aliyor,
öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi
fesatliklarda bulunuyorlardi. Bundan baska bes alti bin civarinda
Müslüman'i esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da
biliniyordu.
Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos proplemini
halletmek istiyordu. Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr
aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda
kaldigi önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o,
Rodos'u feth etmek suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in
gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis olacakti. Eserimizin, Fâtih'le
ilgii bölümünde de görülecegi üzere o, birbirlerini kovalayan zaferleri
arasinda sadece iki yerde istedigini ele geçirememisti. Bunlardan biri
Belgrad, digeri de Rodos'tu. Tahta henüz geçmis olan genç Süleyman,
saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle Fâtih'in
düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu. Onun, Belgrad'in hemen arkasindan
Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili
oldugunu söylemek mümkün olsa gerekir.
Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde
ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar,
Sövalyelerin söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya
dayanabilmesi ve bir sefer vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda
bulunabilecegini düsünüyorlardi. Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera
ile bitecek sefere girismek dogru degildi. Bu düsünceye karsilik Vezir-i
A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa ve denizci
Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar olup Avrupa
tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi. Bu arada
casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar
verir. Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle "
Kur'an-i Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup
gönderir. Bu mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu
ile itaati kabul ettigi takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina
dokunulmayacagina dair, yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah,
O'nun elçisi olan Hz. Muhammed ve diger Peygamberler adina yemin
ediyordu." Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam tarafindan red edilir.
Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde
bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi. Rodos
ile ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret
antlasmasi ile pasif hale getirilmislerdi. Divan'da alinan sefer
kararindan sonra hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar
olarak ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi
haber alan Rodos Üstad-i A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi
tedbirler alarak kaleyi tahkim ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin
önündeki limana zincir çektirmis, ayrica Papa ve Fransa'dan da yardim
istemisti.
Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa
komutasinda harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin
deniz ve itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6
Haziran l522) tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis,
buradan Kapikulu askerleri ve sefere memur olan diger eyâletlerin
timarli sipahileriyle birlikte karadan yola çikmisti. Bu sefere nadir
bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin amcasi olan
Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir.
Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti. 24
Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört
mil kadar dogusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altina alan
ordu, Pâdisahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya - Aydin yolu
ile Marmaris'e, oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin
kisilik ordu, surlar boyunca mevzilenir. Bu esnada Ingiliz, Fransiz,
Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz milletlerine mensub sövalyeerden
mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana burcunu müdafaaya
basamislardi.
Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî,
Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder.
Siddetle ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar
devam eder. Bu arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti.
Sonunda dayanamayacaklarini anlayan sövalyeler, kaleyi teslim
edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda kalirlar. Yapilan müzakereler
neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi imzalanir. Buna göre
2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir. Buna göre Katolik
Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da saglanmis
olur. Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade edildigi
gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest
olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve
kendilerinden devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir. Bu
arada tanassur etmis olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu
Murad da yakalanarak iki oglu ile birlikte ortadan kaldirilir.
Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie
çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi kilmisti. Bu namazda
imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî
Efendi yapmisti. Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde Mehmed
Bey'in idaresine verilmistir. Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi
Anadolu sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki,
Kalimnos, Limonsa adalarini ele geçirmislerdir. Böylece Rodos kalesi ve
adasiyle birlikte Oniki adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu.
Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi bakimindan da önemlidir. Zira burasi,
Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan tek toprak parçasi idi.
29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde
Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da
Saint Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas
düsüp Papanin ayagina dogru yuvarlanir. Kardinaller bu hâdiseyi
muhasarasi aylardan beri devam eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar.
Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki
üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve
Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti,
Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir. Bu arada Rodos'un
fethini müteakib Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman
esir de kurtarilmistir.
Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar. Birçok câmi,
imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir. Rodos,
bir sancak merkezi olur. Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri
(Tümamiral) vali tayin edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil
Melek kadirgasina binip Rodos'tan ayrilir. Anadolu'da Marmaris'e geçer. 3
Ocak'ta da Marmaris'te idi. Aydin, Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan
sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim Pasa'nin nezaretinde
Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar adada
kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26
günde Istanbul'a varir. 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu
ikinci sefer-i hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur. Bu arada
Osmanli donanmasi da Istanbul'a döner.
Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere
Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa
olarak taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden
dolayi da memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti.
Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis
oluyordu. Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit
noktasi sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi,
Osmanlilarin ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret
sayildi.
5. Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin
saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet
otoritesi ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan
idareyi islâh etmek istiyordu. Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim
Pasa'yi Misir'a gönderir. l Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile
ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat Pâdisah, Marmara adalarina kadar
refakat ederek orada kendisine pek dostane bir sekilde veda eder.
Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim Pasa'nin maiyetine
Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin Aga,
Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak
Celâlzade Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri
memur edilip on kadirga ile yola çikmisti. Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na
ugrayarak orada Ceneviz idarecileri tarafindan selamlandiktan ve
kendisine takdim edilen hediyeleri aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim
)'da Rodos'a yanasir. Osmanli donanmasi Iskenderiye'ye yelken açtigi
halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu sahiline düserek Rodos'tan
hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek zorunda kalir.
Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim Pasa
karadan gitmeye karar verir. Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi
davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha
müsamahali davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve
tarafsizligi sebebiyle halkin duasini alir. Bu uzun ve yorucu
yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin
ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek üzere maiyetindeki idarecilerle,
Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir hey'et teskil edip
Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar. halkin çesitli
sikâyetlerini dinler. Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir. O,
halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas
alarak kanunlar tasarlar. Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir
idaresinin geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar,
Misir'in eski kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme
sekline bürünür. Hazirlanan bu tasari, Istanbul'a gönderilir. Pâdisah
tarafindan tasvibi alindiktan sonra kanun haline getirilen bu tasari,
"düstûru'l - amel olmak üzere" Misir hazinesine teslim edilir.
Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska
adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu. Sürekli
olarak memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini
düzeltiyordu. Eski idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu. Bu
arada Beni Havare ve Beni Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan
asiretlerin reislerini astirmakla cezalandirdi. Bu cezalar, digerleri
için de bir manada ibret oldu. Böylece vahalara ve Habesistan'a kadar
Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri seyhlerine, Pâdisah'a
itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu. Sehirlerde
tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri
bildirmeleri ilan olundu. Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan
dolayi haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri
saglanir. Egitim ve öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel
yönetmelikler konularak bunlara maas baglanir. Ibrahim Pasa, kalede vali
konaginin karsisinda, hükümet hazinesini muhafaza için iki kule
yaptirir. Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile Misir'da bulundugu sirada
öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle yikilmis veya harab
olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi hesabindan ve kendi
masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan biridir. Vergi
defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki hallerine
konuldu. Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle
sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair
a'yândan istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski
defterleri buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey
zamanindaki muamelati inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin
ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve bid'atleri ortadan kaldirmistir.
Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan
Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca
istedigi kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine
selâhiyet vermisti. O da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine
uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi olan Süleyman Pasa'ya verip Misir
Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga tayin ederek 22 Saban 93l
(l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir. Sam yolu ile Anadolu'ya hareket
eder. Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen boylarinin
agirliklarini vuracaklari haberini alir. Bunlarin ileri gelenlerini
çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle
öldürülmesi sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen
sipahîlerinin timarlarini iade ettirir. Daha sonra da l525 senesi
Eylül'u basinda Istanbul'a varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa,
Misir'daki icraati hakkinda ona bilgi verir. Pâdisah, onun Misir'daki
icraatindan memnun olarak kendisine ihsanlarda bulunur.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°4
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
MACARISTAN SEFERLERI
Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk asirdan
daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak
Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a,
Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in
zaptina kadar devam etmistir. Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin
Osmanlilar'ca alinmis olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu.
Gerçekten Belgrad'in zapti, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil
olmustu. Nitekim Belgrad'in alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan,
Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde
Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli
Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam edecektir.
Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine Bogdan'la
ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi
ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine
karar verilir.l. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in
tabii yayilma sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek
yolunda önemli bir adim olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi
karisikliklar çikmis, Tuna boylarinda Macarlar'la küçük çapli
çarpismalar olmustu. Bununla beraber, Kanunî'nin sefere karar vermesi,
Papalik, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya
çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu kararda Fransizlar'in da önemli
sayilabilecek bir rol oynadiklari belirtilmektedir.
Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile Almanya
birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle
mücadeleye de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman
imparatorluk seçiminde Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini
koymus olmasi, iki devletin siddetli bir mücadeleye girmesine sebep
olmustu. I. François'nin, l5l9'da imparator seçilen Habsburg hânedanina
mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir düsmesi üzerine, I.
François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi Louise de
Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden
yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek
suretiyle fiilî bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî,
Sarlken'in kurmak istedigi Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için
büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu tehlike sadece Bati'dan degil,
l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah Ismail'in yerine geçen
Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu. Zira Sarlken ile
Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler. Iran,
Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la
basa çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük
gücü haline gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni
Imparator Sarlken ile Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde
idi. Hem Iran'in hedeflerini, hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana
sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yi
himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten bölmeyi hedefliyordu.
Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi
degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi
Zapolyai hem krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi
çikiyordu. Kötü bir yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri,
memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlik hareketlerine
katildiklari gibi, paralarini alamayan birçok Macar askeri de Osmanli
Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin, gerek akinci, gerekse
diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer kararini
çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar,
Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana
kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.
Macaristan seferinin hazirliklari tamamlandiginda Kanunî, bir yil önce
vefat etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemali Efendi'nin yerine,
Osmanli dünyasinda hukuk, edebiyat, dil ve tarih alanlarinda hakli bir
söhrete sahip olan Kemal Pasazâde'yi tayin ederken, kendisinin
bulunamayacagi sirada Pâyitaht (baskent) in idaresi için de Misir'in
eski valisi olan Kasim Pasa'yi Kaymakam (Kaim-i makam) olarak
görevlendirir.
Sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah, ll Receb 932 (23 Nisan l526)'de
yüz bin kisilik bir ordu ile yeni dökülmüs ve Avrupa'nin hayalinden
geçiremeyecegi derecede mükemmel 300 top ile birlikte Istanbul'dan
hareket eder. Bu üçüncü "Sefer-i Hümâyunu"na çikmadan önce hükümdar,
Eyyub Sultan, Ebu'l-Vefa ile babasi Yavuz, dedesi II. Bâyezid ve
Fâtih'in türbelerini ziyaret ederek dua eder. Bütün bu mekânlarda,
Allah'in kendisine yardim etmesini diler.
Gerçekten Islâmî anlayisa göre savasin gerçek mahiyeti, körü körüne bir
kirma ve kirilma hâdisesi degildir. O, presipler adina yapilan bir
cihaddir. Cihad için de her seyden evvel ordulara mânevî güç gerektir.
Iste Kanunî de Mohaç Meydan Muharebesi'ne girismeden evvel gözlerinden
yaslar akitip, yüzünü yerlere sürerek mânevî kuvvetlerden istimdad
ediyordu. Öyle ki, önüne düstügü ordulari, gittiklere yerlere tevhidi de
beraber tasiyacaklari için devleti dinin, dini de devletin yardimcisi
ve tamamlayicisi görerek, ecdadi gibi maddî kuvvetlerinin ikmali kadar,
mânevî kuvvetlerinin yardimini da ihmal etmiyordu.
23 Nisan'da Istanbul'dan hareket edip Halkali Pinar denen menzile varan
ordunun, büyük bir düzen ve disiplin içinde bulundugu anlasilmaktadir.
Zira Kanunî'nin emrine göre ekilmis tarlalara girmek, hayvan otlatmak ve
toprak sahiplerinin hayvanlarini almak, ölüm cezasini gerektiriyordu.
Pâdisahin emri hilafina hareket eden birkaç kisinin ya basi kesildi veya
asildilar. Hammer'in ifadesine göre, Pâdisahin emrine uymayan bir kaç
kadi bile cezanin siddetinden kurtulamadi. Pâdisahin, reâyâsinin
menfaatlerini korumak ve onlara her ne sekilde olursa olsun bir zararin
gelmemesi için gösterdigi bu çaba, onun tebeasini ne kadar düsündügünün
bir isaretidir. Iyi bir Müslüman hükümdar olan Kanunî'nin anlayisina
göre, kendisinin idare ettigi halkindan yine kendisi sorumludur. Gerek
Kur'an-i Kerim, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde bu konuda pek çok
emir bulunmaktadir. Bütün bunlari bilen Pâdisah, elbetteki bu emirlere
riayet etmekle kendini vazifeli biliyordu. Iste bunun içindir ki o,
halkinin malina en ufak bir zararin gelmesini istemiyordu. Harp içinde
dahi olsa, böyle bir zarara tahammül edemiyen hükümdar, aksine
davranislarin, en büyük ceza olan idamla sonuçlanacagini ilan etmekten
çekinmiyordu. Onun, kanunsuz davranislari affetmeyisi, orduda büyük bir
disiplinin meydana gelmesine sebep olmustu. Gerçi bu disiplin sadece
Kanunî döneminde degil, hem daha önce, hem de daha sonra vardir. Zira
bütün Osmanli hükümdarlari, yönetme bakimindan kendilerini Allah'a karsi
sorumlu tutuyorlardi. Bu sorumluluk anlayisi onlarda, baska dinden olan
hükümdarlara benzemeyen hasletler meydana getirmisti. Bunun içindir ki
Kanunî dönemi Osmanli dünyasinin sosyal hayati ile birlikte ordusundan
da bahs eden ve Osmanli ülkesinde senelerce kalmis olan Avusturya elçisi
Busbecq, kendi arzusu üzerine üç aya yakin bir süre karargaha yakin bir
köyde kalarak Müslüman Türk ordusunu yakindan görmek ve takib etmek
firsatini bulduktan sonra görgü ve müsahedelerine dayanarak asagida
özetleyecegimiz su bilgileri verir.
"Yanimda bir iki arkadas oldugu halde kendimi belli etmeden her tarafta
dolastim. Dikkatimi çeken ilk nokta, muhtelif teskilâtlara mensub
askerlerin kendi karargahlarindan disariya çikmamalari oldu. Bizim
karargahlarimizda meydana gelen olaylari bilenler, buna inanmakta zorluk
çekerler. Fakat hakikat su ki, her tarafta tam bir sükût ve sükûnet
hüküm sürüyordu. Asla kavga ve münakasaya rastlanmiyor, herhangi bir
cebir ve siddet hareketi görülmüyordu. Sarhosluk, öfke veya hiddetten
ileri gelen yüksek sesler bile yoktu. Bundan baska her taraf öylesine
temizdi ki, ne süprüntü, ne gübre yiginlari, ne de göze ve buruna fena
gelen bir seye tesadüf imkani vardi." Busbecq, Müslüman - Türk dünyasina
dis biledigi halde su ifadeleri kullanmaktan da kendini alamaz. " Simdi
benimle beraber geliniz ve sarikli baslardan meydana gelen bu büyük
kalabaliga gözlerinizi çeviriniz. Türlü türlü, renk renk parlak esvablar
(elbiseler)... Her tarafta altin, gümüs, lâal, ipek ve atlas
piriltisi... Bu manzarayi dil ile anlatmak imkan disi bir is. Yalniz
sunu söyleyelim ki, gözlerim simdiye kadar bundan güzel bir manzara
görmemistir. Mâmafih, bütün bu servet ve ihtisam içinde yine de büyük
bir sadelik ve iktisad göze çarpiyor. Herkesin elbisesi ve mevkii ne
olursa olsun, ayni biçimde. lüzumsuz islemeler ve kenar süsleri yok.
Halbuki bizde bu âdettir. Pek çok masrafa mal olur ve üç günde de
bozulup gider."
Elçi bunlari anlattiktan sonra, kumar ve sarhosluk bilmeyen askerin
çalgi ve türkülerle eglendigine, çagirip söyledikleri havalarin da gazâ
ve sehâdet (sehidlik) temlerini isleyen hamâset destanlari bulunduguna
isaret ettikten sonra, ordunun, hayvanî gidalardan ziyade nebatî, basit
ve sihhî gidalarla beslendigini, Ramazan ayini karsilamak için ise mutad
yiyeceklerini daha da sadelestirdiklerini, fakat Ramazan arefesinde
yalniz yiyip içmede degil, haram ve yasak zevklere karsi da, oldugundan
daha çekingen davranarak oruca kendilerini hazirladiklarini söyler. O,
Hiristiyanlarin perhize girmeden önce sanki bu imsakin acisini pesin
olarak çikarmak ister gibi, kendilerini çilginca eglenceye, dans ve
sarhosluga verdiklerini, senenin bu günlerinde memleketlerini ziyaret
eden yabancilarin, Hiristiyanlarin çildirmis olduklarini söylemelerine
sasilmamasi gerektigini uzun uzun anlatip, sonunda Türkler'de üstünlügün
ve basarinin sirrina temas ederek: "Türkler'de seref ve makam, idarî
mevkiler, sadece liyakat ve bilginin mükafatidir.Tenbel ve agir olanlar,
hiç bir zaman yükselemezler. Iste Türkler'in, her neye tesebbüs
ederlerse muvaffak olmalari, hâkim bir irk haline gelmeleri ve her gün
devletlerinin hududlarini biraz daha genisletmelerinin hikmetini
liyakat, kabiliyet ve çaliskanliga verdikleri bu ehemmiyette
aramalidir."
"Bizim askerî sistemimizle Türk sistemini karsilastirinca gelecegin bize
neler hazirladigini düsünüp korkudan titriyorum. Karsilasan iki ordudan
biri galip gelecek -ki bu herhalde Türk ordusu olacak- digeri ise mahv
olacaktir. Çünkü Türk ordusu sirtini kuvvetli bir imparatorlugun genis
kaynaklarina dayamis, zinde, tecrübeli ve sarslmamis bir kuvvet.
Askerleri zafere alismis, zor sartlara dayanma kabiliyetine sahip,
intizam ve disipline riayetkâr, uyanik ve kanaat ehlidirler.
Bizimkilerde ise umumi bir fakirlige mukabil hususi israf, yipranmis
kuvvet, mâneviyat bozuklugu, tahammül yoklugu ve idmansizlik var. Serkes
askerler, aza kanaat etmeyen subaylar. Disiplin kavramiyla alay ederiz.
Basibosluk, sarhosluk, serkeslik ve zevke düskünlük bizde alabildigine
vardir. Bu durumda neticenin ne olacagi gün gibi asikârdir. Herhalde
simdilik Iran lehimize bir durum yaratmakla beraber, Türkler Iran'la bir
anlasmaya vardiklari zaman onlardan ve diger Sark devletlerinden de
yardim görerek bütün güçleriyle bogazimiza sarilacaklardir. Bu büyük
tehlikeye karsi ne kadar gevsek ve hazirliksiz oldugumuzu düsündükçe
içim ürperiyor."
Avusturya elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq'in dedigi gibi, gerçekten de
Osmanli medeniyeti âbidesi örülürken bu âbideyi yükselten her tas,
mutlaka kendi mevziine ve kendi mevkiine konmus bulunuyordu. Son derece
titiz bir inzibat fikri ile yapilan vazife ve selahiyet taksimi ise,
devlet düzeninin aksamadan dönmesinde en büyük rolü oynamakta idi.
Devletin bu mevzuda en göze deger örnegi olan ordusu, Belgrad'in
fetinden bes sene sonra Mohaç ovasina konarak Macaristan'in karsisina
çiktigi zaman , ezici kuvveti, essiz intizami ve ibâdet derecesine
varmis cengaverligi ile sanki bir ordu degil, efsanevî bir heybet ve
azamet örnegi idi.
Daha önce, sefer hazirliklarini tamamlayan Pâdisah'in, 23 Nisan l526'da
yüz bin kisilik ordu ve 300 top ile birlikte Istanbul'dan hareket
ettigine temas edilmisti. Yol boyunca orduya yeni yeni kuvvetler
katilmis, Istanbul'dan hareket edildikten iki buçuk ay sonra Belgrad'a
varilmisti. Ibrahim Pasa'nin basinda bulundugu öncü kuvvetler, Tuna
Nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervaradin)'i karadan ve
nehirden sikistirarak alir. Bundan baska, Bosna beyleri tarafindan Sirem
mintikasindaki kaleler zapt edilir. Son derece muntazam yürüyen ve
etrafa hiç bir hasar vermeyen asil kuvvetler de Ilok (Illok, Ulak) ve
Ösek (Ösiyek, Eszek)'i almisti.
Osmanlilar'in, Macaristan üzerine yürüyecekleri haberini alan Macar
Krali II. Layos (Lui) bir taraftan harbe hazirlanirken, diger taraftan
da Avrupa kral ve prenslerine müracaat ederek yardim istemisti. Bu arada
Macar meclisi, kiralin bizzat savasta hazir bulunmasina karar vermisti.
Ösek kalesinin alinmasindan sonra Tuna'yi takib için iki üç gün içinde
gemiler üzerine kurulan köprüden Drava Nehri geçilecegi sirada Macarlar
karsi koymak istedilerse de muvaffak olamazlar. Nihayet Macar ordusunun
Mohaç ovasinda bulundugu da ögrenilmisti. Osmanli ordusu hem agir
yürüyor, hem de harp tertibati aliyordu. Sag kolda Vezir-i A'zam ve
Rumeli beylerbeyi Ibrahim Pasa, sol kolda Anadolu Beylerbeyi Behram
Pasa, merkezde de Pâdisah, yeniçeri agasi ve kapikulu askerleri mutad
olan yerlerini alacaklardi.
Macar Krali II. Layos, Osmanli kuvvetlerini Mohaç ovasinda beklemeye
baslamisti. 26 Agustos'ta Mohaç'a gelen Osmanli ordusu muharebe düzeni
alir. Osmanlilar, büyük hücuma baslanacagi gece, muhtesem bir mum
donanmasi yaparak, yedi gögün yildizini bir yere toplamis sanilan büyük
bir gazâ senligi tertib ettiler. Mes'alelerin meydana getirdigi aydinlik
ile kizil bir sevk ve heyecan kiyameti yasayan ovada kösler vuruluyor,
davullar, zurnalar çaliniyor, atlar kisniyor, sancaklar dalgalanip
kiliçlar sakirdiyordu. Aylardan beri siddetle yagan ve araziyi yer yer
bataklik haline getiren yagmur, hizini kesmekle birlikte çiselemeye
devam ediyordu. Mohaç ovasinin bir tarafi zaten Türklerin "Karasu"
dedikleri bataklika çevrilmisti. Kanunî, sabah namazini kildiktan sonra
askere belig bir hitâbede bulunmustu. Bundan sonra Pâdisah, gözleri
yasli oldugu halde ellerini göge dogru kaldirarak:
"Ilahî, kudret ve kuvvet senden, imdad ve himaye senden. Ümmet-i
Muhammed'e yardim et. Müslümani yerindirme, kâfiri sevindirme " diye dua
eder. Bu güzel davranisi gören Osmanli saflarindaki bütün askerlerde
cesaret ve din sevki artar. Birlesik bir duyguya kapilan süvariler,
atlarinin üzerinden siçrayip yapraklarin agaçtan düstügü yere atladilar.
Yüzlerini topraga sürüp secde ettiler ve Allah'tan kendilerine zafer
nasib etmesini dilediler. Sonra yeni bir sevk ile atlarina bindiler.Ve
Pâdisahlarinin ugrunda canlarini vereceklerine and içtiler.
Bu düzenin bir geregi olarak Pâdisah, cenk elbisesi, yani zirhli harp
elbisesi giymis ve beyaz bir ata binmis olarak merkezdeki yerini
almisti. Sabah namazi üzerinden saatler geçtigi halde iki taraf da
taarruza geçmiyordu. Kanunî, düsmanin iyice yaklasmasini bekliyordu.
Nihayet Kanunî'nin bekledigi an gelir. Ikindi vaktiine dogru,
Osmanlilarin yerlerinden kimildamadigini gören Macarlar taarruza
geçerler. Böylece savas, 29 Agustos l526 (20 Zilkade 932) Çarbamba günü
ikindi zamani Macar hücumuyla baslamis olur. Osmanlilar'in son savas
planina vâkif olmayan Macarlar, altmis bin kisilik zirhli süvarileriyle
eski Osmanli plani zanniyle asil merkeze hücum ile isi halledeceklerini
ümit etmislerdi. Buna karsilik Osmanlilar da planin geregi olarak
Macarlar'i merkeze çekip çenbere almak suretiyle imha etmek
istiyorlardi. Macar komutanlarindan Piyer Pereney ile Papas Pol Tomori,
bütün kuvvetleriyle Vezir-i A'zam komutasindaki Rumeli askeri üzerine
hücum ettiler. Osmanli kuvvetleri plan geregi olarak geri çekilip
düsmani içeriye aldilar. Bunun üzerine yandan Anadolu kuvvetlerinin
sikistirmasi ile Macar kuvvetleri daha içeri alinip toplarin önüne
getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri, sür'atle düsmanin arkasini çevirerek
Macar süvarilerini ikiye ayirdilar. Bundan baska Macarlarin bizzat Kral
Layos komutasindaki ikinci kolu, Anadolu kuvvetlerinin üzerine
yüklendi. Bu kuvvetler de mukavemet edememis gibi hareket ettiginden
bunlar da merkez üzerine yani Pâdisah'in bulundugu ordunun kalbine dogru
hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmus gören düsman iyice içeri girdi.
Bu siralarda 35 (veya 32) Macar sövalyesi Kanunî'ye sokulmaya
çalisiyordu. Bunlar, Pâdisah'i esir veya öldürmeye yemin etmislerdi.
Bunlar, Marczali ismindeki birinin komutasinda bulunuyorlardi.
Yeniçerilerin siddetle çarpistigi ve Pâdisahin etrafinda küçük bir
maiyyet kuvvetinin kaldigi bir anda Marczali ile iki arkadasi, Kanunî
ile bizzat karsi karsiya gelirler. Diger arkadaslari, Pâdisaha
sokuluncaya kadar imha edilmislerdi. Kanunî, tek basina bu üç sövalye
ile dögüsür. Bu esnada bir kaç ok yediyse de bu oklar, zirhi delip
vücuduna nüfuz edemedi. Sonunda Kanunî, üç sövalyeyi de bizzat kendi
kiliciyla öldürür.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°5
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Macar kuvvetleri içeriye alinip toplarin önüne getirildikten ve daha
önce de belirtildigi gibi gerileri de "akinci" ve "deli" kuvvetleri
tarafindan çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu
bu atesin dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine
panige kapilip darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan
kral bir daha görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü
bulunmustu. Osmanlilarin kilicindan kurtulan askerler de gece
karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi
iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli ordusunun mevcudu 300 bin,
Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle anlasiliyor ki, sayi
itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az degildi.
Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini
anlatan tarihçi Peçevî, "Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir
olundu denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur" derken, iki tarafin
kuvvetlerinin denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar
askerlerinin sayi ve durumunu su ifadelerle dile getirir: "Ve 200 bin
atli ve otuz bin piyade tüfenk endâz her nereye ki atalar, hata
etmezlerdi." Bu ifadelerden anlasildigina göre Macar Krali'nin
kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin
sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil
cereyan ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola
ayirmis, bizzat kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de,
yeniçerilerin önünde bulunan ve zincirlerle birbirlerine bagli olan
toplara karsi, geçmek üzere bir gedik bulamamistir. Bununla beraber
Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler, sonra plana göre Anadolu
kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi saglanmistir.
Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret ettigi
gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan
baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük
bir ordu bulunmakta idi.
Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine dogru
akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu.
Böylece Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç
günlük istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan
Budin üzerine yürür. l0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre
gelmeden önce Hiristiyan olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu
yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu meydana getiriyorlardi. Bunlarin
reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin anahtarlarini Sultan
Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir mukavemetle
karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah, sehir
halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla
tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip
Kurban Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a
dönüsü esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir.
Ayrica Beçne mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna
ugratilarak dagitilir. Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman
kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi,
yani Transilvanya genel valisi Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden
baska hiç bir kuvvet kalmamisti.
Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral
Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve
müstakil (bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan
sonra tarih, Osmanli himayesinde bir Macaristan taniyacakti.
Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi, Alman
Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem
de kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir.
Macar Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da
bulunan Macar kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki
krallik ortaya çikmis oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey
batisi Ferdinand'in idaresinde, Orta Macaristan ile Erdel ise
Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci Macaristan Seferi ve
Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen Zapolyai,
Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi
degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda
toplanan Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim
dahi istemisti. Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan
kralliga seçilmis bulunan Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini
firsat bilip büyük bir ordu ile Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini
Tokaj'da maglup etmesi üzerine kayinpederi olan Lehistan Krali'nin
yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai, Osmanlilar'dan tekrar yardim
istemeye mecbur olur. Bu yardim için de Istanbul'a bir elçi gönderir.
Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi Osmanlilar'in
bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun yardim
talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep
olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29
Subat l528 tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir
hükümdar olarak tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin
kendisini burada birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek
vergi vermek sartiyla Macar Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de
bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in Zapolyai'ye iade edilmesi istenir.
Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu ilk Avusturya elçilik
heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kalir.
Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin
serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda
Macaristan'in yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik
Zapolyai'nin idaresinde yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a
karsi tampon bir devlet olarak birakmayi tercih eden Kanunî Sultan
Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin kisilik bir ordu ile sefere
çikar. Macar topraklarina girildigi sirada, Zapolyai, Istanbul'a gelen
elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini arzedip huzura kabul
olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil
karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari
da verir. Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de
Pâdisah'in kulu olmak istedigini bildirerek söyle der: " Ey Pâdisah-i
âlem penah, Müslümanlardan ve kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin
nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin silkine münselik olmaga geldim
(onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya geldim). Ve hem Pâdisahtan
bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine diyelim."
Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: "Muradin desin,
elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der. 3 Eylül'de
Budin önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada,
sehirdekiler teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir
mukavemetten sonra tekrar ele geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren
Kanunî, senelik belli bir vergi karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek
merasimle ona Macar Kralligi tacini giydirir. Hammer'in ifadesine göre
onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne
diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri agalarindan biri degil,
"aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle" olmustur. Bununla
beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini öptürmüs, altin
tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim Pasa'yi,
digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli
protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten,
Küçük Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac,
Yeniçeri Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün
ifadesiyle bir Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak
sancakbeyi (Tümgeneral) derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na
tac giydirmesi, Türk tarihinin unutulmaz hadiselerinden biri olarak
kalacaktir.
Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan
çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati,
derhal harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali
Bey, 20 Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de
Kanunî'ye gönderir. Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac,
Macarlar tarafindan kutsal sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci
giymeyen hükümdara mesru krallari nazari ile bakmiyorlardi. Ferdinand da
Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu tarihî taci ele
geçirmek istiyordu. "Korona" denilen bu tarihî tac, üst üste geçmis iki
tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz
mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip
Hiristiyanligin Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti.
Sonradan Bizans Imparatoru olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt
Savasi'indan iki yil sonra (l073), gönderdigi altin çelenk, iste bu
Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek suretiyle tarihî Korona son
seklini almistir.
7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan sonra,
Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme
karari alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar
kasabasini ele geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu
arada Ferdinand'in Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak
için Avusturya içlerine dogru çekilmisti.
Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27 Eylül'de
baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile
malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad,
Mohaç ve Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif
toplarla kalede istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar,
kaleyi büyük bir fedakârlikla savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf
da agir zayiatlar veriyordu. Surlar altindan lagim açma tesebbüsleri de
basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren çalismalar sonucunda
surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda bulunuldu ise de,
havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak sikintisinin had
safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu. Kanunî,
l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet
içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar
kuvvetli olursa olsun imkânsizdi. l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da
basariya ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki
bu son hücum sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma
güçleri de tükenmek üzere idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine
göre kisin vakitsiz gelip kar ve yagmurun yagmasi üzerine "Pâdisah-i
Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve ziyan müretteb olmasin diye "bir
adami on bunun gibi hisara vermezen" deyip ândan dis varosu yaktirip ve
yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten sonra
Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e
gelüb". Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu
konuda Kanunî'nin ne denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini
anlamak mümkün olmaktadir. Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine
Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma karari alir ki, bu kararda kendi
askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son verme kararinin alinmasi
üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere bindirilerek Tuna
üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.
Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari bir
felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan
topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki
hafta daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti
? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara
edecekti. Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî
güç birakmak icab ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik
bir yer kalmamisti. Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin
tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî, bu kadarini kâfi gördü. Bu
seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti.
Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu seferden sonra
Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta
Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti.
Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis,
Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri
ihtimali ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi)
Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar
cereyan etti. Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber
Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in
kendisine verilmesini ister. Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri
tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz. Peçevî'nin (veya
Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diger bazi
kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan
Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u
(Jan Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için
çesitli bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar
olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece
Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu
arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin
kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman
Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini
tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her
sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle
bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam
eder.
Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu
Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli
ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir.
Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i
harbe davet eden mektuplar verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken,
Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama
ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat onlarin bu taktikleri pek
fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi
sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip
yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait
topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele
geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand
ortaya çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile
geri dönüldü. Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in
arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu.
Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman
elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup
verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda
Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç
kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna
ragmen ne kendisinden, ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak
Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini
halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina
yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik
tâci giymemesini bildiriyordu.
önce de belirtildigi gibi gerileri de "akinci" ve "deli" kuvvetleri
tarafindan çevrildikten sonra 300 topa birden ates verilir. Macar ordusu
bu atesin dehsetiyle neye ugradigini sasirir. Bu saskinlik üzerine
panige kapilip darmadagin olurlar. Bu atesten sonra savasta komutan olan
kral bir daha görünmez. Ordunun dönüsünden sonra bataklikta ölüsü
bulunmustu. Osmanlilarin kilicindan kurtulan askerler de gece
karanliginda bilmeyerek batakliga düsüp bogulmuslardi. Mohaç Muharebesi
iki saat sürmüstü. Bu muharebede Osmanli ordusunun mevcudu 300 bin,
Macarlarinki ise l50 binden fazla idi. Öyle anlasiliyor ki, sayi
itibariyle Macar kuvvetleri Osmanli kuvvetlerinden pek az degildi.
Nitekim, Mohaç olayini birçok kimseden dinleyip gerçegi ögrendigini
anlatan tarihçi Peçevî, "Mohaç gazâsinda ikiyüz bin kâfir katl ve esir
olundu denilse belki noksani var, mubalagasi yoktur" derken, iki tarafin
kuvvetlerinin denk oldugunu belirtmek ister. Keza Lütfi pasa da Macar
askerlerinin sayi ve durumunu su ifadelerle dile getirir: "Ve 200 bin
atli ve otuz bin piyade tüfenk endâz her nereye ki atalar, hata
etmezlerdi." Bu ifadelerden anlasildigina göre Macar Krali'nin
kuvvetleri 230 bin civarinda idi. Lütfi Pasa, Macar askerlerinin
sayilarini verdigi gibi savasin, Osmanli planina uygun bir sekilde nasil
cereyan ettigini de anlatir. Ona göre Kral Layos, askerini üç kola
ayirmis, bizzat kendisi merkezden Pâdisah üzerine yürümüsse de,
yeniçerilerin önünde bulunan ve zincirlerle birbirlerine bagli olan
toplara karsi, geçmek üzere bir gedik bulamamistir. Bununla beraber
Rumeli kolunu geri çekilmeye mecbur etmisler, sonra plana göre Anadolu
kolu da geri çekilerek Macarlar'in çenbere alinmasi saglanmistir.
Böylece Osmanlilar, Allah Taala'nin: âyet-i kerimesi'nin isaret ettigi
gibi galip gelmislerdi. Macar Kralinin komutasi altinda Macarlar'dan
baska Alman, Leh, Çek, Italyan ve Ispanyollar'dan meydana gelen büyük
bir ordu bulunmakta idi.
Mohaç zaferinin ertesi günü akincilar, düsman ülkelerinin içlerine dogru
akinlara gönderilmisti. Macar ordusu ise tamamen imha olunmustu.
Böylece Osmanlilarin önünde bir engel kalmamisti. Mohaç ovasindaki üç
günlük istirahattan sonra Osmanli ordusu Macaristan'in baskenti olan
Budin üzerine yürür. l0 Eylül l526'da sehir teslim olur. Ordu sehre
gelmeden önce Hiristiyan olan yerli halkin bir kismi kaçmisti. Bu
yüzden, buradaki Yahudiler çogunlugu meydana getiriyorlardi. Bunlarin
reisi olan Salamon oglu Yasef, Budin kalesinin anahtarlarini Sultan
Süleyman'a teslim etmisti. Böylece sehir, herhangi bir mukavemetle
karsilasilmadan Osmanli hükümdarina teslim edilmis olur. Pâdisah, sehir
halkinin can ve malina karsi yapilacak bir tecavüzü en büyük cezalarla
tecziye edecegini bildirir. Pâdisah, burada on dört gün kadar kalip
Kurban Bayramini burada geçirir. Osmanli ordusunun Budin'den Istanbul'a
dönüsü esnasinda Segedin ve Baç (Bacs) sehirleri de ele geçirilir.
Ayrica Beçne mevkiinde direnis gösteren Macar kuvvetleri de bozguna
ugratilarak dagitilir. Öyle ki, asil orduyla vurusacak hiç bir düsman
kuvveti kalmamisti. Mohaç'tan sonra Macarlarin elinde, Erdel voyvodasi,
yani Transilvanya genel valisi Zapolyai'nin 30 bin kisilik askerinden
baska hiç bir kuvvet kalmamisti.
Yaka yakaya ve bogaz bogaza cenk edilen Mohaç Meydan Muharebesi, Kral
Layos ile beraber bütün bir Macar ordusunun imhasina mal olmus ve
müstakil (bagimsiz) Macar Devleti'nin hayatina son vermisti. Bundan
sonra tarih, Osmanli himayesinde bir Macaristan taniyacakti.
Osmanlilar tarafindan Macar tahtina Zapolyai Janos'un seçilmesi, Alman
Imparatoru Sarlken'in kardesi ve ölen Macar Kirali'nin hem enistesi hem
de kayinbiraderi olan Avusturya Arsidük'ü Ferdinand'i harekete geçirir.
Macar Kiralligi üzerinde hak iddia eden Ferdinand'a, Istoni Belgrad'da
bulunan Macar kirallik tacinin giydirilmesi ile Macaristan'da iki
krallik ortaya çikmis oluyordu. Buna göre Macaristan'in bati ve kuzey
batisi Ferdinand'in idaresinde, Orta Macaristan ile Erdel ise
Zapolyai'nin hâkimiyetin-de bulunuyordu. 2. Ikinci Macaristan Seferi ve
Viyana KusatmasiOsmanlilar sayesinde Macar krali seçilen Zapolyai,
Osmanlilar'in kendisine hazirladigi bu imkani geregi gibi
degerlendiremez. O, Osmanlilar'a yaklasmak söyle dursun, l527 baharinda
toplanan Regensburg Imparatorluk meclisinde Osmanlilar'a karsi yardim
dahi istemisti. Öbür yandan Macar beylerinin çogunlugu tarafindan
kralliga seçilmis bulunan Ferdinand'in, Osmanli ordusunun geri dönmesini
firsat bilip büyük bir ordu ile Budin üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini
Tokaj'da maglup etmesi üzerine kayinpederi olan Lehistan Krali'nin
yanina siginmak zorunda kalan Zapolyai, Osmanlilar'dan tekrar yardim
istemeye mecbur olur. Bu yardim için de Istanbul'a bir elçi gönderir.
Gerçi Zapolyai böyle bir yardim talebinde bulunmasa dahi Osmanlilar'in
bu duruma müsaade edecegi düsünülemezdi. Bununla beraber onun yardim
talebi, Osmanlilar'in daha sür'atli bir sekilde harekete geçmesine sebep
olmustu. Böylece durum, Zapolyai'nin müdafaasi seklini almisti. 29
Subat l528 tarihli antlasmaya göre Osmanli Devleti, Zapolyai'yi tâbi bir
hükümdar olarak tanimaktaydi. Öbür taraftan, Osmanli Devleti'nin
kendisini burada birakmayacagini anlayan Ferdinand da elçi göndererek
vergi vermek sartiyla Macar Krali olarak taninmasini teklif ettiyse de
bu teklif kabul edilmeyerek Budin'in Zapolyai'ye iade edilmesi istenir.
Böylece, 29 Mayis l528'de Istanbul'a gelen bu ilk Avusturya elçilik
heyeti, herhangi bir sonuç alamadan geri dönmek zorunda kalir.
Kanunî, Vezir-i a'zam Ibrahim Pasa'ya II. Macaristan seferinin
serdarligini tevcih ederek büyük yetkiler vermisti. Aslinda
Macaristan'in yönetimi için asker ve kaynak kullanmak yerine, simdilik
Zapolyai'nin idaresinde yari bagimli bir Macar Devleti'ni Habsburglar'a
karsi tampon bir devlet olarak birakmayi tercih eden Kanunî Sultan
Süleyman, l0 Mayis l529'da iki yüz bin kisilik bir ordu ile sefere
çikar. Macar topraklarina girildigi sirada, Zapolyai, Istanbul'a gelen
elçisi Lasczky ve Macar asilzâdeleri itaatlerini arzedip huzura kabul
olunurlar. Lütfi Pasa, Zapolyai'nin Kanunî tarafindan nasil
karsilandigini ve tercüman vâsitasiye ikisi arasinda geçen konusmalari
da verir. Buna göre Zapolyai, diger kullari gibi kendisinin de
Pâdisah'in kulu olmak istedigini bildirerek söyle der: " Ey Pâdisah-i
âlem penah, Müslümanlardan ve kâfirlerden (gayr-i müslim) kullarinin
nihayeti yoktur. Ben dahi ol kullarinin silkine münselik olmaga geldim
(onlarin meslegine, yani senin tebean olmaya geldim). Ve hem Pâdisahtan
bir muradim vardir, emr olunursa hizmet-i seriflerine diyelim."
Tercümanin anlattigi bu sözleri begenen Kanunî: "Muradin desin,
elimizden geldikçe bitirmesine sa'y edelim (çalisalim) der. 3 Eylül'de
Budin önlerine gelen ordu, kusatma hazirliklarina basladigi sirada,
sehirdekiler teslim olurlar. Böylece sehir, yarim günlük bir
mukavemetten sonra tekrar ele geçirilmis olur. 7 Eylül'de sehre giren
Kanunî, senelik belli bir vergi karsiliginda burayi Zapolyai'ye vererek
merasimle ona Macar Kralligi tacini giydirir. Hammer'in ifadesine göre
onu, merasimle krallik tahtina oturtan ne pâdisah, ne vezir-i a'zam, ne
diger vezirler, ne beylerbeyiler, ne de yeniçeri agalarindan biri degil,
"aganin ikincisi demek olan Sekban basi marifetiyle" olmustur. Bununla
beraber, Kanunî, Zapolyai'yi ayakta karsilamis, elini öptürmüs, altin
tahtinin karsisina iki altin sandalye koydurmus, birine Ibrahim Pasa'yi,
digerine de Zapolyai'yi oturtmustur. Böyle bir uygulama, Osmanli
protokolona göre Macar Kralligi'nin durumunu göstermektedir. Gerçekten,
Küçük Bali Bey'in, Ferdinand için kaçirilirken ele geçirdigi tac,
Yeniçeri Sekbanbasisi tarafindan Zapolyai'nin basina konmustu. Günümüzün
ifadesiyle bir Yeniçeri generalinin, Osmanli protokolunda ancak
sancakbeyi (Tümgeneral) derecesinde olan bir sahsin Macaristan Krali'na
tac giydirmesi, Türk tarihinin unutulmaz hadiselerinden biri olarak
kalacaktir.
Bu siralarda Macar krallik taci, Ferdinand'in casuslari tarafindan
çalinip Viyana'ya kaçiriliyordu. Bunu haber alan Osmanli istihbarati,
derhal harekete geçer. Bosna eyaletinin Izvornik sancakbeyi Küçük Bali
Bey, 20 Agustos'ta Viyana yolunda tarihî taci ele geçirip 4 Eylül'de
Kanunî'ye gönderir. Kanunî ise taci Zapolyai'ye gönderir. Bu meshur tac,
Macarlar tarafindan kutsal sayiliyordu. Bu sebeple onlar, bu taci
giymeyen hükümdara mesru krallari nazari ile bakmiyorlardi. Ferdinand da
Macaristan Krali olma iddiasinda oldugu için bu tarihî taci ele
geçirmek istiyordu. "Korona" denilen bu tarihî tac, üst üste geçmis iki
tactan mütesekkildir. Asil taci l000 yilinda Papa, sonradan aziz
mertebesine çikarilan ve Arpadlar'dan ilk defa Samanligi birakip
Hiristiyanligin Katolik Mezhebi'ne giren Büyük Istvan'a göndermisti.
Sonradan Bizans Imparatoru olan VII. Mikhail Dukas'in, Malazgirt
Savasi'indan iki yil sonra (l073), gönderdigi altin çelenk, iste bu
Papa'nin yolladigi tacin üzerine geçirilmek suretiyle tarihî Korona son
seklini almistir.
7 Eylül'de Budin'e giren Kanunî, burada alti gün kadar kaldiktan sonra,
Ferdinand ile karsilasmak niyetiyle Viyana'ya dogru harekete geçme
karari alir. Yoluna devam eden ordu, Avusturya - Macar sinirindaki Ovar
kasabasini ele geçirdikten sonra Viyana önlerinde toplanmaya baslar. Bu
arada Ferdinand'in Viyana'da olmadigi anlasilir. Zira o, kuvvet toplamak
için Avusturya içlerine dogru çekilmisti.
Çok iyi tahkim edilmis olan Viyana sehrinin muhasarasi ise 27 Eylül'de
baslar. Fakat Osmanli ordusu muhasara için gerekli büyük toplar ile
malzeme getirmedigi için hazirliksiz sayilirdi. Filhakika, Belgrad,
Mohaç ve Budin'de birakilan agir toplar olmaksizin, orta ve hafif
toplarla kalede istenilen büyüklükte gedikler açilamadi. Almanlar,
kaleyi büyük bir fedakârlikla savnuyorlardi. Surlarin önünde iki taraf
da agir zayiatlar veriyordu. Surlar altindan lagim açma tesebbüsleri de
basarili olamiyordu. Yine de araliksiz süren çalismalar sonucunda
surlarda yeni gedikler açilip buralardan hücumlarda bulunuldu ise de,
havalarin sogumaya baslamasi, kisin yaklasmasi ve erzak sikintisinin had
safhaya ulasmasi, askerin gücü ile dayanikliligini etkiliyordu. Kanunî,
l7 günlük muhasarayi kâfi görmüs olmali ki, bu kadar kisa bir müddet
içinde böyle müstahkem bir mevkiin düsürülmesi, kusatan ordu ne kadar
kuvvetli olursa olsun imkânsizdi. l4 Ekim l529'da yapilan umumi hücum da
basariya ulasmayinca, muhasaranin kaldirilmasina karar verilir. Halbuki
bu son hücum sirasinda birçok gedik açilmis ve müdafilerin dayanma
güçleri de tükenmek üzere idi. Lütfi Pasa ile Peçevî'nin ifadelerine
göre kisin vakitsiz gelip kar ve yagmurun yagmasi üzerine "Pâdisah-i
Islâm emriyle leskere (askere) zarar ve ziyan müretteb olmasin diye "bir
adami on bunun gibi hisara vermezen" deyip ândan dis varosu yaktirip ve
yiktirip ve etraflarini yagma ve talan ettikten sonra
Muharremu'l-Haram'in yirmi ikisinde Beçten (Viyana) göçüp Budim'e
gelüb". Benzer ifadeleri yabanci kaynaklarda da gördügümüz için, bu
konuda Kanunî'nin ne denli hakli oldugunu ve yerinde bir karar aldigini
anlamak mümkün olmaktadir. Kis ve soguklarin erken bastirmasi üzerine
Osmanli hakani, kusatmayi kaldirma karari alir ki, bu kararda kendi
askerini düsünme payi büyüktür. Kusatmaya son verme kararinin alinmasi
üzerine l5 Ekim'de orta büyüklükte toplar, gemilere bindirilerek Tuna
üzerinden Belgrad'a dogru yola çikarilir.
Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari bir
felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan
topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki
hafta daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti
? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara
edecekti. Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî
güç birakmak icab ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik
bir yer kalmamisti. Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin
tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî, bu kadarini kâfi gördü. Bu
seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti.
Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu seferden sonra
Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta
Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti.
Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis,
Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri
ihtimali ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi)
Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar
cereyan etti. Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber
Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in
kendisine verilmesini ister. Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri
tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz. Peçevî'nin (veya
Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diger bazi
kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan
Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u
(Jan Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için
çesitli bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar
olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece
Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu
arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin
kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman
Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini
tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her
sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle
bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam
eder.
Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu
Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli
ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir.
Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i
harbe davet eden mektuplar verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken,
Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama
ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat onlarin bu taktikleri pek
fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi
sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip
yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait
topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele
geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand
ortaya çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile
geri dönüldü. Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in
arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu.
Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman
elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup
verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda
Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç
kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna
ragmen ne kendisinden, ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak
Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini
halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina
yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik
tâci giymemesini bildiriyordu.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°6
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz binden
fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300
kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu
sefer yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939
Rebiülahir ) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin
basarili bir sekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik
yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile
donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri
dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek
eglendi.
Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora
yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle
Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria
komutasindaki filo tarafindan bir hile ile alinmisti. Kalenin
alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar
yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti.
Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi
sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz
olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse
Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin
iade olunacagini bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin
cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu. Nitekim, Semendire
Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi
ile 940 Ramazan (l534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir.
Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle
günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin
âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir
vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik
göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece,
bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar.
Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan
Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki
Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim
olurlar."4. Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri
karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta
kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün
tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi
tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da
görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi
üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu
sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati,
Osmanlilarin da isine gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler
büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi,
memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu. Bu durum,
doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in
l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb
Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet
arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti
Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.
l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik
heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak
Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra
barisa riza gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik
bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran)
kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini
belirtmisti. Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler,
epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren
mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l
Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in ifadesine göre Viyana
sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (merasim) ile
kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht
üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde
kabul etti. Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat
Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik
isareti oldugunu belirtmeye çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un
anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi
Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder. Böylece çavus
(Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu.
Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile
sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki
veraset iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim
oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için
de her yil 30.000 altin verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand,
Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (esit, denk) sayilacakti.
Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda
dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre Pâdisah'in huzuruna
kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat
dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik
oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin
mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler. Buna karsilik
Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani
olacagini bildirir. Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin
hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri
nezâretinde belirlenecekti.
Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi
altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a
ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini
bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile
ilgilenmelerine firsat vermisti.
Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti
üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta
macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak
protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim"
diye hitab etmek zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin
ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar
ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima
çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin
tamamen Osmanli idaresine geçecektir.
Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden
karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek
çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a
bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi
istirhaminda bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine
teminat vermisti. Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile
Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler. Bununla beraber
herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum karsisinda Macaristan'a
yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.
Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel,
Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi,
arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve
süvari kuvvetleriyle gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere
çikar. Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari
halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak olamamislardi. Bu arada Budin'i
almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan
Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak
olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir. Ordugâhlari da
Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran
mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi
sirada böyle basarili bir haber alinir.
Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler
kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari
yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde
"Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü
Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir.
fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300
kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu
sefer yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939
Rebiülahir ) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin
basarili bir sekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik
yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile
donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri
dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek
eglendi.
Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora
yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle
Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria
komutasindaki filo tarafindan bir hile ile alinmisti. Kalenin
alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar
yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti.
Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi
sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz
olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse
Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin
iade olunacagini bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin
cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu. Nitekim, Semendire
Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi
ile 940 Ramazan (l534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir.
Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle
günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin
âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir
vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik
göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece,
bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar.
Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan
Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki
Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim
olurlar."4. Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri
karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta
kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün
tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi
tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da
görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi
üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu
sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati,
Osmanlilarin da isine gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler
büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi,
memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu. Bu durum,
doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in
l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb
Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet
arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti
Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.
l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik
heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak
Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra
barisa riza gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik
bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran)
kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini
belirtmisti. Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler,
epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren
mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l
Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in ifadesine göre Viyana
sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (merasim) ile
kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht
üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde
kabul etti. Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat
Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik
isareti oldugunu belirtmeye çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un
anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi
Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder. Böylece çavus
(Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu.
Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile
sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki
veraset iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim
oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için
de her yil 30.000 altin verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand,
Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (esit, denk) sayilacakti.
Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda
dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre Pâdisah'in huzuruna
kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat
dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik
oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin
mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler. Buna karsilik
Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani
olacagini bildirir. Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin
hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri
nezâretinde belirlenecekti.
Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi
altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a
ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini
bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile
ilgilenmelerine firsat vermisti.
Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti
üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta
macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak
protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim"
diye hitab etmek zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin
ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar
ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima
çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin
tamamen Osmanli idaresine geçecektir.
Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden
karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek
çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a
bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi
istirhaminda bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine
teminat vermisti. Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile
Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler. Bununla beraber
herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum karsisinda Macaristan'a
yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.
Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel,
Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi,
arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve
süvari kuvvetleriyle gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere
çikar. Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari
halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak olamamislardi. Bu arada Budin'i
almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan
Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak
olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir. Ordugâhlari da
Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran
mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi
sirada böyle basarili bir haber alinir.
Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler
kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari
yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde
"Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü
Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°7
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki
karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri
Budin'e girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar
Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd
damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte
Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya )'e
gönderilir.
Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan
dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik
Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad
Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra
Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan,
Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere
üç kisma bölünmüs olur.
Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar
topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden
Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci
derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin
hem muktedir bir serdar, hem siyasî kuvveti olan bir diplomat, hem de
ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina
bilhassa dikkat ediyorlardi.
Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu
medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi,
ayni cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr
alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza
edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline
gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf
etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler,
medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar,
çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk
beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu
kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup
düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit
olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar,
Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi
kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan
bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak
görüyorlardi. Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan
Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi
(Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin
merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diger
eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple
Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri
bulunmakta idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve
bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla
gelenler olarak belirtilebilir. Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde
kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen
hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar
müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir
ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin beylerbeyileri,
meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere
komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle
olan ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme
baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu.
Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki
cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafindan bu
eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir.
Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili
siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O
da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti
daha uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman,
Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek,
gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan
taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara
harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak
altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? denilmektedir.
Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki,
bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin
de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu
tenkidlere söyle cevap verir:
karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri
Budin'e girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar
Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd
damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte
Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya )'e
gönderilir.
Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan
dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik
Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad
Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra
Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan,
Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere
üç kisma bölünmüs olur.
Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar
topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden
Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci
derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin
hem muktedir bir serdar, hem siyasî kuvveti olan bir diplomat, hem de
ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina
bilhassa dikkat ediyorlardi.
Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu
medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi,
ayni cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr
alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza
edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline
gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf
etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler,
medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar,
çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk
beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu
kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup
düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit
olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar,
Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi
kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan
bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak
görüyorlardi. Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan
Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi
(Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin
merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diger
eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple
Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri
bulunmakta idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve
bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla
gelenler olarak belirtilebilir. Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde
kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen
hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar
müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir
ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin beylerbeyileri,
meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere
komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle
olan ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme
baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu.
Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki
cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafindan bu
eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir.
Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili
siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O
da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti
daha uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman,
Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek,
gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan
taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara
harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak
altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? denilmektedir.
Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki,
bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin
de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu
tenkidlere söyle cevap verir:
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°8
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin zihniyeti
ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün
olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri
dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini,
anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar.
Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler.
b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen
topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti,
bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi
askerî gücüne borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini
"devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil
ediyordu. Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha
fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi
nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a
muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle
savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus
oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini)
saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için
böyle bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan
dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.
c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman olmayan
bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli
ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için
yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan
haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu
gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açikça
belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail
olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem
vermislerdir.
d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî
imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu
düsünce bir bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya
ordunun paraya ihtiyaci olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde
edilebilir. Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de
ulasilmasi bakimindan kolaydir. Bütün bunlara ilaveten sunlari da
söylemek mümkündür:
XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet
mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek
düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin
saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve
özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi.
O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan
bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar,
Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî)
olmasi onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu.
Nitekim hem Sah Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla
beraber Iranlilik adina, Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî
Osmanlilarla kiyasiya mücadele ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz
konusu olamazdi. Safevîler, Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta
eski Iranliligi temsil ediyorlardi.-
Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm
birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette
bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu.
Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine
düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza
böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i
müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi. Bu sebeple Kanunî,
Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi
yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya
kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi
yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir.
Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la
yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle
sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir.5. l543
Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de geçiren Kanunî,
Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini
tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip
kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi
taahud ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak
bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand,
degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu
topamis bulunuyordu. Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi
vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardim göndermek için derhal
hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük
ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen kaleyi muhasara
altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu
ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile
gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda
kalir.
Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan
Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18
Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket
eder. Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri,
Pojega civarindaki bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi
zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis
bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider. Böylece kale 8
Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu.
Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin yetismesi
üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar
Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma
altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden
siddetli bir muharebe baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler,
bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar. Estergon'un
fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar
kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda
Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad
(Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi
yerler alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için
civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî,
Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in
Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu
yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin
Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid
Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda eder.
Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki
hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi
olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle
nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve
nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in
gurresinde (ilk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün
hasta olup alti gün sahibfiras (yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali)
gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (belirtilen ay)
dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice
agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler. "
ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün
olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri
dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini,
anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar.
Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler.
b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen
topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti,
bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi
askerî gücüne borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini
"devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil
ediyordu. Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha
fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi
nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a
muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle
savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus
oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini)
saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için
böyle bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan
dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.
c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman olmayan
bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli
ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için
yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan
haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu
gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açikça
belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail
olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem
vermislerdir.
d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî
imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu
düsünce bir bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya
ordunun paraya ihtiyaci olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde
edilebilir. Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de
ulasilmasi bakimindan kolaydir. Bütün bunlara ilaveten sunlari da
söylemek mümkündür:
XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet
mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek
düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin
saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve
özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi.
O zamanki Safevîler Iran'inda Siî Mezhebi hâkimdi. Etnik bakimindan
bunlarin büyük bir ekseriyeti Türk ve Türkmen kabilelerinden (Kaçarlar,
Afsarlar, Türkmenler vs.) olmakla beraber, mezheblerinin farkli (Siî)
olmasi onlari, Osmanli Türklerinden derin bir uçurum ile ayiriyordu.
Nitekim hem Sah Ismail, hem de oglu Sah Tahmasb Türk idiler. Bununla
beraber Iranlilik adina, Siî Mezhebi savunuculari olarak Sünnî
Osmanlilarla kiyasiya mücadele ediyorlardi. Binaenaleyh bir birlik söz
konusu olamazdi. Safevîler, Keyhüsrev'lerin, Dârâ'larin tahtinda âdeta
eski Iranliligi temsil ediyorlardi.-
Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm
birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette
bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu.
Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine
düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza
böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i
müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi. Bu sebeple Kanunî,
Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi
yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya
kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi
yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir.
Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la
yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle
sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir.5. l543
Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de geçiren Kanunî,
Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini
tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip
kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi
taahud ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak
bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand,
degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu
topamis bulunuyordu. Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi
vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardim göndermek için derhal
hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük
ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen kaleyi muhasara
altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu
ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile
gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda
kalir.
Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan
Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18
Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket
eder. Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri,
Pojega civarindaki bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi
zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis
bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider. Böylece kale 8
Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu.
Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin yetismesi
üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar
Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma
altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden
siddetli bir muharebe baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler,
bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar. Estergon'un
fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar
kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda
Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad
(Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi
yerler alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için
civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî,
Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in
Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu
yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin
Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid
Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda eder.
Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki
hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi
olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle
nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve
nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in
gurresinde (ilk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün
hasta olup alti gün sahibfiras (yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali)
gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (belirtilen ay)
dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice
agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler. "
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°9
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Bütün çabalarina ragmen Osmanlilarla basa çikamayacaklarini anlayan ve
her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden
Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes
yillik bir baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için
imzalanan bu muahede (antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira
meydana çikan Erdel hâdisesi, harbin yeniden baslamasina sebep olur.
Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar Kirali
Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi.
Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup
Erdel'in buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli
Devleti, Ferdinand'i tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez.
Zira bu siralarda Osmanli ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden
kendisine bir sey yapamayacagindan emindi.
Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca Avusturya
elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli Beylerbeyi
Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle görevlendirmisti.
10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7
Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir.
Ayrica, Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek
Osmanli hâkimiyetine katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra
Timisvar'i kusatir. Fakat iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine
Belgrad'a döner.
Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e
girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada
Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin
Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine
Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.
Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu tarihte
Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir.
Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden
beri Alman Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand,
Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan
Macaristan için 30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede
imzalamisti(l562).6. Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri
Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan
voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir sekilde
devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar, yarim asirdan daha fazla
bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi. Her ne kadar
voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna
Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece
ikaz ile iktifa edilmisti.
Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat
göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil
Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle
yükümlü tutulmustu. Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi
esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden
avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan
ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti. Hammer, Rares'in
Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafindan
karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir:
"Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri
bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus
elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri
ortabasilarinin serpusu) hediye eder."
Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten
yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya
baslamisti. Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere
baslamis bulunan Petru Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan
Erdel'e tecavüz ettigi gibi, Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice
temasa geçmisti. Bundan baska göndermekle yükümlü oldugu vergileri de
göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli Devleti'nin o taraflardaki
mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet kurmak üzere Erdel'e
gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de öldürtmüstü.
Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip onlar
tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar
sonrasi Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir.
Ancak bu kararini gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi
(7 Temmuz)'nin ertesi günü Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu,
Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi zaman Kanunî "Seferimiz Bogdan
üzerinedir" diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen mevkide iken Rares'ten
gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak Kanunî, ona
verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve gelip
itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti.
Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis
oldugundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti
karsisinda dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan
baska bir çare bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi
gibi l6 Eylül l538'de Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir.
Bu sehrin fevkalade müstahkem bir kalesi olmasina ragmen sehir halki,
mukavemet edemiyecegini anladigindan, kale anahtarilarini getirip
Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine Kanunî, sehirde umumi af
ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda seçmelerini ister.
Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan intihab olunur ki bu, muhtemelen
Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni
voyvodaya bir de berat verir.
Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda
kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak
haline getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa
edilmis, Akkirman ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada
Bender sehri de ele geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra
Osmanli ordusu geri dönmüs, sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib
Giray'a da geri dönme izni verilmisti. Osmanli ordusunun dönüsünden
sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve getirdigi yeni voyvoda ile
yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun üzerine Kanunî Sultan
Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa voyvodaligi ona
verir.
her seferde ellerindeki mühim sehir ve kalelerin bir kismini kayb eden
Ferdinand ile Sarlken, baslangiçta bir mütareke, daha sonra da bes
yillik bir baris antlasmasi yaparlar. Haziran l547'de bes yil için
imzalanan bu muahede (antlasma), bir mütareke mahiyetinde kalir. Zira
meydana çikan Erdel hâdisesi, harbin yeniden baslamasina sebep olur.
Daha önce de temas edildigi gibi Erdel Kiraliçesi yani eski Macar Kirali
Jan Zapolyai'nin zevcesi Izabella, Osmanlilarin himayesinde idi.
Kiraliçenin maiyetindeki müsavirlerden birisi Ferdinand taraftari olup
Erdel'in buna verilmesine çalisiyordu. Bu duruma vâkif olan Osmanli
Devleti, Ferdinand'i tehdid ettiyse de Ferdinand buna aldiris etmez.
Zira bu siralarda Osmanli ordusunun Iran seferinde oldugunu bildiginden
kendisine bir sey yapamayacagindan emindi.
Kanunî, Avusturya kuvvetlerinin Erdel'e girdigine kani olunca Avusturya
elçisinden durumu sordurtarak onu haps ettirdigi gibi Rumeli Beylerbeyi
Sokullu Mehmed Pasa'yi Erdel üzerine yürümekle görevlendirmisti.
10 Temmuz l55l'de Sofya'dan areket eden Sokullu, bir müddet sonra 7
Eylül'de Slankamen'den ayrilarak Beçe önlerine gelip burayi ele geçirir.
Ayrica, Beçkerek ve Çanad'dan baska oniki kaleyi daha zaptederek
Osmanli hâkimiyetine katar. Lipva'yi da kolaylikla ele geçirdikten sonra
Timisvar'i kusatir. Fakat iklim sartlarinin müsait olmamasi üzerine
Belgrad'a döner.
Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e
girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada
Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin
Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine
Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.
Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu tarihte
Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir.
Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden
beri Alman Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand,
Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan
Macaristan için 30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede
imzalamisti(l562).6. Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri
Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan
voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir sekilde
devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar, yarim asirdan daha fazla
bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi. Her ne kadar
voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna
Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece
ikaz ile iktifa edilmisti.
Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat
göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil
Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle
yükümlü tutulmustu. Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi
esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden
avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan
ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti. Hammer, Rares'in
Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafindan
karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir:
"Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri
bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus
elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri
ortabasilarinin serpusu) hediye eder."
Petru Rares, Kanunî'nin teveccühüne mazhar olmakla birlikte hariçten
yapilan tesirlerle gizlice Osmanli Devleti'nin aleyhine çalismaya
baslamisti. Nitekim gizlice Ferdinand ile muhabere ve müzakerelere
baslamis bulunan Petru Rares, o siralarda karisikliklar içinde bulunan
Erdel'e tecavüz ettigi gibi, Zapolyai'ye karsi Ferdinand ile gizlice
temasa geçmisti. Bundan baska göndermekle yükümlü oldugu vergileri de
göndermemeye baslamisti. Keza, Osmanli Devleti'nin o taraflardaki
mutemed adami olup Osmanlilar'a bagli bir hükümet kurmak üzere Erdel'e
gönderilmis bulunan Venedikli Gritti'yi de öldürtmüstü.
Iste Rares'in bu neviden faaliyeteri ve Lehlilerle iyi geçinmeyip onlar
tarafindan voyvodanin azledilmesi hususunda vaki olan müracaatlar
sonrasi Kanunî l538 Mayis'inda Bogdan üzerine yürümeyi kararlastirir.
Ancak bu kararini gizli tutar. Barbaros'un donanma ile denize açildigi
(7 Temmuz)'nin ertesi günü Istanbul'dan hareket eden Osmanli ordusu,
Edirne'ye ulasip oradan hareket ettigi zaman Kanunî "Seferimiz Bogdan
üzerinedir" diyecektir. Ordu, Sultançayiri denen mevkide iken Rares'ten
gelen bir elçi, emre itaat edilecegini bildirmis, ancak Kanunî, ona
verdigi mektupta, Rares'in hirçirlik ve azginliga son vermesi ve gelip
itaat arzetmesi halinde ona karsi merhametli davranacagini bildirmisti.
Bununla beraber alinan haberlerden Rares'in samimi olmadigi anlasilmis
oldugundan sefere devam edilmistir. Osmanli ordusunun harekâti
karsisinda dehsete düsen Rares, Transilvanya içlerine dogru kaçmaktan
baska bir çare bulamamisti. Osmanli ordusu ise Yas sehrini yakip yiktigi
gibi l6 Eylül l538'de Voyvodanin merkezi olan Suceva sehrini de alir.
Bu sehrin fevkalade müstahkem bir kalesi olmasina ragmen sehir halki,
mukavemet edemiyecegini anladigindan, kale anahtarilarini getirip
Osmanli kuvvetlerine teslim eder. Bunun üzerine Kanunî, sehirde umumi af
ilan ederek beylerin kendi aralarindan bir voyvoda seçmelerini ister.
Seçilen voyvoda ise Kanunî tarafindan intihab olunur ki bu, muhtemelen
Petru Rares'in kardesi olan Stefan Lacusta'dir. Kanunî, bu yeni
voyvodaya bir de berat verir.
Bu seferin sonunda Osmanlilar, Prut ile Diniester nehirleri arasinda
kalan yerleri ellerine geçirmislerdi. Elde edilen bu yerler, bir sancak
haline getirilmisti. Bundan baska yiktirilan Kili kalesi yeniden insa
edilmis, Akkirman ise müstahkem bir hâle getirilmisti. Yine bu esnada
Bender sehri de ele geçirilmisti. Bogdan meselesinin hallinden sonra
Osmanli ordusu geri dönmüs, sefere katilmis bulunan Kirim Hani Sahib
Giray'a da geri dönme izni verilmisti. Osmanli ordusunun dönüsünden
sonra, beylerin seçtigi ve Kanunî'nin göreve getirdigi yeni voyvoda ile
yeni idareciler, vaziyete hâkim olamazlar. Bunun üzerine Kanunî Sultan
Süleyman, Rares'i Istanbul'a davet ederek ikinci defa voyvodaligi ona
verir.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°10
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
ANADOLU'DAKI IÇ ISYANLAR
Kanunî döneminin önemli iç olaylarindan biri de Bozok bölgesinde ortaya
çikan Siî karekterli iç isyanlardir. Bu isyanlardan biri, Kanunî'nin,
Mohaç seferine çikip Budin'e dogru ilerlemekte oldugu bir sirada patlak
vermisti. Genel olarak bu isyanlar, Safevîlerin, II. Bâyezid ile Yavuz
Sultan Selim devirlerinden beri Anadolu'daki tahrikleri sonucunda Siî
temayüllü Türkmen gruplarinin çikardiklari isyanlarin devami mahiyetinde
idiler. Yavuz Sultan Selim devrinde siddet ve güçlükle teskin
edilebilen Safevî propagandasi, Sah Ismail'in oglu Tahmasb'in tahta
geçmesi ile yeniden hiz kazanir. Oldukça genis cephelerde cereyan eden
bu isyanin baslica kiskirticisi ve müsebbibi, Safevîlerin mezheb
organizasyonuna bagli olarak yürüttükleri, sistemli propaganda ile gizli
ve isyankâr faaliyetleri idi. Bunlar tek merkezden idare ediliyor ve
her tarafta, hemen hemen her zaman görülebilecek mahallî bazi haksizlik
ve uygulamalar büyütülerek , türlü sekillerle muayyen zümreler tahrik
ediliyordu. Bir çok yerde birden patlak veren ve bir plan dahilinde
oldugu, müsterek hareketlerinden anlasilan bu isyan tesebbüslerinin
Safevîler tarafindan idare edildigini gösterecek pek çok sebep vardir.
Osmanli Devleti'nin, Budin'deki harple mesgul olmasi, Iran'i harekete
sevketmisti. Böylece Iran, Sarlken ile Ferdinand'a yardim etmis
oluyordu. Isyan hareketini büyüten islerin basinda, yapilan Iran
propagandasi ile birlikte timar ve tahrir sebebiyle gayr-i memnun bir
sinifin ortaya çikmasiydi. Nitekim Bozok sancagi tahriri esnasinda
tahrir memurlarinin yaptiklari haksizlik, kisa zamanda bölgede bir
ayaklanmaninin baslamasina sebep olmustur.
Bu ayaklanma, Süglün Koca ve oglu Sah Veli ile Safevî halifesi (ajani)
Zünnûn adli kimselerin birlesmek suretiyle etraflarina Bozok
Türkmenlerini toplayarak harekete geçmeleri ile baslamisti. Onlar,
bölgede bulunan Müslihiddin adindaki kadi, onun katibi Mehmed ve
Hersekzâde Ahmed Pasa'nin oglu olan Sancakbeyi Mustafa Bey'i öldürürler.
Beyleri Sehsuvar oglu Ali Bey'in ölümünden dolayi kirgin olan Dulkadir
Türkmenleri'nin katilmasiyle isyan daha da büyümüs, Kayseri civarinda
Karaman Beylerbeyi Hurrem Pasa'yi yenen âsiler, Tokat taraflarina hâkim
olmuslardi. Nihayet Höyüklü mevkiinde sikistirilan âsilerle yapilan
mücadelede (26 Eylül l526) âsilerin ele basilari öldürülmüstü. Bununla
beraber dagilan âsi guruhu yeniden toparlanarak ani bir saldiri ile Rum
(Sivas) Beylerbeyi olan Hüseyin Pasa'yi agir yaralayip, ölümüne sebep
olurar. Fakat güçsüz âsiler, Diyarbekir Beylerbeyisi Hüsrev Pasa'nin
kuvvetleri karsisinda dagilmaktan baska çare bulamazlar.
1527'de Adana taraflarinda çikan isyan ise Adana Beyi Pîrî Bey
tarafindan bastirilmistir. Ancak bu iki isyanin hemen akabinde,
Karaman'dan Maras'a kadar uzanan bölgede büyük bir isyan daha çikar. Bu
isyan hareketinin liderligini, Haci Bektas Veli sülalesinden oldugunu
iddia eden ve Haci Bektas Zâviyesi Post-nisini Kalender Çelebi
yapmaktaydi. Sah ünvani da verilen Kalender'in, mevkii sebebiyle kisa
zamanda yaninda 30 bin kisi toplanmisti. Bunlar, Siîligin iyice nüfuz
ettigi, siki kayitlar yerine nisbeten serbest yasamaya alismis, devletin
birtakim mükellefiyetlerinden gayr-i memnun konar göçer Türkmen
gruplari idi. Kalender'in isyani haberi, Mohaç'tan dönmekte olan
Kanunî'ye ulasinca derhal tedbir alinmasi için emirler göndermis,
Istanbul'a vardiginda da Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi isyani
bastirmakla görevlendirmisti. Ibrahim Pasa, üç bin yeniçeri ve iki bin
sipahiden mürekkeb bir kuvvetle tenkil için sevk olunmustu.
Anadolu Beylerbeyi Behram Pasa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Pasa'nin
eyâlet askerleri ile Cincife mevkiinde âsilere maglub olmalari üzerine
Ibrahim Pasa, birtakim ön tedbirler alma geregini duyar. Bu cümleden
olarak o, daha isin basinda, Kalender'in önünde maglub olan askeri,
henüz harbe girmemis olan kendi kuvvetleri ile temas ettirmez. Bundan
sonra sadece Kapikulu askerlerini yaninda tutar. Yenilgi haberini
Dulkadir Eyâleti'nde alan Ibrahim Pasa, sür'atle Elbistan'a gider. Pasa,
bu isyan kuvvetlerinin üzerine yürüyüp bosu bosuna Müslüman kani
dökmektense, siyasî tedbirlerle hareketin sebebini ortadan kaldirmak
yolunu tutarak adâlet uygulamaya baslar. Zulüm ve gadrleri görülen
ümerâyi cezalandirir. Haksiz olarak zaptedildigi görülen timarlari
sahiplerine iade edip, bunlarin merkezî hükümetin rizasi olmadan
yapildigini göstermeye çalisir. Kalender Sah'in etrafindaki kimseleri,
kaçak olarak giden casuslari vâsitasiyle bundan haberdar edip, dehâlet
edeceklerin affedilerek eski vazifelerine iade edileceklerini ilan
ettirir. Gelenlere iltifat göstererek âsinin etrafindaki Türkmen
asiretlerini kendi tarafina çeker. Sadrazamin bu sekildeki âdil
davranisi, Kalender Sah'in etrafindaki kuvvetlerin derhal çözülmelerine
sebep olur. Böylece o, Dulkadir Türkmenleri'ni kazanarak onlarin,
Kalender'in yanindan ayrilmasini saglar. Bunun sonucu olarak kuvvetleri
büyük ölçüde azalan âsiler üzerine çok itimad ettigi adamlarinin
komutasinda küçük birer müfreze göndererek 22 Ramazan 933 (2l Haziran
l527)'de Bas Sariz (veya Bassaz mevkii) Yaylagi'ndaki Kalender'i Iran'a
kaçmadan yakalatip basini kestirir.
Ibrahim Pasa, bu isyanin bastirilmasindan sonra Istanbul'a döner. Bu
isyan hâdiseleri merkezî hükümeti ciddi tedbirler almaya sevkeder. Bunun
için her tarafa tahkik heyetleri gönderilir. Bu heyetler sâyesinde
halkin sikâyet ettigi konular düzeltilir. Böylece gayr-i memnunluk zorla
degil, hüsn-i tedbirle giderildi ki, bu, Osmanli idaresinin
karekteristik vasiflarindan birini teskil eder. Herhalde asirlarca
Devlet'in varligini devam ettirmesini saglayan prensiplerin mahiyeti bu
neviden davranislar sayesinde mümkün olmustur.
Yukarida zikredilen isyanlardan iki sene sonra yani H. 935 (M.l529)'de
Adana civarinda basina 5 bin kisi toplayan Seydi ve sonradan ona iltihak
eden Inciryemez adli Kizilbas âsilerinin çikardiklari isyan da, Ramazan
ogullarindan Adana Beyi Pîrî Bey tarafindan siddetle bastirilarak ele
basilari ele geçirilip öldürülmüslerdi.
Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz
adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu
seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek
halka yaymaya baslamisti.
Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin "erbab-i ilimden"
oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir
zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre,
Molla Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî
bir hayat yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil,
ayni zamanda milli bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti,
fikir ve görüsleri, Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafindan ilmî
delillerle bu fikirleri çürütülmesine ragmen, yine de iddiasindan vaz
geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina çarptiracaktir.
Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet
adamlarinin, gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli
bir hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.
Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla
Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafindan Divan-i Humayûn'a
getirilir. Çünkü o, "daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi
sahib-i gayret kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat
üzerine (s.a.s.) Hz. Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna
getirirler." Divan'da bulunan pasalar, bu meselenin bir "ser'-i serif"
isi oldugunu düsünerek olayi Divan üyesi olarak orada hazir bulunan
kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi
Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri bulunmakta idiler. Dâvasini
açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri oldugu gibi
anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler.
Gerek Kabiz'in, gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi çekici
bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu
destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini
yapiyordu. Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla
dâvasinin dogru oldugunu söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in
açiklamalari ile ilgili bazi ser'î meselelerin kadiaskerlerin hatirinda
bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her ikisinin de ser'î icaplara
göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu. Bundan dolayi itidal
yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi. Böylece bu
iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle ehli
olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla
Kabiz'in iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal
katlini isterler. Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa "...bu sahsin
müddeasi, ser'-i serife muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb..." bu
konudaki süpheleri gidermek gerekir, "ser' ile cevabini verin..."
kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb hududlarini asan bir durum
meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik degildir" seklinde
konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden döndürecek bir
sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler karsisindaki
ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla Kabiz'i
da serbest birakirlar.
Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu "tasra divanhâne üzerinde" kafes
arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman,
vezirler huzuruna girer girmez, onlara hitab ile "...bir mülhid,
Divânimiza gelüp Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa
eyleyüp müddeasi isbatinda ekavil-i bâtili tezyil eyleye, süphesi zâil
olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin hakkindan gelinmedi...?" demistir.
Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla Kabiz'in iddialarini
çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm Kemal Pasazâde
ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler.
Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir "hilm" ve
"edeb" üzre Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet
ve hadislere dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine
Seyhülislâm onun okudugu âyet ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi
ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa burada su ifadeleri kullanir: " Tamam
itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i ilmiye üzre kendisinin su-i fehm
ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle eylediler. Böylece hak
(gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda Molla Kabiz,
dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile "Kabiz'a
sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût
oldu." Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek
"...iste hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir..."
bâtil inancindan vazgeçerek "hakki kabul edermisin?" dedi. Molla Kabiz
iddiasinda israr ederek bu teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü
(Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek "fetva emri tamam oldu. Ser'
ile lâzim geleni siz hükm idün..." teklifinde bulunur. Istanbul Kadisi
da, Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine, temiz inanç yoluna
dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr etmekte idi.
Bunun üzerine katline hüküm verilir.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°11
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
IRAN SEFERLERI
Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah Ismail,
Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta
çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki
basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk
gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (onbir
yasinda) I. Sah Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara
sebebiyet vermis, bu arada Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema
Osmanlilar'dan yardim istemisti. Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a
varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak altinda toplamak ve
Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla daha Mohaç
seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim o,
Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir "Tehdidnâme"
göndererek söyle diyordu:
"Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam gönderub
arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu
noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun
(sapiklik yolundan dönmeyisin) olmagin "insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem"
benim dahi an karîb diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i
meymunuma mûcib ve bais oldu. Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve
Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve turan vesair vilâyet-i Semerkand ü
Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu."
Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin olan
Kanunî , Dogu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet
meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur.
Bunlardan birisi , Bagdad'i ele geçiren Zülfikar Bey'in, Osmanlilar'a
müracaatla sehrin anahtarlarini Istanbul'a göndermesi idi. Bu siralarda
Osmanlilar, Viyana kusatmasi ile mesgul olduklarindan Tahmasb, yeniden
Bagdad'i ele geçirmisti. Bölgede cereyan eden bu hâdiseler, çagdas bir
arastirmada teferruatli bir sekilde anlatilir. Bununla beraber biz,
fazla teferruata girmeden olaylari kisaca vermek istiyoruz. Öyle
anlasiliyor ki, Kanunî'nin çikacagi I. Dogu seferinden önce, Bagdad ile
Bitlis'te meydana gelen hâdiseler, ilk firsatta böyle bir seferin
yapilmasini gerektiriyordu. Türkmen Musullu oymagina mensub Nohud Ali
Sultan'in oglu olan Zülfikar Han, 934 ( l528 ) yilinda Kelhur Hâkimi
idi. Bu sirada Bagdad Beylerbeyisi olan amcasi Ibrahim Hân'in, yaninda
asker bulundurmadan yaylaga çikmasini firsat bilerek l0 Ramazan 934 ( 29
Mayis l528 ) günü bir baskinla onu öldüren Zülfikar Han, 40 gün
kusattigi Bagdad sehrini öldürdügü amcasinin ogullarinin elinden alarak
kendisini Bagdad Beylerbeyi ilan etmisti. Tebriz'in böyle bir oldu
bittiyi tanimayacagini ve kendisini cezalandiracagini kestiren bu
Türkmen Beyi, Sünnî sehir halki ile de anlasarak Bagdad'in anahtarlarini
Kanunî'ye gönderdigi gibi onun adina Bagdad darphânesinde sikke
kestirip hutbe okutmustu. Böylece buranin Osmanlilar'a bagliligini ilana
baslamisti. Pâdisah, meshur Viyana seferi ile ugrastigindan, Irak'a
yardimci gönderemedi. Sonradan Sah Tahmasb, bir ordu ile gelerek
Bagdad'i günlerce kusatmis ve sonunda 3 Sevval 935 (l0 Haziran l529)
günü, yine Muslu boyundan Ali Bey'in, Zülfikar Han ile kardesi Ahmed
Bey'i uyurken öldürmesi ile, Bagdad kalesini ele geçirir. Böylece, Irak
merkezinin kendiliginden Osmanlilar'a tabi olusuna Istanbul'dan
zamaninda yardim gelememesi, Pâdisahi manevî bir borç altina sokmus
oldu.
Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran
beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis
Hâkimi Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen,
Osmanlilar'in Teke (Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll "Sah - Kulu
isyani"na katildiktan sonra Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e
iltica edip mansib alan Ulama Han, Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli
bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah Ismail'in basveziri bulunan ve
kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in, Isafahan'in Kendiman
yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini firsat bilerek
kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in yanina
gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu
ve öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken
Ulama Han, kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan,
Osmanlilar'in hizmetine girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi
ile Istanbul'a bildirir. Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi
(IV.) Seref Bey'in "Ulama'nin aile fertleriyle birlikte Pâdisah
dergâhina gönderilmesi "ne gayret etmesi bildirilmisti. Bitlis Hâkimi
Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama, kendisine delâlet eden
Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a meyli oldugunu
söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama Han'a,
ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis
tevcih olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen
Bitlis'in Iran topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan
Osmanlilar'a karsi yardim istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu
hânedanina yaptiklari gibi, kendisini de atalarindan kalma
topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu. Bunun üzerine Dulkadir ve
Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil - Yakup
Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî ordusunun yardima
geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta Sah'a
büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi
de murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir.
Tahmasb, 20 Safer 939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek
kendisine "Eyâlet penâh" diye hitab eder.
Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi
himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep
olmustu. Bu, bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi
demekti ki, böyle bir sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir
keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem
hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis olmasi, böyle bir sefere imkân
veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine bizzat hükümdarin
gitmesi icâb ediyordu.
Yukarida belirtilen bu iki önemli hâdise karsisinda Surhser (Kizilbas)
Iran'a sefer açmayi düsünen Kanunî, daha l525 Temmuz'unda Sah Tahmasb'a
gönderdigi "tehdidnâmesi"nde böyle bir fikri tasidigini ima ediyor,
ancak Bati'daki isleri yüzünden buna imkân bulamiyordu. O, Iran
beliyesini ortadan kaldirip, Sünnî Türkistan'la birleserek, kendisini
arkadan vuran ve Avrupa'daki, yani diyar-i küfürdeki Islâmî ve insanî
hamlesini yavaslatan köstegi kaldirmak arzusunda idi. Gerek dedesi,
gerekse babasinin zamaninda meydana gelen ve Anadolu'yu isyanlarla
karistiran Siîlige karsi onun düsünce ve tutumunu gösteren bir gazelini
burada zikretmek istiyoruz. Bu gazel, Sultan II. Mahmud'un kizi Âdile
Sultan tarafindan h.l308 (m. l890) yilinda Istanbul'da bastirilmis ve
dört tertip Türkçe divanindan birisi olan 236 sahifelik"Divan-i
Muhibbî", s. l20'de bulunmaktadir.
"Allah, Allah diyelüm, Sancak-i Sâhî çekelüm,
Yürüyüp her yanadan Sark'a sipahî çekelüm,
Iki yerden kusanalum yine gayret kusagin,
Bulasup toz ile topraga, bu râhi çekelüm.
Pâyimal eyleyelüm Kisveri'ni Surhser'ün,
Gözüne, sürme deyü dûd-i siyahi çekelüm.
Bize farz olmus iken : olmamiz Islâm'a zahîr,
Nice bir oturalum, bunca günahi çekelüm,
Umarum rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer,
Ey Muhibbî, yürüyüp Sark'a sipahî çekelüm.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°12
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
l. Irakayn SeferiSinir bölgelerinde cereyan eden bu hâdiseler üzerine
zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî, hem Osmanli Pâdisah'i hem
de Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis
bulunan Bagdad'i "Kizilbas zulmünden" kurtarmak ve Irak'i almak üzere
harp hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim
l533) tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir.
Ibrahim Pasa, Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama
Han (Pasa)'nin Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi
haberi gelir. Zira bu sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan
Fil Yakup Pasa birlikte, Seref Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci
defa onun üstüne yürüyerek maglub etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in
oglu III. Semseddin, basina topladigi kuvvetlerle mukabele ettiyse de
karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim Pasa'ya müracaat eder. Bunun
üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik hâline getirip Seref
Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir manevrada
bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira
bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in
Bitlis Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.
27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti. Kisin
Van taraflarinda bulunan Ulama Han "istimâlet" tarikiyla Ahlat,
Adilcevaz, Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu
faaliyetleri haber alan Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu
esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim
Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz üzerine yürümeyi
kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4 Mayis
l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî
tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim
Pasa, Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu
Sa'dabad civarinda konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri,
Safevî pâyitahtinin bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l
Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'te savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir.
Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa ettirerek buraya l000 kisilik
bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder. Böylece her türlü yagma ve
kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O, kimseyi incitmemeye ve
halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim Pasa'nin bu
sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini gösterecekti.
Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina karsi
Ibrahim Pasa tarafindan acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce
940 (23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru
yola çikar. Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir
harekâtinin sebep olabilecegi endisesi ile birlikte asker arasinda
meydana gelen huzursuzluk ta vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre
düsman topraklarina girildigi zaman "asker içine gûna gûn fisiltilar
düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette askere penâh gerek imis,
Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in hali ne olur deyü
bir havf ve hasyet (korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu hâle vâkif
oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i
Pâdisahî'ye yazar" Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir.
Pâdisah, Konya'da bulundugu sirada Van ile birlikte elde edilen diger
sehirlerin anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah,
Allah'a hamd ve senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i
Rûmî'nin türbesini ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada
Kur'an-i Kerim tilâveti ve Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra,
dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda semâa baslamalari onu pek
memnun etmisti.
Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün sehir
halki tarafindan tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la
seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah
tarafindan büyük bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine,
agalara, Defterdar Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve
Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi.
Ordunun degisik siniflari da durumlarina göre ihsanlara kavustular.
Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman, Sah
Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu
esnada, daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi
altina kostuklari görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh
Bey'in oglu ve Iran'in bes taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.
Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi için
yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun
geçecegi yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu
da halki göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda
Sultaniye'ye gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi
ve erzak darliginin basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi
karari alinmisti. Zira bu tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada
kislamak gerekiyordu. Bu sebeple Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir
zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde esine ender rastlanan bir
vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus, toplar ise
yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya kayip
ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkansizligi sebebiyle yolda
birakilip topraga gömüldü.
Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi
alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda
bir anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok
kizan Pâdisah'a, isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun
üzerine Basdefterdar azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.
Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine varir.
Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in
maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan
Mehmed Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l
Camaziyelevvel 94l (28 Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da
Pâdisah sehre girerek dört ay kadar burada kalir. Böylece Bagdad,
Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî Sültan Süleyman, bütün bu
basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar. Diger devlet
erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise nisancilik
mevkiine terfi ettirilir.
Böylece Bati'da "Dâru'l-cihad" adi ile anilan Belgrad'a karsilik,
Dogu'da da "Dâru's-selâm" denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis
olur. Birçok evliya türbesini koynunda bulundurdugu için "Burc-i
evliyâ", Abbasî halifelerinin baskenti oldugundan "Dâru'l-hilâfe",
kapilari dis kapilarla örtülü oldugundan da "Zevrâ" isimleriyle
aniliyordu.
Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret
ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b.
Sâbit'in, Gulat-i Siâ tarafindan yagmalanan kabrini buldurup ziyâret
ederek burayi temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi
yapilmasini emreder. Sonra Imam Musa Kâzim'in ve diger Islâm
büyüklerinin türbelerini de ziyâret eder.Böylece hem Sünnî, hem de
Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh Abdülkadir Geylanî'nin kabri
üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir imâret yaptirir.
Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu
arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van
kalesine kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri
haber alan Kanunî, 3l Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da
Tebriz'e varir. O sirada Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin
alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen Kanunî Sultan Süleyman,
Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e döner. Kanunî daha
sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir. Osmanli
ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan
yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren
Tahmasb, oradan Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da
Istanbul'a ulasir.
Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle "Irakayn Seferi" olarak
anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi,
Bagdad ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer
sonucu, Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan
kaldirilamayacagi anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin
asil gâyesi, Safevîleri belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak
olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi
için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri, Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve
Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî hilâfetlerinin taht sehirlerini
de memleketlerine katmis oluyorlardi.
Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i A'zam
Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda
yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz
bir sekilde kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde
rol oynamasi gibi sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin
selâmeti için gözden çikarmasina yol açmisti.
zaten Iran'a sefer açmaya kararli olan Kanunî, hem Osmanli Pâdisah'i hem
de Islâm Halifesi adina hutbe okunan ve kale anahtarlari da gönderilmis
bulunan Bagdad'i "Kizilbas zulmünden" kurtarmak ve Irak'i almak üzere
harp hazirliklarini baslatmisti. Bu maksatla 2 Rebiülahir 940 (2l Ekim
l533) tarihinde Vezir-i A'zam Damad Ibrahim Pasa'yi önden gönderir.
Ibrahim Pasa, Kasim ayi sonlarina dogru Konya'ya varmak üzereyken Ulama
Han (Pasa)'nin Bitlis'e girdigi ve IV. Seref Han'in basinin kesildigi
haberi gelir. Zira bu sirada Ulama Han ile Diyarbekir Beylerbeyi olan
Fil Yakup Pasa birlikte, Seref Han'in Hizan'i kusattigi sirada ikinci
defa onun üstüne yürüyerek maglub etmislerdi. Bunun üzerine Seref Han'in
oglu III. Semseddin, basina topladigi kuvvetlerle mukabele ettiyse de
karsi duramayacagini anladigindan Ibrahim Pasa'ya müracaat eder. Bunun
üzerine Ibrahim Pasa, Bitlis'i yeniden ocaklik hâline getirip Seref
Han'in oglu III. Semseddin'e verir. Böyle siyasî bir manevrada
bulunmakla Ibrahim Pasa, yerinde bir hareket sergilemis oluyordu. Zira
bu bölgede Seref Hanlar'in nüfuzu büyüktü. Nitekim bu zat, Osmanlilar'in
Bitlis Valisi olarak l574'e kadar 4l yil idarede bulunmustu.
27 Aralik l533'te Haleb'e gelen Ibrahim Pasa, burada kislamisti. Kisin
Van taraflarinda bulunan Ulama Han "istimâlet" tarikiyla Ahlat,
Adilcevaz, Ercis ve Van'i Osmanlilar'a itaat ettirmisti. Bütün bu
faaliyetleri haber alan Sah Tahmasb da harb hazirliklarina baslar. Bu
esnada öncelikle Bagdad'a yürüyüp orayi ele geçirmek isteyen Ibrahim
Pasa, daha sonra Ulama'nin tesiriyle Tebriz üzerine yürümeyi
kararlastirir. Bunun için Birecik üzerinden Firat geçilerek l4 Mayis
l534'te Diyarbekir'e varilir. Burada bir müddet kalinarak yeni siyasî
tesebbüslere girisilir. Böyle bir niyetle Van önlerine gelen Ibrahim
Pasa, Bingöl üzerinden Tebriz'e hareket eder. Sadrazam'in ordusu
Sa'dabad civarinda konakladigi zaman, Tebriz halkinin ileri gelenleri,
Safevî pâyitahtinin bagliligini arzederler. Böylece Ibrahim Pasa, l
Muharrem 94l (l3 Temmuz l534)'te savasmaksizin Tebriz'i ele geçirir.
Pasa, burada müstahkem bir ordugâh insa ettirerek buraya l000 kisilik
bir kuvvet koyar. Sehre bir kadi tayin eder. Böylece her türlü yagma ve
kanunsuz hareketleri yasaklayip önlemis olur. O, kimseyi incitmemeye ve
halki memnun etmeye son derece dikkat ediyordu. Ibrahim Pasa'nin bu
sekildeki hareketi kisa zamanda meyvesini verip tesirini gösterecekti.
Bununla beraber daha önce Sah Tahmasb'in muhtemel bir harekâtina karsi
Ibrahim Pasa tarafindan acele yetismesi arzulanan Kanunî, ll Zilhicce
940 (23 Haziran l534)'te Üsküdar'dan hareketle Iran sinirlarina dogru
yola çikar. Ibrahim Pasa'nin bu istegine Sah Tahmasb'in muhtemel bir
harekâtinin sebep olabilecegi endisesi ile birlikte asker arasinda
meydana gelen huzursuzluk ta vardi. Nitekim Peçevî'nin ifadesine göre
düsman topraklarina girildigi zaman "asker içine gûna gûn fisiltilar
düsüp Sah'a Sah gerek imis, mahall-i zarûrette askere penâh gerek imis,
Sah gelürse mukabelesine kim gelür ve asker-i Islâm'in hali ne olur deyü
bir havf ve hasyet (korku) târi oldu. Tedbir sahibi vezir bu hâle vâkif
oldugu gibi bilâ te'hir musta'cel ulaklar ile ahvali tekrar cânib-i
Pâdisahî'ye yazar" Iznik, Kütahya, Aksehir ve Konya'dan geçilir.
Pâdisah, Konya'da bulundugu sirada Van ile birlikte elde edilen diger
sehirlerin anahtarlari gelir. Ordusunun zaferlerine çok sevinen Pâdisah,
Allah'a hamd ve senâ ile büyük sair ve mutasavvif Mevlana Celâleddin-i
Rûmî'nin türbesini ziyâret edip bir semâ âyininde bulunur. Burada
Kur'an-i Kerim tilâveti ve Mesnevî'den parçalar okunduktan sonra,
dervislerin kudûm ve ney sesleri arasinda semâa baslamalari onu pek
memnun etmisti.
Sultan Süleyman, 27 Eylül'de Tebriz'e girerken hemen hemen bütün sehir
halki tarafindan tezahüratla karsilanmisti. Ertesi gün Pâdisah'la
seraskerinin ordulari Ucan'da birlestiler. 29 Eylül'de Pâdisah
tarafindan büyük bir divan toplanarak bunda seraskere, beylerbeyilerine,
agalara, Defterdar Iskender Çelebi'ye, Nisanci Seydi Bey'e ve
Reisü'l-Küttâb Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye tesrif hil'atleri giydirildi.
Ordunun degisik siniflari da durumlarina göre ihsanlara kavustular.
Ordu, Sultaniye'ye dogru yoluna devam eder. Buraya gelindigi zaman, Sah
Tahmasb'in memleketinin içlerine dogru geri çekildigi ögrenilir. Bu
esnada, daha önce Sah tarafinda bulunan bazi beylerin Osmanli bayragi
altina kostuklari görülür. Dulkadir Hânedanindan Mehmed Bey, Sahruh
Bey'in oglu ve Iran'in bes taninmis sahsiyeti burada zikredilebilir.
Gerçekten, Sah Tahmasb, Osmanli ordusunun önüne çikmaktan çekindigi için
yipratma taktiklerini kullaniyordu. Bu maksatla Osmanli ordusunun
geçecegi yerleri tahrib ettiriyordu. Irak-i Acem'e giren Osmanli ordusu
da halki göçürülmüs, issiz ve harab bir arazide çok güç sartlar altinda
Sultaniye'ye gelebilmisti. Havalarin sogumasi, kar yagisinin baslamasi
ve erzak darliginin basgöstermesi yüzünden ordunun Bagdad'a yürümesi
karari alinmisti. Zira bu tabiat sartlarina göre güneye inmek ve orada
kislamak gerekiyordu. Bu sebeple Hemedan'a teveccüh edildi. Binbir
zorlukla yapilan bu yürüyüs, dünya tarihinde esine ender rastlanan bir
vak'aydi. Zira birçok yük hayvani yolda telef olmus, toplar ise
yagmurdan büyük zarar görmüslerdi. Bu arada yollarda birçok esya kayip
ve zayi' oldu. Bazi toplar da nakledilme imkansizligi sebebiyle yolda
birakilip topraga gömüldü.
Bu isler, serasker kethüdasi olarak, Basdefterdâr Iskender Çelebi'yi
alakadar ediyordu. Basdefterdârla Serasker olan Ibrahim Pasa arasinda
bir anlasmazlik vardi. Bu intizamsizliga ve yollardaki telefata çok
kizan Pâdisah'a, isin sorumlusu olarak Iskender Çelebi gösterildi. Bunun
üzerine Basdefterdar azledilerek uhdesindeki zeâmetler geri alinir.
Bununla beraber birçok güçlükler yenilerek ordu Bagdad önlerine varir.
Bagdad önlerine varildiginda kale muhafizi Tekelü Mehmed Han'in
maiyetindeki askeri alip sehri terk ettigi görülür. Aslen Tekeli olan
Mehmed Han, Siraz'a kaçtigi için Bagdad, mukavemetsiz olarak 2l
Camaziyelevvel 94l (28 Kasim l534) teslim olur. Bundan iki gün sonra da
Pâdisah sehre girerek dört ay kadar burada kalir. Böylece Bagdad,
Osmanli ülkesine ilhak edilmis olur. Kanunî Sültan Süleyman, bütün bu
basarilarindan dolayi Ibrahim Pasa'yi ihsanlara bogar. Diger devlet
erkânina da derecelerine göre terakkiler verir. Celâlzâde ise nisancilik
mevkiine terfi ettirilir.
Böylece Bati'da "Dâru'l-cihad" adi ile anilan Belgrad'a karsilik,
Dogu'da da "Dâru's-selâm" denilen Bagdad, Osmanli ülkesine katilmis
olur. Birçok evliya türbesini koynunda bulundurdugu için "Burc-i
evliyâ", Abbasî halifelerinin baskenti oldugundan "Dâru'l-hilâfe",
kapilari dis kapilarla örtülü oldugundan da "Zevrâ" isimleriyle
aniliyordu.
Kanunî, Bagdad'da bulundugu müddet içinde birçok mübarek yeri ziyâret
ile insa ve tamir ettirmisti. Bu arada, Imam A'zam Ebû Hanife Numan b.
Sâbit'in, Gulat-i Siâ tarafindan yagmalanan kabrini buldurup ziyâret
ederek burayi temizletir ve üzerine çini ile müzeyyen türbe ve câmi
yapilmasini emreder. Sonra Imam Musa Kâzim'in ve diger Islâm
büyüklerinin türbelerini de ziyâret eder.Böylece hem Sünnî, hem de
Siîleri memnun eder. Bundan baska, Seyh Abdülkadir Geylanî'nin kabri
üzerinde bir türbe yaptirdigi gibi, yanina da bir imâret yaptirir.
Asil hedefinin Kanunî degil, Ulama oldugunu söyleyen Sah Tahmasb, bu
arada Tebriz üzerine hareket ile Ulama'yi takibe baslamis ve onun Van
kalesine kapanmasi üzerine de burayi muhasara etmisti. Bu hâdiseeri
haber alan Kanunî, 3l Mart l535'te Bagdad'dan ayrilarak 30 Haziran'da
Tebriz'e varir. O sirada Tahmasb'in Sultaniye'de oldugu haberinin
alinmasi üzerine Derguzin'e kadar gelen Kanunî Sultan Süleyman,
Tahmasb'in izine rastlamayinca ordu tekrar Tebriz'e döner. Kanunî daha
sonra Tebriz'den Ahlat'a, oradan da Diyarbekir'e gelir. Osmanli
ordusunun çekilmesiyle yeniden harekete geçen Tahmasb, bosaltilan
yerleri alarak tekrar Ulama'nin üzerine yürür. Van'i ele geçiren
Tahmasb, oradan Tebriz'e döner. Osmanli ordusu ise 8 Ocak l536'da
Istanbul'a ulasir.
Irak-i Arab ve Irak-i Acem'e girilmesi sebebiyle "Irakayn Seferi" olarak
anilan bu harekâtin, Osmanlilar bakimindan gözle görülür faydasi,
Bagdad ve çevresinde, hâkimiyetlerinin kurulmus olunmasidir. Bu sefer
sonucu, Osmanlilarin karsisina çikamayan Safevîler'in tamamen ortadan
kaldirilamayacagi anlasildigindan, bundan sonraki Osmanli seferlerinin
asil gâyesi, Safevîleri belirli bir sinir bölgesinin disinda tutmak
olmustu. Askerî nokta-i nazardan ve Ceziretu'l-Arab'in elde bulunmasi
için elzemdi. Böylece Osmanli Halifeleri, Haremeyn-i Serifeyn, Sam ve
Bagdad'a sâhip olmakla Emevî ve Abbasî hilâfetlerinin taht sehirlerini
de memleketlerine katmis oluyorlardi.
Bu sefer sonrasinda büyük bir san ve söhret kazanmis olan Vezir-i A'zam
Ibrahim Pasa, l5 Mart l536'da idam edilecektir. Irakayn seferi sirasinda
yaptigi hatalar, gurura kapilip kendisine verilen yetkileri sinirsiz
bir sekilde kullanmasi ve Defterdar Iskender Çelebi'nin öldürülmesinde
rol oynamasi gibi sebepler, Kanunî'nin bu çok sevdigi vezirini devletin
selâmeti için gözden çikarmasina yol açmisti.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°13
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Pâdisah, Bagdad'da bulundugu dört ay içinde bütün bölgenin kadastrosu
mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da
tesmil ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk
prensibine bagli bir adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid
itaatini arzettiginden buraya dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve
türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e dahi giderek buralari da
ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn seferinden sonra
on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile
mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hakim olmasina
sebep olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da
saglamisti. Bu arada, Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir sekilde
Siîlik tesis edilmisti. Sah Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya
ajanlar (halife, daî) göndermek suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil
ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla beraber Safevî hanedan üyeleri
arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi Türkmen gruplarinin
birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe sarsmaktaydi.
Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi iken
bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafindan takibata
ugramisti. Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve
Kipçak taraflarina kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan
bir gemi ile Istanbul'a gelip Osmanli Pâdisahina siginacaktir.
Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi
karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas
gelir gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun
tesviki, gerekse Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan
böyle bir sefer gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma
imzalandigindan Iran üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece
Tahmasb'in Sünnîler'e tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne
gidilmesi yolundaki telkini ve Özbeklerin yardim istemeleri sebebiyle
kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas Mirza'nin da ilticasiyle
kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için l547 - l548 kisi
hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han (Pasa),
Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine
getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle
2l Mart l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu
gelismelerden haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafindan
tahta geçirileceginden korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti.
Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay
konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda toplayan Sah'in, âdeti oldugu
üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir niyeti yoktu. O, Osmanli
ordusu ugraginda (menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek ve yemlikleri,
hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas ajanlarini
göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle karisikliklar
çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin bir
kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda
kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi sekilde gelisme
göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi
siralarda, propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî
casusu, ellerindeki mektuplarla birlikte yakalanmislardi.
Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan
Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra
kendisi Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli
ordusu üçüncü defa olarak tebriz'e girer. l5 Agustos'ta Van'a gelen
Pâdisah, dokuz günlük bir çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i
Iranlilarin elinden tekrar almaya muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas
Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden hükümdar, geri dönmek üzere
harekete geçer.
Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kisi geçirmek üzere
Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve Âdilcevaz taraflarina
tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile
görevli isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip
öldürtür. Kaleyi de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan
taraflarina sarkan Sah, Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu
haberler, Diyarbekir'de bulunan Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi
büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine gönderir. Bu arada, kendi arzusu
üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan taraflarini vurup
yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha edilen Sah
Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e
gelip kisi orada geçirir.
Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu ile
tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan
Gürcistan'in bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle
iki yüzlü hareketleri ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki
mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri sebebiyle bu isin saglam bir
sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler, Livane (Artvin) sancagina
girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah, Diyarbekir'de
kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman, Dulkadir
(Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar
tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet
eden Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü
Atabegi II. Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen
Ahmed Pasa, l8 Saban 956 ( ll Eylül l549 )'da burayi kusatir. Kalede
mahsur bulunan Corci Aga teslim teklifini reddettigi için savasa
girisilir. Toplarla dövülen kale surlari yikildigi için burasi 20
Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi gibi bütün Tortum
Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak itibar
edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da
Istanbul'a döner.
Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van
eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline
getirilmisti. Sirvan ülkesi ise, Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet
için bagimsizligini kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari
çekildikten sonra Sah Tahmasb, l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele
geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile
Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip Horasan'a akin etmeleri üzerine
Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina vararak hazirliklara
baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm haberini alan
Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri
dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve
oradan kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. l55l) yazinda
Sirvansahlardan Hasan Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan
Seki'yi de istila eder.Bu siralarda Erzurum Beylerbeyligine getirilen
eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü Atabeylerinin elinde kalan son
yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda Ardanuç'u almis ve burayi
bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa, Ardanuç'ta
Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak, buraya
bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi
haline getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti.
Iskender Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah
Tahmasb'dan yardim isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla
beraber kisin yaklasmasi üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner.
Tahmasb, daha sonra ordusunu dört kola ayirarak Osmanli topraklarini
isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi sikistiran Tahmasb, Ahlat ve
Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele geçiren Sah, burada büyük
bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de zapteden
Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme
faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini
durdurup, yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal
sefer hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed
Pasa komutasinda Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da
yeniçeri ve bölük halkiyla Istanbul'dan hareket eder.
Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en
kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi
haberler gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan
Sehzâde Mustafa, Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi
olabilecek durumdaydi. Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta
geçmesini arzu eden Hurrem Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu
yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve
marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa diger sehzâdeler tarafindan
da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de kendisini çok seviyordu.
Sehzâde Mustafa da, artik babasinin yaslandigini, sefere iktidarinin
bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile
görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok
ederse kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak
saltanat davasina sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif
oldugu Mustafa hakkinda Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine
Rüstem Pasa'yi geri çagirtan Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.
mâhiyetinde tahririni yaptirarak, timar ve zeâmet sistemini buraya da
tesmil ettirir. Bu arada kadilar nasb ettirerek adâlet ve dogruluk
prensibine bagli bir adlî sistem gelistirir. Bu arada Basra Emîri Râsid
itaatini arzettiginden buraya dokunulmadi. Keza o, dinî âbide ve
türbeleri ziyâret edip Kerbelâ ve Necef'e dahi giderek buralari da
ziyaret eder.2. Ikinci Iran SeferiKanunî'nin, Irakayn seferinden sonra
on iki yil gibi uzun bir süre Avrupa ve Akdeniz hâkimiyeti ile
mesguliyeti, Sah Tahmasb'in Gürcistan ve Sünnî Sirvan'a hakim olmasina
sebep olmustu. Bu bosluk ona Özbekleri geri püskürtme imkâni da
saglamisti. Bu arada, Azerbeycan ve Irak-i Acem'de güçlü bir sekilde
Siîlik tesis edilmisti. Sah Tahmasb, bununla da yetinmeyerek Anadolu'ya
ajanlar (halife, daî) göndermek suretiyle Türkmen asiretlerini Erdebil
ocagina bagli tutmaya çalismisti. Bununla beraber Safevî hanedan üyeleri
arasindaki tefrika ve Safevîler'in dayandigi Türkmen gruplarinin
birbirleriyle olan irtibatsizliklari, Iran'i içten içe sarsmaktaydi.
Nitekim Sah'in kardesi Elkas Mirza, Safevîler'in Sirvan hâkimi iken
bagimsizlik davâsina kalkistigi için kardesi tarafindan takibata
ugramisti. Elkas Mirza, bu takibattan kurtulmak için önce Derbend ve
Kipçak taraflarina kaçacak, daha sonra Azak ve Kefe'ye geçerek oradan
bir gemi ile Istanbul'a gelip Osmanli Pâdisahina siginacaktir.
Münasebetlerin, Iran'la ii olmamasindan dolayi Elkas Mirza iyi
karsilandigi gibi kendisine fevkalade ikramda da bulunulur. Zaten Elkas
gelir gelmez Pâdisah'i Sark seferi için tahrik ediyordu. Gerek bunun
tesviki, gerekse Sah'in eline geçen yerlerin tekrar alinmasi bakimindan
böyle bir sefer gerekliydi. Bu esnada Avusturyalilar ile bir antlasma
imzalandigindan Iran üzerine bir sefer açilmasina karar verilir. Böylece
Tahmasb'in Sünnîler'e tasallutu, Rüstem Pasa'nin Gürcistan üstüne
gidilmesi yolundaki telkini ve Özbeklerin yardim istemeleri sebebiyle
kaçinilmaz hâle gelen Dogu seferi, Elkas Mirza'nin da ilticasiyle
kesinlesmis bulunuyordu. Bu seferin gerçeklesmesi için l547 - l548 kisi
hazirliklarla geçirildi. Bu esnada Bosna valisi olan Ulama Han (Pasa),
Iran halkinin durumnu iyi bildigi için Erzurum Beylerlebligine
getirilerek Elkas'a lala tayin edilir. Elkas, maiyetindeki kuvvetlerle
2l Mart l548'de, Pâdisah ise 29 Mart'ta Istanbul'dan hareket eder. Bu
gelismelerden haberdar olan ve kardesi Elkas'in, Osmanlilar tarafindan
tahta geçirileceginden korkan Tahmasb da ordusunu toplamaya baslamisti.
Öyle anlasiliyor ki, Tebriz'den Senb-i Gazan'a gelerek burada bir ay
konaklayan ve bütün ordusunu eli altinda toplayan Sah'in, âdeti oldugu
üzere Osmanlilar'in karsisina çikmak gibi bir niyeti yoktu. O, Osmanli
ordusu ugraginda (menzil) ve çevresindeki bütün yiyecek ve yemlikleri,
hatta içme sularini yok etmek, Anadolu içlerine Kizilbas ajanlarini
göndererek oradaki mezhebdaslarini ayaklandirmak suretiyle karisikliklar
çikarmak siyasetini güdüyordu. Böylece Osmanlilar, kuvvetlerinin bir
kismini kendi tebealari ile ugrasmak üzere geride birakmak zorunda
kalacaklardi. Bununla beraber olaylar, Sah'in arzuladigi sekilde gelisme
göstermiyorlardi. Zira, Osmanli Pâdisahi'nin Erzurum'a ulastigi
siralarda, propaganda için Anadolu'ya gönderilmis olan dört Safevî
casusu, ellerindeki mektuplarla birlikte yakalanmislardi.
Önce Van'i Safevîler'in elinden kurtarmak isteyen Kanunî Sultan
Süleyman, Ulama ve Pîrî Pasalar'i burayi zapta memur ettikten sonra
kendisi Tebriz üzerine hareket eder. Pâdisah'in komutasindaki Osmanli
ordusu üçüncü defa olarak tebriz'e girer. l5 Agustos'ta Van'a gelen
Pâdisah, dokuz günlük bir çarpismadan sonra (24 Agustos l548)'de Van'i
Iranlilarin elinden tekrar almaya muvaffak olur. Defterdar Sari Ilyas
Çelebi'yi Van Beylerbeyligine tayin eden hükümdar, geri dönmek üzere
harekete geçer.
Sah Tahmasb, Van'in kaybedildigini ve Osmanlilar'in, kisi geçirmek üzere
Diyarbekir'e gittigini ögrenince Ercis, Ahlat ve Âdilcevaz taraflarina
tahripkâr akinlarda bulunur. Bu arada Kars kalesini tamir ve insa ile
görevli isçileri koruyan Pasin mirlivasi muhafizlarini kiliçtan geçirip
öldürtür. Kaleyi de yerle bir eder. Bu arada Tercan ve Erzincan
taraflarina sarkan Sah, Erzincan'i atese vermekten de çekinmez. Bu
haberler, Diyarbekir'de bulunan Kanunî'ye ulasinca, vezir Ahmed Pasa'yi
büyük bir kuvvetle Sah'in üzerine gönderir. Bu arada, kendi arzusu
üzerine Elkas Mirza'yi da Kâsan, Kum ve Isfahan taraflarini vurup
yagmalamak üzere gönderir. Kuvvetlerinin mühim bir kismi imha edilen Sah
Tahmasb, sür'atle geri çekilerek Karabag'a gider. Kanunî ise Haleb'e
gelip kisi orada geçirir.
Sah Tahmasb'in, yeniden harekete geçmesi üzerine Kanunî l549'da ordu ile
tekrar Diyarbekir'e gelir. Bu arada iki devlet arasinda bulunan
Gürcistan'in bazan Osmanlilara, bazan da Iranlilar'a yanasmak suretiyle
iki yüzlü hareketleri ve Osmanilarin, Avrupa ile Akdeniz'deki
mesguliyetleri esnasindaki tecavüzleri sebebiyle bu isin saglam bir
sonuca baglanmasi gerekiyordu. Zira Gürcüler, Livane (Artvin) sancagina
girip Ispir'e kadar dayanmislardi. Bu sebeple Pâdisah, Diyarbekir'de
kalip III. Vezir Ahmed Pasa basbuglugunda Erzurum, Karaman, Dulkadir
(Maras) ve Rum (Sivas) Beylerbeyileri ile Sancakbeyleri ve bir miktar
tüfekçi yeniçeri kendi Kethüdalariyla, ayrica Pâdisah'in otagina hizmet
eden Garipler bölügü de Agalari ile bu seferle görevlendirilirler. Gürcü
Atabegi II. Keyhüsrev'in merkez ittihaz ettigi Tortum üzerine yürüyen
Ahmed Pasa, l8 Saban 956 ( ll Eylül l549 )'da burayi kusatir. Kalede
mahsur bulunan Corci Aga teslim teklifini reddettigi için savasa
girisilir. Toplarla dövülen kale surlari yikildigi için burasi 20
Saban'da feth olunur. Ahmed Pasa, burayi zapt ettigi gibi bütün Tortum
Çayi boyunu da ele geçirir. Fethedilen bu yerler, dört sancak itibar
edilmislerdi. Bu arada Kanunî, Adana - Konya yolu ile 2l Aralik l549'da
Istanbul'a döner.
Iran'a yapilan bu ikinci sefer sonucunda Hakkari'yi de içine alan Van
eyâleti kuruldugu gibi, Atabeglerin yurdu da dört sancak haline
getirilmisti. Sirvan ülkesi ise, Osmanlilar'in yardimi ile bir müddet
için bagimsizligini kazanmisti.3. Nahcivan Seferi Osmanli ordulari
çekildikten sonra Sah Tahmasb, l550 yili baslarinda Sirvan'i yeniden ele
geçirmisti. Ayni yilin Mayis'inda Özbek hükümdari Abdüllatif Han ile
Sehzâde Barak Han'in Amuderya'yi geçip Horasan'a akin etmeleri üzerine
Tahmasb, Kazvin'den Sultaniye yaylaklarina vararak hazirliklara
baslamisti. Bu arada Ubeyd Han oglu Abdülaziz Han'in ölüm haberini alan
Özbek Hanlari, onun ülkesi Buhara'yi ele geçirmek üzere geri
dönmüslerdi. Bu yüzden Özbekler'den yana ferahlayan Sah, Tebriz'e ve
oradan kislamak üzere Karabag'a gelir. 958 (M. l55l) yazinda
Sirvansahlardan Hasan Bey'in oglu Dervis Mehmed Han'in ülkesi olan
Seki'yi de istila eder.Bu siralarda Erzurum Beylerbeyligine getirilen
eski Van Beylerbeyi Iskender Pasa, Gürcü Atabeylerinin elinde kalan son
yerlere akinlar düzenleyerek l55l Mayis'inda Ardanuç'u almis ve burayi
bir sancak merkezi haline getirmistir. Iskender Pasa, Ardanuç'ta
Akkoyunlulardan kalma eski bir câmiin kalintilarini onarttirarak, buraya
bir boyahane ile 6l dükkâni vakfeylemistir. Böylece sancak merkezi
haline getirilen bu kasabanin kisa zamanda Islâmlasmasini da saglamisti.
Iskender Pasa'nin Ardanuç'u fethettigini duyan II. Keyhüsrev, Sah
Tahmasb'dan yardim isteyince o da Iskender Pasa üzerine yürür. Bununla
beraber kisin yaklasmasi üzerine bir sonuç alamadan Karabag'a döner.
Tahmasb, daha sonra ordusunu dört kola ayirarak Osmanli topraklarini
isgale baslar. Erzurum'da Iskender Pasa'yi sikistiran Tahmasb, Ahlat ve
Van civarini yakip yikar. Bu arada Ahlat'i ele geçiren Sah, burada büyük
bir katliam yaptirir. Ercis ve Bargiri (Muradiye) de zapteden
Safevîler, l553 baharina kadar Dogu Anadolu'da tahrip ve öldürme
faaliyetlerine devam ederler. Bu hâdiseler Kanunî'yi, Erdel harekâtini
durdurup, yeniden dogu seferine çikma zorunda birakir. Bu sebeple derhal
sefer hazirliklarina baslayan Kanunî, Rumeli askerini Sokollu Mehmed
Pasa komutasinda Anadolu'ya gönderir. Vezir-i A'zam Rüstem Pasa da
yeniçeri ve bölük halkiyla Istanbul'dan hareket eder.
Rüstem Pasa, Ankara'ya geldiginde Kanunî'nin büyük oglu ve tahtin en
kuvvetli adayi olan Amasya Sancakbeyi Sehzâde Mustafa hakkinda bazi
haberler gönderme ihtiyacini duyar. O siralarda 38 yasinda bulunan
Sehzâde Mustafa, Kanunî'nin büyük oglu olmasi hasebiyle taht vârisi
olabilecek durumdaydi. Halbuki ogullarindan birinin veliahd olarak tahta
geçmesini arzu eden Hurrem Sultan, ona karsi pek iyi düsünmüyordu. Bu
yüzden Sehzâde Mustafa gözden ve tevccühten uzak tutuluyordu. Ilim ve
marifette de kudretli olan Sehzâde Mustafa diger sehzâdeler tarafindan
da kiskanilmakta idi. Buna karsilik asker de kendisini çok seviyordu.
Sehzâde Mustafa da, artik babasinin yaslandigini, sefere iktidarinin
bulunmadigini, bu sebeple Rüstem Pasa'yi Dogu seferi ile
görevlendirdigini, bunun da kendisine düsman oldugunu, sâyet bunu yok
ederse kendisine taht yolunun açilacagi gibi telkinlere kapilarak
saltanat davasina sürüklenmisti. Rüstem Pasa ise sevmedigi ve muhalif
oldugu Mustafa hakkinda Kanunî'ye mektuplar göndermisti. Bunun üzerine
Rüstem Pasa'yi geri çagirtan Kanunî, bizzat sefere çikmaya karar verir.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°14
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
l2 bin civarindaki yeniçeri, l8 Ramazan 960 (28 Agustos l553) 'ta
Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar.
Kanunî, yaninda oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e
gelir. O, kendisine âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya
Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi da sefere katilmak üzere yanina çagirtir.
26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya Ereglisi civarinda babasina
yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde belirttikleri "mekr-i
Rüstem" ( = 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle çadirinda
bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten
azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem
Sultan ve Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana
gelen bu elim hâdise, halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu.
Bunun için Kanunî, sefer arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek
için Rüstem Pasa'yi azletmek zorunda kalmisti.
Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi
gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve
seyh de bu beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt
kardesi olan Mehmed Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran
seferinden Istanbul'a dönünce, Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne
karsi agir sözler söylemisti. Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi
kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün dünyada hâkim olmustu. Burada
suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden önceki 2. Iran sefer-i
hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp dertlesmislerdi. Bu
mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari siralamis,
fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu
sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada
Sehzâde, daha babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi
Sehzâde Mustafa, aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci
vezir Ahmed ile üçüncü vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup
Amasya'dan gelmemesi için kendisine haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde
böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira babasi ile yüz yüze
geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.
Halk ve asker tarafindan sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin
üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem
Sultan ve hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu
mersiyelerden en çok bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir
asker olan büyük mesnevi sairi Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7
bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk siirinin mersiye vâdisindeki
saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis olan manzumesinde
Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen "Mekr-i Rüstem = Rüstem'in
hilesi" terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. l553) olarak
düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman
olarak Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi
Âlî (Gelibolulu Mustafa Âlî) Yahya Bey'e: "Gazab-i pâdisahîden havf
etmedin (korkmadin mi) mi ki, böyle nazma cür'et ettin?" diye sorunca o
da: "Sehzâde'nin firaki beni mecnun ve mecbur etmis idi" der. Yahya Bey,
Türk fikir hürriyetinin âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da
tenkid etmekle beraber "nizâm-i âlem"i muhafaza etmek için hükümdarin
aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir. Bununla beraber Rüstem Pasa,
gerek kendisine, gerekse Kanunî'ye çatildigi için sikâyette bulunarak
Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî "Bu makulelere
kulak tutma ve intikam kasdin etme" diyerek kendisini dahi tenkid etmis
olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini
göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine
tercüman olacak sekilde siirler kaleme almislardir.
8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir. Bu
aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin
iyice ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi.
Peçevî'nin ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü oldugundan
dolayi Pâdisah tarafindan çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve
çabalari, Sehzâdenin hastaligina ve sonunda da ölümüne mani olamadi.
Cenaze Namazi Haleb'de kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir.
Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek
için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan düzeni yeniden tanzim edip yerine
getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir.
Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554) günü
Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu
çerisi ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha
önceden gönderilen usta ve isçiler tarafindan kurulmus bulunan Birecik
köprüsünden geçerek Urfa'ya, oradan da Diyarbekir'e gider. Burada
yapilan divanda askerin Erzurum'da toplanmasi kararlastirilir. Kendisi
de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise, daha önce yaptiklarini bir
bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür. Ayrica, daha Kanunî ve
ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz taraflarini
yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5
Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu
savasa davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini
yagmalamaktan vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari
birakabilecegini, savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini
bildirmisti.
Istanbul'dan Üsküdar'a geçen Kanunî'yi, büyük bir merasimle karsilar.
Kanunî, yaninda oglu Cihangir bulundugu halde 22 Eylül'de Bolvadin'e
gelir. O, kendisine âsi rakip olacak diye tanitilan büyük oglu Amasya
Sancakbeyi Sehzâde Mustafa'yi da sefere katilmak üzere yanina çagirtir.
26 Sevval 960 (5 Ekim l553) günü Konya Ereglisi civarinda babasina
yetisen Mustafa, sairlerin tarih ibâresinde belirttikleri "mekr-i
Rüstem" ( = 960 yili) yüzünden o gün Pâdisah'in emriyle çadirinda
bogdurularak cenazesi Bursa'ya gönderilir. Rüstem Pasa da sadaretten
azledilerek yerine Kara lakapli II. Vezir Ahmed Pasa getirilir. Hurrem
Sultan ve Rüstem Pasa'nin isbirligi ve hileleri ile 6 Ekimde meydana
gelen bu elim hâdise, halk arasinda büyük bir infiale sebep olmustu.
Bunun için Kanunî, sefer arifesinde nahos bir olaya sebebiyet vermemek
için Rüstem Pasa'yi azletmek zorunda kalmisti.
Sehzâdenin ölümü, kendisini candan seven Anadolu halkini yaraladigi
gibi, nimetleriyle perverde olan yüzlerce bilgin, sair, san'atkâr ve
seyh de bu beklenmedik ölüme agliyorlardi. Bu arada Kanunî'nin süt
kardesi olan Mehmed Çelebi, olaydan iki sene sonra Pâdisah Iran
seferinden Istanbul'a dönünce, Sehzâde Mustafa'ya kiydigi için yüzüne
karsi agir sözler söylemisti. Sehzâde'nin, iftiraya kurban gittigi
kanaati, devletin tamaminda ve hatta bütün dünyada hâkim olmustu. Burada
suna dikkat çekmeliyiz ki, Nahcivan seferinden önceki 2. Iran sefer-i
hümayûnunda Kanunî ile Sehzâde, karsilikli görüsüp dertlesmislerdi. Bu
mülakatta Kanunî, oglunun yüzüne karsi hakkindaki ithamlari siralamis,
fakat Sehzâde'nin cevaplari karsisinda kendisine hak vermisti. Ama bu
sefer, yani ölümünden önce meydana gelecek olan son karsilasmada
Sehzâde, daha babasiyle görüsme imkâni bulamadan öldürülmüstü. Gerçi
Sehzâde Mustafa, aleyhindeki havanin agirligini biliyordu. Hatta ikinci
vezir Ahmed ile üçüncü vezir Haydar Pasalar, bir bahane uydurup
Amasya'dan gelmemesi için kendisine haber göndermislerdi. Fakat Sehzâde
böyle bir yolu tutmaya tenezzül etmedi. Zira babasi ile yüz yüze
geldiklerinde onu ikna edecegine kani idi.
Halk ve asker tarafindan sevilen Sehzâde Mustafa'nin katli, halkin
üzüntüsüne sebep olmustu. Bu bakimdan birçok sair Rüstem Pasa, Hurrem
Sultan ve hatta Kanunî'yi yeren siirler kaleme almislardir. Bu
mersiyelerden en çok bilinen ve yaygin olani sancakbeyi rütbesinde bir
asker olan büyük mesnevi sairi Taslicali Yahya Bey'indir. Yahya Bey, 7
bend ve 42 beyit tutan ve klasik Türk siirinin mersiye vâdisindeki
saheserlerinden biri olan bu çok cesurca yazilmis olan manzumesinde
Rüstem Pasa'ya siddetle çatmaktadir. Esasen "Mekr-i Rüstem = Rüstem'in
hilesi" terkibi de Sehzâde'nin katline tarih (H. 960 = M. l553) olarak
düsürülmüstü. Bu eserinde Yahya Bey, bütün ordunun hislerine tercüman
olarak Rüstem Pasa'nin idamini açiktan açiga istemisti. Büyük tarihçi
Âlî (Gelibolulu Mustafa Âlî) Yahya Bey'e: "Gazab-i pâdisahîden havf
etmedin (korkmadin mi) mi ki, böyle nazma cür'et ettin?" diye sorunca o
da: "Sehzâde'nin firaki beni mecnun ve mecbur etmis idi" der. Yahya Bey,
Türk fikir hürriyetinin âbidelerinden olan bu eserinde Pâdisahi da
tenkid etmekle beraber "nizâm-i âlem"i muhafaza etmek için hükümdarin
aleyhinde daha fazla ileri gitmemistir. Bununla beraber Rüstem Pasa,
gerek kendisine, gerekse Kanunî'ye çatildigi için sikâyette bulunarak
Yahya Bey'in cezalandirilmasini istemisti. Fakat Kanunî "Bu makulelere
kulak tutma ve intikam kasdin etme" diyerek kendisini dahi tenkid etmis
olan Yahya Bey'i, himaye etmis ve makul tenkid hürriyetine saygisini
göstermistir. Bundan baska, birçok sair, halkin bu konudaki hislerine
tercüman olacak sekilde siirler kaleme almislardir.
8 Kasim'da Haleb'e ulasan Kanunî, burada ikinci bir aci ile sarsilir. Bu
aci, agabeyinin öldürülmesinden müteessir olan Cihangir'in hastaliginin
iyice ilerlemesinden sonra 20 Zilhicce (27 Kasim)'da vefat etmesiydi.
Peçevî'nin ifadesine göre Cihangir, sehzâdelerin en küçügü oldugundan
dolayi Pâdisah tarafindan çok seviliyordu. Doktorlarin bütün gayret ve
çabalari, Sehzâdenin hastaligina ve sonunda da ölümüne mani olamadi.
Cenaze Namazi Haleb'de kilindiktan sonra na'si Istanbul'a gönderilir.
Kanunî, iki oglunun verdigi aciyi hafifletmek ve biraz olsun avunabilmek
için, Haleb, Sam ve Kudüs'te bozulan düzeni yeniden tanzim edip yerine
getirmek ve vakiflari gelistirmekle ugrasir.
Kisi Haleb'de geçiren Kanunî, 6 Cemaziyelevvel 96l (9 Nisan l554) günü
Haleb'ten çikip sehrin önündeki Gökmeydan'da ordugaha geçen Kapikulu
çerisi ile ilerleyen Kanunî, 23 Cemaziyelevvel (26 Nisan)'da daha
önceden gönderilen usta ve isçiler tarafindan kurulmus bulunan Birecik
köprüsünden geçerek Urfa'ya, oradan da Diyarbekir'e gider. Burada
yapilan divanda askerin Erzurum'da toplanmasi kararlastirilir. Kendisi
de Erzurum'a dogru yola çikar. Tahmasb ise, daha önce yaptiklarini bir
bakima tekrarlayarak pasif savunmasini sürdürür. Ayrica, daha Kanunî ve
ordusu yetismeden Hakkari, Gevas, Van ve Adilcevaz taraflarini
yagmalattigi gibi yollarin üstündeki her seyi de yakip yiktirir. 5
Temmuz'da Kars ovasina gelen Kanunî, Tahmasb'a bir mektup göndererek onu
savasa davet eder. Mektubunda, Rafizîlik'ten ve halkin mallarini
yagmalamaktan vazgeçmesini, sayet bütün korkusu top ve tüfek ise bunlari
birakabilecegini, savasmak için sadece kilicin da yeterli olacagini
bildirmisti.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°15
Geri: Kanunî Sultan Süleyman
Bu siralarda Tahmasb, Nahcivan bölgesinde bulunuyordu. Kanunî'nin
mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafindan
tahrib ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi
fetvalari nakl ederek onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu
arada Kanunî, l7 Saban 96l (l8 Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra
Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle dönmüs oldugunu görür.
Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafindan yagma edilir.
Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine Osmanli
ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek
geri dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi
kuvvetleri ile Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu
çarpismalar sonunda Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli
ordusu geri dönerek 6 Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in
mektubunu tasiyan bir elçi gelir. Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed
Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah, Sark'a on defa gelse
bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra gelen
mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi
ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan
baska Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve
Tebriz'i tahrib tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir
telasa düsürmüstü. Gerçekten, Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini
dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene Safevîler'in mukaddes sehri ve
aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib edecegi yolundaki
tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir siyasî
faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e
vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.
Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini saglayacak
olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in elçisine
ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kisi geçirmek üzere Amasya'ya
hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete
geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi
oldugunu isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye
mecbur birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kisi
Amasya'da geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (saray nâziri)
Ferruhzâd Bey, 9 Cemaziyelahir 962 (l0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler
ve sahin mektubu ile Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi
ile görüstükten sonra 2l Mayis'ta divana kabul edilir. "Elçiler Divân-i
Hümayûna gelüb" vezirlerin karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu
mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi mektubu sanki "Süleyman Nebi"den
geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük saygi duydugunu, haberlesme
kapisinin devamli surette açik bulundurulmasi gerektigini ifade ederek
halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas ediyordu.
Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah,
dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diger mukaddes yerleri
ziyaret etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük
iltifatlara nail olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (l Haziran l555) günü,
Kanunî tarafindan, Sah Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir.
Osmanli - Iran devletleri arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar
mektupta, arzu edilen baris " sulh u salâh-i umûr ki, mutazammin-i
âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i cumhurdur" ifadeleri ile
hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk kurulup, asagidaki
su üç maddenin de müvafik görüldügü belirtilmekteydi:
a) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (sövmek,
küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife
(Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu
bir merasim haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin
verdigi teminatin gerçeklesmesinin umuldugu;
b) O taraftan herhangi bir fitne (kiskirtma) ve taarruz olmadikça Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;
c) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi ki
bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: "Huccac-i Beytu'l-Haram
ve züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm
refahiyet ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir."
Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum,
Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce
taninmis oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa
nüfuz bölgeleri tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in
l576'da vefatina ve Iran'da karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli
- Safevî münasebetleri dostâne bir sekilde devam etmistir. Böylece,
Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi seneden beri araliklarla devam
eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak taraflar, her vesile ile
aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar. Bu sebeple olsa
gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (l5 Agustos l556)
münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti.
Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli -
Safevî antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.
derler" demisti.
mektubunu aldigi zaman ülkesi yer yer Osmanli kuvvetleri tarafindan
tahrib ediliyordu. Kanunî, mektubunda Osmanli ulemasinin verdigi
fetvalari nakl ederek onu Hz. Peygamberin seriatina davet ediyordu. Bu
arada Kanunî, l7 Saban 96l (l8 Temmuz l554)'da Revan'a, daha sonra
Nahcivan'a ulasir. Ancak çevrenin âdeta çöle dönmüs oldugunu görür.
Çevredeki saray ve konaklar da Osmanli ordusu tarafindan yagma edilir.
Böylece Safevî tahribinin öcü alinmis oluyordu. Tahmasb ise yine Osmanli
ordusunun önüne çikmaktan çekiniyordu. Kanunî daha ileri gitmeyerek
geri dönme karari alir. Hazirliklar basladigi sirada Osmanlilarin bazi
kuvvetleri ile Safevî kuvvetleri arasinda çarpismalar meydana gelir. Bu
çarpismalar sonunda Safevî kuvvetleri dagitilir. Bundan sonra Osmanli
ordusu geri dönerek 6 Agustos'ta Beyazit'a gelir. Bu esnada Sah'in
mektubunu tasiyan bir elçi gelir. Tahmasb'in, Vezir-i A'zam Ahmed
Pasa'ya hitaben yazdirdigi bu mektupta Pâdisah, Sark'a on defa gelse
bile karsisina çikilmayacagi belirtiliyordu. Bundan sonra gelen
mektuplarda da baris isteniyordu. Osmanlilar'in karsi cevabi, kendi
ülkesinde rahat oturup, fitne ve fesada karismamasi seklinde idi. Bundan
baska Kanunî, Safevîler'in kutsal sayilan yerlerinden olan Erdebil ve
Tebriz'i tahrib tehdidinde bulunmustu ki bu, Safevîler'i büyük bir
telasa düsürmüstü. Gerçekten, Osmanli hükümdarinin kuvvetlerini
dagitmadan serhadde kislayip ertesi sene Safevîler'in mukaddes sehri ve
aile ocagi olan Erdebil üzerine yürüyüp tahrib edecegi yolundaki
tehdidi, Tahmasb'i barisi saglayip sulh yahmak üzere kesif bir siyasî
faaliyet göstermeye zorlamisti. Nitekim Osmanli ordusu, Elesgirt'e
vardigi zaman Tahmasb'in elçisi ile yeni bir mektubu gelir.
Aradaki düsmanligin kaldirilmasi ve barisin gerçeklesmesini saglayacak
olan bir mütarekenin kabulünü uygun karsilayan Kanunî, Sah'in elçisine
ayrica cevabî bir mektup verir. Kanunî'nin kisi geçirmek üzere Amasya'ya
hareketi ve burada beklemesi, baharda Osmanli ordusunun tkrar harekete
geçecegini ve Erdebil ile Tebriz'in tahribi yolundaki tehdidin ciddi
oldugunu isbatlamis; Tahmasb'i baris hususunda yeniden harekete geçmeye
mecbur birakmistir.4. Amasya Antlasmasi Kanunî Sultan Süleyman'in kisi
Amasya'da geçirdigi siralarda, Sah Tahmasb'in esik agasi (saray nâziri)
Ferruhzâd Bey, 9 Cemaziyelahir 962 (l0 Mayis l555)'de çesitli hediyeler
ve sahin mektubu ile Amasya'ya gelir. Elçi ve maiyeti, Osmanli vüzerasi
ile görüstükten sonra 2l Mayis'ta divana kabul edilir. "Elçiler Divân-i
Hümayûna gelüb" vezirlerin karsisinda iskemlelerde oturdular. Sah, bu
mektubunda, Pâdisah'in gönderdigi mektubu sanki "Süleyman Nebi"den
geliyormusçasina aldigini, kendisine büyük saygi duydugunu, haberlesme
kapisinin devamli surette açik bulundurulmasi gerektigini ifade ederek
halk arasinda da iyi münasebetlerin kurulmasina temas ediyordu.
Peçevî'nin aynen naklettigi bu mektubunda (Peçevî, I, 329 - 336) Sah,
dostluk teminati verdigi gibi Siîlerden Ka'be ve diger mukaddes yerleri
ziyaret etmek isteyenlere izin verilmesini de taleb etmekteydi. Büyük
iltifatlara nail olan Ferruh Bey'e, 8 Receb 962 (l Haziran l555) günü,
Kanunî tarafindan, Sah Tahmasb'a hitaben yazilmis bir mektup verilir.
Osmanli - Iran devletleri arasindaki barisi tasdik eden bu muhtasar
mektupta, arzu edilen baris " sulh u salâh-i umûr ki, mutazammin-i
âsâyis-i halk ve müstelzim-i intizâm-i ahvâl-i cumhurdur" ifadeleri ile
hüsn-i kabul gördügü belirtildigi gibi, arada dostluk kurulup, asagidaki
su üç maddenin de müvafik görüldügü belirtilmekteydi:
a) Iran'da ashab-i güzin ve hulefa-yi mehdiyyine sebb etmek (sövmek,
küfr etmek) olan Teberrâiligin men'i, yani taskin Siîler'in, üç halife
(Hz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman) ile Hz. Aise'ye sögüp saymalarinin ve bunu
bir merasim haline getirmelerinin yasaklanmasi hususunda elçinin
verdigi teminatin gerçeklesmesinin umuldugu;
b) O taraftan herhangi bir fitne (kiskirtma) ve taarruz olmadikça Osmanli hudud ümerasinin tecavüz ve taarruzunun men edilecegi;
c) Hacilarin refah ve itminanla hacci edâ etmelerine izin verlimesi ki
bu madde mektupta su ifadelerle yer almaktadir: "Huccac-i Beytu'l-Haram
ve züvvar-i merkad-i Hazret-i seyyidu'l-enâm aleyhi's-salâtu ve's-selâm
refahiyet ve itminan ile ol saadete faiz olmalaridir."
Amasya antlasmasi ile Basra, Bagdad, Sehrizor, Van, Bitlis, Erzurum,
Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanli hâkimiyeti Safevîlerce
taninmis oluyordu. Böylece Gürcistan'da iki taraf arasinda nisbî de olsa
nüfuz bölgeleri tesis edilmistir. Bu antlasmadan sonra, Tahmasb'in
l576'da vefatina ve Iran'da karisikliklarin çiktigi zamana kadar Osmanli
- Safevî münasebetleri dostâne bir sekilde devam etmistir. Böylece,
Osmanlilarla Safevîler arasinda otuz yedi seneden beri araliklarla devam
eden harblere son verilir. Bunun sonucu olarak taraflar, her vesile ile
aradaki sulhun te'yidine gayret sarfetmeye baslarlar. Bu sebeple olsa
gerek ki, Tahmasb, Süleymaniye külliyesinin açilisi (l5 Agustos l556)
münasebetiyle tebrikte bulundugu gibi kiymetli hediyeler de göndermisti.
Bundan baska bu antlasma sartari, ileride yapilacak olan Osmanli -
Safevî antlasmasinin temel unsurlarini teskil edecektir.
derler" demisti.