II.Murat | |
1404 Haziran'inda Amasya'da dünyaya gelen Murad, babasi Çelebi Sultan Mehmed (Birinci Mehmed)'in vefati üzerine daha 17 veya 18 yasinda bir delikanli iken Osmanli tahtina geçip idareyi eline almak zorunda kaldi. Ileride de temas edilip görülecegi gibi onun yönetimde bulundugu dönem, idarî, mülkî ve hukukî mekanizmanin istikrarli bir sekilde intizam ve ahenkle yürüyen bir devir olmustu. Bununla beraber hâlâ Timur âfetinden kalma ve islemekte bulunan bazi yaralarin bulunduguna isaret etmek gerekir. Yas bakimindan çocukluktan henüz çikmis olan Ikinci Murad, hem savas sanatinda hem de siyasî deha ve anlayista çocukluktan çok uzakti. Gerçekten henüz on iki yaslarinda iken Seyh Bedreddin Mahmud isyaninin bastirilmasinda oynadigi önemli rol, babasi Çelebi Mehmed'in, oglunun yasina göre vaktinden önce tahta çikabilecegini ve buna lâyik olabilecegini sezdigi belirtilmektedir. Bunun için de hükümdar, oglunun, hükümdarlarin görmesi gereken egitimden geçirilmesini istemis, veliahdin savaslar ve iktidarin zorluklari ile karsilasmasini arzulamistir. Oglunun erken yaslarda tahta geçmesi, babasinin tasarilarina da uygun düsüyordu. Genç yasi, yakisikliligi, iliskilerindeki zerafet ve nezaket, gögüs gögüse olan savaslardaki mahareti, kendisinden daha yasli ve tecrübeli savasçilar ile bilhassa vasisi durumundaki Bâyezid Pasa ile yaptigi tartismalarda son derece yumusak basli davranmasi ve çocuksu görünüsüyle askerlerinin onu hem kalpten sevmeleri, hem de kudretine saygi göstermeleri, Ikinci Murad'i ordunun yegane hâkimi durumuna getirmisti. Babasinda görülen muntazam yüz hatlari, oldugu gibi ogluna da geçmisti. Onun manevî etkisine yakisikliligindan ileri gelmis bir tesir de eklenmisti. Velhasil, bir milletin, kendi basinda bulunan hükümdarda görmek istedigi, tabiatin taci olan yakisiklilik, bütünüyle Ikinci Murad'da toplanmisti. Sehzade Murad, 1410 yilina kadar Amasya sarayinda kaldi. Sonra babasi Çelebi Mehmed ile Bursa'ya, 1413'te de Edirne'ye gitti. 12 yasina girince Rum vilayeti beyligi ile Amasya'ya geldi. Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve Osmancik bölgelerini içine alan Rum veya Danismendiye vilayeti, Osmanlilar'in dogu sinir vilayeti olup o dönemlerde fevkalâde bir önemi haiz idi. Bu yüzden Osmanli sultani, sarktaki gelismeleri çok dikkatle takip etmek zorunda idi. Çünkü burada, küçümsenmeyecek miktarda Türkmen ve Mogol göçebeleri vardi. Bunlari, merkezin kontrolü altinda tutabilmek pek kolay bir is degildi. Iste Çelebi Sultan Mehmed, büyük oglu Murad'i lalasi Yörgüç Bey ile bu mühim vilayetin basina gönderiyordu. Tayininden bir yil sonra Murad, idaresinde bulunan Amasya kuvvetleri ile Börklüce Mustafa isyanini bastirmak üzere Saruhan ve Izmir taraflarina hareket emrini almisti. Babasi tarafindan, ileride hükümdar olabilecek sekilde yetistirilen Murad, babasinin ölüm haberini alinca Amasya ile Bursa'yi birbirine baglayan uzun yolu süratle asip Bursa'ya yetisir. Çelebi Sultan Mehmed'in ölümünden ancak o zaman haberdar olan Yeniçeriler, yeni sultani karsilamak üzere sehrin disina çikarlar. Yeniçeriler, onunla birlikte saraya kadar gelip huzurunda geçit resmini tamamladiktan sonra bagliliklarini bildirirler. Bursa'da, devlet ileri gelenleri ile yeniçeriler tarafindan kendisine bey'at edilen Murad Bey, babasinin cenazesini muhtesem bir törenle Yesil Cami yanindaki türbesine defn ettirip bir hafta yas tutulmasini emr eder. 25 Haziran 1421'de, babasinin ölümünden kirk gün sonra Osmanli tahtina geçip hükümdar olan Murad'a, Yildirim Bâyezid'in damadi Seyh Emir Buharî hazretleri kendi eliyle kiliç kusatip hükümdarligini ilan eder. Hükümdar olduktan sonra çevresinde bulunan beylikler ile politik bakimdan önemli olan Karaman, Germiyan, Mentese, Dulkadir, Isfendiyar beyleri ile Misir Sultani, Akkoyunlu ve Karakoyunlu emirleri, Hindistan hükümdari, Alman Imparatoru, Macar Krali Sigismond, Bizans Imparatoru ile Eflâk ve Bogdan Voyvodalari, Sirp ve Bosna Krallari, Mora Despotu ve Venedik Cumhuriyeti gibi devletlerin tamamina özel elçiler ile mektuplar gönderip kendisinin Osmanli tahtina geçip hükümdar oldugunu bildirir. Tahta geçtigi sirada babasi gibi baris temayülünde oldugu anlasilan Sultan Ikinci Murad'in bu barisçi arzusu, özellikle Bizans tarafindan farkli bir anlayisla yorumlanacaktir. Bu sebeple Bizans, hemen hemen her zaman oldugu gibi, bu sefer de, saltanat degisikliginin meydana getirecegi nazik durumdan yararlanmaya yeltendi. Sultan Murad'in, Osmanli toplumunu taht hakkinda tereddüde düsürecek yasta baska erkek kardesi yoktu. Onun, iki kardesi, daha babalarinin sagliginda ölmüslerdi. Sadece çocuk denebilecek yasta iki küçük kardesi kalmisti. Bunlar da daha sonra vebadan öleceklerdi. Daha önce de temas edildigi gibi, Müslüman ve Hiristiyan devletlere elçiler gönderen Sultan II. Murad, Karaman Beyi ve Macarlarla birer baris antlasmasi yapar. Barisi seven bir kimse olarak Sultan Murad, bu duygusunu her zaman açiga vuruyordu. Fakat Bizans devlet adamlarinin Osmanlilar'daki saltanat degisikliginin meydana getirebilecegi ilk günlerdeki saskinlik havasindan faydalanmak istemeleri, Sultan Murad'i mücadeleye hazirlanma mecburiyetinde birakti. Bizans'tan, Sultan Murad'i tebrik için gönderilen elçiye verilen gerçek talimat, Mustafa Çelebi (Düzme Mustafa)'nin elde bulunusundan istifadeyi temindi. Imparator Manuel, bir koz olarak elinde tuttugu Mustafa Çelebi vasitasiyle Murad'dan bazi menfaatler temin etmek istiyordu. Buna göre, imparatorun elçisi Çelebi Sultan Mehmed'in vasiyetine istinaden Murad'in, küçük kardeslerinin kendisine teslim edilmesini ister. Çelebi Sultan Mehmed'in iki küçük oglunun (Yusuf ve Mahmud) Bizans'a gönderilme isi, sadece bir vasiyet olduguna göre iki devlet arasinda taahhüde bagli olmayan bir mesele idi. Bunu bir hak isteme seklinde ileri sürmek, Bizans kurnazligindan baska bir sey degildi. Nitekim elçinin sehzadelerle ilgili talebine veziri azam ve Rumeli beylerbeyi olarak islerin idaresini elinde bulunduran Bâyezid Pasa, padisah adina "Müslüman evladinin, müslüman olmayanlar yaninda terbiye ve egitim görmesinin Seriat-i Muhammediye'ye aykiri oldugu, bu bakimdan efendisi imparatora bu vâsilikten vaz geçerek kendisi ile iyi iliskilerini devam ettirmesini rica eyledigini" söyler. Böylece, daha önce alinan vâsilik kararina uyulmayarak sehzadeler Tokat'a gönderilir. Manuel, elçilerine verilen bu cevabi ögrenince, memleketinin içinde bulundugu acikli durumu ve güçlü bir düsmanin öfkesini üstüne çekmekle kendisini tehlikelere atmis olacagini hesap etmeksizin Dimitrius Laskaris Leontarius'u iyice silahlanmis on kadirga ile Limni adasina gönderir. Leontarius, imparator adina burada adeta bir sürgün hayati yasayan Mustafa Çelebi ile pazarliga girisir. Yapilan bu pazarliga göre Mustafa ve onun kader arkadasi olan Izmiroglu Cüneyd serbest birakilacaklardi. Mustafa, tahtin mesru vârisi olarak kabul edilecekti. Limni adasindaki sürgün hayatindan sonra böyle bir devlet kusunun basina konmasina sevinen Mustafa Çelebi, saltanati ugruna bol bol vaadlerde bulunur. Imparator, entrikali siyasetinin Müslüman Türkler arasinda çikaracagi nifaktan büyük faydalar umarak Mustafa'ya bazi sartlar teklif edince bunlar büyük bir istiyakla kabul edilir. Buna göre sayet Mustafa basarili olursa Gelibolu ile Istanbul'un kuzeyinde Bogdan sinirina kadar Karadeniz kiyisindaki bütün sehirler ile güneyde Erysus ve Aynaroz'a kadar olan yerlerin tamamini Imparatora geri vermeyi taahhüd etti. Böylece Mustafa, büyük emeklerle elde edilmis bulunan topraklan, tekrar Bizans'a vermeyi kabul ediyordu. Mustafa, kendisi için utanç verici olan bu antlasmayi imzaladiktan ve yemin ile de onu teyid edip saglamlastirdiktan sonra Leontarius, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile onu ve yandaslarini Gelibolu önlerine çikarir (Eylül 1421). Bu hareketi ile Sultan Ikinci Murad'a karsi cephe alan Bizans'la birlikte Anadolu beylikleri de yeni hükümdarin babasi olan Mehmed Çelebi'nin yaptigi ilhaklari geri almak ve Osmanli tabiiyetini tanimamak suretiyle ayaklanip Anadolu birliginin bozulmasina sebep oldular. Nitekim Germiyanoglu II. Yakub Bey, Sultan Murad'i tanimayarak Mustafa Çelebi'nin tarafini tuttugu gibi, Hamideli de Karamanoglu tarafindan isgal edildi. Öte yandan babalan Ilyas Bey tarafindan Osmanli sarayina gönderilmis bulunan Menteseogullari'ndan Ahmed ve Leys de bu karisikliklardan istifade ile kendi memleketlerine dönmüs ve bagimsizliklarini ilan edip kendi adlarina bastirdiklari paralara Osmanli hükümdarinin adini koymamak suretiyle onu tanimadiklarini gösterdiler. Anadolu birligine vurulan darbe bu kadarla da bitmiyordu. Aydinoglu ile Saruhanoglu eski topraklarindan bir kismini ellerine geçirmislerdi. Keza taarruza geçen Isfendiyar Bey de Osmanlilar'in himayesi altinda Çankiri, Kalecik ve Tosya'da hüküm süren oglu Kasim'i buralardan kovmustu. Sultan Murad, Bizans tarafindan tertiplenen ve Osmanli ülkesini bölmeye yönelik olan Sehzade Mustafa isyani ile ugrasirken bu oldu-bittilere karsi sessiz kalmak ihtiyacini hissetmisti. Zira günün siyasî sartlari bir müddet için onu böyle davranmak zorunda birakmisti. MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI ve ÖLDÜRÜLMESI Sultan Ikinci Murad, hükümdarliginin ilk iki yilini iç isyanlari bastirmak ve ülke birligini yeniden tesis etmekle geçirdi. Gerek kendisi gerekse devleti için en büyük tehlike Mustafa Çelebi'nin isyani idi, Daha önce de temas edildigi gibi Mustafa Çelebi, Bizans Imparatoru'nun sözünden çikmamak, oglunu rehine olarak onun yarlina vermek ve Osmanlilar'a ait bazi yerleri Bizans'a terk etme karsiliginda Imparatorun adami ile bir antlasma yapmisti. Buna karsilik Imparator da Ikinci Murad'i degil, onu hükümdar olarak taniyacakti. Bu hareketin gerçeklesmesi için de Imparator ona yardim edecekti. Iki taraf arasinda gerçeklestirilen bu antlasma geregince Imparator, Limni adasinda sürgün hayati yasayan Mustafa Çelebi'yi Gelibolu önlerine çikarip ona yardim edecekti. Onu, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile Gelibolu önlerine çikaran Leontarius, bu hareketi ile Bizans adina büyük bir basari saglamis oluyordu. Mustafa Çelebi, yaninda Izmiroglu Cüneyd Bey ve maiyetine ilaveten bir kisim Rum kuvvetleri de oldugu halde Gelibolu'ya gelir. Mustafa Çelebi'nin kuvvetleri Gelibolu'ya çiktiklari zaman karsilarinda Sultan Murad'in kuvvetlerini buldular. Iki taraf arasinda siddetli muharebeler oldu. Mustafa'nin kuvvetlerine kumanda eden Cüneyd Bey, galib gelince Mustafa kadirgadan inip karaya çikar. Ama muharebe yeniden devam edip siddetlenir. Geceyi kadirgada geçiren Mustafa Çelebi, Gelibolu halkinin ileri gelenlerini davet ederek kendisinin Yildirim Bayezid'in oglu oldugunu, Edirne'ye gitmesi için kendisine yol verilmesini ve hükümdar olarak taninmasini ister, Gelibolu halki ve civardakiler, Mustafa Çelebi'ye bey'at ettilerse de Sahmelek komutasindaki kale muhafizlari kaleyi teslim etmediklerinden Mustafa Çelebi, Izmiroglu Cüneyd Bey ile Leontarius'u kale önünde birakarak Aynaroz taraflarina dogru yürüyüp bazi yerleri ele geçirmisti. Halk, geçtigi yerlerde Mustafa Çelebi'ye iltihak ediyordu. Böylece, gün geçtikçe kuvvetleri de çogalip büyüyordu. Bu arada önemli olan mesele Rumeli'de sadece halk tabakasinin degil, askerin, komutanlarin ve Rumeli Beylerbeyi'nin Mustafa Çelebi'ye iltihak ederek onu hükümdar olarak kabul etmeleri geliyordu. Zaten onun kisa zamanda muvaffak olmasinin ve kuvvetlerinin çogalmasinin en önemli âmili Rumeli bey ve komutanlarinin kendisine katilmalari idi. Mustafa Çelebi'nin, Müslüman kani akitilarak zapt edilmis olan topraklari Bizans'a terk etmeyi kabul eden bir antlasma imzaladigi ve devletin birligini bozacak iddialarla ortaya çiktigi halde Rumeli beylerinin ona iltihak etmesi dikkati çekecek bir noktadir. Bazi tarihçilere göre bunun sebebini henüz on sekiz yasinda bulunan bir delikanlinin yerine, yetiskin bir kimsenin tahta geçmesi arzusu bulunmaktadir. Bununla beraber bu meseleye sadece yasça küçük veya büyük olma açisindan bakmamak gerekir. Bölge halkini etrafina toplamayi basaran Mustafa Çelebi, Vardar Yenicesinden sonra Edirne'yi de ele geçirmek suretiyle Rumeli'ne hakim olacakti. Cüneyd Bey'in fikir ve yardimi ile Rumeli'nin "Yayasini" "Müsellem" hale getiren Mustafa Çelebi, her birine elliser akça harçlik tayin ederek yeni bir teskilat kurmaya muvaffak olur. Bu uygulama, askerin hosuna gider. Mustafa Çelebi'nin yaptigi tahribat ve kazandigi basari haberleri Bursa'ya ulasinca Sultan Murad'in huzuru ile Vezir-i Azam ve Beylerbeyi Bâyezid, ikinci vezir Çandarlizâde Ibrahim, üçüncü vezir Haci Ivaz Pasa'larla Timurtas Pasa'nin Umur, Ali ve Oruç Beyler adindaki üç oglu bir görüsme yaparlar. Bu görüsmede Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa, hem beylerbeyi olmasi hem de Rumeli beylerini yakindan tanimasi sebebiyle Bayezid Pasa'nin Mustafa Çelebi üzerine gönderilmesini teklif ederler. Timurtas Pasa'nin ogullari ise bizzat padisahin gitmesini söylerler. Sultan Murad, ilk iki vezirin teklifi üzere babasinin en güçlü vezirlerinden olan Bâyezid Pasa'nin gitmesini uygun görür. Gelibolu yolu kapali oldugundan Bâyezid Pasa kis mevsiminde Istanbul Bogazi'ndaki Güzelcehisar (Anadoluhisari)'dan Rumeli yakasina geçer. Yaninda büyük bir kuvvet yoktu. Edirne tarafina gidip orada da kuvvet topladi. Mustafa Çelebi'nin Gelibolu'dan çikip geldigini duyunca onu Sazlidere mevkiinde karsilar. Askeri, Mustafa Çelebi tarafina geçen bu Pasa da sehzadeye iltihaka mecbur olur. Mustafa Çelebi, Timur ile yapilan savasta aldigi yaralari göstererek Bâyezid Pasa'yi kendine baglayip vezir tayin etmek istediyse de çok geçmeden Evrenos ogullari ve Cüneyd Bey'in de tesviki ile onu Sazlidere'de öldürtür. Bâyezid Pasa'nin öldürülmesinden sonra bütün askerleri, Mustafa'nin tarafina geçerler. Bundan sonra parlak bir tören ve muzaffer bir eda ile Edirne'ye giren Mustafa Çelebi, burada hükümdarligini ilân eder. Rumeli'deki bütün sehir ve merkezler, onun hükümranligini tanidilar. Mustafa Çelebi, bundan sonra Anadolu'ya geçmek üzere Gelibolu'ya tekrar hareket eder. Artik Rumeli'nin bütün beyleri ve kuvvetleri onunla beraberdirler. Mustafa Çelebi'nin Sazlidere basansini haber alan Gelibolu muhafizi, kaleyi Dimitrius Leontarius'a teslim etmek zorunda kalir. Dimitrius, buraya asker ve mühimmat koymaya hazirlanirken, Izmiroglu Cüneyd Bey yetiserek buna mani olur. Bunun üzerine Mustafa Çelebi'ye bas vuran Dimitrius'a, Mustafa Çelebi, Gelibolu'yu Imparatora teslim edecegine dair verdigi sözü unutmadigini, ancak böyle bir harekette bulunmasinin Müslüman halk arasinda büyük bir infiale sebep olacagini bu yüzden halkin kendi padisahligini tanimayacagini söyler. Bunun üzerine Istanbul'a dönen Dimitrius Leontarius, durumu Imparatora anlatir. Mustafa Çelebi, Gelibolu kalesini tahkim ederek donanmaya komutanlar tayin eder. Buradaki isleri yoluna koyduktan sonra Edirne'ye dönerek, daha önce kardesi Çelebi Sultan Mehmed tarafindan devlet hazinesine konmus bulunan servete el koyarak sefahata baslar. împarator, Mustafa Çelebi'nin kendisini atlatarak Gelibolu'yu vermemesi üzerine onu terk edip Sultan Murad'la anlasmak ister. Bu siralarda Bursa'da bulunan Sultan Ikinci Murad, Gelibolu'nun Imparatora teslim edilmedigi haberini alinca o da bu firsattan istifade etmek ister. Bunun için, Bâyezid Pasa'nin ölümünden sonra Vezir-i Azam olan Çandarlizâde Ibrahim Pasa'yi elçi olarak Istanbul'a gönderir. Fakat Imparator, Gelibolu ile iki sehzadenin kendisine teslim edilmesinde israr ettigi için bir anlasmaya varilamaz. Bu durum, Sultan Murad'in, Mustafa Çelebi tarafindan kazanilan basarilardan bir hayli telasa düstügünü göstermektedir. Gerçekten de Sultan Murad, Yildirim Bâyezid zamaninda Bursa'ya gelen ve kaynaklarin ifadesine göre bütün Osmanli padisahlarinin kendisine hürmet ettigi, kendisinden daima hayir dua bekledikleri ve kendilerine kiliç kusatan Emir Sultan'dan manevî yardim talebinde bulunur. Verilen bilgiye göre Emir Sultan, Murad ile amcasi Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) arasindaki mücadelede, Sultan Murad tarafini tutup onu tesci' etmis, ayni hükümdarin 1422 Istanbul muhasarasina beraberinde yüzlerce dervis ile bizzat istirak etmistir. Cenevizliler, Osmanlilar'dan önce Foça'daki sap madenlerini isletiyor ve Saruhanogullari'na her sene bir miktar para vererek buradaki kalede ikamet ediyorlardi. Buradan elde edilen saplari da Avrupa piyasalarina ihraç ediyorlardi. Bölge, Osmanlilar'a geçtigi zaman bu vergiyi Osmanlilar almaya basladilar. Bu Ceneviz kolonisi, dogudaki diger Ceneviz kolonileri gibi belli bir süre tayin edilen podesta (vali, komiser) veya konsoloslar vasitasiyle idare ediliyorlardi. Çelebi Sultan Mehmed'in sagliginda Foça'da Jan Adorno adinda bir podesta bulunuyordu. Burasi on sene müddetle kendisine verilmisti. Adorno, Foça madenlerini islemek karsiliginda senede yirmi bin altin üzerine Çelebi Sultan Mehmed'le anlasmisti. Çelebi Mehmed'in vefatindan sonra ortaya çikan Mustafa Çelebi hadisesi esnasinda, maden isi aksamis ve Jan Adorno yillik imtiyaz bedelini ödeyememisti. Adorno, Çelebi Sultan Mehmed'in ölüm haberini alinca bu firsattan istifade ile borcundan kurtulmak isteyerek Sultan Murad'a mektuplar yazar. Bu mektuplarda o, kendisini kadirgalarla Anadolu'dan Rumeli'ye geçirebilecegini ve kendisine hiç kimsenin yapamadigi hizmeti yapacagini söylemisti. Murad tarafindan memnuniyetle karsilanan bu teklif, zamani gelince iyi bir sekilde degerlendirilecektir. Böylece, Foça'lilarla da anlasan Sultan Murad'a karsilik Mustafa Çelebi, kazandigi zaferin sarhoslugu içinde kendini zevk ve eglenceye kaptirmisti. Askerinin hizmetlerine karsilik, onlari mükâfatlandirmayi aklina bile getirmiyordu. Hatta öylesine ki sayet Cüneyd, Sultan Murad'in hazirliklarini bildirerek kendisini tembelliginden uyandirmamis olsaydi, aleyhinde silahlandigi genç padisahi da unutacak ve Edirne'de hareketsiz oturup duracakti. Cüneyd, Mustafa'ya: "Murad, Imparatorla pazarlik halinde bulunuyor, üstelik Frenklerle de anlasiyor. Biz de Edirne'de hiç bir hazirlikta bulunmadan oturuyoruz. Onlar bu tarafa gelmeden önce biz karsi tarafa geçelim. Her bakimdan düsmanlarimizdan üstünüz. Onlar bu tarafa geçerlerse, bizim için felaket olur." diyerek onu ikaz ediyordu. Cüneyd, bu sözleri ile düsmanlari olan Sultan Murad'in Cenevizlilerle birlikte Avrupa'ya gelmeden önce kendilerinin Asya'ya geçmesini ögütlüyordu. Gerçi O, bu düsünce ve bunun mahsûlü olan hareketleri ile daha çok kendi menfaatlerine hizmet ediyordu. Çünkü sonucundan ümidini kestigi bir tesebbüsün sonlarindan, yeni bir hainlikle kurtulmak niyetinde idi. Mustafa Çelebi, derhal kuvvetlerini toplayarak 20 Ocak 1422'de Gelibolu'ya gelip Lapseki'ye geçer. Sultan Murad'in müttefiki olan Cenevizlilerin donanmasi, Mustafa Çelebi'nin geçmesine mani olmak istediyse de bunda muvaffak olamaz. Mustafa Çelebi'nin yaninda on iki bin atli ve bes bin yaya vardi. Mustafa Çelebi, burada üç gün kaldiktan sonra Bursa'ya dogru harekete geçer. Bunu haber alan Sultan Murad, Bursa'dan çikarak Ulubad'a gelir. Ulubat deresi üzerindeki köprüyü keser. Böylece Mustafa'nin ordusunun sol kanadi denize dayanmis, sag kanadi da Ulubat gölü ve batakliklari ile kapanmis bulunuyordu. Sultan Murad'in maiyetinde Haci Ivaz Pasa ile Timurtas'in üç oglu Umur, Ali ve Oruç Beylerle, Cüneyd'in kardesi oldugu söylenen Hamza Bey de vardi. Iki taraf, Ulubat suyu önünde ve suyun iki kiyisinda karsilasirlar. Bu karsilasmada hiçbir taraf üstünlük saglayamaz. Sultan Murad'in ordusunda Mihaloglu Mehmed Bey de vardi. Bu zat, Musa Çelebi'nin Rumeli'deki saltanati zamaninda onun beylerbeyi yani ordu komutani idi. Bununla beraber el altindan Çelebi Mehmed'e taraftar idi. Çelebi Mehmed zamaninda akinci beyliginde ve divanda bulunmustu. Seyh Bedreddin Mahittud olayinda Tokat kalesinde hapsedilmisti. Murad hükümdar olup, Mustafa Çelebi hadisesi ortaya çikinca Murad'in devlet adamlari, eski söhretli Rumeli beylerinden olan Mihaloglu'nun serbest birakilarak gönlünün alinmasini ve bunun Rumeli akinci beyleri üzerindeki nüfuzunun büyüklügünden söz ettiler. Bunun üzerine Mihaloglu Mehmed Bey derhal Tokat'tan alinarak Bursa'ya getirilmis, oradan da ordu ile Ulubat önüne gelmisti. Mihaloglu Mehmed Bey, bir gece Ulubat çayinin kenarina gelerek Rumeli akinci beylerini isimleri ile çagirmaya baslar. Bunlar, çay kenarina gelerek ölmüs oldugunu sandiklan Mihaloglu'nun sag oldugunu anladilar. O, akinci beylerine padisahlarinin oglunu terk ederek bir düzme hükümdara tabi olduklarindan dolayi sitemde bulunur. Bu sitem karsisinda onlar, Mihaloglu'nun istegi dogrultusunda hareket edeceklerine söz verirler. Böylece Mihaloglu, Rumeli beylerinden, Murad'in tarafina geçeceklerine dair söz almis oldu. Bu görüsmeden haberdar olan Mustafa Çelebi, korkmaya baslar. Bu korku, kalbinde büyük süphelerin meydana gelmesine sebep olur. Bu sirada Mustafa, Ulubat çayinin kiyilarina yaklasir. Murad, savasa hazirlanmakla beraber, tahta çikisinda kendisine kiliç kusatan Emir Sultan'in kendisi için dua etmesini ister. Emir Sultan da üç gün üst üste dua edip zaferin Murad'a ait olmasi niyazinda bulunur. Bu üç gün içinde Mustafa, sinirlerinin fazlasiyla gerilmesinden dolayi bir burun kanamasina tutulur. Mustafa'nin taraftarlari bunu, onun yenilecegine bir isaret sayarlar. Tam bu esnada Vezir Haci Ivaz Pasa'dan, Mustafa Çelebi'ye gizli bir mektup gelir. Haci Ivaz, mektupta kendi sadakatinden bahs ettikten sonra Rumeli beylerinin Murad'la ittifakindan ve gününü tayin ettikleri bir baskinla ansizin kendisini yakalayacaklarindan inandirici bir sekilde söz eder. Bundan baska Timurtas Pasa ogullarindan da Cüneyd Bey'e bir mektup gelmisti. Onlarin bu mektubunda da dostluklar hatirlatiliyor ve Rumeli beylerinin Mustafa Çelebi'yi yakalayarak Sultan Murad'a teslim edeceklerine temas ediliyordu. Sayet kendisi Osmanlilarin hâkimiyetini taniyacak olursa, Aydin ve havalisinin kendisine verileceginden bahs ediliyordu. Mustafa Çelebi, Rumeli beylerinin Mihaloglu Mehmed Bey ile görüsmelerinden süpheye düsmüstü. Haci Ivaz Pasa'dan gelen mektup ise onun bu süphelerini büsbütün artirmisti. Bunun üzerine durumu Cüneyd Bey'e açar. Cüneyd Bey, kendisine gelen mektuplari da ona gösterir. "Harp hiledir" kaidesince uygulanan bu plân, kisa zamanda tesirini göstermis ve Mustafa Çelebi'nin, Cüneyd'den süphelenerek ona karsi güvensizlik duymasina sebep olmustu. Cüneyd ise bu isin sonunu iyi görmediginden, bir gece Mustafa'nin ordusundaki herkes uyurken, gümüs ve altindan en degerli esyasini alarak, silah arkadaslarindan kendisine en çok bagli olan yetmis kisi ile oradan çikip Aydin yolunu tutar. Kaçaklar, çadirlarinda isiklan yanar durumda biraktiklarindan, gidisleri ancak safak vakti anlasilabildi. Bu haber orduda hemen yayildi. Mustafa'nin askerlerini dehsetli bir korku sardi. Bu korku sadece orduda degil, bizzat Mustafa'nin kendisinde de vardi. O, Cüneyd'in Murad tarafina geçtigini zannetmisti. Bu esnada Sultan Murad'in ordusunda borazan ve davullarin çalmasi da ondaki bu düsünceyi kuvvetlendiriyordu. Aldatilmak suretiyle hiç kimseye güveni kalmayan Mustafa Çelebi, bir an evvel Rumeli tarafina kaçip kurtulmak istiyordu. Çok az maiyeti ile Lapseki'ye dogru yola koyuldu. Bunun kaçmasindan sonra Ulubat nehri üzerine kurulan köprüden karsiya geçen Rumeli beyleri ve akinci tavcilari (timarli akincilar) gelip Sultan Murad'a bas egdiler. Mustafa Çelebi kaçarken Biga çayi önüne gelerek mevsim sartlan geregi nehrin taskin olmasindan dolayi Biga kadisinin yardimiyla ve bir hayli altin karsiliginda geçidi bulup karsi tarafa geçmeye muvaffak olur. Sahile inen Mustafa Çelebi, orada bulunan gemilere binerek Gelibolu tarafina hareket eder. Giderken takip edilmemesi için Anadolu sahilinde ne kadar nakil vasitasi varsa hepsine el koyar. Gelibolu limanim da tahkim eden Mustafa Çelebi, Gelibolu'daki vasitalarin Anadolu sahiline geçmemeleri için onlari da karaya çektirmek suretiyle kendi konumunu emniyet altina alip sahillere muhafizlar tayin eder. Böylece, harp etmeksizin savas alanina muzafferâne bir sekilde sahip olan Sultan Murad'in adamlari, kendisine hiç tereddüd göstermeden ve sicagi sicagina Mustafa Çelebi'nin takib edilip bu isin bitirilmesini teklif ederler. Ama Anadolu sahilinden, karsi sahile geçmek üzere onlara yardimci olacak bir vâsita da yoktu. Fakat Sultan Murad, daha önce anlastigi Foça Ceneviz Beyi Adorno'ya vaziyeti bildirerek derhal harp gemilerini göndermesini ister. Adorno, hazir durumda beklemekte olan yedi kadirga ile bogazi geçip Lapseki'ye gelir. Sultan Murad, bes yüz kadar maiyeti ile kadirgalarin en büyügüne biner. Diger kadirgalarda da Türk ve Frenk askerleri bulunuyordu. Gemilerle denizin ortasina gelindiginde Adorno, Sultan Murad'in önünde diz çökerek, sap madenleri sebebiyle Osmanli hazinesine olan borcunun bagislanmasini rica eder. Yirmi yedi bin Bizans altini tutan bu borç, Sultan Murad tarafindan aff edilerek Adorno'nun eline bir belge verilir. Gelibolu sahilinde bulunan Mustafa Çelebi, Ceneviz gemilerinin yaklastigini görünce Adorno'ya bir adam göndererek Murad'i karaya çikarmamasini, buna karsilik kendisine elli bin altin vermeyi teklif ettiyse de bu teklif red olunur. Karaya çikmaya muvaffak olan Sultan Murad'in ordusu ile Mustafa Çelebi'nin ordusu arasinda meydana gelen muharebede Mustafa'nin kuvvetleri maglup olarak kaçarlar. Gelibolu kalesi, Sultan Murad'a teslim olur. Harp meydanindan sür'atle kaçan Mustafa Çelebi, nihayet Edirne'ye ulasir. Sarayda bulunan hazineyi alarak Eflâk tarafina dogru kaçmaya baslar. Üç gün kadar Gelibolu'da kalan Murad, kaleyi teslim aldiktan sonra süratle ve büyük bir ordu ile yoluna devam edip Edirne'ye girer. Murad, Mustafa'yi takip etmek üzere seçme kuvvetler gönderir. Mustafa Çelebi, Sultan Murad kuvvetleri tarafindan süratle takip edilir. Bu kuvvetler, kendisini Edirne'nin kuzeyinde ve Tunca nehrinin kenarindaki Kizilagaç Yenicesi'nde yakalayarak Edirne'ye getirirler. Sultan Murad, Mustafa'nin herhangi bir sahis gibi umumi meydanda asilmasini emreder. Onun, bu sekilde meydanda asilmasi, kendisinin Osmanli sülalesinden olmadiginin belirtilmesi içindi. 825 (1422) yilinda Edirne'de asilarak öldürülen Mustafa Çelebi'nin Rumeli'deki hükümdarligi, takriben bir buçuk yil kadardir. |
II.Murat
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°1
II.Murat
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°2
Geri: II.Murat
ISTANBUL KUSATMASI
Bizans Imparatoru Ikinci Manuel'in, Çelebi Sultan Mehmed'in vefatindan
sonra Mustafa Çelebi'yi salivermesi ve onunla anlasarak Osmanli
Devleti'nin basina büyük bir gaile açmasi, Sultan Murad'in kendisinden
önce bes defa kusatilmis bulunan ve hiç birinde de alinamayan Istanbul,
dolayisiyle Bizans problemine bir çare düsünmesine sebep olmustu.
Mustafa Çelebi isyanini, fazla kardes kani dökülmeden basarili bir
sekilde atlatan Murad, Bizans'in devamli surette oynadigi iki yüzlü
rolüne son vermek istiyordu.
Sultan Murad'in, amcasina karsi olan galibiyeti, Bizans Imparatoru'nu
korkutmustu. Mustafa Çelebi'yi serbest birakip onu Murad'la mücadeleye
tahrik ederken, Osmanlilar'in senelerce kardes kavgalari ile kanlarini
akitip zayiflayacaklarini düsünen imparatorun hesaplan tam anlamiyla
gerçeklesmemisti. Halbuki bütün ricalara ve kendisine saglanmaya
çalisilan menfaatlere ragmen Bizans Imparatoru Manuel, Mustafa Çelebi'ye
yardimi daha kârli bulmus olacak ki, Ikinci Sultan Murad'in bütün
tekliflerini red edecek ve hatta Sultan Murad'in elçisi olan
Çandarlizâde Ibrahim Pasa'yi dinleme nezâketinde bile bulunmayacakti.
Gerçi Osmanlilar, baslangiçta imparatorun düsündügü sekilde ikiye
ayrilmakla beraber, bu ikilik davasi, kisa sürmüs ve hemen hemen kansiz
denecek sekilde sona ermisti. Hatta fazla zayiat verilmeden
halledildiginden kuvvet kaybina da ugranilmamisti.
Mustafa Çelebi hadisesinin bastirildigi ve sehzadenin bertaraf edildigi
haberini alan ihtiyar Manuel ile saltanat ortagi olan oglu VIII.
Ioannis'i bir telas alir. Bu sebeple görünüste Murad'i tebrik etmek,
fakat gerçekte durumu ögrenmek ve aradaki soguklugu giderip dostluga
çevirmek için Bizans asilzâdelerinden Lakanas ve Marko Ganis adlarinda
iki elçi gönderirler. Bu elçiler, bütün kabahati Bâyezid Pasa'ya
yüklerler. Onlara göre Sultan Mehmed (Çelebi Mehmed)'in vasiyetine
ragmen, Bâyezid, bu çocuklari vermedigi gibi elçileri de kovmustu.
Sultan Murad, bu iddiada bulunan elçileri huzuruna kabul etmedigi gibi
hediyelerini de red eder. Öyle anlasiliyor ki Sultan Murad ise Bizans'in
bu iki yüzlülügüne kanmamis, baska devletlerden tebrik için gelen
heyetleri kabul ettigi halde Istanbul ile ilgili hazirliklarini
tamamlayincaya kadar Bizans elçilerini kabul etmemisti. Fakat bütün
hazirliklarini tamamlayinca elçileri huzuruna çagirarak Imparatorlarinin
yanina dönmelerini ve yirmi bin askerin basinda olarak cevabini bizzat
kendisinin getirecegini söylemelerini emr etmisti.
Bu hareketle Sultan Murad, artik imparatora hesap sorma zamaninin
geldigini kendisine bildirmis oluyordu. Gerçekten de hazirliklar
tamamlandiktan sonra Sultan Murad 1422 senesi Haziran ayinda önce on bin
kisilik bir kuvvet ile Mihaloglu Mehmed Bey'i Istanbul çevresini vurmak
üzere göndermisti. Bunun arkasindan da bizzat kendisi yirmi bin kisilik
bir ordu ile hareket eder. 20 Haziran'da Istanbul önüne gelen ordu,
Yildizlikapi'dan Haliç'e kadar sehri karadan kusatir. Osmanli donanmasi
da bu kusatmada hazir bulunur. Osmanli ordusunda top ta vardi. Surlara
hücum etmek ve onlari asmak için sur yüksekliginde ve hatta bazan ondan
daha yüksek tekerlekli kuleler yapilmisti. Bu kusatma daha öncekilere
göre çok daha çetin, zorlu ve sistemli olmustu.
Bu kusatma ile Istanbul altinci defadir Müslüman Türkler tarafindan
kusatiliyordu. Kusatmalarin ilk dördü Yildirim Bâyezid, besincisi Musa
Çelebi tarafindan yapilmisti. Bizanslilar, her kusatilmada, Türklerin
basina yeni yeni gaileler çikarip kurtuluslarini sagliyorlardi. Bundan
önceki kusatmalarin en siddetlisi, Yildirim Bâyezid'in son kusatmasi
idi. Fakat Timur belasi, Türkleri büyük bir felakete ugratirken, Bizansi
da dördüncü muhasaradan kurtarmisti. Böylece Timur, Bizans'in ömrünü
yarim asir kadar uzatmis oluyordu.
Osmanlilarin muhasarasindan, Imparator kadar Bizans halki da korkuya
düstügünden Istanbul'da halk arasinda bazi dedikodular yayilmaya
basladi. Bunlarin basinda, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, Osmanlilara
elçilik vazifesi ile gönderilen Bizans'in taninmis sahsiyetlerinden ve
ayni zamanda saray tercümani olan Teologos Koraks'in bu sefer ayni
vazife ile Murad'a gönderilmemis olmasi, saray nazirinin hilesine
baglaniyordu. Bu sebeple Imparator Manuel, halkin süphesini ortadan
kaldirmak gayesiyle Teologos Koraks'i Istanbul önlerinde çadirlarini
kurdurmus bulunan Sultan Murad'a gönderdi ise de Koraks bir sey elde
edemeyerek gerisin geriye dönmüstü.
Bizans halkinin çektigi korku ve içinde bulundugu endisenin derecesi,
ortalikta dolasan dedikodu ve rivayetlerden de belli oluyordu. Önemli
sahsiyetlere karsi itimatsizligin bir ifadesi olan bu rivayetler, bazi
kimselerin iskence ile öldürülmesine sebep oluyordu. Nitekim Sultan
Murad'a elçi olarak gönderilen Teologos Koraks'in öldürülmesi, böyle bir
rivayetin sonucunda gerçeklesmisti. Buna göre Koraks, idareciligini
kendisine vermek sarti ile Murad'a sehri teslim etme sözü vermisti. O,
Piyi (Silivri) kapisini açmak suretiyle Murad'in sehre girmesini
saglayacakti. Bu dedikodu, Teologos Koraks'in, Murad'in yanindan
dönüsünde tahkir edilmesine sebep oldu. Saray tercümani olan Koraks,
Imparatorun huzurundan çikarken muhafiz askerler bagirip çagirarak
Koraks'in idamini isterler. El ve ayaklari baglanan Koraks, askerlere
teslim edilir. Askerler, Koraks'in üzerine çullanip onun gözlerini oyup
vücudunu birçok yerinden yaralarlar. Bundan sonra bir zindana atilan
Koraks, üç gün sonra oldugu yerde ölür. Evi de yagma edilip atese
verilir.
Bizans içerisinde böyle hadiseler cereyan ederken, Sultan Murad da sehri
almak için esasli tedbirler aliyordu. Ordunun muhasarasi baslamadan
önce Mihaloglu Mehmed Bey'in emrindeki askerler Istanbul çevresini
vurmuslardi. Sonra bizzat padisah, ordunun basina geçerek kusatmaya
basladi. Istanbul kara tarafindan tamamen sarilmisti. Sehrin surlarinin
çikis kapilarinin karsilarina siperler kazdirildi. Bu siperler, gayet
kalin, sert ve saglam kiris ile kalaslardan insa edilmis olup surlara
dönük cephelerine ok, mizrak ve tas gülleye karsi agaç dallarindan sira
halinde koruyucu mahiyette bir takim sedler ilave edilmisti. Öyle ki
Türk ordusu, bu kuvvetli siperler sayesinde Bizans surlarini delip
tahrip edecegine inaniyordu. Murad'in yaptigi bu muhasara, o ana kadar
Osmanlilar'in yapmis oldugu en büyük ve en siddetlilerindendi.
Sultan Murad, askerlerini gayretlendirmek ve onlarin sayilarini artirmak
için Istanbul ve hazinelerinin askerlere birakilacagini ilan ettirdi.
Bu haber üzerine orduya pek çok yerden katilmalar oldu.
Kusatmaya, Yildirim Bâyezid'in damadi Emir Sultan adi ile bilinen Seyh
Semseddin Buharî de bes yüz dervis ve muhibbani ile katilmisti. O,
askerlerin arasinda dolasarak manevî nüfuzu ile onlari
cesaretlendiriyordu. Bu arada iç murakebeye dalarak ve dua ederek
Istanbul surlarinin Murad'in önünde açilacagi zamani bekliyordu.
Emir Sultan, sonunda çadirindan çikarak 1422 Agustos'unun 24 Pazartesi
günü Kostantiniyye'nin düsecegini söyledi. Bazi kaynaklarin ifadesine
göre Emir Sultan, dedigi gün ve zamanda bir savas atina binmis oldugu
halde sehre dogru ilerler. Seyh kilicini kinindan çekip "Allah,
Muhammed" diye haykirarak atini sürer. O, askerin basinda idi.
Arkasindan Altinkapi ile Odunkapisi arasinda yani sehrin kara tarafindan
surunu çevreleyen büyük hat üzerinde savas basladi. Bu hücum esnasinda
Imparator Manuel ölüm döseginde idi. Oglu Ioannis, Sen Roman kapisini
savunan askerin basinda idi. Kostantiniyye'nin bütün halki bu tehlikeli
günde silah altinda idi. Kadinlar ve çocuklar kiliç yerine tirpan
kullaniyor, fiçilarin altlarindan kendilerine kalkan yapiyorlardi.
Savasin en kizgin zamanlarinda bir taraftan kopan "Allah" ve "Muhammed"
nadalarina karsi, Bizanslilarin söyledikleri "Hiristos" ve "Panaiya"
kelimeleri isitiliyordu. Günes batarken savas hâlâ sürüp gidiyordu.
Sonunda Osmanlilar, ordugâhlarina döndüler. Bizanslilar, Müslümanlarin
çekilmelerini gökten inen "Panaiya"nm (Hz. Meryem) görünüsüne
baglamislardi. Öylesine ki o devir müverrihlerinden Kanano'ya göre bunu
bizzat Emir Sultan da görmüstü.
Istanbul, bu kusatmada da feth edilemedi. Sultan Murad, ordusunu
Istanbul surlari önünden çekip kusatmayi kaldirdi. Böylece Istanbul,
Imparatorun entrikalari sayesinde bir defa daha Osmanlilarin elinden
kurtulmustu. Imparator Manuel, Bizans'in bundan önceki muhasaralarinda
oldugu gibi, padisahin basina yeni gaileler açarak hükümdarin
dikkatlerini baska bir yöne çekmeye çalismis ve bunda muvaffak da
olmustu. O, Sultan Murad'in küçük kardesi ve Hamideli (Isparta) Sancak
beyi Mustafa Çelebi'yi tesvik ederek sehzadenin saltanat davasina
kalkmasina sebep olmustu. Iste bu yüzden Sultan Murad, Istanbul
muhasarasini kaldirmak zorunda kalmisti.
Takriben iki ay kadar süren bu muhasaranin kaldirilmasi için, hücum günü
olan 24 Agustos 1422'de, burçlar üzerinde görüldügü ve Osmanlilar'in
bundan dolayi kusatmayi biraktiklari iddia edilen kadin hayaleti, bir
hikâyeden ileri gidemez. Hükümdari, muhasaradan vaz geçiren sebep ne
Bizans'i kurtarmaya gelen Hz. Meryem, ne de Bizans'in güçlü bir sekilde
karsi koymasidir. Kusatmanin kaldirilmasinin gerçek sebebi, hükümdarin
küçük kardesi Mustafa'nin, saltanat dâvasina kalkisip Iznik'e kadar
gelmis olmasidir.
KÜÇÜK MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI
Küçük Mustafa, Çelebi Sultan Mehmed'in oglu olup babasinin sagliginda
henüz on üç yasinda iken Hamideli sancak beyligine tayin edilmisti.
Küçük Mustafa, babasinin ölümünü müteakip, Murad'in Osmanli tahtina
geçmesi üzerine, öldürülmek korkusu yüzünden Karamanoglu'nun yanina
kaçmisti. Sultan Murad, Istanbul muhasarasi ile mesgulken Bizans
Imparatoru'nun el altindan tesvik ve ugrasilan sonucunda Anadolu'da
saltanat iddiasina kalkismisti. Imparator, kusatmadan kurtulmak için
sehzadenin lalasi Sarabdar Ilyas'a mektuplar yazarak külliyetli miktarda
altin göndermisti ki, bunlarla asker toplayabilsin. Is bu kadarla da
bitmeyecek ve Imparator, Küçük Mustafa'yi Istanbul'a getirtecekti.
Istanbul'a gelen Küçük Mustafa, Manuel ve onun çocuklari ile görüsür. bu
görüsmede, muvaffak oldugu takdirde imparatora karsi yapacagi
fedakârlik hakkinda teminat verdikten sonra Rumlarin verdikleri
kuvvetlerle Anadolu tarafina geçerek faaliyetlere baslar. Bu
faaliyetleri esnasinda, daha basindan beri Osmanlilar'la çekisen
Karamanoglu'nun Turgutlu Türkmenleri ile Germiyanoglu'nun kuvvetleri de
kendisine iltihak eder. Sehzade Mustafa bu sekildeki bir iddia ile
ortaya çikmakla, babasinin vasiyeti hilafina hareket etmis oluyordu.
Mustafa, topladigi kuvvetlerle Bursa üzerine yürür. Fakat Bursa halki,
sehri ve kaleyi Mustafa'ya teslim etmek istemez. Bu sebeple kendisine,
memleketin ileri gelenlerinden Ahi Yakub ile Ahi Hoskadem'i elçi olarak
gönderir. Bunlar, Mustafa'ya para ve hediyeler takdim etmek suretiyle
onu
Bursa'yi almaktan vaz geçirmeye çalisirlar. Elçiler, Sehzade Mustafa'nin
kendisine vezir yaptigi ve bütün bu olaylara sebep olan Sarabdar Ilyas
ile de görüsürler. Heyet, Bursalilarin Sultan Murad'a bey'at ettikleri
için ona sadakatla bagli kalacaklarini ve gerekirse sehri müdafaa
edeceklerini söyler. Ayrica, bir Osmanli sehrinin Karamanoglu'nun
kuvvetleri ile vurulmasinin da dogru olmayacagini anlatir. Sarabdar
Ilyas, heyetin bu teklifini kabul edince, Mustafa'nin ordusu oradan
ayrilip Iznik tarafina dogru harekete geçer.
Sehzade Mustafa, Iznik kalesini kirk gün kadar kusatma altinda tutar.
Firuz Bey'in oglu olan kale muhafizi Ali Bey, gelismelerden Sultan
Murad'i haberdar eder. Pâdisah, kaleyi sulh yolu ile teslim etmesini
bildirerek Mustafa orada mesgulken kendisinin yetisecegini yazar.
Ayrica, küçük sehzadeyi alet edip kullanan Sarabdar Ilyas'i da ondan
ayirmaya çalisir. Bunun gerçeklesmesi için Sarabdar Ilyas'a adamlar
göndererek kendisini Anadolu beylerbeyligine tayin edecegini bildirir.
Sarabdar'a gelen adam, beylerbeyilik beratini da yaninda getirmisti. Bu
makama karsilik Sultan Murad, Sarabdar Ilyas'tan çok önemli bir hizmet
bekliyordu. O da kendisi gelinceye kadar Sehzade Mustafa'nin kaçmasina
engel olup onu oyalamasi idi.
Sarabdar Ilyas, tiynetini bir defa daha ortaya koymustu. Vaktiyle Çelebi
Mehmed'in taraftari iken Süleyman'in vaad ettigi menfaat karsiliginda
derhal Çelebi Mehmed'i birakarak karsi tarafa geçmisti. Bu defa da saf
degistirmekte bir sakinca görmemisti. Anadolu beylerbeyligine kondugunu
ögrenince kendisinden istenen seyleri büyük bir ustalikla basardi.
Ali Bey, Sultan Murad'dan aldigi talimat üzerine muhasaranin kirk gün
uzamasindan dolayi halka ve sehre hiç bir zarar gelmeyecegine dair
yeminli söz aldiktan sonra teslim olur. Sarabdar Ilyas da aldigi
beylerbeyilik müjdesi üzerine sehirden ayrilmaz. Çandarlizâde Ibrahim
Pasa'nin sarayina yerlesen Küçük Mustafa, timar ve memuriyetler vermek
suretiyle hükümdarligini ilan etmis oluyordu. Böylece Osmanli mülkünde,
yeniden ikinci bir hükümdar tehlikesi belirmisti. Âsikpasazâde bu
hükümdarligi su ifadelerle nakleder:
"Iznik'te, Ibrahim Pasa'nin sarayina kondular. Etraftan gelip timar isteyene timar dahi verdiler. Hüküm ve hükümet ettiler."
Sultan Murad, bütün gücü ile Istanbul'u kusatip feth etmek üzere iken,
kardesi Küçük Mustafa'nin faaliyetleri üzerine, bazi tedbirler alarak
kusatmayi kaldirmak zorunda kalir. Çünkü kardesinin hareketleri,
memleketi ikiye bölmeye yönelikti. Bu ise daha tehlikeli bir durum arz
ediyordu. Onun için derhal Gelibolu yolu ile Anadolu'ya geçip Iznik
üzerine yürür. Sultan Murad'in bu yolculugu devam ederken Sehzade
Mustafa'nin, Iznik'te kalmasini tehlikeli bulan Germiyan ve Turgutlu
kuvvetlerinin komutanlari, onu buradan uzaklastirmaya çalisirlar. Onu
tehlikeden korumak için Karaman, Germiyan veya Istanbul'a götürmek
istedilerse de daha önce Sultan Murad'dan beylerbeyilik beratini almis
olan Sarabdar Ilyas, çesitli bahaneler ileri sürerek buna mani olur.
Sultan Murad'in ordusu, yola çikisinin dokuzuncu günü gece geç saatlerde
Iznik'e gelir. Henüz uyku mahmurlugunu atamamis ve Mustafa'ya bagli
olan askerlerin saskin bakislari arasinda, sabahin erken saatlerinde
açilan kapilardan Iznik'e girilir. O anda hamamda bulunan Küçük Mustafa,
Mihaloglu tarafindan yakalanmak üzere iken Mustafa'nin beylerbeyi olan
Taceddinoglu Mahmud Bey, efendisine bir at bulup onu kaçirmak ister.
Fakat bunda muvaffak olamaz. Ama Mihaloglu'nu durdurup onunla vurusmaya
baslar. Taceddinoglu ile Mihaloglu arasinda baslayan bu vurusma sonunda,
her seyi idaresi altinda bulunduran ulu hakimin (Allah) ecel hükmü,
Mihaloglu'nun sehadet beratini kanla yazip hakkini teslim eyleyecektir.
Nitekim, attan düsürülen Mihaloglu ölümcül bir yara alir. Bundan bir kaç
gün sonra da vefat eder. Mihaloglu'nu atindan düsürüp ölümüne sebep
olan Taceddinoglu Mahmud Bey, daha sonra saklandigi yerde yakalanip
Mihaloglu'nun adamlarina teslim edilecek ve onlar tarafindan
öldürülecektir.
Sultan Murad'in, Iznik'i kusattigi ve Taceddinoglu ile Mihaloglu'nun
vurustugu sirada firsat kollayan Sarabdar Ilyas, Mustafa Çelebi'yi
yakalayip Murad'in, sehrin önünde bulunan Mirahor basisina teslim eder.
Âsikpasazâde bu olayi da söyle verir:
"Bunlar bunda cenkte iken Sarabdar Ilyas, Mustafa'yi tuttu kucagina
aldi. At üzerinde Mustafa "Hey lala, beni niçin tutarsin?" Hain Ilyas
"Kardesine ileteyin" der. Mustafa "Beni kardesime iletme kim kardesim
bana kiyar." der. Sarabdar Ilyas sakin oldu. Aldi gitti Hüdavendigar'a
karsi iletti." Mustafa, padisahin emri ile Iznik disinda bir incir
agacinin dibinde bogdurularak cesedi Bursa'ya gönderildi. Sehzade
Mustafa, Bursa'da babasinin türbesine defn edildi.
Görüldügü gibi Küçük Sehzade Mustafa Çelebi hadisesi, amcasininkinden
daha kisa ve daha kolay bir sekilde halledilmis oldu. Ikinci Murad,
Istanbul muhasarasini kaldirmakla, kardesinin fazla taraftar toplamadan
hakkindan gelip kendisine birakilmis olan Osmanli tahtini emniyete almak
istiyordu. Onun, vakit kayb etmeden isyani ortadan kaldirmaya tesebbüs
etmesi, memleketin ikiye bölünmesini ve beyhude yere kardes kaninin
akitilmasini önlemis oldu. Böylece, Bizans'in bu son oyunu da
basarisizlikla son bulmus, ama olan aldatilmis bulunan zavalli Küçük
Sehzade Mustafa'ya olmustu. Bizans'tan menfaat temin eden ve küçük
sehzadenin öldürülmesine sebep olan Sarabdar Ilyas ise yaptiklari için:
"Suretâ ben günahkâr oldum. Illa bu ikisi vilayette olsa zarar-i âmmdir.
Ve biri dahi bu kim, ben efendim ogluna yaramaz is etmedim. Bu dünyanin
murdarina bulasmadan sehid ettirdim. Ve hem cemi-i âlem rahat oldu. Ve
hem bizden önden gelenler bu kanunu koymuslar" diyerek yaptigi fenaligi
tevile çalismistir.
Sultan Murad, Sehzade Küçük Mustafa'nin gailesini bertaraf etmekle
birükte benzer bir tehlikenin daha mevcud oldugunun farkinda idi. Bir
daha kardes kaninin akitilmamasi ve ülkenin, Bizans gibi entrikaci bir
devlet ile, varligini Osmanlilar'in zayiflamasina baglayan Karaman gibi
bir beyligin oyuncagi haline gelmemesi için henüz ortaya çikmadan bu
tehlike ve fitnenin ortadan kaldirilmasi gerekiyordu. Bunun için Sultan
Murad, tarihi henüz kesin olmayan bir zamanda, Tokat kalesinde tuttugu
Mahmud ve Yusuf adlarindaki iki kardesinin gözlerine mil çektirip onlari
kör ettikten sonra anneleriyle birlikte Bursa'ya getirir. Idareleri
için de kendilerine yüksek seviyeden maas baglatir.
CANDAROGLU ISFENDIYAR BEY ILE OLAN MÜCADELE ve IDARÎ DÜZENLEME
Karamanogullari'ndan sonra Anadolu Beylikleri'nin en kuvvetlilerinden
plan Candarogullari, Karamanlilar gibi Osmanlilar'in en zor ve sikintili
anlarindan faydalanmaya çalisan beyliklerden biri idi. Nitekim
Candaroglu Isfendiyar Bey, Sultan Ikinci Murad'in amcasi Mustafa ve
küçük kardesi Mustafa Çelebi'lerie mesgul oldugu ani firsat bilerek
ondan yararlanmaya çalisarak Tosya, Çankiri ve Kalecik'i geri almisti.
Halbuki buralar, daha önce Çelebi Sultan Mehmed zamanindaki gayretler
sonucunda elde edilmis olup Osmanli himayesinde kalmak sartiyle
Isfendiyar'in oglu Kasim Bey'e verilmisti. Isfendiyar Bey'in geri aldigi
bu yerler, Osmanlilarin taraftan olan oglu Kasim'a ait yerlerdi.
Isfendiyar Bey, bu topraklan almakla da yetinmeyip Tarakli Borlu denilen
Safranbolu'yu alip Bolu'ya dogru uzanmisti. Bu arada Kasim Bey de Iznik
hareketi esnasinda kaçip Sultan Murad'in yanina gelmisti. Sultan Murad,
Küçük Sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince Isfendiyar'a karsi
kuvvet gönderdi. Kasim Bey de Osmanli kuvvetleri ile birlikte
bulunuyordu. Osmanli ordusu Bolu'ya geldigi zaman Isfendiyar Bey'in
ordusundaki Kasim Bey taraftarlari, efendilerinin bulundugu Osmanli
ordusunun saflarina katilirlar. Böylece Isfendiyar Bey, büsbütün
sarsilir. Bununla beraber savasi kabul etmekten baska çaresi de
kalmamisti. Bu sebeple Bolu ile Gerede arasinda yapilan savasta maglub
olup bozguna ugrar. Muharebenin karisikligi arasinda kendi Kapicibasisi
Yahsi Bey tarafindan basina vurulan bir "bozdogan"la kulagi sagir olur.
Zorlukla Sinop kalesine siginan Isfendiyar Bey artik sagirdi.
Candaroglu'nu takib eden Osmanli kuvvetleri, Kastamonu ile Bakir
Küresini zapt ederler. Isfendiyar Bey, küçük oglu Murad Bey
baskanliginda bir heyet vasitasiyle baris istemek zorunda kalir. O, bu
barisi saglamak üzere Osmanli devlet adamlarina da ayri ayri mektuplar
yazarak tavassutlarini ister. Bu arada torununun (Ibrahim Bey'in kizi)
padisah tarafindan nikahlanmasini da teklif eder. Sultan Murad'in
adamlari, barisilmasi için hükümdarlarina ricada bulunurlar. Bunun
üzerine Sultan Murad, sulh yapmayi kabul etti.
Bu antlasma geregince Kasim Bey'e yerleri tekrar geri verilecek,
Osmanlilarin aldiklari Kastamonu ile Bakir Küresi Isfendiyar Bey'e iade
edilecekti. Fakat Isfendiyar Bey, Bakir Küresi hâsilatindan büyük bir
kismini
Osmanli Devleti'ne verecek ve gerektigi zaman da Osmanli ordusuna asker gönderecekti (827 H./1423 M.).
Sultan Murad, bundan sonra bazi idarî tasarruflarda bulunup ondan sonra
Edirne'ye dönmeye karar vermisti. Hükümdar ilân edildigi zaman henüz on
sekiz yaslarinda bulunuyordu. Karsisinda da tehlikeli ve kuvvetli bir
rakip olarak amcasi Mustafa vardi. Hükümdarliginin ilk senesi ümidsiz
denecek kadar korkunçtu. Bununla beraber etrafinda ve kendisine sâdikane
bir sekilde bagli olan Bâyezid, Ibrahim, Haci Ivaz Pasalarla Mihaloglu
Mehmed Bey ve Kara Timurtas Pasa'nin vezirlik rütbesine kadar
çikartilmis olan ogullan Ali, Umur ve Oruç Bey'ler bulunuyordu.
Daha önce de görüldügü gibi Bâyezid Pasa, Mustafa Çelebi hadisesinde
Rumeli Beylerbeyi oldugu için onun üzerine gönderilmis, sonunda Düzme
Mustafa tarafindan katl edilmisti.
Sultan Murad, küçük sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince vezirleri
ile maiyetindeki bazi mühim sahsiyetler arasinda mevcut rekabet ve
geçimsizliklerin farkina varir. Devlet merkezinde fazla nüfuz sahibi
kimselerin varligini kendi kudret ve hâkimiyeti için bir engel telakki
etmis olmali ki, bunlarin bir kismini yeni vazifelerle merkezden
uzaklastirma ihtiyacini duyar. Sultan Murad, Rumeli'ye dönmeden önce bu
isi halletmeliydi. Bunun için Kara Timurtas Pasa'nin ogullarindan Umur
Bey'i Kütahya'ya, Ali Bey'i Saruhan (Manisa) sancak beyligine gönderir.
Oruç Bey'i de Anadolu Beylerbeyi yapar. Padisah, kendi lalasi olan
Yörgüç Pasa'yi da Rumiye-i sugra valisi olarak Amasya'ya gönderir.
Evrenoszâdeler ile Pasa Yigit oglu Turahan Bey ve Gümlü oglu gibi Rumeli
beylerinin harp zamaninda padisahin maiyetinde birlesmeleri hariç baska
zamanlarda Rumelideki vazife yerlerinde bulunuyorlardi. Onun için
Rumeli beylerini ilgilendiren bir tedbire lüzum yoktu. Böylece divanda
sadece Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa kalmislardi.
Bu defa da iki vezir arasinda nüfuz rekabeti bas göstermisti. Vezir-i
A'zam Ibrahim Pasa, devletin kurulusu ile birlikte hizmete giren
Çandarli hanedanindan olup babasi Hayreddin ve biraderi Ali Pasa'lar da
bu vazifede bulunmuslardi. Ibrahim Pasa, Çelebi Sultan Mehmed'e olan
sadakati ve tehlikeli zamanlardaki hizmeti ile taninmis olup Çelebi
Mehmed zamaninda kadiaskerlik ve ikinci vezirlikte bulunmustu. Bâyezid
Pasa'dan sonra birinci vezir olmustu.
Haci Ivaz Pasa da Çelebi Mehmed'in bütün savaslarina istirak etmis,
Karamanog'lu'nun Bursa'yi muhasarasi sirasinda burayi müdafaa ve
muhafazada sebat göstermisti. Mustafa Çelebi hadisesinde aldigi
tedbirler ve yazdigi mektuplarla Mustafa Çelebi kuvvetlerinin
dagilmasina sebep olmustu. Bu bakimdan büyük hizmetleri olan degerli bir
sahsiyetti. Çelebi Mehmed zamaninda hürmet görmüs, Yesil Camiin
plânlarini tertip ederek disardan memlekete sanatkârlar getirtmisti.
îste bu iki degerli vezir arasindaki rekabet, Haci Ivaz Pasa'nin
sahneden çekilmesine sebep olmustu. Haci Ivaz Pasa'nin kul (yeniçeri)
ile gizli münasebetlerde bulundugu, padisaha suikast yapacagi ve divana
silahla geldigi Sultan Murad'a haber verilir. Bir gün divanda Padisah,
Haci Ivaz Pasa'nin gögsüne eliyle dokunarak içinde zirh bulundugunu
anlayip sebebini sorunca Haci Ivaz Pasa buna cevap veremez. Bu durum,
söylenenlerin dogru olabilecegini hatirlattigi için gözlerine mil
çekilmek suretiyle Bursa'da ikamete mecbur edilir. Bu olayin hangi
tarihte oldugu kesin olmadigi gibi, hadisenin bir at gezintisi sirasinda
cereyan ettigine dair rivayetler de bulunmaktadir. Bu hadiseden sonra
Ibrahim Pasa rakipsiz kalmis ve padisahin kendisine tam anlamiyla
güvenmesinden dolayi tamamen müstakil imis gibi is görmüstür. Haci Ivaz
Pasa ise hicretin 831 (1428) yilinda Bursa'da vefat etmistir. Cenazesi
Pinarbasi'nda Kuzgunluk mevkiine defn edilmistir.
Bu idarî düzenlemeden sonra padisah, Gelibolu üzerinden yeniden
Rumeli'ye geçip Edirne'ye gelir. Sultan Murad, saltanatinin buhranli
geçen ilk yillarini geride birakip devlet islerini idarî ve siyasî bir
düzene kavusturduktan, ülke ve halkin problemlerine çözüm yollari
bulduktan sonra biraz rahat bir nefes almaya baslar. Çünkü artik içerde
taht kavgasina yeltenip ülkeyi bölünme noktasina getirecek kimse
kalmamisti. Disariya göre ise Sultan Murad'in gücü, kendisinden
çekinilir bir kuvvete ulasmisti. Bu bakimdan artik evlenip rahat bir
nefes alabilirdi. Zira Isfendiyar Bey'in, bizzat padisaha vermeyi teklif
ettigi torunu Hatice Alime Hanim'la evlenme zamani gelmisti. Bu sebeple
padisah, gelini almak üzere Isfendiyar Bey'in sarayina Çasnigirbasi
Elvan Bey, Tavasi Serafeddin Pasa ile Reyhan Pasa; kadinlardan Halil
Pasa'nin dul esi ve padisahin Sah Ana diye hitab ettigi Germiyanoglu
Yakub Bey'in hanimi ile daha birçok erkek ve kadini külliyetli miktarda
mal ve esya ile gönderir. Bunlar "mihr-i muaccel"i takdim edip gelini
getireceklerdi. Kastamonu'da sölenler tertipleyen Isfendiyar Bey de
gelenleri rütbelerine göre agirlayip bir nice ikramda bulunur. Orada akd
edilen dügün merasiminden sonra Isfendiyar Bey, torununu Halil Pasa ile
Germiyanoglu Yakub Bey'in hanimlarina teslim ederek büyük bir merasimle
ugurlar. Hicretin 828 (1424) yilinda gerçeklesen bu dügünün, Sultan
Murad bakimindan Edirne'de mi yoksa Bursa'da mi yapildigi kesin olarak
tesbit edilebilmis degildir. Zira kaynaklardan bir kismi bunun
Edirne'de, bir kismi da Bursa'da olduguna dair bilgi vermektedir. Bazi
kaynaklar ise Sultan Murad'in bulundugu yeri zikr etmezler. Uzunçarsili,
Sultan Murad'in nikahladigi kizin adinin Hatice Sultan oldugunu hicrî,
906 (M. 1500) tarihli bir vakfiyesi bulundugundan, kabrinin Bursa'da
Kükürtlü Kaplicasi'nin yakinindaki Hatice Sultan Türbesi denilen büyük
bir türbede oldugunu, orada daha baska kabirlerin de bulundugunu, ne
türbe kapisinda ne de diger kabirlerde bir kitabenin bulundugunu
nakleder.
Sultan Murad, evlendigi yil içinde kiz kardeslerinden üçünün de
dügünlerini yaptirir. Hemsirelerinden Sultan Hatun'u Isfendiyar Bey'in
oglu Kasim Bey'e, Ayse Hatun'u bilahare Varna muharebesinde sehid
düsecek olan Karaca Bey'e, Ayse Hatun'u da Çandarlizâde Ibrahim Pasa'nin
oglu Mahmud Bey'e nikahlamisti. Bu dügünler vesilesiyle büyük
ziyafetler veriliyor, fakir ve yoksullar doyuruluyor, dügüne istirak
eden herkese ihsanlarda bulunuluyordu.
RUMELI'DE ISTIKRARIN saglanmasi
Candaroglu Isfendiyar Bey üzerine yapilan harekâti firsat bilen Eflâk
voyvodasi Drakul, Silistre'yi geçip Osmanli topraklarina taarruz
etmisti. Sultan Murad'in emri ile bu taarruza karsilik olmak üzere Firuz
Bey de Eflâk'a siddetli bir akin yapmisti. Bu akinda Firuz Bey,
Drakul'u maglub etti. Maglub olan Drakul iki senelik haraca karsilik bir
miktar para ve bazi hediyeler verecegini taahhüd etti. Bu maglubiyetle
Drakul, barisa zorlanmisti. Sultan Murad'in Anadolu'dan Edirne'ye
gelmesi üzerine Drakul iki oglu ile birlikte bizzat Edirne'ye gelmis ve
bagliligini arz edip iki yillik vergisini de takdim etmisti. Bunun
üzerine yaptiklarina göz yumulan Drakul, yerinde kalmak üzere ülkesine
gönderildi. Ama iki oglundan biri (veya ikisi) de rehin olarak Osmanli
sarayinda alikonmustu. 1424 yilinda gerçeklesen bu barisla bölge
nisbeten rahat ve huzura kavusmus oluyordu.
Bölgede istikrarin saglanmasina tesir eden âmillerden biri de süphesiz
ki Bizans'la varilan antlasmadir. Gerek Düzme Mustafa, gerekse Küçük
Mustafa olaylarini çikarip Sultan Murad'i ve ülkesini bir hayli yoran,
kardes kaninin akitilmasina sebep olan Bizans, artik yapacak bir sey
bulamadigi için Osmanlilar'la iyi geçinmek ihtiyacini hissetmisti. Zira
aksi takdirde kendi ülkesi ve imparatorluklari tamamen elden
gidebilirdi.
Bu dönemde, Bizans Imparatoru Manuel, henüz hayatta ise de çok yasli
oldugundan sekiz dokuz seneden beri bütün isleri saltanat ortagi olan
oglu VIII. Ioannis görüyordu. Ioannis, daha kötü bir duruma düsmemek
için Sultan Murad'a müracaatla baris yapmak istedigini bildirir. Bunun
için elçi olarak Lukas Notaras, Melahrinos ve Bizans tarihçisi Françes'i
Sultan Murad'a gönderir. Yapilan anlasma geregince Bizans, her sene
Osmanli hazinesine üçyüz bin akça veya otuz bin duka altini vermeyi
kabul ettigi gibi, Misivri ve Terkos mintikalari hariç olmak üzere, daha
önce Bizanslilara geçmis olan Karadeniz sahilindeki bütün yerler ile
Selanik havalisinde bulunan Situnion ve Ustruma (Karasu) taraflarina
ilaveten, Osmanlilar'in Zeytin dedikleri Izdin'i de terk ediyordu (28
Subat 1424).
Yine 1424 senesinde Sirp despotu Istefan (Etyen) Lazareviç, Edirne'ye
gelip eski dostluk antlasmasini yeniledi. Onunla birlikte bir Türk
heyeti Alman Imparatorlugu'na seçilmis olan Macar Krali Sigismond'u
tebrike ve iki yillik bir mütareke müzakeresinde bulunmak için
gönderildi. Buna göre Osmanli heyeti, hem Sigismond'un imparatorlugunu
tebrik edecek, hem de iki yillik bir mütareke imzalayacakti. Osmanli
hükümdari bu heyetle birlikte kiymetli hediyeler de göndermisti.
Sigismond tarafindan kabul edilen Osmanli heyeti ile iki yillik bir
baris antlasmasi imzalanir. Bu akitten sonra Sigismond, Osmanli
padisahina ayni sekilde hediyeler gönderir.
Rumeli'de istikrarin saglanmasina sebep olan anlasmalar yapildiktan ve
bölge harpsiz bir döneme girdikten sonra artik Anadolu'daki pürüzlerin
ortadan kaldirilmasina sira geliyordu.
Çelebi Sultan Mehmed'in vefati ve iki Mustafa Çelebi'nin isyanlari
zamaninda, daha önce Osmanli sarayinda rehin bulunan Mentese Beyi Ilyas
Bey'in iki oglu Leys ile Ahmed kaçarak memleketlerine gelmis ve
hükümdarlik yapmaya baslamislardi. Rumeli'deki durumu düzene sokan
Sultan Murad, Mentese tarafina gelerek bu iki kardesi elde edip Tokat
kalesine gönderdikten sonra beyligi tamamen ilhak etmisti. Hicrî 829 (M.
1425) tarihinden itibaren bu beylik artik tarihe karismisti.
IZMIROGLU CÜNEYD BEY'IN AKIBETI
Kaynaklarda Izmiroglu, Aydinoglu, bazan da Kara Cüneyd diye adlandirilan
bu beyin babasi olan Ibrahim, Yildirim Bâyezid tarafindan Izmir'e
subasi olarak tayin edilmisti. Ankara savasi sonrasinda çikan kardes
kavgalari esnasinda Cüneyd Bey, önce Isa Çelebi'ye yardim etmis,
arkasindan da Süleyman Çelebi ile birleserek onun tarafindan Ohri sancak
beyligine getirilmisti. Kardesler arasindaki mücadeleden istifadeyi
düsünen Cüneyd Bey'in bu dönemdeki faaliyetlerinden ilgili bölümlerde
bahsedilmis ve hakkinda bilgi verilmisti.
Daha önce de temas edildigi gibi Cüneyd, Mustafa Çelebi (Düzme Mustafa)
kuvvetleri ile Ulubat suyu kenarina kadar gelmisti. Burada, Sultan Murad
tarafindan tatmin edilip Aydin beyligine döner. Bundan sonra bütün
gayretiyle eski Aydinogullan topraklarini tamamen elde etmeye çalisir.
Böylece Anadolu birligini yeniden bozma faaliyetlerine ön ayak olur.
Osmanlilara olan bagliligi red edip Osmanli idarecileri ile ugrasmaya
baslar. Bunun üzerine Sultan Murad, onu yola getirmek maksadiyla yeni
Aydin ili beyi Yahsi Bey ile Anadolu Beylerbeyi Oruç Bey'i
vazifelendirir. Ancak bu beyler Cüneyd'e karsi bir basari elde
edemezler. Bu son muvaffakiyet üzerine Aydin Bey'i olarak harekete geçen
Cüneyd, Anadolu beylerini ve Bizans'i Osmanlilar'in aleyhine tahrike
baslar. O, bununla da yetinmeyerek Venedik ile de ticarî ve siyasî
münasebetlere girisir. Bununla beraber Sultan Murad'in Anadolu
Beylerbeyligine tayin ettigi Hamza Bey, bu meseleyi ciddi bir sekilde
ele alarak Halil idaresinde gönderdigi kuvvetler, Cüneyd'i Akhisar
civarinda maglub edip onu sigindigi Ipsili kalesinde kusatirlar. Cüneyd,
Karamanoglu Ibrahim Bey'in yardimlarini saglamak maksadiyla gizlice
onun yanina gidip bir miktar Karaman askeri ile döndüyse de, bilahare bu
yardimci kuvvetlerin kaçmasi sonunda Sisam adasinin karsisinda bulunan
Ipsili kalesinde oglu Bâyezid ile birlikte tutunmaya çalisir. Bu arada
Bizans Imparatoru VIII. Ioannis ve Venedik ile temasa geçerek yeni bir
saltanat müddeisini Selanik'e geçirip Rumeli'nde isyan çikarmayi
tasarlar. Fakat Murad Bey, Cenevizliler'den kiralanan gemiler ile onu
deniz tarafindan da sIkIstirdigmdan vaziyeti gittikçe kötülesmeye ve
artik müdafaada bulunamayacak bir duruma gelir. Bunun üzerine Hamza
Bey'e teslim olmak zorunda kalan Cüneyd, kanina girdigi insanlara
karsilik 1425 yilinda öldürülür. Çanakkale hapishanesinde bulunan oglu
Kurt Hasan ile kardesi Hamza Bey de ortadan kaldirilarak soyuna son
verilir.
KARAMANOGLU MEHMED BEY'IN ANTALYA'YI KUSATMASI VE OGLU IBRAHIM BEY'IN OSMANLI HIMAYESINE GIRMESI
Ankara Muharebesi'nden sonra Timur tarafindan yeniden kurulan Karaman
Beyligi'nin basina Alaeddin Ali Bey'in oglu Mehmed Bey tayin edilmis,
kardesi Bengi Ali Bey de Mehmed Bey'in hâkimiyeti altinda olmak sartiyla
Nigde ve havalisine getirilmisti. Mehmed Bey, Osmanlilar'dan çekindigi
için bir ara Memlûk sultaninin himayesini kabul etmisti. Fakat Memlûk
Devleti'ne ait bazi yerlere el uzattigi için o devletle de arasi
açilmisti. Gerçekten de Tarsus kusatmasi yüzünden Memlûklularla arasi
açilan Karamanoglu Mehmed Bey, önce Nigde'ye hâkim bulunan kardesi Bengi
Ali Bey, sonra da Dulkadiroglu Nasirüddin Mehmed Bey'le giristigi
mücadeleyi kayb etmis ve Dulkadirliler tarafindan esir alinarak
Kahire'ye gönderilmisti. Memlûk Sultani Melik Müeyyed Seyh, gerek
Bursa'da, gerekse Tarsus ve Kayseri'de giristigi taskin hareketlerinden
dolayi Karamanoglu Mehmed Bey'i azarlayip hapse attirmisti. Onun yerine
de Karaman hükümdari olmak isteyen Nigde hâkimi Bengi Ali Bey'i
destekleyerek onun hükümranligini tanimisti. Böylece Bengi Ali Bey,
Karaman hükümdari olmustu. Fakat Memlûk sultani Melik Müeyyed'in
ölümünden biraz sonra hükümdarligi elde eden Seyfeddin Tatar, Mehmed
Bey'i serbest birakarak memleketine gönderir. Bengi Ali Bey, Mehmed
Bey'in idareyi tekrar ele geçirmesi üzerine yeniden Nigde'ye çekilir.
Bilindigi gibi Ankara Muharebesi'nden sonra Antalya ve Korkuteli ile
civari, Timur tarafindan Hamidoglu Osman Bey'e verilmisti. Osman Bey,
Antalya'yi Osmanlilar'dan alamamis ise de Korkuteli taraflarinda hüküm
sürüyor ve Antalya'yi da elde etmek için çare ariyordu.
Gerek Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü, gerekse Mustafa Çelebiler isyanin,
meydana getirdigi karisikliklardan istifade etmek isteyen Hamidoglu
Osman Bey, Antalya'yi zapt etmek istemis, fakat bu ise tek basina
gücünün yetmeyecegini anlayinca Karamanoglu ile birlikte hareket etmeye
karar vermisti.
O dönemde, Osmanlilarin Antalya Sancak beyi olan Firuz Bey oglu Hamza
Bey, bu birlesmeye mani olmak ve dolayisiyla sancagini kurtarmak için
henüz iki kuvvet birlesmeden önce Korkuteli'nde bulunan Osman Bey'in
kuvvetlerine baskin yapmis, Hamidoglu da bu müsademe esnasinda
öldürülmüstü. Bu olaydan sonra Karamanoglu Mehmed Bey, Antalya önüne
gelip kaleyi karadan kusatmisti. Bu sirada kaleden atilan bir gülle,
Karamanoglu'na isabet ederek ölümüne sebep olmustu. Böylece Antalya, hem
muhasara hem de isgalden kurtulmustu. Karaman ordusunda bulunan Mehmed
Bey'in büyük oglu Ibrahim Bey, babasinin cenazesini alarak Karaman
ordusuyla birlikte dönmüs ve Mehmed Bey'in cenazesini Larende'ye
(Karaman) defn etmisti (27 Safer 826/9 Subat 1423).
Mehmed Bey'in ölümü üzerine yaninda bulunan ogullarindan Ali Bey,
aralarindaki saltanat rekabeti yüzünden askerin Ibrahim Bey'i istedigini
görünce kaçip Antalya kalesine siginir. Ibrahim Bey ve diger kardesi
Isa Bey ise babalarinin cenazesini alip memleketlerine dönerler. Fakat
Mehmed Bey'in kardesi Bengi Ali Bey, kardesinin öldügünü ögrenince
Konya'ya gelip hükümdarligini ilân etmisti. Bunun üzerine Ibrahim ve Isa
Beyler, babalarinin cenazesini defn ettikten sonra Osmanlilar'a
siginmak zorunda kalmislardi.
Bu arada Antalya sancak beyi olan Hamza Bey de Karamanoglu Mehmed'in
ölümünü ve Antalya'nin kurtuldugunu, kendisine iltica etmis olan Mehmed
Bey'in oglu Ali Bey'le Sultan Murad'a arz etmisti.
Ibrahim Bey, amcasi Bengi Ali Bey'in yerine hükümdar olmak üzere Sultan
Murad'in yardimini istemisti. Sultan Murad, eskiden beri aralarinda
bulunan akrabaligi kuvvetlendirmek için Ibrahim Bey'le kardesleri Ali ve
Isa'ya birer kiz kardeslerini vererek onlari kendine baglamaya çalisir.
Osmanli siyasetine uygun düsen bu davranisla Sultan Murad, aradaki eski
düsmanliklari ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Bu düsmanligi tamamen
yok etmek için onlarin her birine Rumeli'nde birer sancak da vermisti.
Bu arada Ibrahim Bey'e kuvvet verip onun Konya ve Larende üzerine
yürümesini saglayan Sultan Murad'in bu kuvveti sayesinde Ibrahim Bey,
amcasini kaçirip Konya'da Karaman Beyligi'ne hâkim oldu. Fakat bunun
karsiliginda da daha önce Osmanlilara ait olup Timur tarafindan
Karamanogullari'na verilmis olan bazi yerleri (Hamideli Beysehir) eski
sahiplerine yani Osmanlilar'a terk etmeye razi oldu (1424).
Sultan Ikinci Murad, gerek Rumeli, gerekse Anadolu'da kismen baris,
kismen de mücadelelerle sagladigi sükûnetin devam etmesi için daha bazi
islerin yapilmasi gerektigine inaniyordu. Nitekim Amasya, Tokat ve Canik
havalisindeki yerlerde bir takim küçük Türkmen aile ve asiretleri
vardi. Bunlar, gerek bulunduklari kalelerinin sarp olusu, gerekse
devletin baska bölgelerde mesgul olmasindan istifade ile zaman zaman
çevrelerini vurup eskiyalik ediyorlardi. Halk, bu yüzden bir hayli
sIkInti çekiyordu. Hatta Solakzâde'nin ifadesine göre, insanlar bunlarin
yüzünden evlerinden çikamaz hâle gelmislerdi. Bunlarin normal bir hale
gelmesi ve geregi gibi idareleri devleti bir hayli mesgul ediyordu. Bu
yerli Türkmen ailelerinden bir kismi, Ankara muharebesinden sonra Çelebi
Sultan Mehmed tarafindan ortadan kaldirilmis ise de büyük bir grubu
faaliyetlerine devam ediyordu. Sultan ikinci Murad, lalasi Yörgüç
Pasa'nin faaliyetleri sonucunda bunlarin büyük bir kismini ortadan
kaldirmaya muvaffak olmustur.
GERMIYANLI MÜLKÜNÜN OSMANLI'YA VASIYETI
Daha önce, Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilmis bulunan Germiyan
Beyligi, Ankara Muharebesi'nden sonra yeniden dirilttirilen diger
Anadolu beylikleri gibi o da tekrar bagimsizligina kavusmustu.
Germiyanoglu Ikinci Yakub Bey de ülkesine yeniden sahip olmustu. Yakub
Bey, "Fetret Dönemi" diye bilinen sehzadelerin mücadeleleri esnasinda
Çelebi Sultan Mehmed tarafini tutmustu. Bir ara Karamanoglu'nun
tecavüzüne maruz kaldiysa da Çelebi Sultan Mehmed'in, Karamanoglu'nu
yenmesi üzerine Yakub Bey, Osmanlilar'in himayesinde devletini idare
etmisti.
Kiz kardesinin oglu olan Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü üzerine Yakub
Bey, Osmanlilar'daki saltanat degisikliginden istifadeye yeltendi. Bu
yüzden Sultan Ikinci Murad'in kardesi ve Hamideli Sancakbeyi Mustafa
Çelebi'ye meyl ederek Karamanoglu ile birlikte Mustafa'ya kuvvet verip
yardim eder. Bununla beraber Sultan Murad, Yakub Bey aleyhinde hiç bir
harekette bulunmuyordu. O da son anlarina kadar beyligini muhafaza
etmisti. Hatta Osmanli hükümdari, "Sah Ana" diye hitab ettigi Yakub
Bey'in esini, Candaroglu Isfendiyar Bey'in torununu alacagi zaman gelini
getirmeye göndermisti.
Erkek evladi bulunmayan Yakub Bey, kiz kardesinin torunu olan Murad'i
gün geçtikçe sevmeye baslar. Bu sevgi, erkek evladinin olmayisi ve
Osmanlilar'in ileride büyük bir devlet haline gelecegini sezmesi üzerine
onun, ülkesini Osmanlilar'a vasiyet etmesine sebep oldu.
Bu sebepledir ki, ilerlemis yasina ragmen Edirne'de bulunan padisahi
ziyaret etmek ister. Bu gaye ile yola çikan Yakub Bey, Bursa'ya gelir.
Oradan Çanakkale Bogazi'na kadar giderek Gelibolu'da Rumeli yakasina
ayak basar. Ikinci Murad, Yakub Bey'i karsilamak için Meriç ve Ergene
üzerinde insa ettirmekte oldugu köprü sahasina kadar gelir. Bu vesile
ile Sirbistan siniri valisi Ishak Bey'in idaresinde orada yaptirmakta
oldugu köprünün insaat durumunu görme imkânini da elde eder. Yüz yetmis
kemer üzerine kurulan ve hâlen Uzunköprü ilçesine adini vermis bulunan
bu köprü, yapilis tarzindaki özellikten dolayi Ikinci Murad'in sultanlik
çaginda kurulmus binalar arasinda ilk plânda yer alir.
Yakub Bey, geçtigi bütün yollarda oldugu gibi Edirne'de de hürmet ve
itibar görür. Padisah, onu yasinin büyüklügüne ve mevkiine lâyik bir
hürmetle karsilar. Yakub Bey, Edirne'de misafir bulundugu siralarda
büyük senlikler yapilir. Devrin en büyük hekim ve sairlerinden olan
Seyhî, mihmandar sifati ile onun maiyetine verilir. Seyhî, gezmelerinde
ona refakat etmeye ve arzularinin en küçügüne kadar bütün isteklerinin
yerine getirilmesine memur edilmisti.
Bu söhretli misafir, gördügü misafirperverlikten dolayi minnettar olarak
ülkesine döner. Sultan Murad'in, emrine verdigi askere karsi o kadar
cömertçe davranir ki, Gelibolu'ya ulastigi sirada parasi tükenir. O
zaman padisaha bir mektup yazarak durum ve ihtiyacini bildirir. Sultan
Murad, Germiyan Beyi'nin mektubunu okudugu zaman:
"Cenab-i Hak, Germiyan Beyi'ni bize öyle bir kardes olmak üzere
göndermis ki, kendi gelirinden baska bizimkileri de yiyor." diyerek
derhal onun sanina lâyik olacak sekilde bir miktar para gönderir.
Ikinci Murad'i ziyaret ettigi sirada seksenini bulmus olan Yakub Bey,
ilk karsilasmada Sultan Murad'in elini öpmek istediyse de padisah elini
vermez. Karsilikli öpüsüp musafaha ederler. Yakub Bey, ziyaretinin
sebebini anlatarak içten gelen arzusunu sifahî (agizdan) arz ile
ölümünden sonra memleketini padisaha vasiyet eyler. O, ülkesini
kizkardeslerinin çocuklarina birakmak istemiyordu.
Edirne'de bir ay kadar kalan Yakub Bey, Kütahya'ya dönüsünden bir sene
sonra 832 Rebiülahir (1429 Ocak)'ta vefat ederek Kütahya'da yaptirmis
oldugu imâret mescidi mihrabinin arkasina defnedilir. Yaninda zevcesi
Pasa Kerime Hanim da vardir. Yakub Bey, hastalandigi sirada yazdirip
Ikinci Murad'a gönderdigi vasiyetnâmesinde ülkesini Osmanlilara vasiyet
eyleyip terk ettigini tekrarlamisti. Böylece Yakub Bey'in vasiyeti
üzerine beyligi, Osmanli idaresine girmisti. Buranin sancak beyligine de
Kara Timurtas Pasa'nin torunu ve Umur Bey'in oglu Osman Bey tayin
edilmistir.
Aradaki fasilalar hariç olmak üzere takriben otuz sene kadar Germiyan
hükümdari olan Yakub Bey, çok cömert bir insandi. Bilginleri seven bir
kimse olarak Yakub Bey, sarayinda pek çok sair, edip, bilgin ve tabibin
bulunmasini saglamistir. Edirne'de kendisine mihmandar olarak tayin
edilen Seyhu's-Suara Seyhî Sinan da bizzat kendi himayesinde yetisen ve
sonradan Osmanlilar'in hizmetine giren bir kimse idi.
O, ilim ve fikir adamlarini himaye hususunda babasinin izini takib
etmisti. Türkçe'nin gelismesine hizmet etmis, meshur ilk Türkçe imâret
vakfiyesini güzel bir yazi ile hak ettirerek imâretin duvarina
koydurmustu.
Çok cömert, eli açik, ihsani bol bir kimse olan Yakub Bey, Bursa'ya
geldigi zaman Osman, Orhan, Yildirim Bâyezid ve Çelebi Sultan Mehmed'in
türbelerini ziyaret eder. Bu esnada henüz hayatta bulunan Emir Sultan'i
da ziyaret ederek elini öper.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°3
Geri: II.Murat
SIRBISTAN VE GÜVERCINLIK KALESI MESELESI
Sirbistan, Birinci Kosova muharebesinden beri Osmanlilar'in nüfuzu
altinda idi. Ankara muharebesinden sonra Sirbistan himayeden çikmamakla
beraber kendi lehine bazi tavizler elde etmisti. Kosova muharebesinde
öldürülen Lazar'in yerine Stefan Lazareviç (1389-1427) Sirp despotluguna
getirildi. Stefan Lazareviç, Temmuz 1427 senesinde evlad birakmadan
ölünce onun yerine kiz kardesinin oglu Jorj Brankoviç, Sirp despotu
oldu. Osmanli tarihlerinde Vilk (babasinin adi Vulk) oglu diye bahs
edilen Jorj Brankoviç'in Sirp despotu olur olmaz bazi kalelerini
Macarlara terk etmesi, Osmanlilar ile Sirp ve Macarlar arasinda bazi
çatismalarin çikmasina sebep oldu. Bu adam, selefi ve Osmanli dostu olan
Lazareviç'in gütmekte oldugu siyaseti terk ederek gerektiginde
Osmanlilar'a karsi kendini müdafaa etmek ve Türk taarruzlarini kuzeye
yani Macaristan'a geçirmemek için hem Alman Imparatoru hem de Macaristan
Krali olan Sigismond'a kendi topraklarindan bazi mühim yerleri
vermisti. Bu yerlerden birisi de Sirplarin merkezi olan Semendire ile
Orsova arasinda ve Tuna nehri kenarindaki Golumbaç (Kolombaç) idi.
Osmanlilar buraya "Güvercinlik" diyorlardi. Halbuki eski despot Stefan
Lazareviç, ölmeden önce burayi on iki bin duka altin borcuna karsilik
"boyar" yani beylerinden birisine rehin olarak vermisti. Belgrad'i isgal
eden Sigismond, parayi ödemeden Kolombaç'i da almak isteyince, boyar
kaleyi Osmanlilar'a terk etti
Sigismond'un, Macaristan'a açilan yollar üzerinde önemli ve stratejik
bir mevkide bulunan Güvercinligi zorla almak istemesi üzerine Sultan
Murad, kalenin müdafaasina kosar. Macadar bir basari elde edemedikleri
gibi Sigismond da ölüm tehlikesi geçirerek bir fedaisi sayesinde zor
kurtulmustu. Sigismond, muvaffak olamayinca Osmanlilarla anlasmak
zorunda kalir ve Güvercinlik'in Osmanlilar'a geçmesini kabul eder.
Belgrad'in Macarlara verilmesi üzerine hükümet merkezini daha önce
Semendir'e nakl etmis olan Jorj Brankoviç, Sigismond'un basarisiz
oldugunu görünce ondan ümidini keserek Osmanlilar'la anlasmaya çalisir.
Varilan anlasmaya göre o, her sene Osmanli hazinesine elli bin duka
altin vermeyi, Macarlarla münasebetlerini kesmeyi ve padisah istedigi
zaman Osmanli ordusuna asker göndermeyi kabul eder.
Sultan Murad, Edirne'ye döndügü zaman hükümdarlara nâmeler göndererek
yeni fetihlerini bildirir. Güvercinlik ve Krusevaç gibi kalelerin ele
geçirilmesiyle Osmanli sinirlari, Sirbistan'in kuzeyinde yeni gelismeler
kayd etmisti. Güvercinlik, Macaristan'a açilan yollar üzerinde oldugu
gibi bilhassa Sirbistan'in müdafaa ve elde tutulmasina yarayacak bir
mevki isgal ediyordu. Onun içindir ki, zaptindan on alti yil sonra
Segedin muahedesi yapilirken Güvercinlik üzerinde bir hayli
durulacaktir. Macaristan bakimindan çok önemli bir üs olarak kabul
edildigi için burasi, her firsatta Macarlar tarafindan gözetlenecektir.
Hatta Fatih Sultan Mehmed, 1473 senesinde Uzun Hasan'a karsi sefere
giderken Macar elçisi Padisahin ve dolayisiyla Osmanlilarin bu müskül
durumundan yararlanarak Güvercinlik'in terkini veya kalesinin
yikilmasini isteyecektir.
SELÂNIK VE YANYA'NIN FETHI
Birinci Murad zamaninda kusatilip alinamayan, fakat hicrî 791 (M. 1394)
yilinda Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilen Selânik, Ankara
Muharebesi'nden sonra Bizans Imparatoru ile uyusmak isteyen Emir
Süleyman tarafindan Bizanslilara terk edilmisti. Selânik sehrinin,
Osmanlilar tarafindan ilk defa olarak fethi ve bilahare tekrar Rumlarin
eline geçisine dair bilgiler, Yildirim Bâyezid dönemi hadiseleri
arasinda zikr edilmisti.
Osmanlilar'in saltanat degisikligi ve buna bagli olarak çikan taht
kavgalari fitnesi ortadan kalkip tehlikeli durumlarinin düzelmesinden
sonra sira daha önce ellerine geçmis olan Selânik'in yeniden elde
edilmesine gelmisti. Bunun için Sultan Murad, Evrenoszâdelerle Turahan
Bey komutasindaki ordusuyla Selânik'i muhasara ettirmisti. Bu sirada
Manuel'in oglu Andronikos, Selânik valiliginde bulunuyordu. Muhasara
yüzünden sikintiya düsen halk, Andronikos'un muvafakati olsun olmasin,
kendilerine yiyecek vermek ve sehri mamur hale getirmek sartiyla
Venediklilere satmaya karar verir. Venedikliler, kendilerine sadik
kalmak sartiyle Selânikliler'in tekliflerini kabul ile elli bin duka
altin karsiliginda Selânik'i satin alirlar. Böylece Selânik halki, para
karsiliginda kendilerini yabanci bir millete satarken, Venedikliler de
kan yerine keselerinden para dökerek Ege kiyilarinin en mühim
sehirlerinden birine sahip olurlar. Bu esnada zaten hasta olan
Andronikos da Venedikliler'ce Mora'ya gönderir (H. 826 / M. 1423).
Sultan II. Murad, Selânik'in Venedikliler'in eline geçmesini
istememisti. Fakat o sirada daha pürüzlü ve önemli isler oldugundan ses
çikarmamis ve uygun bir zaman gözetlemeyi uygun görmüstü. Sultan Murad,
1426 yilinda Ayasolug'a giderek orada bulundugu sirada Midilli, Sakiz ve
Rodos ile eski antlasmalari yeniledigi zaman Venediklilerin Selânik'i
almalarindan dolayi bunlarla olan muahedeyi yenilemeyerek Venedik
elçisini geri çevirmisti.
Padisah, buradaki islermi yoluna koyduktan sonra Edirne'ye döner.
Venedikliler yeni bir heyet göndererek muahedeleri yenilemek istedilerse
de padisah: "Selânik, babamdan kalma mülkümdür. Büyük babam Bâyezid
bazusunun kuvvetiyle burasini Rumlardan aldi, eger oranin idaresi
Rumlarin elinde bulunsaydi, bunlara haksizlik ettigimi belki iddia
edebilirlerdi. Siz ise Italya'dan gelen Latinlersiniz. Buralara
sokulmaniza sebep ne? Ya arzunuzla oradan .çekiliniz, ya da hemen
gelirim" cevabini verir. Böylece elçiler bir is göremeden geriye
dönerler. Osmanlilar'in bu sekildeki kesin tutumu üzerine Venedikliler,
ilk günlerden itibaren isi diplomatik yollarla ve gürültüsüz atlatmaya
çalisirlar. Sultan Murad'a defalarca elçi gönderirler ama bu çabalarin
hiç birisi Sultan Murad'i bu oldu bitti karsisinda yumusatamaz. Bu arada
Venedikliler, sehrin zapti kadar garip ve tuhaf olan bir muameleye bas
vurarak bizzat Bizanslilarin tavassutunu temin ederler. Padisah,
imparatorun bu tavassutunu çok garip bulmustu. Ioannis'in göndermis
oldugu Nikola de Gona ve Frangopulos adlarindaki elçilerine, sayet
Selânik imparatora ait olsaydi orayi hiç bir zaman zapt etmek
istemeyecegini, fakat Venediklilerin, imparatorun arazisi ile kendi
topraklan arasina yerlesmesine de müsaade edemeyecegini söyleyerek
anlari da geri gönderir.
Bu müzakereler esnasinda sefer hazirliklarini da ihmal etmeyen Sultan
Murad, 1430 senesi Subatinin ortalarinda Edirne'den Serez'e gelir.
Burada Anadolu Beylerbeyi olan Hamza Bey komutasindaki Anadolu
kuvvetleri ile Sinan Bey komutasindaki Rumeli kuvvetlerini bir araya
getirir. Kendisi Serez'de kalarak Hamza Bey'i ileriye gönderir. Bütün
kusatma hazirliklari yapildiktan sonra Venedik valisinden sehrin
teslimini ister. Fakat Venedik valisi bunu red eder. Bunun üzerine Hamza
Bey sehri topla dövmeye baslar. Selânikliler, Venedikliler'den donanma
ve yardim istedilerse de bu yardim gerçeklesmedi. Muhasara karargahina
gelen Sultan Murad, sehrin bir an önce düsmesini istiyordu. Venedikliler
Rumlara itimad edemediklerinden kendi askerlerini Rumlarin arasina
dagitmislardi. Bu sekilde sehir müdafaa edilirken Rumlarin gevsekligini
ve icabinda karsi tarafla anlasmalarini önlemeyi düsünüyorlardi.
Umumi hücumla alindigi takdirde sehrin zarar ve tahribata ugrayacagini
hesaplayan Hamza Bey, hem buna mani olmak, hem de fazla zahmet
çekilmeden fethi mümkün kilmak için surlardan içeriye adamlar soktu.
Sayet Venedikliler, Rumlardan gelebilecek bir hainligin önünü almak
üzere önceden gerekli tedbirleri almamis olsalardi belki de Hamza Bey'in
adamlari gayelerine ulasacaklardi. Buna meydan vermemek düsüncesi ile
Venedikliler, her Rum askerinin yanina degisik memleketlerden ücretle
topladiklari adamlardan kurulu yagmaci (Butineur) denilen askerden
birini koymuslardi. Ayrica Hamza'nin oklarinin ucuna mektuplar sararak
Rumlari sehir kapilarini açmaya tesvik etmesi, buna karsilik kendilerine
hürriyet ve himaye vaad etmesi de bir sonuç vermedi. Çünkü
Venediklilerin çok siki tedbirler almalari üzerine sehre sokulan
adamlarla içeriye firlatilan mektuplarin, Rumlar üzerindeki tesirleri
önlenmisti.
26 Subat gecesi meydana gelen depremde halk büyük bir heyecan yasadi.
Fakat Venediklilerin çabasi sonucunda bu korku ve heyecan giderilerek
müdafaa daha bir güç kazandi. Rumlar, Venediklilere mecburen itaat
ediyorlardi. Hamza Bey'in tekliflerini kabul etmeyen Venedikliler'e
karsi padisah, hücuma karar verir. Bu, sehrin zapt edildigi zaman, âdet
oldugu üzere yagmaya ugramasi demekti. Hükümdar böyle bir karar almak
zorunda kalmisti. Çünkü daha önceki bütün baris ve teslim çagrilari
cevapsiz kalmisti.
28 Subat'i 1 Mart'a baglayan gece, Selânik halki arasinda genel hücumun
ertesi gün yapilacagi söylentileri dolasmaya baslar. Bunun üzerine halk,
kalabalik topluluklar halinde kiliselerde toplanmaya basladi. En fazla
kalabalik ise Aziz Dimitrios'un tabutu bulunan ve içinde devamli olarak
"kutsal yag" akan kilisede toplanmisti. O gün aksama dogru,
Osmanlilar'in, limandaki üç Venedik kadirgasini yakmasi, Venedikliler
arasinda büyük bir korkunun meydana gelmesine sebep oldu. Bu yüzden
bütün askerlerini kaleden çekip gemilere bindirdiler. Venediklilerin,
sehrin savunmasindan ayrilmalari, Rumlari büsbütün perisan etmisti. Bu
yüzden onlardan da bulunduklari mevzileri terk edenler oldu. Ertesi gün
safakla baslayan genel hücum sonunda Osmanli askeri sehre girmeye
basladi. Bu esnada Selânik halkindan bazilari, gruplar halinde Venedik
kadirgalarina binmek istedilerse de bunlar, Venedikliler tarafindan
gemilere alinmazlar. Selânik sehrini para karsiligi alan Venedikliler,
sadece sehrin ticaretini düsünüyorlardi. Zira Selânik, Ege Denizi'nde
ticarî mevkii parlak bir sehirdi. Fakat orada barinamayacaklarini
anladiklari zaman dindaslari olan Rumlari, Müslüman olan Osmanlilar'a
terk etmekten çekinmemislerdi.
Öyle anlasiliyor ki sehrin umumî bir hücumla alinacagi söylentileri bosu
bosuna çikarilmis bir iddia degildi. Zira Mart ayinin ikinci günü sato
tarafindan yapilan siddetli bir hücum ve merdivenlerle üzerlerine
çikilan surlarin isgali sonunda, kale kapilarinin açilmasi ile sehir
zapt edildi (27 Receb 833/2 Mart 1430). Selânik'in düsmesi, Avrupa ve
bilhassa Venedik'te büyük üzüntülere sebep olmustu.
Selânik zapt edilince Sultan Murad, Vardar Yenicesi ile diger
sehirlerden Türk aileler getirterek buraya iskân ettirir. Bu politikasi
ile o, sehrin Müslüman Türk hüviyeti kazanmasina çalisiyordu. O, sadece
iskân ile yetinmiyerek buraya yerlestirilenler için bazi imkânlar da
sagliyordu. Bu sebeple Aya Dimitri (Sen Dimitrios) kilisesi hariç olmak
üzere diger bütün kiliseleri camiye tahvil ettirir. Hammer'in ifadesine
göre bazi kiliseleri de yiktirip onlarin malzemesinden sehrin ortasinda
bir Türk hamami yaptirir.
Böylece Müslümanlarin rahat ibadet etmeleri ve diger sosyal tesislerden istifade etmelerini saglamisti.
Osmanli kaynaklan, Selânik'in kirk günlük bir kusatma sonunda zapt
edildigini yazarlarsa da yabanci kaynaklarda buranin daha kisa bir
sürede zaptedildigi bildirilmektedir. Subat ortalarinda baslayan
kusatma, 2 Mart'ta sona erdigine göre bu sürenin çok daha az oldugu
anlasilmaktadir.
Selânik muhasarasi devam ederken, Amiral Andrea Moceniko komutasindaki
Venedik donanmasi, Gelibolu'yu zapt etmek için ugrastiysa da bunda
basarili olamadigi gibi gemi bakimindan da zayiata ugradi. Zira henüz
emekleme durumunda bulunmasina ragmen Osmanli donanmasi, onlarin
basarili olmasina ve Gelibolu'yu ele geçirmelerine engel olmustu.
Amiral Moceniko'nun yerine geçen Silvestr Morisini Selânik'in intikamini
almak için 1431 yilinda Çanakkale bogazinin Anadolu yakasindaki
istihkamlara ani bir baskinda bulunarak ele geçirdigi muhafizlari
öldürmüs, surlarini da tahrib etmisti. Bundan sonra Sultan Murad ile
Venedikliler arasinda Gelibolu'da bir muahede imzalanir. Bu muahede ile
Selânik'in Osmanlilar'a terk edildigi belgelendirilip kabul ediliyordu.
Dukas'in ifadesine göre Venedikliler, Egriboz adasinin Osmanlilar
tarafindan zapt edilmesinden korktuklari için böyle bir baris teklifinde
bulunmuslardi.
Selânik'in zaptindan takriben bir buçuk sene sonra 13 Safer 835 (9 Ekim
1431)'de Yanya Osmanli topraklarina katildi. Yildirim Bâyezid zamanindan
beri Yunanistan'in Epir bölgesinde Latin kökenli despotlar vardi.
Osmanlilarin yüksek hâkimiyeti altinda bulunan ve merkezi Yanya olan
Epir despotu Karlotoçi (Carlo Tocco) ölünce ogullari arasinda hâkimiyet
mücadelesi bas göstermisti. Bunlardan Memnon adindaki ogul,
Osmanlilar'dan yardim ister. Bunun üzerine Sultan Murad, Karaca Pasa
komutasinda gönderdigi kuvvetler ile Memnon'a yardim edip onu arzusuna
kavusturur. Bununla beraber yerli Ruro halki, ogullar arasinda meydana
gelen bu mücadele ile Latinlerden memnun degildir. Bu yüzden aradan
fazla bir zaman geçmeden Yanya halkinin ileri gelenlerinin meydana
getirdigi bir heyet, o siralarda Selânik civarinda bulunan Sultan
Murad'i ziyaret eder. Heyet, halkin hürriyetine, örf, âdet ve
ibadetlerine dokunmayacagina dair Sultan Murad'dan bir ferman aldiktan
sonra sehrin anahtarlarini kendisine teslim eder. Sultan Murad, Yanya'yi
teslim almak için Karaca Pasa'yi görevlendirir. Karaca Pasa'nin sehri
teslim almasindan sonra buraya da Türkler iskân edilir.
Yanya'nin baris (sulh) yolu ile alinmasi ve özellikle halkin istegiyle
Osmanli idaresinin kabul edilmesi, Osmanli idare ve adaletinin, Balkan
halklari üzerinde nasil iyi bir tesir meydana getirdiginin
göstergesidir. Kendi dindaslari olan Latinlerin zulüm ve çekismesinden
bikan halk, adalet ve hak sinasliklarina güvendikleri Osmanliya
baglanmayi tercih etmisti.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°4
Geri: II.Murat
BALKANLAR'DAKI YENI OLAYLAR
Macarlar, eskiden beri Balkanlar'daki milletlerin Osmanlilar'a karsi
tavir koymalarini istiyor ve kendilerini bölge halklarinin bir çesit
hâmisi kabul ediyorlardi. Bu yüzden, Eflâk ve Sirbistan'in Osmanlilar'la
olan baglantilarini kesmekte kakarli görünüyorlardi. Durumun nezaketini
bilen Osmanli devlet adamlari da buna karsi tedbir almakta
gecikmiyorlardi. Onun için de zaman zaman çatismalar meydana geliyordu.
Bu çatisma ve anlasmazliklara ilaveten bölgede iç karisikliklarda sürüp
gidiyordu. Devamli karisikliklara sebep olan bölgedeki olaylari Eflâk ve
Sirbistan hadiseleri olmak üzere iki kisma ayirmak mümkündür.
EFLÂK HÂDISELERI
Eflâk'in söhretli voyvodasi Mirça'nin ölümünden sonra bölge, senelerce
sürecek olan iç karisikliklara sahne olacaktir. Bu mücadeleler esnasinda
voyvodalarin bazilari Macarlar, bazilari da Osmanlilar'dan yardim
göreceklerdir. Eflâk'taki iç mücadele Mirça'nin kardesinin çocuklari
olan Dan'lilar ve Mirça'nin oglu Vlad Drakula'nin torunlari olan
Drakul'lular arasinda cereyan ediyordu. Bu mücadeleler sebebiyle
voyvodalar makamlarini yeterince saglama alamadiklari gibi bu dönem
Eflâk kaynaklari da kifayetsiz olduklari için voyvodalarin saltanat
tarihlerinde karisikliklar bulunmaktadir.
Mirça'nin ölümünden sonra kardesinin oglu Dan, Eflâk voyvodasi olmustu.
Fakat bu voyvoda, Bogdan prensinin yardimini alan Vlad Drakul tarafindan
öldürülür. Dan'in oglu Osmanlilar'dan yardim istedigi için kendisine
yardim edildiyse de bunda iyi bir basari saglanamadi. Bu yüzden bu da
babasi gibi Vlad tarafindan öldürülür(1431). Vlad, bu cesareti,
Macarlarin ve bilhassa Sigismond'un kendisini himaye etmesinden
aliyordu. Dukas ve Hammer'in ifadelerine göre Eflâk Beyi (voyvodasi)
Vlad, ya insafsiz ve zâlimliginden veya Sigismond'un kendisine verdigi
Dragon nisanindan dolayi Drakul (Eflâl dilinde hilekâr, Seytan) lakabi
ile aniliyordu. Vlad, bütün bu himayelere ragmen Sigismond'un kendisini
Türklerin elinden kurtaramayacagini düsünerek rakiplerine galip gelmekle
birlikte Osmanlilar'a da sokularak görünüste onlara olan bagliligini
göstermek istiyordu. Filhakika Vlad Drakul, Osmanli hükümdarinin,
Karaman seferine hareket edecegi esnada bizzat Bursa'ya kadar gelerek
bagliligini arz ve Sultan Murad'in Macaristan'a yapacagi seferlerde
kendisine her türlü kolayligi gösterecegini vaad ettigi gibi böyle bir
seferde Osmanli ordusuna klavuzluk edecegini de taahhud eder. Bu arz-i
ubûdiyetten memnun olan Sultan Murad, onu tekrar ülkesine gönderir.
Büyük bir idarî ve diplomatik tecrübeye sahip olan Osmanli devlet
erkâni, Vlad'in iki yüzlülügünü çok iyi biliyordu. Bu sebeple onun
Macarlarla olan münasebetlerini bozmak için ayni sene (1432), yanina
asker vererek onu Transilvanya'ya akin yapmaya memur eder. Bu sekilde,
Vlad Drakul vasitasiyle Macarlara büyük bir darbe indiren Sultan Murad,
bilahare Macarlarla dostlugu yenilemek ister. Zira Sultan Murad,
Macaristan ile dostça münasebetlerin faydali olacagini düsünür. Bu
sebeple Imparatorun bulundugu Bâl sehrine tantanali bir elçilik heyeti
gönderir. Sigismond, heyeti Bas kilisede ve bütün hükümdarlik alametleri
üzerinde bulundugu halde kabul eder. Bu elçilik erkânindan on iki kisi
ilerleyerek Imparatora altin sikkelerle dolu on iki altin kupa, bir
takimi sirma islemeli, bir takimi da kiymetli taslarla süslü ipekli
elbiseler sunar. Böylece mütareke yenilendikten sonra Sigismond, Sultan
Murad'in elçilerini gayet sahane bir surette taltifederek birçok
hediyelerle Padisahlarina gönderir (Kasim 1433).
SIRBISTAN HÂDISELERI
Eflâk voyvodasi Vlad Drakul gibi Sirp despotu Jorj Brankoviç te
Macarlara dayanip onlardan yararlanmak istiyordu. Zaten Macarlar da Sirp
despotunu Osmanlilar aleyhine tesvikten geri kalmiyorlardi.
Sirbistan'in iki önemli sehrinden Belgrad'in Macarlar, Güvercinlik'in de
Osmanlilar elinde bulunmasindan dolayi her iki devletin Sirbistan
üzerindeki dikkatleri daha fazla hassasiyet kazanmisti. Sirp despotunun
Osmanli Devleti'ne sadik görünmesine ragmen el altindan da Osmanlilar'in
aleyhindeki bazi hareketleri, Üsküp Sancak Beyi Ishak Bey tarafindan
haber alinip merkeze bildirildiginden, onun komutasindaki bir ordu ile
Sirbistan içlerine dogru bir akin yapilir. Bu akinla, Sirp despotunun
Macarlarla olan alâkasini kesmek ve Osmanlilar'a olan bagliligini
güçlendirme hedeflenmisti.
Ishak Bey komutasindaki Osmanli ordusunun Sirbistan ortalarina kadar bir
akin yapmasi, Sirp despotu Brankoviç'i telaslandirir. Bu yüzden
Macarlarla olan münasebetlerini kesmeyi ve kizi Marya (Mara)'yi Osmanli
hükümdarina zevce olarak vermeyi kabul ederek barisi saglayabildi.
Sarica Pasa, Osmanlilara olan baglilik yeminini ettirmek ve padisahin
nisanlisini getirmek üzere Jorj Brankoviç'in sarayina gider. Bununla
beraber yine ayni sene (1433) içinde, Evrenoszâde Ali Bey'in
Macaristan'a yaptigi bir akinda basarili olamamasi, Brankoviç'i yeniden
Macarlarla münasebetlerini gelistirmeye yöneltir. Hatta kizini padisaha
nisanlamis olmasina ragmen onun henüz küçük oldugunu ileri sürerek
dügünün yapilmasini da tehir eder.
Iki yüzlü harekette Eflâk voyvodasindan da usta davranan Jorj Brankoviç,
Macar Krali Sigismond ile birlikte Karamanoglu Ibrahim Bey'le gizlice
anlasarak onu, Osmanlilar aleyhine kiskirtmaya ve bir takim
faaliyetlerde bulunmaya sevkeder. Bundan cesaret alan Ibrahim Bey,
Osmanli ülkesine saldiracak ve bazi yerleri ele geçirecektir. Fakat
ileride de bahs edilecegi gibi Sultan Murad, Karamanoglu Ibrahim Bey'in
hakkindan geldikten sonra tekrar Rumeliye dönecektir. Durumun kendi
aleyhindeki vehametini görmekte gecikmeyen Brankoviç, padisahin
hiddetini teskin ile dikkatini baska seyler üzerine çekebilmek için kizi
Mara'yi aldirmasi istirhaminda bulunacaktir. Sultan Murad, pasalarini
toplayip kendileri ile bu durumu görüsünce pasalar "almak gerek
sultanim" demislerdi. Bunun üzerine sultan da "tedarik neyse edin"
diyerek Kizlaragasi Reyhan Aga ve Oruç Bey ile Sirp sinirlari üzerinde
toplanmis olan askerin komutani Ishak Bey'in esini gelini almak üzere
bir heyetle Üsküp'e, oradan da Semendire'ye gönderir. Âsikpasazâde
hadiseyi su ifadelerle nakl eder:
"Bir kaç günlük yol kalinca Vilk oglu, kâfir beylerinin hatunlarini
karsi gönderdi. Acayip konukluklar eyledi. Gayet iyi tazimle
Semendire'ye getirdiler. Onda dahi nihayetsiz konukluklar etti.
Çeyizinin hesabini yazmislar. Defterini Özbek Aga'ya verdiler. Vilk oglu
demis ki: "Ben çeyizi kizima vermedim, Hünkâra verdim, dilerse bu
câriyesine versin, dilerse gayri câriyesine versin". Elhasil kizi
Edirne'ye getirdiler. hünkâr kendine dügün etmedi. "Bir sipahi kâfirin
kizina ne dügün gerek" dedi. Ve her ne kim Vilk oglu dedi, onu Hünkâr'a
dediler. Hünkâr eder "Benim câriyelerime verecegim yok mudur ki onun
kizinin çeyizini vereyin." dedi. Hiç nesne kabul etmedi. Geri çeyizini
ol kiza verdi. Bir sehl zaman durdu, Bursa'ya gönderdi. Isfendiyar kizi
dahi Bursa'da idi, onu Edirne'ye getirdi."
Jorj Brankoviç, mutad merasimle, kizini Osmanli sarayina götürmek üzere
gelen heyete teslim eder. Edirne'ye gelen Mara oradan da Bursa'ya
gönderilir.
Sultan Murad, kizi Mara'yi Edirne'ye göndermis olan Jorj Brankoviç'e pek
güvenemiyordu. Bu sebeple Sirp despotu ile Eflâk voyvodasinin
Macarlar'la arasini iyice açarak kendisine baglanmalarini saglamak için
Macaristan harekâtina katilmalarini emr eder. Padisahin emri geregince
Jorj Brankoviç ve Vlad Drakul 1438'deki Macaristan akinina katilirlar.
Her iki hükümdarin Evrenoszâde Ali Bey komutasindaki akinci kuvvetlerine
iltihaklarini müteakip Demirkapi üzerinden Tuna nehri âsilir. Birbuçuk
ay kadar süren akinlar esnasinda, Transilvanya'da bazi sehirler zapt ve
kaleler de tahrib edilir. Bu akinlar esnasinda birçok ganimet elde
edilir.
Sultan Murad, 1438 kisinda Brankoviç'in kizi Mara ile evlendi. Bununla
beraber Sirbistan hududundaki Türk kuvvetlerinin komutani olan Ishak
Bey'den aldigi raporlar, kayinpederine itimad edilemeyecegini gösteren
delillerle dolu idi. Sultan Murad, müstereken icra edilen Transilvanya
akinina ragmen Macarlarla aralarinin açilmadigini görünce, Sirbistan
problemine kesin bir çözüm getirme kararma varir. Buna göre
Karamanoglu'nu tahrik edenlerden birisi daha bütünüyle ortadan
kalkacakti.
Sultan Murad, Brankoviç'in, Semendire'nin anahtarlari ile birlikte
Edirne'ye gelmesini emr eder. Brankoviç, itaat edecek yerde, büyük oglu
Greguar'i Semendire'nin tahkim ve müdafaasina memur eder. Kendisi de
diger oglu Lazar'i yanina alarak Sigismond'a halef olan Albert'e
siginir.
Sultan Murad, Brankoviç gibi Eflâk Voyvodasini da davet etmisti.
Voyvoda Drakul, Jorj Brankoviç'i taklid etmeyerek padisahin dâvetine
icabet eder. Vlad Drakul, ordugâha gelince yakalanarak Edirne'ye
gönderilir. Edirne'den de Gelibolu'ya yollanarak haps edildiyse de iki
oglunu rehin olarak birakmayi kabul ettiginden hapiste uzun süre
tutulmayarak serbest birakildi. Vlad Drakul ülkesine dönerek yine eski
makamina geçer.
Sultan Murad, Sirbistan isini kesin bir sonuca baglamak için Semendire
üzerine kuvvet sevk eder. Brankoviç'in oglu tarafindan müdafaa edilen
Semendire, üç ay müddetle kusatilir. Bu esnada, Sirbistan islerini çok
iyi bilen Ishak Bey, hacdan dönünce kusatmanin siddeti artirilir. Bu
siddetli kusatmaya tahammül edemeyen Semendire, 1439 yilinda teslim
olur. Asikpasazâde, sehrin fethinden hemen sonra onun Müslüman Türk
sehri haline getirilmesi için kadi tayin edildigini, Cuma namazinin
kilindigini ve hisarina asker kondugunu yazar. Sehri müdafaa edenlerle
birlikte esir düsen Greguar, daha önce rehine olarak Edirne'ye
gönderilmis bulunan kardesi Stefan ile birlikte Tokat'a yollanarak
hapsedilir.
Semendire muhasarasi devam ederken bir Macar ordusu sehrin imdadina
geldiyse de Ishak Bey ile Timurtas Pasaoglu Osman Çelebi tarafindan
maglub edildikten baska Macaristan'a da akinlar düzenlendi. Osmanlilar
bu sefer esnasinda pek çok esir ve ganimet aldilar. Seferde bizzat
bulunmus olan tarihçi Âsikpasazâde, "esirlerin sayisinin çok fazla
oldugunu, kendisinin bile bes esir satin aldigini, esirlerin fazlaligi
sebebiyle fiyatlarinin düstügünü, hatta bir askerin, güzel bir cariyeyi
bir çift çizme ile mübadele (degistirdigini) ettigini" yazar.
Sultan Murad, bu sefer esnasinda, eteklerinde kuruldugu dagin
madenlerinin çoklugundan dolayi "Sehirler anasi" diye adlandirilan
Novaberda'yi bizzat kendisi yeniden feth ederek ele geçirdi (1439).
Böylece Sirbistan'in diger sehir ve yerleri de zapt edilmis oluyordu.
Novaberda, daha önce zapt edilmis ise de fetret döneminde tekrar
Sirplara iade edilmisti. Maden ocaklari ile meshur olan Novaberda,
asirlarca Osmanli ordusunun mermi ihtiyacini kullanmada hizmet görmüstü.
Sirbistan'a karsi yapilan hareket, Bosna Krali Tvartko'yu
korkuttugundan, Osmanli hazinesine daha önce vermekte oldugu yirmi bin
duka altini yirmi bes bine çikarmisti.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°5
Geri: II.Murat
BELGRAD'lN MUHASARASI
Tarihî kronoloji itibari ile Karaman seferinden sonra olmasina ragmen,
olaylarin akisi içinde Sirbistan hadiseleri ile yakin ilgisinden dolayi
bu muhasaradan bahs edildikten sonra, Karaman olaylarina temas
edilecektir.
Sirbistan'in fethinden sonra Belgrad için de bir seyler yapmak
gerekiyordu. Zira o siralarda Macar hâkimiyetinde olmakla beraber
Belgrad, gerçekte bir Sirp sehri idi. Filhakika o tarihlerde Bohemya'da
meydana gelen krallik mücadelesi ile Alman Imparatoru ve Macaristan
Krali Albert'in ölümünden dolayi meydana gelen çekismeler, Sultan
Murad'i düsüncesini gerçeklestirmeye yöneltmisti. O, bu sehrin stratejik
durumunu çok iyi biliyordu. Bunun için de "Belgrad, Engürüs vilayetinin
kapisidir" diyerek onun askerî önemini ortaya koyuyordu. Sultan Murad,
Belgrad'i muhasara için önce Evrenosoglu Ali Bey komutasinda bir ordu
gönderdi. Arkasindan bizzat kendisi de bu kusatmaya istirak etti.
Kusatma hem karadan hem de nehirden yapiliyordu. Osmanli toplari kaleyi
dövmeye baslayinca ondan büyük bir parçayi yikip bir gedik açtilar.
Osmanli birlikleri buradan içeri daldilarsa da siddetli bir mukavemetle
karsilastilar. Sehri Zovan adinda Raguza'li bir rahip müdafaa ediyordu.
Evrenosoglu kusatmayi kaldirmadi. Surun etrafindaki hendek kenarina
kadar büyük bir siper kazdirdi. Bu arada kale burçlarindan, kendisini
rahatsiz edenleri de kaçirdi. Polonya Krali iken ayni zamanda Macaristan
kralligina da getirilmis olan Viladislas, Sultan Murad'dan kusatmayi
kaldirmasini rica etmis ise de buna pek aldiris edilmedi. Bu siralarda
Macaristan içlerine dogru da akinlar devam ediyordu. Fakat alti ay kadar
devam eden Belgrad kusatmasi, zamanin uzamasindan dolayi kaldmldi.
KARAMAN SEFERI
Murad Bey'in destegi sayesinde idareyi elde edip is basina gelmis
olmasina ragmen, Karamanlilar'in, Osmanlilar'a karsi takib ettikleri
tarihî ve daimî düsmanlik siyasetine devam etmekte mahzur görmeyen
Ibrahim Bey, mevkiini ve yerini kuvvetlendirdikten sonra Sirp despotu ve
Macarlar'la ittifak ederek Osmanlilar'in aleyhindeki faaliyetlerine
baslar. Osmanlilarin, Rumeli'deki sIkIsik durumlarindan devamli olarak
istifade etmeyi adeta bir prensip haline getiren Karamanlilar, bu sefer
de rollerini Ibrahim Bey vasitasiyle oynuyorlardi.
Evrenoszâde Ali Bey'in, Macaristan'a yaptigi bir akinda muvaffak
olamamasi üzerine, Balkanlar'daki Hiristiyanlarla is birligine giren
Ibrahim Bey, 1433 senesinde de Sirp ve Macarlar'la birleserek
Osmanlilar'in aleyhinde bir ittifak kurmustu.
Karsilikli anlasmalar geregince Macarlar ile Sirp despotunun Tuna'yi
geçip Güvercinlik (Kolambac) kalesine taarruzlari esnasinda Karamanoglu
Ibrahim Bey de Beysehir'den sonra Hamideli'ni isgal etmeye baslayarak bu
sancagin beyi olan Sarabdar Ilyas'i esir almisti. Rumeli islerinin
kritik bir vaziyet arz etmesinden dolayi yerinden ayrilamayan Murad Bey,
her iki tarafi da tarassut ediyordu. Bununla beraber Rumeli'ndeki isler
yüzünden Edirne'yi birakip Karamanoglu'nun üzerine gidemiyordu.
Karamanoglu da bunu bildigi için isgal sahasini gittikçe genisletmeye
çalisiyordu.
Sultan Murad, Sinan Pasa komutasinda bir ordu sevk ederek Macarlari
maglub eder. Maglub olan Macarlar'dan bir kismi Tuna nehrinde bogulurken
krallari da zor kurtulmustu (1433).
Sultan Murad, Güvercinlik önünde kazanilan bu zaferden sonra
Rumeli'ndeki vaziyetin düzeldigini görünce vezir Saruca Pasa'yi Edirne
muhafazasinda birakarak Karamanoglu'nun üzerine yürür. Aksehir, Konya ve
Beysehri'ni alan Sultan Murad, Bozkir'a kadar gidip Karamanoglu'nu
takib eder. Yaninda bulunan Karamanoglu Isa Bey'i de Karaman hükümdari
ilan edip, Ibrahim'i sonuna kadar takib edecegini açikça ortaya koyar.
Buna karsilik Ibrahim Bey, âlimlerden Mevlânâ Hamza vâsitasiyle özür
dileyerek barisa talib olur. Padisahi bu konuda ikna etmek için Mevlânâ
Hamza, epey dil döker. Bunun üzerine Sultan Murad:
"Senin hatirin için günahindan vaz geçelim, fakat onun bu makama gelmesi
bizim yardimimizla olmustur. Simdi onu azl ederek biraderi Isa Bey'i
Karaman Bey'i yapmayi uygun gördüm" deyince Mevlânâ Hamza, Padisahin
ayaklarina kapanarak onu düsüncesinden vaz geçirir. Sonunda is,
Osmanlilar'dan aldigi yerleri iad etmekle tatliya baglanir. Sultan
Murad, Sükrüllah'i (Behcetü't-Tevânh adli eserin müellifi)
Karamanoglu'na elçi olarak gönderir.
Osmanlilar'a karsi giristigi tecavüzden dersini aldiktan kisa bir müddet
sonra Dulkadirogullan'na ait Kayseri'yi zapt etmesi, Ibrahim üzerine
yeniden kuvvet gönderilmesine sebep oldu.
Bu son gelismeler karsisinda Macarlar'la ayni zamanda hareket eden
Sultan Murad, Macarlar'in maglubiyeti üzerine 1437 baharinda tabiî
müttefiki Dulkadirlilarla beraber dogudan ve batidan Karaman ülkesine
taarruz eder. Tokat'tan yola çikan kuvvetli bir Osmanli ordusu, Maras
Bey'i Dulkadirli Süleyman Bey'le birlikte Kayseri'yi kusatirken, Murad
Bey de Rumeli ve Anadolu kuvvetleri ile Aksehir'e girer. Böylece
Karamanlilari, isgal ettikleri yerlerden çikarir. Ibrahim Bey, Ikinci
Murad'in kiz kardesi olan haniminin ricalari üzerine bu sefer de af
edilir.
Daha önce de belirtildigi gibi Sultan Murad, kizkardeslerinden birini de
Karamanoglu Ibrahim Bey'in kardesi olan Isa Bey ile evlendirmisti. Isa
Bey, Ikinci Murad tarafindan Hamideli sancakbeyligine getirilmisti.
Karaman Devleti'nin yanibasindaki bir Osmanli sancaginin basina, Ibrahim
Bey'in en büyük rakibinin getirilmis olmasi onu ürkütmüstü. Bu korku
yüzünden olsa gerek ki, 1437 yili sonlarina dogru Ibrahim Bey, kardesi
Isa Bey ile giristigi bir vurusmada onu öldürür.
Bu arada, Osmanlilar'in Dulkadirogullari'ni himaye etmesini bir türlü
hazmedemeyen Memlûklular, Karamanoglu'nun Osmanlilar karsisinda
ezilmesinden dolayi endiseye kapilirlar. Zira bu, Osmanlilarin tek
baslarina Anadolu'nun hâkimi durumuna gelmeleri, ve Anadolu'da
kendilerine ait olan topraklarin kaybi demekti. Osmanlilar ile
Memlûklular arasinda Karaman ve Dulkadir gibi tampon devletlerin
bulunmasi, Memlûk Devleti için bir garanti olarak görülüyordu. Bunlarin,
Anadolu'da Osmanlilari ezip ortadan kaldirmalari imkânsizdi. Fakat
fütuhatçi olan ve dünyanin en müsait jeopolitik mevkiinde yerlesmis
bulunan Osmanlilarin Memlûklulari ezmesi imkân dahilinde idi. Bu durumu
bilen Memlûk idarecileri, Osmanlilarla savasmak üzere bizzat
sultanlarinin sefere çikmasini bile düsünmüslerdi. Fakat Sultan Murad'in
Anadolu'da kalmayip Rumeli'ye geçmek üzere oldugu haberinin gelmesi
üzerine sultan bu tasavvurundan vazgeçer. Bununla beraber Suriye
valisine Anadolu islerine çok dikkat etmesi emrini verir.
SAHRUH'A KARSI TAKIP EDILEN OSMANLI SIYASETI
Sultan Murad, dedesi Yildirim Bâyezid zamaninda oldugu gibi bir anda
kendisinin de yeni bir tehlike ile karsi karsiya geldigini görür. Bütün
bati Hiristiyan dünyasini sevince bogan bu tehlike, dogudan geliyordu.
Venedik gibi bazi Hiristiyan devletler ise bu tehlikeyi bir silah gibi
kullanarak bazi Osmanli sehirlerini istila ümidine bile kapilmislardi.
Timur'un çok dindar oldugu söylenen oglu Sahruh (1404-1447), Anadolu ve
Iran'da babasi tarafindan tesis edilen füli durumu yeniden iade etmek
arzusunda oldugundan Anadolu'daki olaylari yakindan takib ediyor ve
mektuplari ile bazi durumlari tasvib etmedigini bildiriyordu. Öbür
taraftan, önce Timur'un sonra da Sahruh'un destegini saglayan Akkoyunlu
Bey'i Karayülük Osman Bey, ona bir mektup göndermisti. Mektubunda
Anadolu beylerinden Karamanoglu Mehmed Bey, Isfendiyar Bey, Hamidoglu
Hüseyin, Cüneydoglu Hamza ve Dulkadir Bey Süleyman ile Birlikte Bizans
ve Trabzon imparatorlari da dahil olmak üzere Gürcü meliklerinin de
emrine girmek için kendisini beklediklerini yazmisti.
Timur'un yaptigi tahribati unutmayan Osmanlilar, içislerinin karisik
olmasina ragmen, kudretini devam ettiren Sahruh'un ölümüne kadar (1447)
ona açiktan açiga cephe almaktan uzak durmuslardi. Sultan Ikinci Murad,
Memlûk ve Karakoyunlular gibi Timurlulara kafa tutmayi düsünmüyordu. O,
dedesi zamanindaki Timur hadisesinden iyi bir ders almisa benziyordu.
Sultan Murad, Memlûk Devleti ile de iyi geçinmeye dikkat ediyordu. Bu
devletin, Anadolu siyasetine karsi kötü bir tavir takinmamaya itina
ediyor, onlarin çogu zaman Osmanlilar'in tabii olan Karaman ve
Dulkadirogullari'nin islerine müdahale etmelerine ses çikarmiyordu. Zira
o, Balkanlar'in ve Anadolu'nun mutlak hâkimi olmadan, bu ülkelerdeki
tabi devletleri ortadan kaldirmadan, Timurlular ve Memlûklular gibi
kudretli Müslüman dogu devletleri ile, sonunun nereye varacagi ve nasil
bitecegi belli olmayan bir mücadeleye girmenin hiç bir faydasi
olmayacagini biliyordu.
Bütün Anadolu topraklari üzerinde metbûluk iddiasinda bulunan Sahruh,
Memlûklularin, Anadolu siyasetine karsi açik bir sekilde cephe aliyordu.
1437 yilina kadar Memlûk yöneticilerinin Osmanlilarla hemen hemen
hiçbir ihtilafi olmadi. Hatta Sahruh, Anadolu'ya girince bunlar, dört
elle Osmanli dostluguna sarildilar. Karamanoglu Ibrahim Bey de bu yüzden
onlara karsi cephe aldi. Zira bir Osmanli Memlûk ittifaki demek Karaman
Beyligi'nin haritadan silinmesi demekti.
Sahruh'un, 17 Eylül 1429'da Selmas Meydan savasinda Karakoyunlularla
müttefiklerini perisan etmesi ile Anadolu ve Suriye yollari bütün
genislikleri ile onun önünde açilmis bulunuyorlardi. O zamana kadar
Sahruh'un aleyhinde olabilecek herhangi bir faaliyette bulunmamakla
beraber Sultan II. Murad, bu durumdan endise duyuyordu. Sultan Murad'in
bu endisesinin farkina varan Venedik, bu tehdidi siyasî bir manevra ile
kendi lehine çevirmeye yeltendi ise de Sultan Murad'dan istedigini elde
edemedi. Sahruh'un, adi geçen savasi kazanmasi, Misir'da da büyük
endiselere sebep olmustu. Buna karsilik Osmanli Memlûk yakinlasmasi daha
bir perçinlenmis görünüyordu. Sahruh'un Herat'a dönmesi ile bu iki
büyük devlet rahat nefes aldilar.
Sahruh'un üçüncü Azerbaycan seferine çikmasi (1435), Osmanlilarca yeni
bir tehlikenin isareti olarak görüldü. Buna karsilik Avrupa'da ise büyük
ümit ve hayaller uyandi. Zira Yildirim Bâyezid döneminde oldugu gibi,
II. Murad'in da basina bir felâketin gelmesi artik an meselesiydi. Bu da
onlar için Osmanlilar'in ortadan kalkmasi ve Avrupa'nin, Müslümanlardan
temizlenmesi demekti.
Karakoyunlu hükümdari Iskender Bey, Sahruh'un oglu Muhammed Cuki
Mirza'nin önünden kaçarak Tokat'a gelip siyasî mülteci olarak
Osmanlilar'a siginir. Ibn Hacer'in ifadesine göre Iskender Bey, ulak
gönderip kisi Tokat'ta geçirmek üzere II. Murad'dan müsaade ister. Bunun
üzerine Sultan Murad, Amasya valisi olan Yörgüç Pasa'ya Iskender'in
lâyik oldugu sekilde agirlanmasini emr eder. O, bununla da yetinmeyerek
Karakoyunlu beyine on bin altin ile sirmali elbiseler, islemeli
silahlar, altin egerli atlar, köle ve câriyeler göndermisti. Yine
padisahin buyrugu üzerine Yörgüç Pasa da Iskender'in askerleri için
lazim olan bin kepenek, iki bin çul ve torba ile davar vesair hayvan
tedarik etmisti.
Bu esnada Sahruh, kalabalik ve muazzam ordusu ile Azerbaycan'da
bulunuyordu. Bu ordunun tehdid sahalarinin nerelere kadar uzanacagi pek
kestirilemiyordu. Iskender Bey'in Osmanlilar'a siginmasi, babasi Kara
Yusuf Bey'in Yildirim Bâyezid'e ilticasina benziyordu. II. Murad,
Iskender
Bey'i reddetmeyi hükümdarlik serefi ile mütenasib görmemekle beraber,
Timurlulara bagli olan ve ikide bir ayaklanan bu Karakoyunlu
hükümdarlarindan da kurtulmak istiyordu. Zira o dönemin en güçlü
ordusuna sahip olan bu Türk Hakanligi ile sonu nereye varacagi belli
olmayan bir savasa girmek istemiyordu.
Baharin gelmesi, Sultan II. Murad'a bu beyi topraklarindan uzaklastirma
firsatini vermisti. Çünkü Iskender Bey'in askerleri, baharla birlikte
yöredeki halka saldirmaya, onlarin çoluk çocuklarini esir etmeye ve
mallarini ellerinden almaya baslamislardi. Bunlara engel olamayan Yörgüç
Pasa, durumu Sultan Murad'a bildirir. Böyle bir karsiliga cani sikilan
Osmanli Padisahi, Anadolu Beylerbeyi olan Timurtas Pasa oglu Umur Bey'i,
Iskender'in üzerine gönderir. Ona, ilk önce Iskender'e memleketi
güzellikle terk etmesinin bildirilmesini, bundan bir netice alinmadigi
takdirde üzerine varilarak zorla hudud disi edilmesini emr eder. Umur
Bey, aldigi emir üzerine Iskender Bey'e bir mektup yazarak memleketi
terk etmesini ister. Bu mektup üzerine Iskender, askerlerini alip
Osmanli ülkesini terk eder. Zira artik Osmanli ülkesinde kalmak
tehlikeli bir hal almistir. Buna, 1436 baharinda Sahruh'un bütün Anadolu
devletlerine onu kabul etmemeleri gerektigine dair gönderdigi mektup da
ilave edilirse artik Iskender Bey için yapilabilecek bir seyin
kalmadigi anlasilir. O da Tebriz'e gidip Sahruh'a boyun egmeyi uygun
görecektir. Sahruh da isi daha fazla ileri götürmek istemez. Irkdas ve
dindas devletlerle mecbur kalmadikça harbe girmenin bir mânâsi yoktu. O
da Herat'a döner.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°6
Geri: II.Murat
OSMANLI ARNAVUTLUK MÜNASEBETLERI
Osmanlilar, Çelebi Sultan Mehmed döneminde 1415 yilinda Arnavutluk'taki
Kruya (Akçahisar)'i yeniden ellerine geçirmislerdi. Bir yil sonra da
Venedikliler'le çikan anlasmazlik yüzünden Yuvan Kastriota'ya hücum
etmislerdi. 1417'de Avlonya'yi da zapt eden Osmanlilar, ilk defa Akdeniz
sahillerine çikiyorlardi. Osmanlilar'in, Arnavutluk faaliyetleri daha
sonra da devam etmisti. Bu seferler sonunda Gergi Araniti ile Yuvan
Kastriota, Osmanli tabiiyetini kabule mecbur olmuslardi. Bunlardan Yuvan
Kastriota, aralarinda en küçügü Gergi Kastriota olan dört oglunu rehine
olarak Sultan Murad'in yanina göndermek zorunda kalmisti. Gergi, bir iç
oglani olarak padisahin hizmetinde Osmanli terbiyesi görerek büyümüs ve
Iskender adini almisti.
Arnavutlugun, genellikle güney ve merkez kisimlarinda yeni bir teskilat
kuran Osmanlilar, kuzeyde özellikle daglik bölgelerdeki kabilelere
dayanan Arnavut beylerini kendilerine tabi birer senyör olarak
yerlerinde birakmislardi. Bu Arnavut beyleri içinde en kuvvetli olani
Ergiri sancaginin kuzeyindeki bölgeye hâkim olan Yuvan Kastriota idi. O
da diger Arnavut beyleri gibi muayyen yillik tahsisat sözünü alinca
Venedik tarafina dönmekten ve onlara hizmet etmekten çekinmeyerek
1428'de Venedik himayesine girer. Zaman zaman Venediklilere müracaatla
oglu Iskender Bey'in bir Osmanli Beyi sifati ile Venedik arazisine
saldirilan olursa kendisini bundan sorumlu tutmamalarini da rica
ediyordu. Fakat Selânik'ten sonra Yuvan Ili'ne gelen Osmanli kuvvetleri,
ona tekrar boyun egdirdiler. Bu arada Arnavutluk'ta köylerin timar
olarak taksimi esnasinda mukavemetler görüldü. Özellikle Ergiri
bölgesinde, buranin eski Arnavut senyörleri olan Thopia Zenebissi ile
Gergi Araniti tatmin olunmadiklarindan siddetli bir isyan ve ayaklanmaya
bas vurdular. Asilere karsi hareket eden Evrenos oglu Ali Bey, bir
bogazda pusuya düsürülerek agir kayiplara ugratildi. Osmanlilar,
Venedikliler'in bu isyani tahrik ettiklerini düsünüyorlardi. Onun için
bu konuda Venedikliler'e ihtarda bulundular. Durumun nezaket kazanmasi
üzerine bizzat sefere çikan Sultan Murad, Serez'e giderek harekât
sahasina yakin bulunmak istedi. Buradan da Manastir'a gelerek Rumeli
Beylerbeyi Sinan Pasa ile Uc Beyleri Turhan ve Ishak Beyleri, yanlarina
yeniçeri bölükleri de katarak harekât sahasina gönderdi. Isyan
bastirilarak buradaki mahsur Türkler, muhakkak bir katliamdan
kurtuldular. Venedik senatosu Osmanlilar'in ihtari üzerine asilere
yardim edilmemesi için Arnavutluk'taki makamlara emirler göndermisti. O
zaman daglara siginan asi Arnavut senyörleri, Macar Krali ile iliski
kurdular. Kral, Balkanlar'da Osmanlilara karsi yeni bir müttefik
bulduguna inanarak anlari tesvik etti. Böylece Osmanlilar'i uzun süre
mesgul edecek olan Arnavutluk gailesi ortaya çikti. Gerçekten de uzun
bir süre geçmeden Izladi savasi sirasinda (Kasim 1443) Osmanli
ordusundan kaçacak olan Iskender Bey, Arnavut beylerinin basina geçmek
suretiyle mukavemet hareketini organize edip; Kuzey Arnavutluga giden
Anayol üzerindeki Kocacik kalesini zapt ederek babasinin topraklarini
elde etmeye yönelik faaliyetlere giristi.
IKINCI MURAD VE HAÇLI ITTIFAKI
Belgrad kusatmasinin basarisiz bir sekilde sonuçlanmasi üzerine baslayan
ve maglubiyetlerle geçen buhranli bir kaç yilin verdigi cesaretle
Hiristiyanlar, Osmanlilar'i Avrupa'dan atacaklarina iyice kanaat
getirmislerdi. Gerçi Osmanlilar, düsmanin gücünden dolayi Belgrad
muhasarasini kaldirmis degillerdi. Bunun sebebi, kalenin çok müstahkem
olmasi, uzun süren muhasaranin sebep oldugu salgin hastaliklarin verdigi
zayiatti.
Hiristiyan dünyasindaki bu anlayis ve sebep oldugu birlesme, Osmanlilar
tarafindan ögrenilmisti. Gerçekten 1439 yilinda Floransa konsilinde
Bizans Imparatoru VIII. Ioannis Paleologos'un istirakiyle Sark ve Garp
kiliseleri arasinda "Union"un imzalanmasi, Osmanli Devleti'nde büyük bir
kaygi ile karsilanmisti. Osmanlilar'daki bu kaygiyi ögrenen Ioannis,
Sultan Murad'dan çekindigi için ona elçiler gönderip bu konsilin sadece
dinî bir sebebe dayandigini, siyasî bir gayesinin bulunmadigini
bildirecektir. Bizans tarihçisi Dukas bu olayi söyle nakl eder:
"Imparator, seyahatten avdeti münasebetiyle Murad'a elçiler gönderdi.
Padisaha karsi minnettarligi ile hilesiz dostlugunu arzetti. Zira bazi
kimseler, Murad'i imparator aleyhine harekete sevk etmek istemisler ve
padisaha "imparator, Frengistan'a gittigi vakit Frenklerle ittifak edip
Frenk oldu. Bunlar, denizden ve karadan padisah aleyhine yürüyecekler ve
Türkleri Garp vilayetlerinden çikaracaklar" demislerdi. Elçiler ise bu
hususta Murad'a izahat vererek imparatorun Italya'ya seyahatinin
kendisine arz edildigi gibi olmadigini, kendi dinlerinin akidelerinde
(inançlarinda) meydana gelen ihtilaflarin halli için gittigini
söylediler. Böylece Padisah'in fikrini tashih ettiler." Bununla beraber
daha o zaman Floransa'da Osmanlilar aleyhine denizden ve karadan bir
Haçli seferi plâni kararlastirilmisti. Imparatorun mabeyincisi J.
Torzello, o zaman söyle yazmakta idi: "Rumeli'nin bahis mevzuu durumu
göz önüne alinir ve söyledigim gibi haçli askeri gelirse, Allah'in
inayetiyle bir ay içinde her sey halledilmis olacaktir. Rumeli zapt
olunduktan sonra bir ay içinde de Arz-i Mukaddes ele geçirilecektir."
Gerçekten muasir Türk kaynaklari, Gazavat ve Misir sultanina gönderilen
Varna fetihnâmesi, Floransa toplantisini buhranin baslangici olarak
kabul ederler.
Bilindigi gibi Sultan Ikinci Murad zamani, Osmanli Macar mücadelesinin
baslama dönemidir. Gerçi Sirbistan, Osmanlilar tarafindan feth
edilinceye kadar Macarlarla bazi çatismalar olmustu. Fakat genelde
Macarlar, Osmanli hareketinin kendi hududlarinin çok uzaginda
bulunmasindan dolayi bunu pek önemsemiyorlardi. Fakat Sirbistan'in
Osmanlilar'a ilhaki ile Osmanlilar ile Macarlar komsu iki devlet haline
gelmislerdi. Bu ana kadar Macar hâkimiyetinde bulunan Erdel
(Transilvanya) topraklarina yapilan akinlar hariç tutulacak olursa,
buraya girilmemisti. Akin hareketlerinde birçok çarpisma olmussa da
bunlar, tam anlamiyla bir fetih ve ilhak degil, fethe zemin hazirlayan
harplerdi. Halbuki Belgrad zaptina tesebbüs edilmekle Osmanlilar, artik
Macar topraklan için de tehlike olmaya baslamislardi. Bu sebeple iki
millet arasinda bir mücadele kaçinilmaz oluyordu. Çünkü Osmanlilar
"îlay-i kelimetullah" gayesi ile giristikleri hareketlerini daha ileriye
götürmek, Macarlar da buna mani olmak gayesini güdüyorlardi.
Macarlar karsisinda, kayda deger ve maglubiyetle biten çarpismalarin
ilki, Mezid Bey komutasinda Transilvanya'ya yapilan akin hareketidir.
30 Zilkade 845 (18 Mart 1442)'de Mezid Bey komutasindaki bir akinci
kuvveti, Transilvanya'ya girmisti. Bu birlik, mutad akinlarda bulundugu
gibi Sent Imre mevkiinde de büyük bir basari elde ederek Hermanstad
kalesini kusatma altina almisti. Bu siralarda tarihlerimizde Yanko
denilen Jan Hunyad (Hunyadi Yanos), Macarlarin Osmanlilara karsi olan
savaslarinda ilk defa ortaya çikar. Jan Hunyad, Simon de Kemeny ile
birlikte muhasara altinda bulunan kalenin imdadina yetisir.
Mezid Bey'in, yersiz gururu yüzünden kaybedildigi anlasilan bu savas
hakkinda Hammer su ifadeleri kullanmaktadir: "Mezid Bey, daha önceleri
kazandigi basari ile gururlandigindan, anlari karsilamaya yürüdü. Mezid
Bey, yigitlikleri ile taninmis seçkin sipahilerine Hunyad'in ati ile
tasidigi silahlari tarif ederek onlar hakkinda bilgi vermisti. Sipahiler
de Hunyad'i ölü veya diri yakalayip getireceklerine söz vermisti.
Casuslari vasitasiyle bunu ögrenmis bulunan Hunyad, atini ve silahlarim
Simon de Kemeny ile degistirmisti. Simon, degistirilmis bulunan bu
kiyafete aldanmis olan Türklerin hücumuna ugradi. Bu karisiklikta Simon
de Kemeny en iyi askerlerinden üç bin kisi ile birlikte yok oldu. Fakat
Hunyad'in gücü ve Hermanstad muhafizlarinin bir çikisi, savasin öteki
tarafça (Macarlar) kazanilmasina sebep oldu."
Gerçekten, kaynaklarin verdigi bilgiye göre muhasarayi kaldiran Mezid
Bey, Hunyad'i karsilar. Siddetli çarpismada Hunyad'in arkadasi Simon üç
bin kisi ile maktul düser. Böylece Mezid Bey, galip gelmek üzere iken
Hermanstad'daki kusatilmis kuvvetin bir çikis yapip harbe istirak
etmesiyle iki ates arasinda kalan akincilar, yanlarinda bulunan esirleri
birakmak zorunda kaldiklari gibi yirmi bin sehid vererek maglub
olurlar. Bu arada Mezid Bey ile oglu da sehid olur. Elde edilen Türk
esirleri vahsiyâne bir iskenceye tabi tutularak Öldürülürler. Hiristiyan
dünyasinin kendi dininden olmayanlara karsi sergiledikleri bu vahsiyane
hareket, kendi eserlerinde söyle nakl edilir:
"Önden ve arkadan hücuma ugrayan Türkler, arkalarinda tasidiklari
esirleri düsmana terk ve yirmi bin ölüyü birakarak kaçmaya basladilar.
Mezid Bey ile oglu öldüler. Hunyad, düsmanini takipten dönünce, galipler
tarafindan getirilmekte olan esirleri kendisi sofrada bulundugu halde
vahsiyâne bir eglence olmak üzere gözleri önünde öldürttü. Macarlarin
kayiplari sadece üç bin kadardi. Hunyad, daglar üzerinde Türk
baslarindan tepeler yaptirarak Kizil kule geçidinden Alpleri geçip
Eflâk'a girdi. Tuna'nin iki yakasindaki memleketleri bütünüyle yakip
yikti. Dönüsünde, hemsehrileri kendisini vatan kurtarici olarak
karsiladilar. Hunyad, askerleri gibi kendisi de kan içici oldugundan
Sirp despotu ve Macaristan'in müttefiki Jorj Brankoviç'e ganimet mallari
ile savasta almis oldugu silahlar ve baska seylerle dolu bir araba
gönderdi ki, bu araba on atla çekilmekte idi. Mezid Bey ile oglunun
baslari da, arabanin tepesinde görülmekte idi. Bu dehset verici
ganimetlerin ortasina oturtulmus yasli bir Türk, bunlari Brankoviç'e
bizzat sunmak zorunda birakilmisti."
Jan Hunyad'in bu galibiyeti, Avrupa'da büyük bir söhret kazanmasina
sebep oldu. Bu maglubiyetin acisini çikarmak ve öcünü almak üzere
Osmanli Devleti, ayni senenin Eylül ayinda ikinci bir kuvvet sevkine
karar verir. Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin Pasa (Kula Sahin)
Anadolu ve Rumeli askerleri ile yeniçerilerin de katildigi bir kuvvetle
Silistre üzerinden Eflâk'a girer. Kuvvetine magrur olarak ihtiyatsiz
hareket eden Pasa, tecrübeli akinci beylerinin tavsiyelerine kulak
asmadigindan, Vlad Drakul ile birlikte hareket eden Jan Hunyad
tarafindan Vazag mevkiinde büyük bir bozguna ugrar. Kendi hayatini
güçlükle kurtarabilen Kula Sahin Pasa, kaçarak Tuna'yi geçer. Ancak onun
bu korkakligi kendisinin derhal beylerbeylikten alinmasina ve yerine
Kasim Pasa'nin Rumeli beylerbeyi olmasina sebep olur.
Hiristiyan âlemde, büyük bir sevince vesile olan bu iki galibiyet,
Türkler aleyhinde bir Haçli ittifakinin meydana gelmesine sebep olmustu.
Papa IV. Eugenius tesviki ile Türkler aleyhinde derhal bir ittifak
meydana getirilmisti. Bu ittifaka Macarlar'dan baska Leh, Ulah (Eflâk)
ve Sirplarla Alman Imparatorlugu dahilindeki milletler, Fransa ve
Belçika gönüllüleri yaninda, Anadolu'da Karamanoglu Ibrahim Bey, dahil
olmustu. 22 Temmuz 1443'de Macaristan'in merkezi olan Offen (Budin)'den
hareketle Semendire yakininda Tuna'yi geçip Sirbistan'a gelen bu orduya
bazi Bulgarlar, Bosnalilar ve Arnavudlar da katiliyorlardi. Sultan
Murad'a dost görünmesine ragmen Imparator Ioannis de hem Papa'ya hem de
Macar kralina elçiler göndermek suretiyle onlari Türkler aleyhine
kiskirtiyordu.
Müttefiklerin basinda Polonya ve Macaristan krali Ladislas ile Jan
Hunyad bulunuyorlardi. Macarlara iltica etmis olan Sirp despotu Jorj
Brankoviç ile Eflâk Beyi Drakul ve Papa'nin vekili Kardinal Jülyen
Cezzarini de bu müttefik Haçli ordusunda yer aliyorlardi. Bu ordu,
Sirbistan'i istila ile Krusevac (Alacahisar), Sehirköy ve Nis'i tahrib
edip atese verir. 1443 Ekim ayinda Osmanli topraklarina giren Haçlilarla
ilk muharebe 3 Kasim 1443'te Morava nehri kenarinda ve Nis civarinda
olur. Üç kol halinde muharebeye istirak eden Osmanli ordusu, maglub
olarak dört bin esir ve iki bin sehid birakir. Bu harpten önce
Haçlilarla is birligi yapip onlarin müttefiki durumuna gelen Karamanoglu
Ibrahim Bey, Haçlilarla ayni zamanda harekete geçince Sultan Murad
Anadolu'ya geçerek Konya taraflarina gitmis, maglub olan Karamanoglu ile
bir anlasma yaptiktan sonra derhal Edirne'ye, oradan da Sofya'ya
hareket etmisti. Fakat bu sirada Morava savasi haçlilarca kazanildigi
için Sultan Murad, Balkanlarin güneyine çekilmek zorunda kalir.
Bulgaristan'a giren Haçlilar, Sofya'yi alirlar. Haçlilarla birlikte
hareket eden Bulgarlar, onlara hem süvari kuvveti hem de yiyecek
tedariki için yardimda bulunurlar. Osmanli tebeasi olan Bulgar halkinin,
Haçlilara bu sekilde yardimlari onlarin daha da güçlenmesine sebep
olur. Böylece onlar, Meriç vadisine yol veren Balkan geçitlerine
dayanirlar. Karaman seferinden yeni dönmüs olan Sultan Murad, bu
istilayi Izladi derbendinde güçlükle durdurabildi. Haçlilarin bu
cür'etli yürüyüsü, Osmanli Devleti'ni o kadar agir bir buhran içine
sürükledi ki, Türklerin pek yakinda Balkanlar'dan tamamiyla atilacagi
her tarafta konusulan genel bir kanaat haline gelmisti. Yanko'nun
basarilari, Papa IV. Eugènius tarafindan merasimle kutlaniyordu.
Gerçekten de Eylül 1444 yilinda Haçli ordusunun bir kere daha Tuna'yi
astigi zaman adi geçen Papa, Türklerin artik tamamen Avrupa'dan
atilacagindan süphesinin kalmadigini, durumun böyle bir hal almasindan
dolayi sevincini belirtecek kelime bulamadigini yazmakta idi. Çagdas
Yunan tarihçisi Chalkokondyles de, simdi Balkanlar'da yerlerinden
atilmis birçok yerli senyörün atalarinin topraklarini yeniden elde etmek
için acele harekete geçtiklerini görüyor ve hatta "müttefiklerden her
biri, Rumeli'nin isgalinden sonra ganimetin hangi parçasini alacagini
tasarlamakla mesguldu" der.
Biraz önce de görüldügü gibi Haçlilarla Morava, Izladi ve Yalvaç
muharebeleri yapilmis olup Osmanli ordusu zor durumda kalmisti. Tam bu
siralarda Haçlilarin müttefiki olan Karamanoglu Ibrahim Bey, uygun
zamanin geldigini düsünerek ve firsat bu firsattir diyerek Osmanlilar'la
yaptigi antlasmayi bozarak 1444 Ilkbaharinda tekrar Osmanli hududunu
geçerek büyük ölçüde istila ve tahriplere baslamisti. Böylece
Osmanlilar, Rumeli ve Anadolu'da iki ates arasinda kalmislardi.
Sultan Murad, gerek devam eden maglubiyetler, gerek bir önceki Karaman
seferine katilan ve harbin kazanilmasinda faal bir rol oynayan Amasya
Sancak Beyi büyük oglu Sehzade Alaeddin'in Amasya'ya döndükten kisa bir
müddet sonra vefati, gerekse bu yeni Karaman taarruzu yüzünden bir hayli
sikintili anlar yasadi. Iste bu yüzden Sultan Murad, baris yapmayi
uygun görmüstü.
Bu karari veren Sultan Murad, Jorj Brankoviç vasitasiyle Macaristan
kralina müracaat edip baris teklifinde bulunur. Vladislas bu müracaati
kabul ederek Edirne'ye bir heyet gönderir. Burada "Edirne-Segedin"
diyebilecegimiz bir baris antlasmasi yapilir. 12 Haziran 1444 (25 Safer
848) tarihinde Edirne'de imzalanan bu antlasmaya göre Sirplardan alinan
yerler (Semendire, Kolombaç, Krusevaç, Topliçe taraflan, Leskofça ve
Zelenigrad) yine Jorj Brankoviç'e birakilacak, Sirbistan'in tekrar
kurulmasi ve despotun Osmanlilar'in yaninda bulunan iki oglunun iadeleri
kabul ediliyordu. Buna karsilik Sirp despotu da Osmanlilar'a vergi
vermeyi kabul ediyordu. Bundan baska Eflâk, Osmanlilar'a vergi vermekle
beraber Macarlarin nüfuzu altinda birakilmakta idi. Sultan Murad,
muahedeye sadik kalacagina dair Macar elçileri önünde yemin eder. Bu
antlasmanin Macar krali Vladislas tarafindan da tasdiki için Macar
elçilik heyeti ile birlikte bir Osmanli heyeti de Macaristan'a
gidecekti. Muahede geregince despotun Osmanlilar yaninda bulunan iki
oglu da serbest birakilacak ve Izladi muharebesinde esir düsen padisahin
enistesi Çandarlizâde Mahmud Çelebi de yetmis bin duka altin kurtulus
akçesi (fidye-i necat) karsiliginda serbest birakilacakti. Bundan sonra
Türkler ve Macarlar birbirlerinin topraklarina tecavüz etmeyip dostça
yasayacaklardi.
BU DIPNOT NEREDE
Edirne'ye gelen Macar heyeti ile birlikte padisahin tasdik ettigi
muahedeyi Vladislas'a vermek ve onun tasdik edecegi muahedeyi de alip
getirmek üzere Kapicibasi Baltaoglu Süleyman Bey baskanliginda bir
Osmanli heyeti Macaristan'a gönderildi. Osmanli mürahhas heyeti önce Jan
Hunyad'a müracaat ettiyse de o, bu yanlisligi düzelterek, heyeti
Segedin'de bulunan milli meclise gönderdi. Yüz atli maiyetiyle hareket
eden heyet, Segedin'e varir. Segedin'deki havaya göre antlasmanin
imzalanip imzalanmamasi hususunda iki farkli görüs bulunuyordu. Papa ile
Bizans Imparatoru muahedenin imzalanmamasi taraftari idiler. Buna
karsilik Edirne muahedesiyle memleketini kurtarmis olan Sirp despotu,
muharebenin devaminda bir fayda görmeyecegini ve belki de zarar
görecegini düsünerek sulhun akdini istedigi gibi Jan Hunyad da
muahedenin muvakkat bir zaman için kabul edilmesinde israr ediyordu.
Nihayet kral, bunlarin görüsünü kabul ederek 12 Temmuz 1444'de
Segedin'de muahedeyi imzalayarak Türk heyetine verir. Kral, barisi
bozmayacagina dair kutsal kitaplarina el basarak Osmanli heyeti önünde
yemin eder. On yili kapsayan muahede iki dilde yazilip teati edildi.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°7
Geri: II.Murat
KARAMAN SEFERI
Haçlilarin, Balkanlari astigi ve Osmanlilar'in Rumeli'ni kayb etme
tehlikesi ile karsi karsiya kaldigi bir dönemde, Karamanoglu Ibrahim
Bey, daha önce imzaladigi muahedeyi bozarak 1444 Ilkbaharinda Osmanli
hududunu geçerek daha genis ölçüde istila ve tâhriplerde bulunmustu. Bu
yüzden Anadolu ve Rumeli'nde Osmanlilar iki ates arasinda kalmislardi.
Karamanoglu'nun, Haçlilarla birlesip Osmanli'yi arkadan vurmasi, Islâm
dünyasinda büyük bir tepkiye sebep oldu. Devrin din bilginleri onu
müskil durumda birakan vaazlara basladilar.
Karamanoglu'nun aleyhinde baslayan bu cereyan üzerine Sultan Murad,
Amasya'nin Hanefî ulemasindan Abdurrahman el-Muslihî tarafindan yazdmis
bir mektupla, Islâm dünyasinin ulemasina müracaat ederek, bir din
düsmaninin taarruzunu def etmek için ugrasan bir Islâm hükümdarinin
mülküne, baska bir Islâm hükümdarinin taarruzuyla tahribat ve katl
yapmasinin müslümanlikla ne derece telif edilecegi hakkinda dört mezheb
ulemasindan fetva istemisti. Böylece Sultan Murad'in kendisi, Haçlilarla
ugrasirken, Karamanoglu'nun, kendi ülkesini tahrib edip Haçlilara
yardim etmesine karsilik onun üzerine yürümek için dinî bir destek
aradigi anlasilmaktadir. Murad Bey'in bu hakli müracaati üzerine, devrin
âlimlerinden Safiî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm Sihabu'd-Din Ahmed Ibn
Hacer el-Askalanî (öl. 1449), Hanefî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm
Saadeddin Deyrî (öl. 1462) ile Abdusselam el-Bagdadî, Malikî
âlimlerinden Kadi'l-Kudat Seyhülislâm Bedreddin et-Tenesî (öl. 1449), ve
Hanbelî âlimlerinden Seyhülislâm Bedreddin el-Bagdadî (öl. 1453),
Karamanoglu üzerine yapilacak bir seferin mesru olacagina dair fetva
verdiler. Hatta Ibn Hacer el-Askalanî, verdigi fetvada, Karamanoglu'na
karsi mukateleye gücü yetenlerin onunla savasmalarinin vâcib oldugunu
belirterek kaninin helâl oldugunu beyan ediyordu. Saadeddin Deyrî ise
kaleme aldigi fetvasinda Karamanoglu'nun yapmis oldugu fenaliklardan
dolayi tevbe edip Hakk'a rücu' etmesini, bunun gerçeklesmesi için de
Frenklerle savasan Osmanoglu'na askerleri ile yardim etmesini tavsiye
ediyor, aksi takdirde dünyada ve ahirette rezil olup hüsran içinde
kalacagini belirtiyordu. Keza Bedreddin el-Bagdadî el-Hanbelî ve
Bedreddin et-Tenesî de Ibrahim Bey'in katlinin lâzim geldigine fetva
vermislerdi. Amasya kadisi Abdurrahman el-Muslihî de bu fetvalara
yaptigi bir serhle fetva sahiplerinin görüsüne istirak ediyordu.
Ibrahim Bey'in, Frenklerle birlikte hareket etmesini Müslümanlikla
bagdastiramayan Sultan Murad, Islâm dünyasinin taninmis âlimlerinden
alinan bu fetvalar üzerine harekete geçer. Sultan Murad, oglu ve Manisa
sancakbeyi Mehmed'i yerine vekil birakarak Edirne'den ayrilir. Henüz tam
anlamiyla istikrara kavusmamis Rumeli'nin tehlikeli durumunu da göz
önünde bulundurarak yaninda bes alti bini açmayan Kapikulu askeri oldugu
halde 12 Temmuz'da Çanakkale Bogazi'ni geçip Anadolu askeri ile
birlestikten sonra Karamanlilar'a karsi büyük ve müthis bir intikam
seferine girisir.
Osmanlilarin giristikleri bu intikam seferi karsisinda panik içinde
Taseli'ne kaçabilen Ibrahim Bey, esi olan padisahin kiz kardesi ile
veziri Server (Sürur) Aga'yi Yenisehir'de bulunan Murad Bey'e gönderip
pek çok taviz karsiligi barisa razi olacagini bildirir. Elçiler,
padisaha çok yalvarirlar. Bunlar, Ibrahim Bey'in ilk tecavüzünde
herhangi bir müdahalesinin bulunmadigini, son defaki tecavüzü de
Turgutogullari'nin tahriki ile oldugunu beyan ederek ycniden barisin
saglanmasina muvaffak olurlar. Murad Bey, kizkardesinin ve bütün suçu
Turgutogullari'na yükleyen Server Aga'nin israrlari üzerine ileri
sürecegi sartlari yerine getirmesi sartiyle Karamanoglu ile anlasmayi
kabul eder. Çok zor durumda kalan Ibrahim Bey, Murad Bey'le yeminle
teyid ettigi bir "sevgendnâme" (yeminlesme) akdederek ileri sürülen agir
sartlari kabul etmek zorunda kalir. Türkçe olarak kaleme alinan bu
sevgendnâmeye göre Ibrahim Bey, Osmanlilar'a karsi düsmanca hareketlerde
bulunmayacagini Kur'an-i Kerim üzerine yemin etmek suretiyle
belirtiyor, Murad Bey ile oglu Mehmed Çelebi'nin düsmanlarina düsman,
dostlarina da dost olmayi kabul ederek savas sirasinda da oglu emrinde
yardimci kuvvetler göndermeyi taahhud ediyordu.
Bu anlasmadan anlasilacagi üzere, Islâm dünyasinin efkâr-i umumiyesi
karsisinda suçlu duruma düsen ve bundan endise duyan Ibrahim Bey,
Osmanlilar'in Rumeli'deki mukadderatini tayin edecek olan Varna savasi
sirasinda Osinanlilar'a zorluk çikarmadigi gibi Ikinci Kosova savasina
da oglunun komutasinda yardimci kuvvetler göndermek suretiyle
Osmanlilar'in, dolayisiyle Islâm âleminin dikkatlerini üzerine çekti.
Buna paralel olarak Hiristiyanlar üzerine yapacagi bir seferin daha
önceki fena intibai silecegini hesaplayarak henüz Kibrislilar elinde
olup büyük babasi Alaeddin Ali Bey'in 1367 yilinda fethine tesebbüs
ettigi Gorigos kalesini (Kiz kalesi) zapt eder.
Daha önce de görüldügü gibi II. Murad, Karamanoglu üzerine gitmeden önce
oglu Manisa sancakbeyi Mehmed'i Edirne'ye getirtmis ve Karaman seferi
esnasinda da onu yerine vekil olarak birakmisti. Sultan Murad,
Karamanoglu ile yaptigi anlasmadan sonra Agustos baçlarinda
Yeniçehir'den Mihaliç ovasina gelmiçti. Buradan kapikulu askerleri ve
beyleri önünde henüz 12 yasinda genç bir sehzade olan oglu Mehmed lehine
tahttan feragat eder. Böylece kendisi Bursa'da rahat ve huzurlu bir
sekilde ahiret içleri ile mesgul olup ibadet edebilecekti. Sultan
Murad'in tahtini bir çocuga terk edis hadisesini mücerred ve sahsî bir
heves veya hevessizlik olarak degil, hükümdarin böyle bir karara gidecek
kadar asil ve feragatli bir ruh haletine sahip oldugunu görmck
lazimdir. Bu tahttan uzaklasma keyfiyeti belki de Sultan II. Murad'in,
devrine kazandirmis oldugu muvaffakiyetlerin anahtaridir. Zira tahti,
sahsî bir ikbal ve devlet ihtirasi adina degil, kütle menfaati namina
üstüne almis olmanin en kesin ve açik delilidir.
Solakzâde, Sultan Murad'in çok çalismak suretiyle Osmanli memleketinde
güven ve emniyet temin ettigini, içleri yoluna koydugunu belirttikten
sonra söyle der: "Saltanat içlerinden feragat buyurup, bundan sonra
halvette ve uzlette oturmayi arzu eyledi. Saltanat tantanasini,
miskinlik sermayesine tebdil etmekle sonsuz ugurlar bulmayi ummakta
idiler.” Sultan Murad, bu karekter ve yaratilista olan bir kimse idi.
Fakat ne yazik ki bu arzusu, gerçeklesmeyecekti. Çünkü henüz 12 yasinda
olan bir çocugun baçinda bulundugu devlet, kolay yutulabilir bir lokma
idi. Bu sebeple Hiristiyanlar, on yillik bir muahede yapmis olmalarina
ragmen bu antlasma on gün bile sürmeyecektir.
VARNA SAVASI
Kutsal kitaplari olan Incil üzerine yemin etseler bile kendilerine göre
"dinsiz olan Müslümanlar" söz konusu olunca bu yeminin geçerli
sayilmayacagi anlayisini gelenek haline getiren Hiristiyanlar, Varna
Savasi ile bu geleneklerini devam ettirmis görünmektedirler. Zira
Osmanlilar ile Hiristiyan müttefikler arasinda imzalanan baris
antlasmasi, daha mürekkebi kurumadan bu müttefikler tarafindan
bozulmustu.
Sultan Ikinci Murad ile Macaristan ve Lehistan Krali Vladislas arasinda
10 yil için yapilan mütareke, alti hafta geçmeden bozuldu. Incil üzerine
yapilan yeminden henüz 10 gün geçmemisti ki, Papa'nin vekili Kardinal
Julien Sezarini, kral ile krallik meclisi üyelerine, Osmanlilarla
imzalanmis olan antlasmanin bozulmasi ve Eylül'ün ilk günü Orsova'nin
kusatilmasi için ekanim-i selâse (Teslis, üçlü ilâh sistemi) ve Hz.
Meryem ile azizlerden Etyen ve Ladislas üzerine yemin ettirir.
Hiristiyan dünyasini böyle bir antlasmayi bozmaya yönelten firsat,
Sultan Murad gibi tecrübeli bir hükümdarin hükümdarliktan çekilerek,
devletin basina çocuk yasta bir kimsenin getirilmesi idi. Bu saltanat
degisikligi, Türklerin, Balkanlar'dan atilmasi için uygun ve kaçirilmaz
bir firsatti. Bu firsatin degerlendirilmesi gerekiyordu. Bunun için de,
yapilan yeminin hiç bir mânâ ifade etmeyecegi, bizzat din adamlari
tarafindan belirtilmeliydi. Nitekim bu da yapildi. Bu arada Karamanoglu
Ibrahim Bey fiilen bir sey yapamiyorsa da vaziyetin müsaid oldugunu
müttefiklere bildirmesi, Bizans Imparatorunun Papa'yi tesvik etmesi ve
sarayinda bulunan Osmanli hanedanina mensup sehzade Orhan'i (Çelebi
Sultan Mehmed'in oglu) Çatalca taraflarina salivererek saltanat
iddiasiyla onu ortaya çikarmasi, durumu nazik bir safhaya sokmustu.
Çünkü Osmanli yönetimi böyle bir sey beklemiyordu. Zira yapilan
antlasma, bagli kalinmasi gereken bir yemindi. Kime karsi ve hangi
sartlarla olursa olsun bozulmamasi gerekirdi. Fakat Haçli ordusu
yeminine bagli kalmadigi için böyle bir savas vuku bulmustu. Dukas'in
ifadesine göre antlasmanin bozulmasini anlamakta güçlük çeken Sultan
Murad, Hammer'in de belirttigi gibi, savas esnasinda "düsmanlarin
hainliklerini kendi askerlerine göstermek istiyormus ve yemininden
dönenleri cezalandiran Cenâb-i Hakk'in, himayesini bekliyormus gibi,
Hiristiyanlarin bozmus olduklari antlasmayi, hendegin kenarina dikilen
bir mizragin ucuna astirmisti."
Türkleri bütünüyle Balkanlar'dan uzaklastirmak için gereken tedbirlere
bas vuran Papa, Anadolu'daki Türklerin Rumeli'ye geçmelerini önlemek
için Çanakkale Bogazini kapatmak üzere Kardinal Françesco Gondolmieri
komutasindaki donanmadan da uygun mektuplar aliyordu. Bu da savasin
yeniden baslamasi için bir firsatti.
Papanin, donanma komutani olan Kardinal Françesco Gondolmieri,
Anadolu'dan Rumeli'ye kuvvet geçirilmeyecegini temin ediyordu. Bu
vaziyet karsisinda artik Türklerin isi bitiriliyor ve Balkanlardan
çikarilacaklarina kesin gözle bakiliyordu. Haçlilarin, basarili komutani
Jan Hunyad'm, Türklerden alinacak Bulgaristan'a kral olacagi da vaad
ediliyordu. Böylece, baslangiçta antlasmayi bozmanin ve yeniden
Osmanlilarla bir harbe girmenin taraftan olmayan Jan Hunyad, fikrinden
caydirilmis oluyordu.
Edime-Segedin muahedesinin bozulmasi üzerine, Macar, Bohemya, Eflâk,
Hirvat, Polonya ve Alman milletleri ile Papa taraftarlari da dahil olmak
üzere büyük bir ittifak kurulmustu. Gizlice donanma vermek suretiyle
Venedikliler de bu ittifaka dahil olmuslardi. Osmanlilar'in üst üste
maglubiyetleri, Venedikliler'i parsayi toplamak ümidine kaptirmisti.
Sayet Osmanlilar maglub olurlarsa ki buna kesin gözü ile bakiliyordu
Gelibolu, Selânik ve Karadeniz sahilindeki bazi yerler, bunlara
verilecekti. Bununla beraber Venedikliler, Papa'ya verdikleri gemilerine
kendi bayraklarini degil, Papalik ve Burgondiya bayraklarini
çekmislerdi. Böylece güya Osmanlilar'a karsi tarafsiz kaldiklarini
göstereceklerdi. Osmanlilar'a vergi veren Raguza (Dubrovnik) Cumhuriyeti
de Macarlarla birlikte hareket ederek harbin sonundaki taksimde Avlonya
ile Kanina'yi almak istiyordu. Bizans Imparatoru, müttefiklerin
galibiyetinden istifade edecegini ümid etmekle beraber, Osmanlilar'dan
çekindigi için sureta pek istekli görünmüyordu. Bununla beraber
Imparator VIII. Ioannis, Macar Krali ve diger hiristiyanlara bas vurup
Karamanoglu'nun isyanindan dolayi müttefiklerin acele sefere çikmalarini
istemisti. Bu siralarda akd edilen Edirne muahedesi üzerine, 30 Temmuz
1444 tarihli ikinci bir mektupla Türklerin çok zor durumda olduklarini
bildirerek bir an önce harbe baslanmasini israrla tavsiye ediyordu. Bu
hareketi ile harbe girmeden ve burnu kanamadan bir hisse almak
istiyordu.
Muahedenin bozulmasindan sonra derhal taarruza geçilmedi. Böylece bir
açikgözlük veya hile daha yapiliyordu. Zira, muahedenin bozulmus
oldugundan haberi olmayan Osmanlilar'in, antlasma geregince Sirplara
terk edecekleri yerlerin verilmesi bekleniyordu. Gerçekten de muahedeye
bagli olan Osmanlilar, antlasma geregi Sirplardan aldiklari yerleri geri
verdiler. Ancak bundan sonra Eylül ayinda Birlesik Haçli ordusunun
taarruzu baslayacakti. Müttefikler, baslarinda Kral Vladislas oldugu
halde harbe girmeyen Sirp despotunun (muahededeki yeminini bozmayacagini
söyleyen Sirp despotu, Osmanli Devleti'ni de durumdan haberdar etmisti)
topraklarina girmeyerek Orsova'dan Tuna nehrine geçip Vidin'e gelirler.
Burayi yaktiktan sonra Nigbolu'da Eflâk voyvodasi Vlad Drakul'un
kuvvetleri ile birleserek Tuna boyunca yürüyüp Sumnu'ya ulasirlar.
Geçtikleri yerlerde müdafaasiz köyleri ve hatta kiliseleri yagmalayarak
Sumnu'yu aldiktan sonra Pravadi yolu ile Vama önünde belirdiler.
Osmanlilarin, Tuna nehrinde isletilmek üzere Kamçik nehri agzinda
yaptiklari yirmi sekiz nehir gemisi de, bu kuvvetler tarafindan yakilir.
18-22 Eylül'de Tuna'yi asip Varna yakinlarina gelen bu güçlü ordunun
meydana geçirecegi tehlikeden endiseye düsen Osmanli devlet ricali,
durumun vahemetini kavradiklarindan basta vezir-i a'zam Çandarli Halil
Pasa olmak üzere diger devlet adamlarinin telkini ile II. Mehmed,
babasini baskomutan olmak üzere Edirne'ye davet eder. Cebe Ali (Veya
Kassaboglu Mahmud Bey), tehlikenin büyüklügünü anlatmak üzere Sultan
Murad'a gönderilir. Cebe Ali'nin tesirli konusmasi üzerine Murad Bey,
yaninda kirk bin Anadolu askeri ile Edirne'ye dogru yola çikar. Bu
esnada Çanakkale Bogazi Haçli donanmasi tarafindan tutuldugu için oradan
Rumeli'ye geçme imkâni bulamaz. Sultan Murad, düsmani sasirtmak için
küçük bir kuvvet gönderip kendisi sür'atle Istanbul Bogazina gelip
Güzelcehisar (Anadolu Hisari)'dan Rumeli'ye geçer. Koordineli bir
sekilde hareket eden Osmanli birliklerinden biri bogazin Anadolu
tarafina geldigi zaman Veziri A'zam Halil Pasa komutasindaki bir diger
birlik, toplarla Anadolu Hisari'nin karsisina gelip geçis için gerekli
emniyet tedbirleri almisti. Her bir nefer için bir duka altin verilmek
suretiyle Ceneviz gemileri ile karsi sahile geçen Osmanli ordusunun
geçis haberi, düsman birlikleri arasinda telasa sebep olur. Sultan
Murad'in, bogaz geçisini engellemek isteyen iki Bizans gemisinden biri,
topla batirilirken digeri yarali olarak kaçip kurtulur.
Sür'atle Edirne'ye gelen Murad, oglu Mehmed ve vezir-i a'zami orada
birakarak ordu komutani sifatiyla Varna önlerine gelmis olan Haçlilar
üzerine gider.
Murad Bey, Varna önlerine geldigi sirada düsmanin ileri hareketini
yakindan takib eden Rumeli Beylerbeyi Sehabeddin Pasa, esas orduya
katilir. Harp düzenine göre Osmanli ordusunun sag kolunda Anadolu
Beylerbeyi Karaca, sol kolunda da Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin
Pasalar (bazi kayitlarda sol kolunda Turahan Bey bulunmustur)
bulunuyorlardi. Merkezde de bas komutan olarak II. Murad vardi. Daha
önce de temas edildigi gibi merkez cephesinin önüne bir mizrak ucuna
takilmis olarak Segedin muahedenhamesi dikilmisti. Ordunun gerisi tahkim
edilmediginden sarilma tehlikesi vardi. Merkezde yeniçerilerin önünde
kaziklarla korunmus bir hendek bulunuyordu.
Müttefiklerin, Ulahlar ve bes bölük Macar'dan meydana gelen sol kanadi,
Varna batakliklari ile muhafaza altina alinmisti. Sag kol ise açik ovaya
ve sehre dogru düsmüstü. Burasi açik ve tehdide mamz oldugundan Macar
kuvvetleri tamamen burada toplanmislardi. Siyah bayraklari altinda
Kardinal Jülyen Sezarini komutasindaki kuvvetler bu kolda idiler. Kral
Vladislas, merkezde Sen Jorj sancagi altinda bulunup elli süvari ile
koruma altina alinmisti. Baskomutan Hunyad ise hemen hemen her tarafta
görülüyordu.
Her iki tarafin sahip oldugu insan gücü, kesin olarak belli degilse de
düsman kuvvetlerinin Türk kuvvetlerinden daha fazla oldugu bir
gerçektir. 28 Receb 848 (10 Kasim 1444) Sen Marten yortusuna tesadüf
eden Sali günü baslayan Varna Savasi, Haçlilarca ugurlu sayilan bir
günde oldugu için sevince sebep olmustu. Bununla beraber, Hiristiyanlari
büyük bir korkuya sevk eden bir hadisenin de cereyan ettigini belirtmek
gerekir. O anda patlak veren siddetli bir kasirga, kralinki hariç olmak
üzere Haçli ordusundaki bütün bayraklari savurup atmisti.
Muharebe baslar baslamaz Jan Hunyad, Osmanli ordusunun Karacabey
komutasindaki sag koluna hücum ederek püskürtür. Sol kola yüklenen Eflâk
kuvvetleri ise bu kolu bozguna ugratirlar. Hatta yandan padisahin
bulundugu ordu merkezine dogru yürüdülerse de sonradan püskürtülürler.
Ordunun gensinin iyice tahkim edilmemesinden dolayi (burada agirliklar
ve develer bulunuyordu) bu kisim da tehdid altinda idi. Sag ve sol
kollar dagilmis olduklarindan ordu merkezinde yalniz hükümdar, maiyeti
ve kapikulu askerleri kalmisti. Fakat Sultan Murad telas göstermeyerek
yerinde duruyor ve komutayi birakmiyordu.
Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlarinin bozuldugunu gören Macaristan
krali Ladislas, kendini tutamayarak heyecana kapilir ve Polonya
kuvvetleri ile birlikte Osmanli ordusu merkezine ve padisahin üzerine
hücum ederek sancaklarin bulundugu yere kadar gelir. Hükümdarlarinin
büyük bir tehlikeye maruz kalacagini gören yeniçeriler, büyük bir
gayretle savasip merkezden içeriye giren düsman kuvvetlerini çevirirler.
Tam bu esnada Timurtas adli bir yeniçeri, kralin atinin ayagina bir
balta vurarak onu ati ile birlikte yere düsürür. Kralin düstügünü gören
Koca Hizir adinda bir yayabasi (Yeniçeri bölük komutani), hemen kosup
kralin basini keser. Kesilen basi bir mizragin ucuna takip yüksek sesle
baginp kralin öldügünü söyleyince Polonya kuvvetleri dagilip kaçmaya
baglarlar. Büyük bir kismi da kaçamayarak öldürülür. Bu sirada
Osmanlilar'in sol kolunu çevirmekte olan Jan Hunyad, sür'atle yetiserek
vaziyeti düzeltmeye çalisip, "biz, kral için degil, dinimiz için
vurusmaya geldik" dediyse de basarili olamaz. Kralin öldügünü duyan
Osmanli birliklerinin daha bir azimle geri döndüklerini görünce
toplayabildigi kadar askeri ile kaçmaya baçlar.
Varna muharebesinde Anadolu Beylerbeyi Karaca Pasa ile Kara Timurtas
Pasa'nin torunu Umur Bey'in oglu Osman Bey sehid olmuslardi. Düsman
ordusunda ise Kral Ladislas ve muahedenin bozulmasinda birinci derecede
rol oynayan Kardinal Julyen Sezarini ölmüslerdi. Bazi kaynaklarda
(Sahavî, et-Tibru'l-Mesbûk fî Zeyli's-Süluk, Ayasafya Ktb., nr. 3113, s.
191) Osmanlilarin bu savasta on bin kadar sehid verdikleri
belirtilmektedir. Düsmanin telefati ise bundan daha fazla idi.
Sultan Murad, kazandigi bu önemli zaferden sonra, güvendigi adamlarindan
biri olan Azeb Bey'le savas alanini gezip düsman ölülerini görünce:
— Sasilacak sey degil mi? Bütün bu delikanlilar arasinda bir tane ihtiyar yok, der. Bu söz üzerine Azeb Bey ona su cevabi verir:
— Eger aralarinda yaslica bir kimse olsaydi, böyle delice bir harekette bulunmazlardi."
Osmanlilar, bu savaçta külliyetli miktarda savas ganimeti elde ettiler.
Degerli esya ile dolu ikiyüz elli araba, galip gelen Osmanlilar'in eline
geçmisti. Bu da gerçekten büyük bir ganimet idi.
Müslümanlarin, Avrupa'daki varliklarinin devam edip etmemesi bakimindan
bir dönüm noktasi olan Varna savasindan sonra, zaferi müjdelemek üzere
belli basli sehirlerin kadilarina ve Islâm hükümdarlarina fetihnâmeler
gönderildi. Sultan Murad, bu savasta esir alinan düsman askerlerinden
bir kismini ve nasil demirden adamlari yendigini daha iyi anlatabilmek
için Macar asilzâdelerinin giydigi zirhlarla donatilmis yirmi bes esiri,
Misir Sultani Melik Zahir Çakmak'a gönderdi.
II. Murad, bozulmasin diye bal içinde muhafaza edilen kralin basini
zaferinin bir nisanesi olarak Bursa valisi Cebe Ali'ye göndermisti.
Bursa halki, kalabalik bir topluluk halinde bu zafer nisanesini
karsilamaya çikar. Nilüfer suyunda yikanan bu bas, bir mizrak ucunda
sokaklarda dolastirildi. Böylece, daha önceki savaslarda meydana gelen
maglubiyetler yüzünden moralleri bozulmus olan halka moral verilmeye
çalisilir.
Murad Bey, savasi müteakip Edirne'ye dönünce vezirlerinin de istegi
üzerine bir müddet daha orada kalir. Zira tehlike henüz tam anlamiyla
ortadan kalkmis degildi. Bir müddet sonra tehlikenin tamamen kalktigini
gören Murad Bey, oglunun mevkiini sarsmamak için, yaninda Sarabdar Hamza
Bey ile Iskender Pasa oldugu halde Manisa'ya çekilir. Manisa'daki
ikameti müddetince kendisine Saruhan, Aydin ve Mentese sancaklarinin
geliri tahsis olunur. Âdeta, tahttan ikinci bir feragat anlamina
gelebilecek bu fedakârliga ragmen Murad Bey'in, Varna galibi olarak
büyük bir söhret kazandigi anlasilmaktadir.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°8
Geri: II.Murat
II. MURAD'IN TEKRAR TAHTA GEÇISI
Murad Bey'in, Manisa'ya çekilmesinden sonra, devamli surette onu padisah
olarak kabul edip buna göre muamele eden Çandarli Halil Pasa ile, genç
padisahin etrafinda toplanan rakipleri ikinci vezir ve Rumeli Beylerbeyi
Hadim Sehabeddin, genç padisahin lalasi Zaganos ve vezir Saruca
Pasa'lar arasinda bir iktidar mücadelesi baslar. Bu arada, genç padisahi
yeni fetihler için tesvik eden Sehabedin ve Zaganos Pasa'lar, onu
devletin siyasetine hakim tek hükümdar olarak görmek istiyorlardi. Bu
durumdan haberdar olan ve kendilerini tehlikede gören Karamanoglu ile
Kastamonu hâkimi, Murad Bey'e bas vurarak vaziyeti anlatmak zorunda
kalmislardi. Sonradan bunlara Bizans Imparatoru ve Despot da
katilacaklardir, Murad Bey, bu bas vurular üzerine küçük sultan ile, onu
bu siyasete iten vezirleri siddetle ikaz etmis olmasina ragmen, oglunun
gerçek bir padisah gibi hareket etmesinden dolayi da içten içe
sevinmisti. Bundan sonra Çandarli Halil Pasa'nin hazirlayacagi uygun
vasati beklemeye baslar. Nitekim çok geçmeden yeniçeriler 1446'da
Sehabeddin Pasa'nin aleyhine olmak üzere isyan ederler. Halkin da
destegi ile güçlükle bastinlari bu isyan üzerine, devletin iç ve dis
emniyeti için Murad Bey'in tekrar Edirne'ye gelip is basina geçmesi
gerekiyordu. Halil Pasa'nin gizli daveti ile Murad Bey, 5 Mayis 1446'da
Rumeli'ye gitmek üzere 4000 kisilik bir kuvvetle Manisa'dan yola çikar.
Fakat sonradan fikrini degistirerek Bursa'ya gider. Ama Mora'da despot
Konstantin'in tasarrufunun devam ettigi bir sirada Halil Pasa, Ishak Bey
ve Anadolu Beylerbeyi Özgüroglu Isa Bey, onu tekrar Edirne'ye davet
ederler. Bunun üzerine Murad Bey, Agustos sonlarinda, oglunun haberi
olmadan Edirne'ye gelir. Ertesi gün Halil Pasa, Ishak Bey, Isa Bey ve
diger beyler aralarinda anlasip genç padisaha nezaketen tahtini babasi
lehine terk etmesini, fakat onun bunu kabul etmeyecegini söyleyerek bir
emrivaki yaparlar. Murad Bey, yapilan teklifi kabul ederek tahta geçer.
Tursun Bey, Sultan Mehmed'in babasina olan saygisindan dolayi tahtini
gönül rizasi ile teslim ettigini söyleyerek söyle der: "Amma çün atasina
nisbet-i kemâl-i inkiyadi var idi, hüsn-i riza ile atasin getürdi,
saltanatin teslim etti." O anda da orada hazir bulunan herkes kendisine
bey'at etti. Mehmed, veliahd olarak Zaganos ve Nisanci Ibrahim Bey'le
birlikte Manisa'ya gönderildi.
BALKANLAR'DA HAKIMIYET VE MORA SEFERI
Yildirim Bâyezid zamaninda Osmanli nüfuzu altina girmis olan Mora,
Ankara Muharebesi'nden sonra baglantidan kurtulmustu. Mora'nin büyük bir
kismi Bizans'a aitti. Eskiden beri imparatorun oglu veya kardesleri bu
yarimadada "Despot" adi ile müstakil birer hükümdar gibi hüküm
sürerlerdi. Mora Despotu olan Konstantin (1448'den itibaren Bizans
Imparatoru), Segedin muahedesini kabul etmek zorunda kalan Sultan
Murad'in, hükümdarliktan çekilmesi üzerine durumu kendi lehine müsait
görerek Teb, Beotya ve Pindos taraflarini ele geçirerek Mora'nin
müdafaasi için faaliyetlere girismisti. O, bununla da yetinmeyerek
Osmanli taraftan olan Atina prensi II. Nerio Acciajoli'yi de kendisiyle
birlesmeye zorlamisti. Kuzeyden gelebilecek bir Osmanli hücumuna karsi,
Gördes ile Korent denilen ve karadan Mora'nin kapisi durumunda bulunan
dar geçidi (berzah) saglamlastirmisti. Böylece Mora, Osmanlilara karsi
yeniden tahkim edilmis oluyordu. Mora seferinin sebebi de Padisahin bu
tahkimattan süphelenmesi idi. Osmanlilarin, nüfuzlari altindaki Mora'dan
vaz geçmeleri mümkün degildi. Çünkü Yunanistan fütuhatinin
tamamlanmasi, Mora'ya hâkim olmakla mümkündü. Öyle anlasiliyor ki
Osmanlilar'in güttükleri siyasî hedef, Tuna'nin güneyinde, kendi
yönetimlerinde olmayan bir toprak parçasi birakmamakti.
Daha önce de temas edildigi gibi Varna savasindan önce Papa donanmasinin
Çanakkale Bogazini kapatmasi ve Macaristan Krali'nin Varna'ya kadar
gelmesi, bütün Hiristiyan dünyasina oldugu gibi Kostantin'e de cesaret
vermisti. O da digerleri gibi Osmanlilar'in Varna'da tamamen perisan
olacaklarini ve artik Balkanlari tamamiyle terk edeceklerine inaniyordu.
Bu yüzden de Osmanlilar'a ait bazi yerleri almisti. Sultan Murad, Varna
zaferini kazandiktan sonra, Kostantin'in isgal ettigi yerleri geri
vermesini istemis ise de uygun bir cevap alamamisti. Bu yüzden Mora'nin
tekrar nüfuz altina alinmasi gerekiyordu.
Sultan Murad, Mora seferinden önce bölgeyi ve insanlarini taniyan akinci
komutanlarindan Pasa Yigitoglu Gazi Turahan Bey'den buranin askerî,
siyasî ve etnografik durumu hakkinda tafsilatli bilgi alir. Sultan
Murad, gereken bilgiyi aldiktan sonra Turahan Bey'in akinci kuvvetlerini
Mora'nin fethi ile görevlendirir. Korent kalelerini elde edebilmek için
çok miktarda top mermisine (gülle) ihtiyaç vardi. Bes kaleyi birden
vurabilmek için develerle buraya bakir nakl edilerek toplar dökülür.
Serez'de toplanan Osmanli kuvvetleri, süratli bir yürüyüsle 8 Ramazan
850 (27 Kasim 1446)'da Korent (Korintos) berzahini kapayan Hexamilion
(Kesmehisar) surlari önüne gelirler. Top atesiyle baslayan savasa bizzat
Sultan Murad da katilir. Onun basinda bulundugu asil ordunun gayreti
ile kale Aralik ayinin onunda zapt edilir. Osmanlilar'daki topçulugun
ilerlemesi sayesinde on üç günde surlar delinmis ve Osmanli ordusu bu
deliklerden içeri girip kaleyi zapt etmisti. Korent'in düsmesi ile
Mora'nin kapilari yeniden Türklere açilmis oldu. Osmanlilar'ca
Balyabadra adi verilen Mora'nin merkezi ve en büyük sehri Petras, tekrar
feth edildi. Mora'nin kapisi olan bu yerler alininca bir koldan
Padisah, diger koldan da Turahan harekete geçerler. Bunun üzerine Despot
Konstantin, tarihçi Halkondilas'i elçi olarak Sultan Murad'a gönderir.
Elçi, haber iletmesin diye baslangiçta tevkif edildiyse de sonunda
serbest birakilir. Konstantin de senede belli bir miktar vergi vermeyi
kabul eder. Ayrica Korent berzahi (geçit) kendisine yiktirilir. Sonuç
olarak Osmanlilar'a karsi tecavüzlerde bulunan Despot Konstantin ile
kardesi Thomas, tekrar Osmanli tabiiyetini tanimak zorunda kalirlar. Bu
basaridan sonra Edirne'ye dönen Sultan Murad, buradan getirdigi esirleri
Anadolu'ya nakl ettirip, oradan da bu bölgeye Müslüman Türkleri
getirtmek suretiyle nüfus mübadelesi yapmisti.
Eflâk Voyvodasi Vlad Drakul, Sultan Murad'in Mora isini basarili bir
sekilde sonuca baglayip Edirne'ye döndügünü görünce, onunla anlasmak
ister. Fakat Yanko tarafindan öldürülür. Öte yandan daha önce Osmanli
ordusundan kaçtigini belirttigimiz Arnavut Iskender Bey, Papa ve Macar
Krali ile temaslarda bulunup Arnavutluk yolu üzerindeki Kocacik hisarini
ele geçirmisti. Morava savasi sirasinda ordudan kaçip bozgunluga
baslamasi, Kroya sancagina tayin edildigine dair sahte bir ferman
uydurup Kroya (Akçahisar)'ya girip hisardaki Osmanli askerinin tamamini
uykuda iken kiliçtan geçirmesi, tekrar Hiristiyanliga dönmesi ve Papadan
yardim görmesi gibi hareketleri yüzünden ortadan kaldirilmasi
gerekiyordu. Iskender Bey, aldigi yardimlar sonucunda kazandigi bazi
basarilarina güvenerek Venedikliler'le de bozusur. Osmanlilar bunu iyi
degerlendirerek 1448 yazinda bir taarruza karar verirler. Gerçekten de
Sultan Murad, belirtilen yilda yaninda Sehzade Mehmed de olmak üzere
büyük bir ordu ile Arnavutluga girerek Kocacik hisarini zapt eder. Fakat
kisa bir müddet sonra Sirp Despotu Jorj Brankoviç'ten, Jan Hunyad'in
Macar, Eflâk, Bohemya ve Almanya'dan topladigi 90.000 kisilik bir ordu
ile Tuna'yi geçip Sirp topraklarina girmek üzere oldugu haberini alinca,
Sofya'ya çekilerek ordusunu yeniden düzene sokar. Buradan güney yolu
ile Kosova ovasina gelerek düsmanini savasa mecbur eder.
IKINCI KOSOVA MUHAREBESI
Osmanlilar'a karsi tertiplenen bu yeni Haçli seferi, Varna zaferinden
dört yil sonra 17-19 Ekim 1448 tarihlerinde olmustur. Takdirin bir
tecellisi olacak ki bu ikinci seferde bulunan Osmanli hükümdarinin adi
da Murad'dir. Birinci Kosova'da Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad),
Ikinci Kosova zaferinde de Ikinci Murad bulunmuslardi.
Osmanli Devleti, Iskender Bey'in ayaklandirdigi Arnavutlar'i yola
getirmek için ugrasiyordu. Sultan Murad, Iskender'in merkezi olan Kroya
(Akçahisar)'yi kusatma altina aldigi zaman Jan Hunyad'in hududu geçmek
üzere oldugunu Sirp Despotu ile Vidin sancak beyinden ögrenmisti. Bu
haberin alinmasi üzerine Sultan Murad kusatmayi kaldirip Sofya'ya
dönmüstü. Bu arada Jan Hunyad, Albert'in küçük ogluna naib olarak
Macaristan'in bütün dizginlerini ele geçirmisti. Varna muharebesinin
kahramanligina sürdügü lekeyi silmek için var gücü ile çalisip kuvvet
topluyordu. Bunda muvaffak da oluyordu. Çünkü kisa zamanda etrafinda,
Macarlar'dan baska Eflâk, Polonya, Erdel ve Almanya gibi devletlerden de
kuvvetler toplanmisti. Böylece Jan Hunyad, doksan bin kisilik bir
kuvvetin basina geçip Sirbistan'i isgal ile yoluna devam eder.
Sultan Murad, Hunyad'in Tuna'yi geçmek üzere oldugunu ögrenince derhal
Arnavutluktan çikarak Sofya'ya gelir. Burada orduyu terhis etmeyerek
timarli sipahilere memleketlerinden harçlik getirmek üzere
"harçlikçi"lar tayin edip Sofya'da beklemeye karar verir. Jan Hunyad ise
yoluna devamla 1448 senesinin Ekim ayi ortalarinda Kosova'ya gelir.
Osmanli hükümdari da 80-100 bin kisilik bir kuvvetle ayni yere gelir.
Sultan Ikinci Murad, muharebeden önce baris teklifinde bulunmak üzere
düsmana elçiler gönderdiyse de bunlar, Jan Hunyad tarafindan gerisin
geriye gönderilmislerdi. Iki ordu harb etmeksizin karsilikli olarak bir
gün beklediler.
Muharebe 1448 Ekim ayinin 17, 18 ve 19. günü olmak üzere üç gün sürdü.
Savas, Jan Hunyad'in hücumu ile basladi. Osmanli ordusu klasik bir
düzenle sag, sol ve merkez olmak üzere bölümlere ayrilmisti. Düsmanin
sag kolunda Macarlar ile Sicilyalilar, sol kolunda da Alman, Bohemya,
Transilvanya ve Eflâk (Ulah) kuvvetleri bulunuyordu.
Hunyad, Varna'daki hatalan tekrarlamayacagini düsündügünden savasi
kazanacagindan emin görünüyordu. Haçli ordusunda, I. Murad'in oglu olan
Savci'nin öldürülmesinden sonra kaçmayi basaran oglu Davud da vardi.
Muharebenin ilk günü, hafif silahlarla baslayan savas, esit sartlar
altinda devam ediyordu. Hunyad, Osmanli ordusunun ikinci gün
çekileceginden emin görünüyordu. Bu sebeple asil hücum ikinci günü
ögleden sonra baslayip aksama kadar devam etti. Savci Bey'in oglu
Davud'un tavsiyesi ile gece
yarisi Osmanli ordusuna yapilan baskin da bir ise yaramaz. Muharebe
üçüncü gün günesin dogmasiyla tekrar baslar. Taktik geregi Osmanli
ordusunun sag ve sol kanatlan mukavemet edemiyorlarmis gibi yavas yavas
geri çekilirler. Böylece merkez, düsmana karsi açik ve korumasiz
kaliyordu. Durumu fark eden düsman, bütün gücü ile merkeze yüklenir.
Yeniçeriler bütün güçleri ile karsi koyarlarsa da onlar da yine plân
geregi geri çekiliyormus havasini verirler. Tam bu sirada Osmanli
ordusunun sag ve sol kanatlari, merkeze girmis olan düsman kuvvetlerini
yandan ve arkadan çevirmeye baslarlar. Bu sirada Turahan Bey'in
bulundugu sol kol, Osmanli karsi taarruzunun merkezini teskil ediyordu.
Çünkü Osmanlilar'in sol kolu ile harb etmekte olan Jan Hunyad'in sag
cenahini, Turahan Bey kuvvetleri çevirmekte idi. Çevrildigini anlayan
düsman, ümitsizce savasmaya devam ediyordu. Tam bu esnada Vezir-i A'zam
Çandarlizâde Halil Pasa'nin delâleti ve bazi vaadlerle Eflâk prensini
harpten çekilmeye ikna etmesi üzerine düsman tam bir ümitsizlige
kapilir. Önden ve arkadan hücuma maruz kalan düsman, perisan olmustu.
Bununla beraber askerler, geri çekilerek siperlerine ulasabildiler.
Hunyad, komutanlari ile görüsüp durum degerlendirmesi yapar. Ama gece
yansi yanina aldigi bazi seçkin süvarileri ile harp meydanini terk edip
kaçar. Onun kaçtigini bilmeyen ordusu, sabahleyin Türklerin hücumuna
dayanmaya çalisirsa da komutanlarinin kaçtigini ögrenince tamamen
dagilir. Bu ordudan pek azi kurtulur. Düsmanin zayiati on yedi bin
kadardi. Halkondil'e göre Osmanlilar'in zayiati ise dört bin
civarindadir. Böylece Kosova ovasinda Müslüman Türkler ikinci defa
parlak bir zafer kazanmis oluyorlardi. Ikinci Kosova, Avrupa'nin,
Türkleri Balkanlar'dan sürmek için yaptigi sonuncu tesebbüstür. Bundan
sonra Avrupa tamamen savunma durumuna geçecek, elindeki toprak ve
menfaatleri kaptirmamak için mücadele edecektir.
Sultan Murad, 1450 yazinda oglu Mehmed'i de yanina alarak ikinci defa
Amavutluk seferine çikar. Osmanli kuvvetleri Akçahisar'i kusatip
toplarla dövmeye basladilarsa da hisarin savunmasini Vrana'ya birakip
disarda ani baskinlarda bulunduktan sonra sarp daglara siginan
Iskender'in bu neviden baskinlari yüzünden alinamaz. Tam bu esnada Jan
Hunyad'in yeni bir hücuma kalkisacagi sayiasi yayilir. Ekim soguklarinin
da baslamasi üzerine Sultan Murad, kusatmayi kaldirip Edirne'ye döner.
Sultan Murad'in kaleyi feth etmeden Edirne'ye dönmesi, Hiristiyan
âleminde büyük bir sevinçle karsilanir. Bu hâdiseden sonra Iskender
Bey'in söhreti birdenbire artar.
ZonGiSi- Mesaj Sayısı : 173
Points : 63015
Reputation : 3
Kayıt tarihi : 11/12/12
Yaş : 45
- Post n°9
Geri: II.Murat
SEHZÂDE MEHMED'IN DÜGÜNÜ
Akçahisar kusatmasinin kaldirilmasi, Hiristiyan dünyasinda büyük bir
sevince sebep olmustu. Bununla beraber Osmanlilar üzerinde fazla bir
etkisinin, olmadigi anlasilmaktadir. Zira bu hadiseden hemen sonra
Sultan Murad, sehzadesi Mehmed için Edirne'de muhtesem bir dügün
tertiplemisti.
Sultan Murad, daha önce bir sefer evlenmis bulunan oglu Sehzâde Mehmed'e
Dulkadiroglu'nun kizini almak istedigini, Vezir-i A'zam Halil Pasa'ya
sorup fikrini almak ister. O da bu görüsün yerinde oldugunu söyler. Bu
sirada Dulkadir Beyligi'nde Nâsirüddin Mehmed Bey'in oglu Süleyman Bey
bulunuyordu. Bundan çok seneler önce, Çelebi Sultan Mehmed Bey de
Nâsirüddin Bey'in kizini almis oldugu için arada bir akrabalik da vardi.
Bunun için derhal Amasya sancakbeyi Hizir Bey'in hanimi, görücü olarak
Elbistan'a gönderilir. Süleyman Bey'in bes kizindan en küçügü olan Sitti
Hanim'in nikahi kiyildiktan sonra gelin olarak Edirne'ye getirilir.
1450 senesi kisinda (H. 854, Sevval-Zilhicce) genç sehzade Mehmed'in
evlenmesi münasebetiyle dogu ve batidaki dost hükümdarlar ile tâbi
beyler, Edirne'ye davet edilerek muhtesem bir dügün yapilir. Bu is ve
davetlerin organizasyonu için Saruca Pasa görevlendirilmisti. Dügünden
sonra Sehzade Mehmed genç karisiyla birlikte Manisa'ya gider.
SULTAN II. MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI
Sultan II. Murad, genç evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet
sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451) günü kusluk vakti vefat etti.
Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl (felç) isabetine,
bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga
baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun
ölümüne sebep oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz
yaslarinda idi. Ölüm hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir.
Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e bildirilerek derhal gelmesi
istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine "Beni seven
arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde Edirne'ye
gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride
"Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi
cesedini Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen
semtteki türbesine defn ettirir.
Murad Bey, veya halkin dili ile Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip
Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak Pasa ve kadiasker
Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve
ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini
ve nihayet vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu
tarafindan uyulan vasiyetnâmesinde söyle diyordu:
"... Öldügüm zaman beni Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in
3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin üstüne büyük hükümdarlar için yapilan
muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi lahde degil, sünnet-i seniyye
üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir türbe yapiniz.
Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne
yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad
edilmemis olan kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad
edilmistir. Etrafima evlad ve akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger
Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya nakl ediniz. Bu nakil,
bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü gerçeklessin..."
II. Murad hakkinda gerek Osmanli, gerekse diger milletlere mensub
tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine göre o, ince
ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur,
azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost,
ahdini bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre
memleketini seref ve hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda
mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve metin bir hükümdar adi birakti.
Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak sözünden
dönenlerin korkunç öc alicisi idi.
Sultan II. Murad, ince ruhlu ve hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri
sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar ayirirdi. Musikî, siir
ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli sarayina
girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim
ve sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i
Riyaz-i Irfan'a göre bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl
ve nükte söyleyicilerin dildâdesi olup haftada iki gün âlim ve sairleri
divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve sairlerin münazara ve
münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak itibar ile
parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti
hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi
uzun sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu)
hükümdarlarinin en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri
kalmamakla beraber eglence ve zevke düskündü. Allah yolunda tehlikelere
bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini yogunu harcardi.
Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi âdil
olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu
idi. Yalniz su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi.
Fakat bir cihad haberi gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."
Ülkesinde kültür ve ilim hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze
alabilen Sultan Murad, ilim adami ve bilginlere karsi son derece cömert
davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim gibi yerlerden pek
çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette kültürün
gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep
olmustu. Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin
Türkçe'ye tercüme edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir
ettigini biliyoruz. Hatta onun adina birçok eser telif ve tercüme
edilmisti.
Sultan Murad, Edirne, Bursa, Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli
yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal tesisler ile de dikkat
çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine "Ebu'l-hayrât"
ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören devrinin devlet
erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler.
Bursa'da Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad
tarafindan yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de
insa ettirmisti. Bunlarin en mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis
(1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç Serefeli, 1447) gibi eserlerdir.
"Üç Serefeli" denen minare, Türk minarelerinin en güzellerinden biridir.
1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali Haci Alaeddin'e
tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest
musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine
kalkindirmis ve Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene
köprüsünü yaptirmak suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile
bati arasinda önemli bir geçit vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri,
orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi, eskiya, kanun kaçaklari ve
hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu. Sultan Murad,
böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini
kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin
mamur hale gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada
cami, hamam, imâret ve pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek
sosyal tesisleri kurduktan sonra halki oraya yerlestirir. O, bununla da
kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de muaf tutar.
Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der:
"Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam
ve pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad
ulemayi ve fukarayi kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar
etti. Akçalar ve floriler ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek
eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin kendi uyardi. Yapan mimarlara
hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf ve müsellem
etti."