WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ



Join the forum, it's quick and easy

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

***Wep Arısı Arı Bir Sitedir. Wep Arısı Gerçek Düşünçeyi Yansıtan Sitedir***


    II.Murat

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:27

    II.Murat

    II.Murat  2.murat1404
    Haziran'inda Amasya'da dünyaya gelen Murad, babasi Çelebi Sultan Mehmed
    (Birinci Mehmed)'in vefati üzerine daha 17 veya 18 yasinda bir
    delikanli iken Osmanli tahtina geçip idareyi eline almak zorunda kaldi.
    Ileride de temas edilip görülecegi gibi onun yönetimde bulundugu dönem,
    idarî, mülkî ve hukukî mekanizmanin istikrarli bir sekilde intizam ve
    ahenkle yürüyen bir devir olmustu. Bununla beraber hâlâ Timur âfetinden
    kalma ve islemekte bulunan bazi yaralarin bulunduguna isaret etmek
    gerekir.

    Yas bakimindan çocukluktan henüz çikmis olan Ikinci Murad, hem savas
    sanatinda hem de siyasî deha ve anlayista çocukluktan çok uzakti.
    Gerçekten henüz on iki yaslarinda iken Seyh Bedreddin Mahmud isyaninin
    bastirilmasinda oynadigi önemli rol, babasi Çelebi Mehmed'in, oglunun
    yasina göre vaktinden önce tahta çikabilecegini ve buna lâyik
    olabilecegini sezdigi belirtilmektedir. Bunun için de hükümdar, oglunun,
    hükümdarlarin görmesi gereken egitimden geçirilmesini istemis,
    veliahdin savaslar ve iktidarin zorluklari ile karsilasmasini
    arzulamistir. Oglunun erken yaslarda tahta geçmesi, babasinin
    tasarilarina da uygun düsüyordu. Genç yasi, yakisikliligi,
    iliskilerindeki zerafet ve nezaket, gögüs gögüse olan savaslardaki
    mahareti, kendisinden daha yasli ve tecrübeli savasçilar ile bilhassa
    vasisi durumundaki Bâyezid Pasa ile yaptigi tartismalarda son derece
    yumusak basli davranmasi ve çocuksu görünüsüyle askerlerinin onu hem
    kalpten sevmeleri, hem de kudretine saygi göstermeleri, Ikinci Murad'i
    ordunun yegane hâkimi durumuna getirmisti. Babasinda görülen muntazam
    yüz hatlari, oldugu gibi ogluna da geçmisti. Onun manevî etkisine
    yakisikliligindan ileri gelmis bir tesir de eklenmisti. Velhasil, bir
    milletin, kendi basinda bulunan hükümdarda görmek istedigi, tabiatin
    taci olan yakisiklilik, bütünüyle Ikinci Murad'da toplanmisti.

    Sehzade Murad, 1410 yilina kadar Amasya sarayinda kaldi. Sonra babasi
    Çelebi Mehmed ile Bursa'ya, 1413'te de Edirne'ye gitti. 12 yasina
    girince Rum vilayeti beyligi ile Amasya'ya geldi. Amasya, Tokat, Sivas,
    Çorum ve Osmancik bölgelerini içine alan Rum veya Danismendiye vilayeti,
    Osmanlilar'in dogu sinir vilayeti olup o dönemlerde fevkalâde bir önemi
    haiz idi. Bu yüzden Osmanli sultani, sarktaki gelismeleri çok dikkatle
    takip etmek zorunda idi. Çünkü burada, küçümsenmeyecek miktarda Türkmen
    ve Mogol göçebeleri vardi. Bunlari, merkezin kontrolü altinda tutabilmek
    pek kolay bir is degildi. Iste Çelebi Sultan Mehmed, büyük oglu Murad'i
    lalasi Yörgüç Bey ile bu mühim vilayetin basina gönderiyordu.
    Tayininden bir yil sonra Murad, idaresinde bulunan Amasya kuvvetleri ile
    Börklüce Mustafa isyanini bastirmak üzere Saruhan ve Izmir taraflarina
    hareket emrini almisti.

    Babasi tarafindan, ileride hükümdar olabilecek sekilde yetistirilen
    Murad, babasinin ölüm haberini alinca Amasya ile Bursa'yi birbirine
    baglayan uzun yolu süratle asip Bursa'ya yetisir. Çelebi Sultan
    Mehmed'in ölümünden ancak o zaman haberdar olan Yeniçeriler, yeni
    sultani karsilamak üzere sehrin disina çikarlar. Yeniçeriler, onunla
    birlikte saraya kadar gelip huzurunda geçit resmini tamamladiktan sonra
    bagliliklarini bildirirler. Bursa'da, devlet ileri gelenleri ile
    yeniçeriler tarafindan kendisine bey'at edilen Murad Bey, babasinin
    cenazesini muhtesem bir törenle Yesil Cami yanindaki türbesine defn
    ettirip bir hafta yas tutulmasini emr eder. 25 Haziran 1421'de,
    babasinin ölümünden kirk gün sonra Osmanli tahtina geçip hükümdar olan
    Murad'a, Yildirim Bâyezid'in damadi Seyh Emir Buharî hazretleri kendi
    eliyle kiliç kusatip hükümdarligini ilan eder. Hükümdar olduktan sonra
    çevresinde bulunan beylikler ile politik bakimdan önemli olan Karaman,
    Germiyan, Mentese, Dulkadir, Isfendiyar beyleri ile Misir Sultani,
    Akkoyunlu ve Karakoyunlu emirleri, Hindistan hükümdari, Alman
    Imparatoru, Macar Krali Sigismond, Bizans Imparatoru ile Eflâk ve Bogdan
    Voyvodalari, Sirp ve Bosna Krallari, Mora Despotu ve Venedik
    Cumhuriyeti gibi devletlerin tamamina özel elçiler ile mektuplar
    gönderip kendisinin Osmanli tahtina geçip hükümdar oldugunu bildirir.

    Tahta geçtigi sirada babasi gibi baris temayülünde oldugu anlasilan
    Sultan Ikinci Murad'in bu barisçi arzusu, özellikle Bizans tarafindan
    farkli bir anlayisla yorumlanacaktir. Bu sebeple Bizans, hemen hemen her
    zaman oldugu gibi, bu sefer de, saltanat degisikliginin meydana
    getirecegi nazik durumdan yararlanmaya yeltendi.

    Sultan Murad'in, Osmanli toplumunu taht hakkinda tereddüde düsürecek
    yasta baska erkek kardesi yoktu. Onun, iki kardesi, daha babalarinin
    sagliginda ölmüslerdi. Sadece çocuk denebilecek yasta iki küçük kardesi
    kalmisti. Bunlar da daha sonra vebadan öleceklerdi.

    Daha önce de temas edildigi gibi, Müslüman ve Hiristiyan devletlere
    elçiler gönderen Sultan II. Murad, Karaman Beyi ve Macarlarla birer
    baris antlasmasi yapar. Barisi seven bir kimse olarak Sultan Murad, bu
    duygusunu her zaman açiga vuruyordu. Fakat Bizans devlet adamlarinin
    Osmanlilar'daki saltanat degisikliginin meydana getirebilecegi ilk
    günlerdeki saskinlik havasindan faydalanmak istemeleri, Sultan Murad'i
    mücadeleye hazirlanma mecburiyetinde birakti. Bizans'tan, Sultan Murad'i
    tebrik için gönderilen elçiye verilen gerçek talimat, Mustafa Çelebi
    (Düzme Mustafa)'nin elde bulunusundan istifadeyi temindi. Imparator
    Manuel, bir koz olarak elinde tuttugu Mustafa Çelebi vasitasiyle
    Murad'dan bazi menfaatler temin etmek istiyordu. Buna göre, imparatorun
    elçisi Çelebi Sultan Mehmed'in vasiyetine istinaden Murad'in, küçük
    kardeslerinin kendisine teslim edilmesini ister. Çelebi Sultan Mehmed'in
    iki küçük oglunun (Yusuf ve Mahmud) Bizans'a gönderilme isi, sadece bir
    vasiyet olduguna göre iki devlet arasinda taahhüde bagli olmayan bir
    mesele idi. Bunu bir hak isteme seklinde ileri sürmek, Bizans
    kurnazligindan baska bir sey degildi. Nitekim elçinin sehzadelerle
    ilgili talebine veziri azam ve Rumeli beylerbeyi olarak islerin
    idaresini elinde bulunduran Bâyezid Pasa, padisah adina "Müslüman
    evladinin, müslüman olmayanlar yaninda terbiye ve egitim görmesinin
    Seriat-i Muhammediye'ye aykiri oldugu, bu bakimdan efendisi imparatora
    bu vâsilikten vaz geçerek kendisi ile iyi iliskilerini devam ettirmesini
    rica eyledigini" söyler. Böylece, daha önce alinan vâsilik kararina
    uyulmayarak sehzadeler Tokat'a gönderilir.

    Manuel, elçilerine verilen bu cevabi ögrenince, memleketinin içinde
    bulundugu acikli durumu ve güçlü bir düsmanin öfkesini üstüne çekmekle
    kendisini tehlikelere atmis olacagini hesap etmeksizin Dimitrius
    Laskaris Leontarius'u iyice silahlanmis on kadirga ile Limni adasina
    gönderir. Leontarius, imparator adina burada adeta bir sürgün hayati
    yasayan Mustafa Çelebi ile pazarliga girisir. Yapilan bu pazarliga göre
    Mustafa ve onun kader arkadasi olan Izmiroglu Cüneyd serbest
    birakilacaklardi. Mustafa, tahtin mesru vârisi olarak kabul edilecekti.
    Limni adasindaki sürgün hayatindan sonra böyle bir devlet kusunun basina
    konmasina sevinen Mustafa Çelebi, saltanati ugruna bol bol vaadlerde
    bulunur. Imparator, entrikali siyasetinin Müslüman Türkler arasinda
    çikaracagi nifaktan büyük faydalar umarak Mustafa'ya bazi sartlar teklif
    edince bunlar büyük bir istiyakla kabul edilir. Buna göre sayet Mustafa
    basarili olursa Gelibolu ile Istanbul'un kuzeyinde Bogdan sinirina
    kadar Karadeniz kiyisindaki bütün sehirler ile güneyde Erysus ve
    Aynaroz'a kadar olan yerlerin tamamini Imparatora geri vermeyi taahhüd
    etti. Böylece Mustafa, büyük emeklerle elde edilmis bulunan topraklan,
    tekrar Bizans'a vermeyi kabul ediyordu. Mustafa, kendisi için utanç
    verici olan bu antlasmayi imzaladiktan ve yemin ile de onu teyid edip
    saglamlastirdiktan sonra Leontarius, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile
    onu ve yandaslarini Gelibolu önlerine çikarir (Eylül 1421). Bu hareketi
    ile Sultan Ikinci Murad'a karsi cephe alan Bizans'la birlikte Anadolu
    beylikleri de yeni hükümdarin babasi olan Mehmed Çelebi'nin yaptigi
    ilhaklari geri almak ve Osmanli tabiiyetini tanimamak suretiyle
    ayaklanip Anadolu birliginin bozulmasina sebep oldular. Nitekim
    Germiyanoglu II. Yakub Bey, Sultan Murad'i tanimayarak Mustafa
    Çelebi'nin tarafini tuttugu gibi, Hamideli de Karamanoglu tarafindan
    isgal edildi. Öte yandan babalan Ilyas Bey tarafindan Osmanli sarayina
    gönderilmis bulunan Menteseogullari'ndan Ahmed ve Leys de bu
    karisikliklardan istifade ile kendi memleketlerine dönmüs ve
    bagimsizliklarini ilan edip kendi adlarina bastirdiklari paralara
    Osmanli hükümdarinin adini koymamak suretiyle onu tanimadiklarini
    gösterdiler. Anadolu birligine vurulan darbe bu kadarla da bitmiyordu.
    Aydinoglu ile Saruhanoglu eski topraklarindan bir kismini ellerine
    geçirmislerdi. Keza taarruza geçen Isfendiyar Bey de Osmanlilar'in
    himayesi altinda Çankiri, Kalecik ve Tosya'da hüküm süren oglu Kasim'i
    buralardan kovmustu. Sultan Murad, Bizans tarafindan tertiplenen ve
    Osmanli ülkesini bölmeye yönelik olan Sehzade Mustafa isyani ile
    ugrasirken bu oldu-bittilere karsi sessiz kalmak ihtiyacini hissetmisti.
    Zira günün siyasî sartlari bir müddet için onu böyle davranmak zorunda
    birakmisti.


    MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI ve ÖLDÜRÜLMESI

    Sultan Ikinci Murad, hükümdarliginin ilk iki yilini iç isyanlari
    bastirmak ve ülke birligini yeniden tesis etmekle geçirdi. Gerek kendisi
    gerekse devleti için en büyük tehlike Mustafa Çelebi'nin isyani idi,
    Daha önce de temas edildigi gibi Mustafa Çelebi, Bizans Imparatoru'nun
    sözünden çikmamak, oglunu rehine olarak onun yarlina vermek ve
    Osmanlilar'a ait bazi yerleri Bizans'a terk etme karsiliginda
    Imparatorun adami ile bir antlasma yapmisti. Buna karsilik Imparator da
    Ikinci Murad'i degil, onu hükümdar olarak taniyacakti. Bu hareketin
    gerçeklesmesi için de Imparator ona yardim edecekti. Iki taraf arasinda
    gerçeklestirilen bu antlasma geregince Imparator, Limni adasinda sürgün
    hayati yasayan Mustafa Çelebi'yi Gelibolu önlerine çikarip ona yardim
    edecekti. Onu, 15 gemiden mütesekkil bir filo ile Gelibolu önlerine
    çikaran Leontarius, bu hareketi ile Bizans adina büyük bir basari
    saglamis oluyordu. Mustafa Çelebi, yaninda Izmiroglu Cüneyd Bey ve
    maiyetine ilaveten bir kisim Rum kuvvetleri de oldugu halde Gelibolu'ya
    gelir.

    Mustafa Çelebi'nin kuvvetleri Gelibolu'ya çiktiklari zaman karsilarinda
    Sultan Murad'in kuvvetlerini buldular. Iki taraf arasinda siddetli
    muharebeler oldu. Mustafa'nin kuvvetlerine kumanda eden Cüneyd Bey,
    galib gelince Mustafa kadirgadan inip karaya çikar. Ama muharebe yeniden
    devam edip siddetlenir. Geceyi kadirgada geçiren Mustafa Çelebi,
    Gelibolu halkinin ileri gelenlerini davet ederek kendisinin Yildirim
    Bayezid'in oglu oldugunu, Edirne'ye gitmesi için kendisine yol
    verilmesini ve hükümdar olarak taninmasini ister, Gelibolu halki ve
    civardakiler, Mustafa Çelebi'ye bey'at ettilerse de Sahmelek
    komutasindaki kale muhafizlari kaleyi teslim etmediklerinden Mustafa
    Çelebi, Izmiroglu Cüneyd Bey ile Leontarius'u kale önünde birakarak
    Aynaroz taraflarina dogru yürüyüp bazi yerleri ele geçirmisti. Halk,
    geçtigi yerlerde Mustafa Çelebi'ye iltihak ediyordu. Böylece, gün
    geçtikçe kuvvetleri de çogalip büyüyordu. Bu arada önemli olan mesele
    Rumeli'de sadece halk tabakasinin degil, askerin, komutanlarin ve Rumeli
    Beylerbeyi'nin Mustafa Çelebi'ye iltihak ederek onu hükümdar olarak
    kabul etmeleri geliyordu. Zaten onun kisa zamanda muvaffak olmasinin ve
    kuvvetlerinin çogalmasinin en önemli âmili Rumeli bey ve komutanlarinin
    kendisine katilmalari idi.

    Mustafa Çelebi'nin, Müslüman kani akitilarak zapt edilmis olan
    topraklari Bizans'a terk etmeyi kabul eden bir antlasma imzaladigi ve
    devletin birligini bozacak iddialarla ortaya çiktigi halde Rumeli
    beylerinin ona iltihak etmesi dikkati çekecek bir noktadir. Bazi
    tarihçilere göre bunun sebebini henüz on sekiz yasinda bulunan bir
    delikanlinin yerine, yetiskin bir kimsenin tahta geçmesi arzusu
    bulunmaktadir. Bununla beraber bu meseleye sadece yasça küçük veya büyük
    olma açisindan bakmamak gerekir. Bölge halkini etrafina toplamayi
    basaran Mustafa Çelebi, Vardar Yenicesinden sonra Edirne'yi de ele
    geçirmek suretiyle Rumeli'ne hakim olacakti.

    Cüneyd Bey'in fikir ve yardimi ile Rumeli'nin "Yayasini" "Müsellem" hale
    getiren Mustafa Çelebi, her birine elliser akça harçlik tayin ederek
    yeni bir teskilat kurmaya muvaffak olur. Bu uygulama, askerin hosuna
    gider. Mustafa Çelebi'nin yaptigi tahribat ve kazandigi basari haberleri
    Bursa'ya ulasinca Sultan Murad'in huzuru ile Vezir-i Azam ve Beylerbeyi
    Bâyezid, ikinci vezir Çandarlizâde Ibrahim, üçüncü vezir Haci Ivaz
    Pasa'larla Timurtas Pasa'nin Umur, Ali ve Oruç Beyler adindaki üç oglu
    bir görüsme yaparlar. Bu görüsmede Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa, hem
    beylerbeyi olmasi hem de Rumeli beylerini yakindan tanimasi sebebiyle
    Bayezid Pasa'nin Mustafa Çelebi üzerine gönderilmesini teklif ederler.
    Timurtas Pasa'nin ogullari ise bizzat padisahin gitmesini söylerler.
    Sultan Murad, ilk iki vezirin teklifi üzere babasinin en güçlü
    vezirlerinden olan Bâyezid Pasa'nin gitmesini uygun görür.

    Gelibolu yolu kapali oldugundan Bâyezid Pasa kis mevsiminde Istanbul
    Bogazi'ndaki Güzelcehisar (Anadoluhisari)'dan Rumeli yakasina geçer.
    Yaninda büyük bir kuvvet yoktu. Edirne tarafina gidip orada da kuvvet
    topladi. Mustafa Çelebi'nin Gelibolu'dan çikip geldigini duyunca onu
    Sazlidere mevkiinde karsilar. Askeri, Mustafa Çelebi tarafina geçen bu
    Pasa da sehzadeye iltihaka mecbur olur. Mustafa Çelebi, Timur ile
    yapilan savasta aldigi yaralari göstererek Bâyezid Pasa'yi kendine
    baglayip vezir tayin etmek istediyse de çok geçmeden Evrenos ogullari ve
    Cüneyd Bey'in de tesviki ile onu Sazlidere'de öldürtür. Bâyezid
    Pasa'nin öldürülmesinden sonra bütün askerleri, Mustafa'nin tarafina
    geçerler. Bundan sonra parlak bir tören ve muzaffer bir eda ile
    Edirne'ye giren Mustafa Çelebi, burada hükümdarligini ilân eder.
    Rumeli'deki bütün sehir ve merkezler, onun hükümranligini tanidilar.

    Mustafa Çelebi, bundan sonra Anadolu'ya geçmek üzere Gelibolu'ya tekrar
    hareket eder. Artik Rumeli'nin bütün beyleri ve kuvvetleri onunla
    beraberdirler. Mustafa Çelebi'nin Sazlidere basansini haber alan
    Gelibolu muhafizi, kaleyi Dimitrius Leontarius'a teslim etmek zorunda
    kalir. Dimitrius, buraya asker ve mühimmat koymaya hazirlanirken,
    Izmiroglu Cüneyd Bey yetiserek buna mani olur. Bunun üzerine Mustafa
    Çelebi'ye bas vuran Dimitrius'a, Mustafa Çelebi, Gelibolu'yu Imparatora
    teslim edecegine dair verdigi sözü unutmadigini, ancak böyle bir
    harekette bulunmasinin Müslüman halk arasinda büyük bir infiale sebep
    olacagini bu yüzden halkin kendi padisahligini tanimayacagini söyler.
    Bunun üzerine Istanbul'a dönen Dimitrius Leontarius, durumu Imparatora
    anlatir.

    Mustafa Çelebi, Gelibolu kalesini tahkim ederek donanmaya komutanlar
    tayin eder. Buradaki isleri yoluna koyduktan sonra Edirne'ye dönerek,
    daha önce kardesi Çelebi Sultan Mehmed tarafindan devlet hazinesine
    konmus bulunan servete el koyarak sefahata baslar.

    împarator, Mustafa Çelebi'nin kendisini atlatarak Gelibolu'yu vermemesi
    üzerine onu terk edip Sultan Murad'la anlasmak ister. Bu siralarda
    Bursa'da bulunan Sultan Ikinci Murad, Gelibolu'nun Imparatora teslim
    edilmedigi haberini alinca o da bu firsattan istifade etmek ister. Bunun
    için, Bâyezid Pasa'nin ölümünden sonra Vezir-i Azam olan Çandarlizâde
    Ibrahim Pasa'yi elçi olarak Istanbul'a gönderir. Fakat Imparator,
    Gelibolu ile iki sehzadenin kendisine teslim edilmesinde israr ettigi
    için bir anlasmaya varilamaz. Bu durum, Sultan Murad'in, Mustafa Çelebi
    tarafindan kazanilan basarilardan bir hayli telasa düstügünü
    göstermektedir. Gerçekten de Sultan Murad, Yildirim Bâyezid zamaninda
    Bursa'ya gelen ve kaynaklarin ifadesine göre bütün Osmanli
    padisahlarinin kendisine hürmet ettigi, kendisinden daima hayir dua
    bekledikleri ve kendilerine kiliç kusatan Emir Sultan'dan manevî yardim
    talebinde bulunur. Verilen bilgiye göre Emir Sultan, Murad ile amcasi
    Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) arasindaki mücadelede, Sultan Murad
    tarafini tutup onu tesci' etmis, ayni hükümdarin 1422 Istanbul
    muhasarasina beraberinde yüzlerce dervis ile bizzat istirak etmistir.

    Cenevizliler, Osmanlilar'dan önce Foça'daki sap madenlerini isletiyor ve
    Saruhanogullari'na her sene bir miktar para vererek buradaki kalede
    ikamet ediyorlardi. Buradan elde edilen saplari da Avrupa piyasalarina
    ihraç ediyorlardi. Bölge, Osmanlilar'a geçtigi zaman bu vergiyi
    Osmanlilar almaya basladilar. Bu Ceneviz kolonisi, dogudaki diger
    Ceneviz kolonileri gibi belli bir süre tayin edilen podesta (vali,
    komiser) veya konsoloslar vasitasiyle idare ediliyorlardi. Çelebi Sultan
    Mehmed'in sagliginda Foça'da Jan Adorno adinda bir podesta bulunuyordu.
    Burasi on sene müddetle kendisine verilmisti. Adorno, Foça madenlerini
    islemek karsiliginda senede yirmi bin altin üzerine Çelebi Sultan
    Mehmed'le anlasmisti. Çelebi Mehmed'in vefatindan sonra ortaya çikan
    Mustafa Çelebi hadisesi esnasinda, maden isi aksamis ve Jan Adorno
    yillik imtiyaz bedelini ödeyememisti.

    Adorno, Çelebi Sultan Mehmed'in ölüm haberini alinca bu firsattan
    istifade ile borcundan kurtulmak isteyerek Sultan Murad'a mektuplar
    yazar. Bu mektuplarda o, kendisini kadirgalarla Anadolu'dan Rumeli'ye
    geçirebilecegini ve kendisine hiç kimsenin yapamadigi hizmeti yapacagini
    söylemisti. Murad tarafindan memnuniyetle karsilanan bu teklif, zamani
    gelince iyi bir sekilde degerlendirilecektir.

    Böylece, Foça'lilarla da anlasan Sultan Murad'a karsilik Mustafa Çelebi,
    kazandigi zaferin sarhoslugu içinde kendini zevk ve eglenceye
    kaptirmisti. Askerinin hizmetlerine karsilik, onlari mükâfatlandirmayi
    aklina bile getirmiyordu. Hatta öylesine ki sayet Cüneyd, Sultan
    Murad'in hazirliklarini bildirerek kendisini tembelliginden uyandirmamis
    olsaydi, aleyhinde silahlandigi genç padisahi da unutacak ve Edirne'de
    hareketsiz oturup duracakti. Cüneyd, Mustafa'ya: "Murad, Imparatorla
    pazarlik halinde bulunuyor, üstelik Frenklerle de anlasiyor. Biz de
    Edirne'de hiç bir hazirlikta bulunmadan oturuyoruz. Onlar bu tarafa
    gelmeden önce biz karsi tarafa geçelim. Her bakimdan düsmanlarimizdan
    üstünüz. Onlar bu tarafa geçerlerse, bizim için felaket olur." diyerek
    onu ikaz ediyordu. Cüneyd, bu sözleri ile düsmanlari olan Sultan
    Murad'in Cenevizlilerle birlikte Avrupa'ya gelmeden önce kendilerinin
    Asya'ya geçmesini ögütlüyordu. Gerçi O, bu düsünce ve bunun mahsûlü olan
    hareketleri ile daha çok kendi menfaatlerine hizmet ediyordu. Çünkü
    sonucundan ümidini kestigi bir tesebbüsün sonlarindan, yeni bir
    hainlikle kurtulmak niyetinde idi.

    Mustafa Çelebi, derhal kuvvetlerini toplayarak 20 Ocak 1422'de
    Gelibolu'ya gelip Lapseki'ye geçer. Sultan Murad'in müttefiki olan
    Cenevizlilerin donanmasi, Mustafa Çelebi'nin geçmesine mani olmak
    istediyse de bunda muvaffak olamaz. Mustafa Çelebi'nin yaninda on iki
    bin atli ve bes bin yaya vardi. Mustafa Çelebi, burada üç gün kaldiktan
    sonra Bursa'ya dogru harekete geçer. Bunu haber alan Sultan Murad,
    Bursa'dan çikarak Ulubad'a gelir. Ulubat deresi üzerindeki köprüyü
    keser. Böylece Mustafa'nin ordusunun sol kanadi denize dayanmis, sag
    kanadi da Ulubat gölü ve batakliklari ile kapanmis bulunuyordu.

    Sultan Murad'in maiyetinde Haci Ivaz Pasa ile Timurtas'in üç oglu Umur,
    Ali ve Oruç Beylerle, Cüneyd'in kardesi oldugu söylenen Hamza Bey de
    vardi. Iki taraf, Ulubat suyu önünde ve suyun iki kiyisinda
    karsilasirlar. Bu karsilasmada hiçbir taraf üstünlük saglayamaz. Sultan
    Murad'in ordusunda Mihaloglu Mehmed Bey de vardi. Bu zat, Musa
    Çelebi'nin Rumeli'deki saltanati zamaninda onun beylerbeyi yani ordu
    komutani idi. Bununla beraber el altindan Çelebi Mehmed'e taraftar idi.
    Çelebi Mehmed zamaninda akinci beyliginde ve divanda bulunmustu. Seyh
    Bedreddin Mahittud olayinda Tokat kalesinde hapsedilmisti. Murad
    hükümdar olup, Mustafa Çelebi hadisesi ortaya çikinca Murad'in devlet
    adamlari, eski söhretli Rumeli beylerinden olan Mihaloglu'nun serbest
    birakilarak gönlünün alinmasini ve bunun Rumeli akinci beyleri
    üzerindeki nüfuzunun büyüklügünden söz ettiler. Bunun üzerine Mihaloglu
    Mehmed Bey derhal Tokat'tan alinarak Bursa'ya getirilmis, oradan da ordu
    ile Ulubat önüne gelmisti.

    Mihaloglu Mehmed Bey, bir gece Ulubat çayinin kenarina gelerek Rumeli
    akinci beylerini isimleri ile çagirmaya baslar. Bunlar, çay kenarina
    gelerek ölmüs oldugunu sandiklan Mihaloglu'nun sag oldugunu anladilar.
    O, akinci beylerine padisahlarinin oglunu terk ederek bir düzme
    hükümdara tabi olduklarindan dolayi sitemde bulunur. Bu sitem karsisinda
    onlar, Mihaloglu'nun istegi dogrultusunda hareket edeceklerine söz
    verirler. Böylece Mihaloglu, Rumeli beylerinden, Murad'in tarafina
    geçeceklerine dair söz almis oldu. Bu görüsmeden haberdar olan Mustafa
    Çelebi, korkmaya baslar.

    Bu korku, kalbinde büyük süphelerin meydana gelmesine sebep olur.

    Bu sirada Mustafa, Ulubat çayinin kiyilarina yaklasir. Murad, savasa
    hazirlanmakla beraber, tahta çikisinda kendisine kiliç kusatan Emir
    Sultan'in kendisi için dua etmesini ister. Emir Sultan da üç gün üst
    üste dua edip zaferin Murad'a ait olmasi niyazinda bulunur. Bu üç gün
    içinde Mustafa, sinirlerinin fazlasiyla gerilmesinden dolayi bir burun
    kanamasina tutulur. Mustafa'nin taraftarlari bunu, onun yenilecegine bir
    isaret sayarlar.

    Tam bu esnada Vezir Haci Ivaz Pasa'dan, Mustafa Çelebi'ye gizli bir
    mektup gelir. Haci Ivaz, mektupta kendi sadakatinden bahs ettikten sonra
    Rumeli beylerinin Murad'la ittifakindan ve gününü tayin ettikleri bir
    baskinla ansizin kendisini yakalayacaklarindan inandirici bir sekilde
    söz eder. Bundan baska Timurtas Pasa ogullarindan da Cüneyd Bey'e bir
    mektup gelmisti. Onlarin bu mektubunda da dostluklar hatirlatiliyor ve
    Rumeli beylerinin Mustafa Çelebi'yi yakalayarak Sultan Murad'a teslim
    edeceklerine temas ediliyordu. Sayet kendisi Osmanlilarin hâkimiyetini
    taniyacak olursa, Aydin ve havalisinin kendisine verileceginden bahs
    ediliyordu.

    Mustafa Çelebi, Rumeli beylerinin Mihaloglu Mehmed Bey ile
    görüsmelerinden süpheye düsmüstü. Haci Ivaz Pasa'dan gelen mektup ise
    onun bu süphelerini büsbütün artirmisti. Bunun üzerine durumu Cüneyd
    Bey'e açar. Cüneyd Bey, kendisine gelen mektuplari da ona gösterir.

    "Harp hiledir" kaidesince uygulanan bu plân, kisa zamanda tesirini
    göstermis ve Mustafa Çelebi'nin, Cüneyd'den süphelenerek ona karsi
    güvensizlik duymasina sebep olmustu. Cüneyd ise bu isin sonunu iyi
    görmediginden, bir gece Mustafa'nin ordusundaki herkes uyurken, gümüs ve
    altindan en degerli esyasini alarak, silah arkadaslarindan kendisine en
    çok bagli olan yetmis kisi ile oradan çikip Aydin yolunu tutar.
    Kaçaklar, çadirlarinda isiklan yanar durumda biraktiklarindan, gidisleri
    ancak safak vakti anlasilabildi. Bu haber orduda hemen yayildi.
    Mustafa'nin askerlerini dehsetli bir korku sardi. Bu korku sadece orduda
    degil, bizzat Mustafa'nin kendisinde de vardi. O, Cüneyd'in Murad
    tarafina geçtigini zannetmisti. Bu esnada Sultan Murad'in ordusunda
    borazan ve davullarin çalmasi da ondaki bu düsünceyi kuvvetlendiriyordu.

    Aldatilmak suretiyle hiç kimseye güveni kalmayan Mustafa Çelebi, bir an
    evvel Rumeli tarafina kaçip kurtulmak istiyordu. Çok az maiyeti ile
    Lapseki'ye dogru yola koyuldu. Bunun kaçmasindan sonra Ulubat nehri
    üzerine kurulan köprüden karsiya geçen Rumeli beyleri ve akinci
    tavcilari (timarli akincilar) gelip Sultan Murad'a bas egdiler.

    Mustafa Çelebi kaçarken Biga çayi önüne gelerek mevsim sartlan geregi
    nehrin taskin olmasindan dolayi Biga kadisinin yardimiyla ve bir hayli
    altin karsiliginda geçidi bulup karsi tarafa geçmeye muvaffak olur.
    Sahile inen Mustafa Çelebi, orada bulunan gemilere binerek Gelibolu
    tarafina hareket eder. Giderken takip edilmemesi için Anadolu sahilinde
    ne kadar nakil vasitasi varsa hepsine el koyar. Gelibolu limanim da
    tahkim eden Mustafa Çelebi, Gelibolu'daki vasitalarin Anadolu sahiline
    geçmemeleri için onlari da karaya çektirmek suretiyle kendi konumunu
    emniyet altina alip sahillere muhafizlar tayin eder.

    Böylece, harp etmeksizin savas alanina muzafferâne bir sekilde sahip
    olan Sultan Murad'in adamlari, kendisine hiç tereddüd göstermeden ve
    sicagi sicagina Mustafa Çelebi'nin takib edilip bu isin bitirilmesini
    teklif ederler. Ama Anadolu sahilinden, karsi sahile geçmek üzere onlara
    yardimci olacak bir vâsita da yoktu. Fakat Sultan Murad, daha önce
    anlastigi Foça Ceneviz Beyi Adorno'ya vaziyeti bildirerek derhal harp
    gemilerini göndermesini ister. Adorno, hazir durumda beklemekte olan
    yedi kadirga ile bogazi geçip Lapseki'ye gelir. Sultan Murad, bes yüz
    kadar maiyeti ile kadirgalarin en büyügüne biner. Diger kadirgalarda da
    Türk ve Frenk askerleri bulunuyordu. Gemilerle denizin ortasina
    gelindiginde Adorno, Sultan Murad'in önünde diz çökerek, sap madenleri
    sebebiyle Osmanli hazinesine olan borcunun bagislanmasini rica eder.
    Yirmi yedi bin Bizans altini tutan bu borç, Sultan Murad tarafindan aff
    edilerek Adorno'nun eline bir belge verilir. Gelibolu sahilinde bulunan
    Mustafa Çelebi, Ceneviz gemilerinin yaklastigini görünce Adorno'ya bir
    adam göndererek Murad'i karaya çikarmamasini, buna karsilik kendisine
    elli bin altin vermeyi teklif ettiyse de bu teklif red olunur.

    Karaya çikmaya muvaffak olan Sultan Murad'in ordusu ile Mustafa
    Çelebi'nin ordusu arasinda meydana gelen muharebede Mustafa'nin
    kuvvetleri maglup olarak kaçarlar. Gelibolu kalesi, Sultan Murad'a
    teslim olur. Harp meydanindan sür'atle kaçan Mustafa Çelebi, nihayet
    Edirne'ye ulasir. Sarayda bulunan hazineyi alarak Eflâk tarafina dogru
    kaçmaya baslar. Üç gün kadar Gelibolu'da kalan Murad, kaleyi teslim
    aldiktan sonra süratle ve büyük bir ordu ile yoluna devam edip Edirne'ye
    girer.

    Murad, Mustafa'yi takip etmek üzere seçme kuvvetler gönderir. Mustafa
    Çelebi, Sultan Murad kuvvetleri tarafindan süratle takip edilir. Bu
    kuvvetler, kendisini Edirne'nin kuzeyinde ve Tunca nehrinin kenarindaki
    Kizilagaç Yenicesi'nde yakalayarak Edirne'ye getirirler. Sultan Murad,
    Mustafa'nin herhangi bir sahis gibi umumi meydanda asilmasini emreder.
    Onun, bu sekilde meydanda asilmasi, kendisinin Osmanli sülalesinden
    olmadiginin belirtilmesi içindi. 825 (1422) yilinda Edirne'de asilarak
    öldürülen Mustafa Çelebi'nin Rumeli'deki hükümdarligi, takriben bir
    buçuk yil kadardir.

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:32


    ISTANBUL KUSATMASI


    Bizans Imparatoru Ikinci Manuel'in, Çelebi Sultan Mehmed'in vefatindan
    sonra Mustafa Çelebi'yi salivermesi ve onunla anlasarak Osmanli
    Devleti'nin basina büyük bir gaile açmasi, Sultan Murad'in kendisinden
    önce bes defa kusatilmis bulunan ve hiç birinde de alinamayan Istanbul,
    dolayisiyle Bizans problemine bir çare düsünmesine sebep olmustu.
    Mustafa Çelebi isyanini, fazla kardes kani dökülmeden basarili bir
    sekilde atlatan Murad, Bizans'in devamli surette oynadigi iki yüzlü
    rolüne son vermek istiyordu.

    Sultan Murad'in, amcasina karsi olan galibiyeti, Bizans Imparatoru'nu
    korkutmustu. Mustafa Çelebi'yi serbest birakip onu Murad'la mücadeleye
    tahrik ederken, Osmanlilar'in senelerce kardes kavgalari ile kanlarini
    akitip zayiflayacaklarini düsünen imparatorun hesaplan tam anlamiyla
    gerçeklesmemisti. Halbuki bütün ricalara ve kendisine saglanmaya
    çalisilan menfaatlere ragmen Bizans Imparatoru Manuel, Mustafa Çelebi'ye
    yardimi daha kârli bulmus olacak ki, Ikinci Sultan Murad'in bütün
    tekliflerini red edecek ve hatta Sultan Murad'in elçisi olan
    Çandarlizâde Ibrahim Pasa'yi dinleme nezâketinde bile bulunmayacakti.

    Gerçi Osmanlilar, baslangiçta imparatorun düsündügü sekilde ikiye
    ayrilmakla beraber, bu ikilik davasi, kisa sürmüs ve hemen hemen kansiz
    denecek sekilde sona ermisti. Hatta fazla zayiat verilmeden
    halledildiginden kuvvet kaybina da ugranilmamisti.

    Mustafa Çelebi hadisesinin bastirildigi ve sehzadenin bertaraf edildigi
    haberini alan ihtiyar Manuel ile saltanat ortagi olan oglu VIII.
    Ioannis'i bir telas alir. Bu sebeple görünüste Murad'i tebrik etmek,
    fakat gerçekte durumu ögrenmek ve aradaki soguklugu giderip dostluga
    çevirmek için Bizans asilzâdelerinden Lakanas ve Marko Ganis adlarinda
    iki elçi gönderirler. Bu elçiler, bütün kabahati Bâyezid Pasa'ya
    yüklerler. Onlara göre Sultan Mehmed (Çelebi Mehmed)'in vasiyetine
    ragmen, Bâyezid, bu çocuklari vermedigi gibi elçileri de kovmustu.
    Sultan Murad, bu iddiada bulunan elçileri huzuruna kabul etmedigi gibi
    hediyelerini de red eder. Öyle anlasiliyor ki Sultan Murad ise Bizans'in
    bu iki yüzlülügüne kanmamis, baska devletlerden tebrik için gelen
    heyetleri kabul ettigi halde Istanbul ile ilgili hazirliklarini
    tamamlayincaya kadar Bizans elçilerini kabul etmemisti. Fakat bütün
    hazirliklarini tamamlayinca elçileri huzuruna çagirarak Imparatorlarinin
    yanina dönmelerini ve yirmi bin askerin basinda olarak cevabini bizzat
    kendisinin getirecegini söylemelerini emr etmisti.

    Bu hareketle Sultan Murad, artik imparatora hesap sorma zamaninin
    geldigini kendisine bildirmis oluyordu. Gerçekten de hazirliklar
    tamamlandiktan sonra Sultan Murad 1422 senesi Haziran ayinda önce on bin
    kisilik bir kuvvet ile Mihaloglu Mehmed Bey'i Istanbul çevresini vurmak
    üzere göndermisti. Bunun arkasindan da bizzat kendisi yirmi bin kisilik
    bir ordu ile hareket eder. 20 Haziran'da Istanbul önüne gelen ordu,
    Yildizlikapi'dan Haliç'e kadar sehri karadan kusatir. Osmanli donanmasi
    da bu kusatmada hazir bulunur. Osmanli ordusunda top ta vardi. Surlara
    hücum etmek ve onlari asmak için sur yüksekliginde ve hatta bazan ondan
    daha yüksek tekerlekli kuleler yapilmisti. Bu kusatma daha öncekilere
    göre çok daha çetin, zorlu ve sistemli olmustu.

    Bu kusatma ile Istanbul altinci defadir Müslüman Türkler tarafindan
    kusatiliyordu. Kusatmalarin ilk dördü Yildirim Bâyezid, besincisi Musa
    Çelebi tarafindan yapilmisti. Bizanslilar, her kusatilmada, Türklerin
    basina yeni yeni gaileler çikarip kurtuluslarini sagliyorlardi. Bundan
    önceki kusatmalarin en siddetlisi, Yildirim Bâyezid'in son kusatmasi
    idi. Fakat Timur belasi, Türkleri büyük bir felakete ugratirken, Bizansi
    da dördüncü muhasaradan kurtarmisti. Böylece Timur, Bizans'in ömrünü
    yarim asir kadar uzatmis oluyordu.

    Osmanlilarin muhasarasindan, Imparator kadar Bizans halki da korkuya
    düstügünden Istanbul'da halk arasinda bazi dedikodular yayilmaya
    basladi. Bunlarin basinda, Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, Osmanlilara
    elçilik vazifesi ile gönderilen Bizans'in taninmis sahsiyetlerinden ve
    ayni zamanda saray tercümani olan Teologos Koraks'in bu sefer ayni
    vazife ile Murad'a gönderilmemis olmasi, saray nazirinin hilesine
    baglaniyordu. Bu sebeple Imparator Manuel, halkin süphesini ortadan
    kaldirmak gayesiyle Teologos Koraks'i Istanbul önlerinde çadirlarini
    kurdurmus bulunan Sultan Murad'a gönderdi ise de Koraks bir sey elde
    edemeyerek gerisin geriye dönmüstü.

    Bizans halkinin çektigi korku ve içinde bulundugu endisenin derecesi,
    ortalikta dolasan dedikodu ve rivayetlerden de belli oluyordu. Önemli
    sahsiyetlere karsi itimatsizligin bir ifadesi olan bu rivayetler, bazi
    kimselerin iskence ile öldürülmesine sebep oluyordu. Nitekim Sultan
    Murad'a elçi olarak gönderilen Teologos Koraks'in öldürülmesi, böyle bir
    rivayetin sonucunda gerçeklesmisti. Buna göre Koraks, idareciligini
    kendisine vermek sarti ile Murad'a sehri teslim etme sözü vermisti. O,
    Piyi (Silivri) kapisini açmak suretiyle Murad'in sehre girmesini
    saglayacakti. Bu dedikodu, Teologos Koraks'in, Murad'in yanindan
    dönüsünde tahkir edilmesine sebep oldu. Saray tercümani olan Koraks,
    Imparatorun huzurundan çikarken muhafiz askerler bagirip çagirarak
    Koraks'in idamini isterler. El ve ayaklari baglanan Koraks, askerlere
    teslim edilir. Askerler, Koraks'in üzerine çullanip onun gözlerini oyup
    vücudunu birçok yerinden yaralarlar. Bundan sonra bir zindana atilan
    Koraks, üç gün sonra oldugu yerde ölür. Evi de yagma edilip atese
    verilir.

    Bizans içerisinde böyle hadiseler cereyan ederken, Sultan Murad da sehri
    almak için esasli tedbirler aliyordu. Ordunun muhasarasi baslamadan
    önce Mihaloglu Mehmed Bey'in emrindeki askerler Istanbul çevresini
    vurmuslardi. Sonra bizzat padisah, ordunun basina geçerek kusatmaya
    basladi. Istanbul kara tarafindan tamamen sarilmisti. Sehrin surlarinin
    çikis kapilarinin karsilarina siperler kazdirildi. Bu siperler, gayet
    kalin, sert ve saglam kiris ile kalaslardan insa edilmis olup surlara
    dönük cephelerine ok, mizrak ve tas gülleye karsi agaç dallarindan sira
    halinde koruyucu mahiyette bir takim sedler ilave edilmisti. Öyle ki
    Türk ordusu, bu kuvvetli siperler sayesinde Bizans surlarini delip
    tahrip edecegine inaniyordu. Murad'in yaptigi bu muhasara, o ana kadar
    Osmanlilar'in yapmis oldugu en büyük ve en siddetlilerindendi.

    Sultan Murad, askerlerini gayretlendirmek ve onlarin sayilarini artirmak
    için Istanbul ve hazinelerinin askerlere birakilacagini ilan ettirdi.
    Bu haber üzerine orduya pek çok yerden katilmalar oldu.

    Kusatmaya, Yildirim Bâyezid'in damadi Emir Sultan adi ile bilinen Seyh
    Semseddin Buharî de bes yüz dervis ve muhibbani ile katilmisti. O,
    askerlerin arasinda dolasarak manevî nüfuzu ile onlari
    cesaretlendiriyordu. Bu arada iç murakebeye dalarak ve dua ederek
    Istanbul surlarinin Murad'in önünde açilacagi zamani bekliyordu.

    Emir Sultan, sonunda çadirindan çikarak 1422 Agustos'unun 24 Pazartesi
    günü Kostantiniyye'nin düsecegini söyledi. Bazi kaynaklarin ifadesine
    göre Emir Sultan, dedigi gün ve zamanda bir savas atina binmis oldugu
    halde sehre dogru ilerler. Seyh kilicini kinindan çekip "Allah,
    Muhammed" diye haykirarak atini sürer. O, askerin basinda idi.
    Arkasindan Altinkapi ile Odunkapisi arasinda yani sehrin kara tarafindan
    surunu çevreleyen büyük hat üzerinde savas basladi. Bu hücum esnasinda
    Imparator Manuel ölüm döseginde idi. Oglu Ioannis, Sen Roman kapisini
    savunan askerin basinda idi. Kostantiniyye'nin bütün halki bu tehlikeli
    günde silah altinda idi. Kadinlar ve çocuklar kiliç yerine tirpan
    kullaniyor, fiçilarin altlarindan kendilerine kalkan yapiyorlardi.
    Savasin en kizgin zamanlarinda bir taraftan kopan "Allah" ve "Muhammed"
    nadalarina karsi, Bizanslilarin söyledikleri "Hiristos" ve "Panaiya"
    kelimeleri isitiliyordu. Günes batarken savas hâlâ sürüp gidiyordu.
    Sonunda Osmanlilar, ordugâhlarina döndüler. Bizanslilar, Müslümanlarin
    çekilmelerini gökten inen "Panaiya"nm (Hz. Meryem) görünüsüne
    baglamislardi. Öylesine ki o devir müverrihlerinden Kanano'ya göre bunu
    bizzat Emir Sultan da görmüstü.

    Istanbul, bu kusatmada da feth edilemedi. Sultan Murad, ordusunu
    Istanbul surlari önünden çekip kusatmayi kaldirdi. Böylece Istanbul,
    Imparatorun entrikalari sayesinde bir defa daha Osmanlilarin elinden
    kurtulmustu. Imparator Manuel, Bizans'in bundan önceki muhasaralarinda
    oldugu gibi, padisahin basina yeni gaileler açarak hükümdarin
    dikkatlerini baska bir yöne çekmeye çalismis ve bunda muvaffak da
    olmustu. O, Sultan Murad'in küçük kardesi ve Hamideli (Isparta) Sancak
    beyi Mustafa Çelebi'yi tesvik ederek sehzadenin saltanat davasina
    kalkmasina sebep olmustu. Iste bu yüzden Sultan Murad, Istanbul
    muhasarasini kaldirmak zorunda kalmisti.

    Takriben iki ay kadar süren bu muhasaranin kaldirilmasi için, hücum günü
    olan 24 Agustos 1422'de, burçlar üzerinde görüldügü ve Osmanlilar'in
    bundan dolayi kusatmayi biraktiklari iddia edilen kadin hayaleti, bir
    hikâyeden ileri gidemez. Hükümdari, muhasaradan vaz geçiren sebep ne
    Bizans'i kurtarmaya gelen Hz. Meryem, ne de Bizans'in güçlü bir sekilde
    karsi koymasidir. Kusatmanin kaldirilmasinin gerçek sebebi, hükümdarin
    küçük kardesi Mustafa'nin, saltanat dâvasina kalkisip Iznik'e kadar
    gelmis olmasidir.


    KÜÇÜK MUSTAFA ÇELEBI'NIN ISYANI

    Küçük Mustafa, Çelebi Sultan Mehmed'in oglu olup babasinin sagliginda
    henüz on üç yasinda iken Hamideli sancak beyligine tayin edilmisti.
    Küçük Mustafa, babasinin ölümünü müteakip, Murad'in Osmanli tahtina
    geçmesi üzerine, öldürülmek korkusu yüzünden Karamanoglu'nun yanina
    kaçmisti. Sultan Murad, Istanbul muhasarasi ile mesgulken Bizans
    Imparatoru'nun el altindan tesvik ve ugrasilan sonucunda Anadolu'da
    saltanat iddiasina kalkismisti. Imparator, kusatmadan kurtulmak için
    sehzadenin lalasi Sarabdar Ilyas'a mektuplar yazarak külliyetli miktarda
    altin göndermisti ki, bunlarla asker toplayabilsin. Is bu kadarla da
    bitmeyecek ve Imparator, Küçük Mustafa'yi Istanbul'a getirtecekti.
    Istanbul'a gelen Küçük Mustafa, Manuel ve onun çocuklari ile görüsür. bu
    görüsmede, muvaffak oldugu takdirde imparatora karsi yapacagi
    fedakârlik hakkinda teminat verdikten sonra Rumlarin verdikleri
    kuvvetlerle Anadolu tarafina geçerek faaliyetlere baslar. Bu
    faaliyetleri esnasinda, daha basindan beri Osmanlilar'la çekisen
    Karamanoglu'nun Turgutlu Türkmenleri ile Germiyanoglu'nun kuvvetleri de
    kendisine iltihak eder. Sehzade Mustafa bu sekildeki bir iddia ile
    ortaya çikmakla, babasinin vasiyeti hilafina hareket etmis oluyordu.

    Mustafa, topladigi kuvvetlerle Bursa üzerine yürür. Fakat Bursa halki,
    sehri ve kaleyi Mustafa'ya teslim etmek istemez. Bu sebeple kendisine,
    memleketin ileri gelenlerinden Ahi Yakub ile Ahi Hoskadem'i elçi olarak
    gönderir. Bunlar, Mustafa'ya para ve hediyeler takdim etmek suretiyle
    onu

    Bursa'yi almaktan vaz geçirmeye çalisirlar. Elçiler, Sehzade Mustafa'nin
    kendisine vezir yaptigi ve bütün bu olaylara sebep olan Sarabdar Ilyas
    ile de görüsürler. Heyet, Bursalilarin Sultan Murad'a bey'at ettikleri
    için ona sadakatla bagli kalacaklarini ve gerekirse sehri müdafaa
    edeceklerini söyler. Ayrica, bir Osmanli sehrinin Karamanoglu'nun
    kuvvetleri ile vurulmasinin da dogru olmayacagini anlatir. Sarabdar
    Ilyas, heyetin bu teklifini kabul edince, Mustafa'nin ordusu oradan
    ayrilip Iznik tarafina dogru harekete geçer.

    Sehzade Mustafa, Iznik kalesini kirk gün kadar kusatma altinda tutar.
    Firuz Bey'in oglu olan kale muhafizi Ali Bey, gelismelerden Sultan
    Murad'i haberdar eder. Pâdisah, kaleyi sulh yolu ile teslim etmesini
    bildirerek Mustafa orada mesgulken kendisinin yetisecegini yazar.
    Ayrica, küçük sehzadeyi alet edip kullanan Sarabdar Ilyas'i da ondan
    ayirmaya çalisir. Bunun gerçeklesmesi için Sarabdar Ilyas'a adamlar
    göndererek kendisini Anadolu beylerbeyligine tayin edecegini bildirir.
    Sarabdar'a gelen adam, beylerbeyilik beratini da yaninda getirmisti. Bu
    makama karsilik Sultan Murad, Sarabdar Ilyas'tan çok önemli bir hizmet
    bekliyordu. O da kendisi gelinceye kadar Sehzade Mustafa'nin kaçmasina
    engel olup onu oyalamasi idi.

    Sarabdar Ilyas, tiynetini bir defa daha ortaya koymustu. Vaktiyle Çelebi
    Mehmed'in taraftari iken Süleyman'in vaad ettigi menfaat karsiliginda
    derhal Çelebi Mehmed'i birakarak karsi tarafa geçmisti. Bu defa da saf
    degistirmekte bir sakinca görmemisti. Anadolu beylerbeyligine kondugunu
    ögrenince kendisinden istenen seyleri büyük bir ustalikla basardi.

    Ali Bey, Sultan Murad'dan aldigi talimat üzerine muhasaranin kirk gün
    uzamasindan dolayi halka ve sehre hiç bir zarar gelmeyecegine dair
    yeminli söz aldiktan sonra teslim olur. Sarabdar Ilyas da aldigi
    beylerbeyilik müjdesi üzerine sehirden ayrilmaz. Çandarlizâde Ibrahim
    Pasa'nin sarayina yerlesen Küçük Mustafa, timar ve memuriyetler vermek
    suretiyle hükümdarligini ilan etmis oluyordu. Böylece Osmanli mülkünde,
    yeniden ikinci bir hükümdar tehlikesi belirmisti. Âsikpasazâde bu
    hükümdarligi su ifadelerle nakleder:

    "Iznik'te, Ibrahim Pasa'nin sarayina kondular. Etraftan gelip timar isteyene timar dahi verdiler. Hüküm ve hükümet ettiler."

    Sultan Murad, bütün gücü ile Istanbul'u kusatip feth etmek üzere iken,
    kardesi Küçük Mustafa'nin faaliyetleri üzerine, bazi tedbirler alarak
    kusatmayi kaldirmak zorunda kalir. Çünkü kardesinin hareketleri,
    memleketi ikiye bölmeye yönelikti. Bu ise daha tehlikeli bir durum arz
    ediyordu. Onun için derhal Gelibolu yolu ile Anadolu'ya geçip Iznik
    üzerine yürür. Sultan Murad'in bu yolculugu devam ederken Sehzade
    Mustafa'nin, Iznik'te kalmasini tehlikeli bulan Germiyan ve Turgutlu
    kuvvetlerinin komutanlari, onu buradan uzaklastirmaya çalisirlar. Onu
    tehlikeden korumak için Karaman, Germiyan veya Istanbul'a götürmek
    istedilerse de daha önce Sultan Murad'dan beylerbeyilik beratini almis
    olan Sarabdar Ilyas, çesitli bahaneler ileri sürerek buna mani olur.

    Sultan Murad'in ordusu, yola çikisinin dokuzuncu günü gece geç saatlerde
    Iznik'e gelir. Henüz uyku mahmurlugunu atamamis ve Mustafa'ya bagli
    olan askerlerin saskin bakislari arasinda, sabahin erken saatlerinde
    açilan kapilardan Iznik'e girilir. O anda hamamda bulunan Küçük Mustafa,
    Mihaloglu tarafindan yakalanmak üzere iken Mustafa'nin beylerbeyi olan
    Taceddinoglu Mahmud Bey, efendisine bir at bulup onu kaçirmak ister.
    Fakat bunda muvaffak olamaz. Ama Mihaloglu'nu durdurup onunla vurusmaya
    baslar. Taceddinoglu ile Mihaloglu arasinda baslayan bu vurusma sonunda,
    her seyi idaresi altinda bulunduran ulu hakimin (Allah) ecel hükmü,
    Mihaloglu'nun sehadet beratini kanla yazip hakkini teslim eyleyecektir.
    Nitekim, attan düsürülen Mihaloglu ölümcül bir yara alir. Bundan bir kaç
    gün sonra da vefat eder. Mihaloglu'nu atindan düsürüp ölümüne sebep
    olan Taceddinoglu Mahmud Bey, daha sonra saklandigi yerde yakalanip
    Mihaloglu'nun adamlarina teslim edilecek ve onlar tarafindan
    öldürülecektir.

    Sultan Murad'in, Iznik'i kusattigi ve Taceddinoglu ile Mihaloglu'nun
    vurustugu sirada firsat kollayan Sarabdar Ilyas, Mustafa Çelebi'yi
    yakalayip Murad'in, sehrin önünde bulunan Mirahor basisina teslim eder.
    Âsikpasazâde bu olayi da söyle verir:

    "Bunlar bunda cenkte iken Sarabdar Ilyas, Mustafa'yi tuttu kucagina
    aldi. At üzerinde Mustafa "Hey lala, beni niçin tutarsin?" Hain Ilyas
    "Kardesine ileteyin" der. Mustafa "Beni kardesime iletme kim kardesim
    bana kiyar." der. Sarabdar Ilyas sakin oldu. Aldi gitti Hüdavendigar'a
    karsi iletti." Mustafa, padisahin emri ile Iznik disinda bir incir
    agacinin dibinde bogdurularak cesedi Bursa'ya gönderildi. Sehzade
    Mustafa, Bursa'da babasinin türbesine defn edildi.

    Görüldügü gibi Küçük Sehzade Mustafa Çelebi hadisesi, amcasininkinden
    daha kisa ve daha kolay bir sekilde halledilmis oldu. Ikinci Murad,
    Istanbul muhasarasini kaldirmakla, kardesinin fazla taraftar toplamadan
    hakkindan gelip kendisine birakilmis olan Osmanli tahtini emniyete almak
    istiyordu. Onun, vakit kayb etmeden isyani ortadan kaldirmaya tesebbüs
    etmesi, memleketin ikiye bölünmesini ve beyhude yere kardes kaninin
    akitilmasini önlemis oldu. Böylece, Bizans'in bu son oyunu da
    basarisizlikla son bulmus, ama olan aldatilmis bulunan zavalli Küçük
    Sehzade Mustafa'ya olmustu. Bizans'tan menfaat temin eden ve küçük
    sehzadenin öldürülmesine sebep olan Sarabdar Ilyas ise yaptiklari için:

    "Suretâ ben günahkâr oldum. Illa bu ikisi vilayette olsa zarar-i âmmdir.
    Ve biri dahi bu kim, ben efendim ogluna yaramaz is etmedim. Bu dünyanin
    murdarina bulasmadan sehid ettirdim. Ve hem cemi-i âlem rahat oldu. Ve
    hem bizden önden gelenler bu kanunu koymuslar" diyerek yaptigi fenaligi
    tevile çalismistir.

    Sultan Murad, Sehzade Küçük Mustafa'nin gailesini bertaraf etmekle
    birükte benzer bir tehlikenin daha mevcud oldugunun farkinda idi. Bir
    daha kardes kaninin akitilmamasi ve ülkenin, Bizans gibi entrikaci bir
    devlet ile, varligini Osmanlilar'in zayiflamasina baglayan Karaman gibi
    bir beyligin oyuncagi haline gelmemesi için henüz ortaya çikmadan bu
    tehlike ve fitnenin ortadan kaldirilmasi gerekiyordu. Bunun için Sultan
    Murad, tarihi henüz kesin olmayan bir zamanda, Tokat kalesinde tuttugu
    Mahmud ve Yusuf adlarindaki iki kardesinin gözlerine mil çektirip onlari
    kör ettikten sonra anneleriyle birlikte Bursa'ya getirir. Idareleri
    için de kendilerine yüksek seviyeden maas baglatir.


    CANDAROGLU ISFENDIYAR BEY ILE OLAN MÜCADELE ve IDARÎ DÜZENLEME

    Karamanogullari'ndan sonra Anadolu Beylikleri'nin en kuvvetlilerinden
    plan Candarogullari, Karamanlilar gibi Osmanlilar'in en zor ve sikintili
    anlarindan faydalanmaya çalisan beyliklerden biri idi. Nitekim
    Candaroglu Isfendiyar Bey, Sultan Ikinci Murad'in amcasi Mustafa ve
    küçük kardesi Mustafa Çelebi'lerie mesgul oldugu ani firsat bilerek
    ondan yararlanmaya çalisarak Tosya, Çankiri ve Kalecik'i geri almisti.
    Halbuki buralar, daha önce Çelebi Sultan Mehmed zamanindaki gayretler
    sonucunda elde edilmis olup Osmanli himayesinde kalmak sartiyle
    Isfendiyar'in oglu Kasim Bey'e verilmisti. Isfendiyar Bey'in geri aldigi
    bu yerler, Osmanlilarin taraftan olan oglu Kasim'a ait yerlerdi.
    Isfendiyar Bey, bu topraklan almakla da yetinmeyip Tarakli Borlu denilen
    Safranbolu'yu alip Bolu'ya dogru uzanmisti. Bu arada Kasim Bey de Iznik
    hareketi esnasinda kaçip Sultan Murad'in yanina gelmisti. Sultan Murad,
    Küçük Sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince Isfendiyar'a karsi
    kuvvet gönderdi. Kasim Bey de Osmanli kuvvetleri ile birlikte
    bulunuyordu. Osmanli ordusu Bolu'ya geldigi zaman Isfendiyar Bey'in
    ordusundaki Kasim Bey taraftarlari, efendilerinin bulundugu Osmanli
    ordusunun saflarina katilirlar. Böylece Isfendiyar Bey, büsbütün
    sarsilir. Bununla beraber savasi kabul etmekten baska çaresi de
    kalmamisti. Bu sebeple Bolu ile Gerede arasinda yapilan savasta maglub
    olup bozguna ugrar. Muharebenin karisikligi arasinda kendi Kapicibasisi
    Yahsi Bey tarafindan basina vurulan bir "bozdogan"la kulagi sagir olur.
    Zorlukla Sinop kalesine siginan Isfendiyar Bey artik sagirdi.

    Candaroglu'nu takib eden Osmanli kuvvetleri, Kastamonu ile Bakir
    Küresini zapt ederler. Isfendiyar Bey, küçük oglu Murad Bey
    baskanliginda bir heyet vasitasiyle baris istemek zorunda kalir. O, bu
    barisi saglamak üzere Osmanli devlet adamlarina da ayri ayri mektuplar
    yazarak tavassutlarini ister. Bu arada torununun (Ibrahim Bey'in kizi)
    padisah tarafindan nikahlanmasini da teklif eder. Sultan Murad'in
    adamlari, barisilmasi için hükümdarlarina ricada bulunurlar. Bunun
    üzerine Sultan Murad, sulh yapmayi kabul etti.

    Bu antlasma geregince Kasim Bey'e yerleri tekrar geri verilecek,
    Osmanlilarin aldiklari Kastamonu ile Bakir Küresi Isfendiyar Bey'e iade
    edilecekti. Fakat Isfendiyar Bey, Bakir Küresi hâsilatindan büyük bir
    kismini

    Osmanli Devleti'ne verecek ve gerektigi zaman da Osmanli ordusuna asker gönderecekti (827 H./1423 M.).

    Sultan Murad, bundan sonra bazi idarî tasarruflarda bulunup ondan sonra
    Edirne'ye dönmeye karar vermisti. Hükümdar ilân edildigi zaman henüz on
    sekiz yaslarinda bulunuyordu. Karsisinda da tehlikeli ve kuvvetli bir
    rakip olarak amcasi Mustafa vardi. Hükümdarliginin ilk senesi ümidsiz
    denecek kadar korkunçtu. Bununla beraber etrafinda ve kendisine sâdikane
    bir sekilde bagli olan Bâyezid, Ibrahim, Haci Ivaz Pasalarla Mihaloglu
    Mehmed Bey ve Kara Timurtas Pasa'nin vezirlik rütbesine kadar
    çikartilmis olan ogullan Ali, Umur ve Oruç Bey'ler bulunuyordu.

    Daha önce de görüldügü gibi Bâyezid Pasa, Mustafa Çelebi hadisesinde
    Rumeli Beylerbeyi oldugu için onun üzerine gönderilmis, sonunda Düzme
    Mustafa tarafindan katl edilmisti.

    Sultan Murad, küçük sehzade Mustafa Çelebi olayini halledince vezirleri
    ile maiyetindeki bazi mühim sahsiyetler arasinda mevcut rekabet ve
    geçimsizliklerin farkina varir. Devlet merkezinde fazla nüfuz sahibi
    kimselerin varligini kendi kudret ve hâkimiyeti için bir engel telakki
    etmis olmali ki, bunlarin bir kismini yeni vazifelerle merkezden
    uzaklastirma ihtiyacini duyar. Sultan Murad, Rumeli'ye dönmeden önce bu
    isi halletmeliydi. Bunun için Kara Timurtas Pasa'nin ogullarindan Umur
    Bey'i Kütahya'ya, Ali Bey'i Saruhan (Manisa) sancak beyligine gönderir.
    Oruç Bey'i de Anadolu Beylerbeyi yapar. Padisah, kendi lalasi olan
    Yörgüç Pasa'yi da Rumiye-i sugra valisi olarak Amasya'ya gönderir.
    Evrenoszâdeler ile Pasa Yigit oglu Turahan Bey ve Gümlü oglu gibi Rumeli
    beylerinin harp zamaninda padisahin maiyetinde birlesmeleri hariç baska
    zamanlarda Rumelideki vazife yerlerinde bulunuyorlardi. Onun için
    Rumeli beylerini ilgilendiren bir tedbire lüzum yoktu. Böylece divanda
    sadece Ibrahim Pasa ile Haci Ivaz Pasa kalmislardi.

    Bu defa da iki vezir arasinda nüfuz rekabeti bas göstermisti. Vezir-i
    A'zam Ibrahim Pasa, devletin kurulusu ile birlikte hizmete giren
    Çandarli hanedanindan olup babasi Hayreddin ve biraderi Ali Pasa'lar da
    bu vazifede bulunmuslardi. Ibrahim Pasa, Çelebi Sultan Mehmed'e olan
    sadakati ve tehlikeli zamanlardaki hizmeti ile taninmis olup Çelebi
    Mehmed zamaninda kadiaskerlik ve ikinci vezirlikte bulunmustu. Bâyezid
    Pasa'dan sonra birinci vezir olmustu.

    Haci Ivaz Pasa da Çelebi Mehmed'in bütün savaslarina istirak etmis,
    Karamanog'lu'nun Bursa'yi muhasarasi sirasinda burayi müdafaa ve
    muhafazada sebat göstermisti. Mustafa Çelebi hadisesinde aldigi
    tedbirler ve yazdigi mektuplarla Mustafa Çelebi kuvvetlerinin
    dagilmasina sebep olmustu. Bu bakimdan büyük hizmetleri olan degerli bir
    sahsiyetti. Çelebi Mehmed zamaninda hürmet görmüs, Yesil Camiin
    plânlarini tertip ederek disardan memlekete sanatkârlar getirtmisti.

    îste bu iki degerli vezir arasindaki rekabet, Haci Ivaz Pasa'nin
    sahneden çekilmesine sebep olmustu. Haci Ivaz Pasa'nin kul (yeniçeri)
    ile gizli münasebetlerde bulundugu, padisaha suikast yapacagi ve divana
    silahla geldigi Sultan Murad'a haber verilir. Bir gün divanda Padisah,
    Haci Ivaz Pasa'nin gögsüne eliyle dokunarak içinde zirh bulundugunu
    anlayip sebebini sorunca Haci Ivaz Pasa buna cevap veremez. Bu durum,
    söylenenlerin dogru olabilecegini hatirlattigi için gözlerine mil
    çekilmek suretiyle Bursa'da ikamete mecbur edilir. Bu olayin hangi
    tarihte oldugu kesin olmadigi gibi, hadisenin bir at gezintisi sirasinda
    cereyan ettigine dair rivayetler de bulunmaktadir. Bu hadiseden sonra
    Ibrahim Pasa rakipsiz kalmis ve padisahin kendisine tam anlamiyla
    güvenmesinden dolayi tamamen müstakil imis gibi is görmüstür. Haci Ivaz
    Pasa ise hicretin 831 (1428) yilinda Bursa'da vefat etmistir. Cenazesi
    Pinarbasi'nda Kuzgunluk mevkiine defn edilmistir.

    Bu idarî düzenlemeden sonra padisah, Gelibolu üzerinden yeniden
    Rumeli'ye geçip Edirne'ye gelir. Sultan Murad, saltanatinin buhranli
    geçen ilk yillarini geride birakip devlet islerini idarî ve siyasî bir
    düzene kavusturduktan, ülke ve halkin problemlerine çözüm yollari
    bulduktan sonra biraz rahat bir nefes almaya baslar. Çünkü artik içerde
    taht kavgasina yeltenip ülkeyi bölünme noktasina getirecek kimse
    kalmamisti. Disariya göre ise Sultan Murad'in gücü, kendisinden
    çekinilir bir kuvvete ulasmisti. Bu bakimdan artik evlenip rahat bir
    nefes alabilirdi. Zira Isfendiyar Bey'in, bizzat padisaha vermeyi teklif
    ettigi torunu Hatice Alime Hanim'la evlenme zamani gelmisti. Bu sebeple
    padisah, gelini almak üzere Isfendiyar Bey'in sarayina Çasnigirbasi
    Elvan Bey, Tavasi Serafeddin Pasa ile Reyhan Pasa; kadinlardan Halil
    Pasa'nin dul esi ve padisahin Sah Ana diye hitab ettigi Germiyanoglu
    Yakub Bey'in hanimi ile daha birçok erkek ve kadini külliyetli miktarda
    mal ve esya ile gönderir. Bunlar "mihr-i muaccel"i takdim edip gelini
    getireceklerdi. Kastamonu'da sölenler tertipleyen Isfendiyar Bey de
    gelenleri rütbelerine göre agirlayip bir nice ikramda bulunur. Orada akd
    edilen dügün merasiminden sonra Isfendiyar Bey, torununu Halil Pasa ile
    Germiyanoglu Yakub Bey'in hanimlarina teslim ederek büyük bir merasimle
    ugurlar. Hicretin 828 (1424) yilinda gerçeklesen bu dügünün, Sultan
    Murad bakimindan Edirne'de mi yoksa Bursa'da mi yapildigi kesin olarak
    tesbit edilebilmis degildir. Zira kaynaklardan bir kismi bunun
    Edirne'de, bir kismi da Bursa'da olduguna dair bilgi vermektedir. Bazi
    kaynaklar ise Sultan Murad'in bulundugu yeri zikr etmezler. Uzunçarsili,
    Sultan Murad'in nikahladigi kizin adinin Hatice Sultan oldugunu hicrî,
    906 (M. 1500) tarihli bir vakfiyesi bulundugundan, kabrinin Bursa'da
    Kükürtlü Kaplicasi'nin yakinindaki Hatice Sultan Türbesi denilen büyük
    bir türbede oldugunu, orada daha baska kabirlerin de bulundugunu, ne
    türbe kapisinda ne de diger kabirlerde bir kitabenin bulundugunu
    nakleder.

    Sultan Murad, evlendigi yil içinde kiz kardeslerinden üçünün de
    dügünlerini yaptirir. Hemsirelerinden Sultan Hatun'u Isfendiyar Bey'in
    oglu Kasim Bey'e, Ayse Hatun'u bilahare Varna muharebesinde sehid
    düsecek olan Karaca Bey'e, Ayse Hatun'u da Çandarlizâde Ibrahim Pasa'nin
    oglu Mahmud Bey'e nikahlamisti. Bu dügünler vesilesiyle büyük
    ziyafetler veriliyor, fakir ve yoksullar doyuruluyor, dügüne istirak
    eden herkese ihsanlarda bulunuluyordu.


    RUMELI'DE ISTIKRARIN saglanmasi


    Candaroglu Isfendiyar Bey üzerine yapilan harekâti firsat bilen Eflâk
    voyvodasi Drakul, Silistre'yi geçip Osmanli topraklarina taarruz
    etmisti. Sultan Murad'in emri ile bu taarruza karsilik olmak üzere Firuz
    Bey de Eflâk'a siddetli bir akin yapmisti. Bu akinda Firuz Bey,
    Drakul'u maglub etti. Maglub olan Drakul iki senelik haraca karsilik bir
    miktar para ve bazi hediyeler verecegini taahhüd etti. Bu maglubiyetle
    Drakul, barisa zorlanmisti. Sultan Murad'in Anadolu'dan Edirne'ye
    gelmesi üzerine Drakul iki oglu ile birlikte bizzat Edirne'ye gelmis ve
    bagliligini arz edip iki yillik vergisini de takdim etmisti. Bunun
    üzerine yaptiklarina göz yumulan Drakul, yerinde kalmak üzere ülkesine
    gönderildi. Ama iki oglundan biri (veya ikisi) de rehin olarak Osmanli
    sarayinda alikonmustu. 1424 yilinda gerçeklesen bu barisla bölge
    nisbeten rahat ve huzura kavusmus oluyordu.

    Bölgede istikrarin saglanmasina tesir eden âmillerden biri de süphesiz
    ki Bizans'la varilan antlasmadir. Gerek Düzme Mustafa, gerekse Küçük
    Mustafa olaylarini çikarip Sultan Murad'i ve ülkesini bir hayli yoran,
    kardes kaninin akitilmasina sebep olan Bizans, artik yapacak bir sey
    bulamadigi için Osmanlilar'la iyi geçinmek ihtiyacini hissetmisti. Zira
    aksi takdirde kendi ülkesi ve imparatorluklari tamamen elden
    gidebilirdi.

    Bu dönemde, Bizans Imparatoru Manuel, henüz hayatta ise de çok yasli
    oldugundan sekiz dokuz seneden beri bütün isleri saltanat ortagi olan
    oglu VIII. Ioannis görüyordu. Ioannis, daha kötü bir duruma düsmemek
    için Sultan Murad'a müracaatla baris yapmak istedigini bildirir. Bunun
    için elçi olarak Lukas Notaras, Melahrinos ve Bizans tarihçisi Françes'i
    Sultan Murad'a gönderir. Yapilan anlasma geregince Bizans, her sene
    Osmanli hazinesine üçyüz bin akça veya otuz bin duka altini vermeyi
    kabul ettigi gibi, Misivri ve Terkos mintikalari hariç olmak üzere, daha
    önce Bizanslilara geçmis olan Karadeniz sahilindeki bütün yerler ile
    Selanik havalisinde bulunan Situnion ve Ustruma (Karasu) taraflarina
    ilaveten, Osmanlilar'in Zeytin dedikleri Izdin'i de terk ediyordu (28
    Subat 1424).

    Yine 1424 senesinde Sirp despotu Istefan (Etyen) Lazareviç, Edirne'ye
    gelip eski dostluk antlasmasini yeniledi. Onunla birlikte bir Türk
    heyeti Alman Imparatorlugu'na seçilmis olan Macar Krali Sigismond'u
    tebrike ve iki yillik bir mütareke müzakeresinde bulunmak için
    gönderildi. Buna göre Osmanli heyeti, hem Sigismond'un imparatorlugunu
    tebrik edecek, hem de iki yillik bir mütareke imzalayacakti. Osmanli
    hükümdari bu heyetle birlikte kiymetli hediyeler de göndermisti.
    Sigismond tarafindan kabul edilen Osmanli heyeti ile iki yillik bir
    baris antlasmasi imzalanir. Bu akitten sonra Sigismond, Osmanli
    padisahina ayni sekilde hediyeler gönderir.

    Rumeli'de istikrarin saglanmasina sebep olan anlasmalar yapildiktan ve
    bölge harpsiz bir döneme girdikten sonra artik Anadolu'daki pürüzlerin
    ortadan kaldirilmasina sira geliyordu.

    Çelebi Sultan Mehmed'in vefati ve iki Mustafa Çelebi'nin isyanlari
    zamaninda, daha önce Osmanli sarayinda rehin bulunan Mentese Beyi Ilyas
    Bey'in iki oglu Leys ile Ahmed kaçarak memleketlerine gelmis ve
    hükümdarlik yapmaya baslamislardi. Rumeli'deki durumu düzene sokan
    Sultan Murad, Mentese tarafina gelerek bu iki kardesi elde edip Tokat
    kalesine gönderdikten sonra beyligi tamamen ilhak etmisti. Hicrî 829 (M.
    1425) tarihinden itibaren bu beylik artik tarihe karismisti.


    IZMIROGLU CÜNEYD BEY'IN AKIBETI


    Kaynaklarda Izmiroglu, Aydinoglu, bazan da Kara Cüneyd diye adlandirilan
    bu beyin babasi olan Ibrahim, Yildirim Bâyezid tarafindan Izmir'e
    subasi olarak tayin edilmisti. Ankara savasi sonrasinda çikan kardes
    kavgalari esnasinda Cüneyd Bey, önce Isa Çelebi'ye yardim etmis,
    arkasindan da Süleyman Çelebi ile birleserek onun tarafindan Ohri sancak
    beyligine getirilmisti. Kardesler arasindaki mücadeleden istifadeyi
    düsünen Cüneyd Bey'in bu dönemdeki faaliyetlerinden ilgili bölümlerde
    bahsedilmis ve hakkinda bilgi verilmisti.

    Daha önce de temas edildigi gibi Cüneyd, Mustafa Çelebi (Düzme Mustafa)
    kuvvetleri ile Ulubat suyu kenarina kadar gelmisti. Burada, Sultan Murad
    tarafindan tatmin edilip Aydin beyligine döner. Bundan sonra bütün
    gayretiyle eski Aydinogullan topraklarini tamamen elde etmeye çalisir.
    Böylece Anadolu birligini yeniden bozma faaliyetlerine ön ayak olur.
    Osmanlilara olan bagliligi red edip Osmanli idarecileri ile ugrasmaya
    baslar. Bunun üzerine Sultan Murad, onu yola getirmek maksadiyla yeni
    Aydin ili beyi Yahsi Bey ile Anadolu Beylerbeyi Oruç Bey'i
    vazifelendirir. Ancak bu beyler Cüneyd'e karsi bir basari elde
    edemezler. Bu son muvaffakiyet üzerine Aydin Bey'i olarak harekete geçen
    Cüneyd, Anadolu beylerini ve Bizans'i Osmanlilar'in aleyhine tahrike
    baslar. O, bununla da yetinmeyerek Venedik ile de ticarî ve siyasî
    münasebetlere girisir. Bununla beraber Sultan Murad'in Anadolu
    Beylerbeyligine tayin ettigi Hamza Bey, bu meseleyi ciddi bir sekilde
    ele alarak Halil idaresinde gönderdigi kuvvetler, Cüneyd'i Akhisar
    civarinda maglub edip onu sigindigi Ipsili kalesinde kusatirlar. Cüneyd,
    Karamanoglu Ibrahim Bey'in yardimlarini saglamak maksadiyla gizlice
    onun yanina gidip bir miktar Karaman askeri ile döndüyse de, bilahare bu
    yardimci kuvvetlerin kaçmasi sonunda Sisam adasinin karsisinda bulunan
    Ipsili kalesinde oglu Bâyezid ile birlikte tutunmaya çalisir. Bu arada
    Bizans Imparatoru VIII. Ioannis ve Venedik ile temasa geçerek yeni bir
    saltanat müddeisini Selanik'e geçirip Rumeli'nde isyan çikarmayi
    tasarlar. Fakat Murad Bey, Cenevizliler'den kiralanan gemiler ile onu
    deniz tarafindan da sIkIstirdigmdan vaziyeti gittikçe kötülesmeye ve
    artik müdafaada bulunamayacak bir duruma gelir. Bunun üzerine Hamza
    Bey'e teslim olmak zorunda kalan Cüneyd, kanina girdigi insanlara
    karsilik 1425 yilinda öldürülür. Çanakkale hapishanesinde bulunan oglu
    Kurt Hasan ile kardesi Hamza Bey de ortadan kaldirilarak soyuna son
    verilir.


    KARAMANOGLU MEHMED BEY'IN ANTALYA'YI KUSATMASI VE OGLU IBRAHIM BEY'IN OSMANLI HIMAYESINE GIRMESI

    Ankara Muharebesi'nden sonra Timur tarafindan yeniden kurulan Karaman
    Beyligi'nin basina Alaeddin Ali Bey'in oglu Mehmed Bey tayin edilmis,
    kardesi Bengi Ali Bey de Mehmed Bey'in hâkimiyeti altinda olmak sartiyla
    Nigde ve havalisine getirilmisti. Mehmed Bey, Osmanlilar'dan çekindigi
    için bir ara Memlûk sultaninin himayesini kabul etmisti. Fakat Memlûk
    Devleti'ne ait bazi yerlere el uzattigi için o devletle de arasi
    açilmisti. Gerçekten de Tarsus kusatmasi yüzünden Memlûklularla arasi
    açilan Karamanoglu Mehmed Bey, önce Nigde'ye hâkim bulunan kardesi Bengi
    Ali Bey, sonra da Dulkadiroglu Nasirüddin Mehmed Bey'le giristigi
    mücadeleyi kayb etmis ve Dulkadirliler tarafindan esir alinarak
    Kahire'ye gönderilmisti. Memlûk Sultani Melik Müeyyed Seyh, gerek
    Bursa'da, gerekse Tarsus ve Kayseri'de giristigi taskin hareketlerinden
    dolayi Karamanoglu Mehmed Bey'i azarlayip hapse attirmisti. Onun yerine
    de Karaman hükümdari olmak isteyen Nigde hâkimi Bengi Ali Bey'i
    destekleyerek onun hükümranligini tanimisti. Böylece Bengi Ali Bey,
    Karaman hükümdari olmustu. Fakat Memlûk sultani Melik Müeyyed'in
    ölümünden biraz sonra hükümdarligi elde eden Seyfeddin Tatar, Mehmed
    Bey'i serbest birakarak memleketine gönderir. Bengi Ali Bey, Mehmed
    Bey'in idareyi tekrar ele geçirmesi üzerine yeniden Nigde'ye çekilir.

    Bilindigi gibi Ankara Muharebesi'nden sonra Antalya ve Korkuteli ile
    civari, Timur tarafindan Hamidoglu Osman Bey'e verilmisti. Osman Bey,
    Antalya'yi Osmanlilar'dan alamamis ise de Korkuteli taraflarinda hüküm
    sürüyor ve Antalya'yi da elde etmek için çare ariyordu.

    Gerek Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü, gerekse Mustafa Çelebiler isyanin,
    meydana getirdigi karisikliklardan istifade etmek isteyen Hamidoglu
    Osman Bey, Antalya'yi zapt etmek istemis, fakat bu ise tek basina
    gücünün yetmeyecegini anlayinca Karamanoglu ile birlikte hareket etmeye
    karar vermisti.

    O dönemde, Osmanlilarin Antalya Sancak beyi olan Firuz Bey oglu Hamza
    Bey, bu birlesmeye mani olmak ve dolayisiyla sancagini kurtarmak için
    henüz iki kuvvet birlesmeden önce Korkuteli'nde bulunan Osman Bey'in
    kuvvetlerine baskin yapmis, Hamidoglu da bu müsademe esnasinda
    öldürülmüstü. Bu olaydan sonra Karamanoglu Mehmed Bey, Antalya önüne
    gelip kaleyi karadan kusatmisti. Bu sirada kaleden atilan bir gülle,
    Karamanoglu'na isabet ederek ölümüne sebep olmustu. Böylece Antalya, hem
    muhasara hem de isgalden kurtulmustu. Karaman ordusunda bulunan Mehmed
    Bey'in büyük oglu Ibrahim Bey, babasinin cenazesini alarak Karaman
    ordusuyla birlikte dönmüs ve Mehmed Bey'in cenazesini Larende'ye
    (Karaman) defn etmisti (27 Safer 826/9 Subat 1423).

    Mehmed Bey'in ölümü üzerine yaninda bulunan ogullarindan Ali Bey,
    aralarindaki saltanat rekabeti yüzünden askerin Ibrahim Bey'i istedigini
    görünce kaçip Antalya kalesine siginir. Ibrahim Bey ve diger kardesi
    Isa Bey ise babalarinin cenazesini alip memleketlerine dönerler. Fakat
    Mehmed Bey'in kardesi Bengi Ali Bey, kardesinin öldügünü ögrenince
    Konya'ya gelip hükümdarligini ilân etmisti. Bunun üzerine Ibrahim ve Isa
    Beyler, babalarinin cenazesini defn ettikten sonra Osmanlilar'a
    siginmak zorunda kalmislardi.

    Bu arada Antalya sancak beyi olan Hamza Bey de Karamanoglu Mehmed'in
    ölümünü ve Antalya'nin kurtuldugunu, kendisine iltica etmis olan Mehmed
    Bey'in oglu Ali Bey'le Sultan Murad'a arz etmisti.

    Ibrahim Bey, amcasi Bengi Ali Bey'in yerine hükümdar olmak üzere Sultan
    Murad'in yardimini istemisti. Sultan Murad, eskiden beri aralarinda
    bulunan akrabaligi kuvvetlendirmek için Ibrahim Bey'le kardesleri Ali ve
    Isa'ya birer kiz kardeslerini vererek onlari kendine baglamaya çalisir.
    Osmanli siyasetine uygun düsen bu davranisla Sultan Murad, aradaki eski
    düsmanliklari ortadan kaldirmayi hedefliyordu. Bu düsmanligi tamamen
    yok etmek için onlarin her birine Rumeli'nde birer sancak da vermisti.
    Bu arada Ibrahim Bey'e kuvvet verip onun Konya ve Larende üzerine
    yürümesini saglayan Sultan Murad'in bu kuvveti sayesinde Ibrahim Bey,
    amcasini kaçirip Konya'da Karaman Beyligi'ne hâkim oldu. Fakat bunun
    karsiliginda da daha önce Osmanlilara ait olup Timur tarafindan
    Karamanogullari'na verilmis olan bazi yerleri (Hamideli Beysehir) eski
    sahiplerine yani Osmanlilar'a terk etmeye razi oldu (1424).

    Sultan Ikinci Murad, gerek Rumeli, gerekse Anadolu'da kismen baris,
    kismen de mücadelelerle sagladigi sükûnetin devam etmesi için daha bazi
    islerin yapilmasi gerektigine inaniyordu. Nitekim Amasya, Tokat ve Canik
    havalisindeki yerlerde bir takim küçük Türkmen aile ve asiretleri
    vardi. Bunlar, gerek bulunduklari kalelerinin sarp olusu, gerekse
    devletin baska bölgelerde mesgul olmasindan istifade ile zaman zaman
    çevrelerini vurup eskiyalik ediyorlardi. Halk, bu yüzden bir hayli
    sIkInti çekiyordu. Hatta Solakzâde'nin ifadesine göre, insanlar bunlarin
    yüzünden evlerinden çikamaz hâle gelmislerdi. Bunlarin normal bir hale
    gelmesi ve geregi gibi idareleri devleti bir hayli mesgul ediyordu. Bu
    yerli Türkmen ailelerinden bir kismi, Ankara muharebesinden sonra Çelebi
    Sultan Mehmed tarafindan ortadan kaldirilmis ise de büyük bir grubu
    faaliyetlerine devam ediyordu. Sultan ikinci Murad, lalasi Yörgüç
    Pasa'nin faaliyetleri sonucunda bunlarin büyük bir kismini ortadan
    kaldirmaya muvaffak olmustur.


    GERMIYANLI MÜLKÜNÜN OSMANLI'YA VASIYETI


    Daha önce, Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilmis bulunan Germiyan
    Beyligi, Ankara Muharebesi'nden sonra yeniden dirilttirilen diger
    Anadolu beylikleri gibi o da tekrar bagimsizligina kavusmustu.
    Germiyanoglu Ikinci Yakub Bey de ülkesine yeniden sahip olmustu. Yakub
    Bey, "Fetret Dönemi" diye bilinen sehzadelerin mücadeleleri esnasinda
    Çelebi Sultan Mehmed tarafini tutmustu. Bir ara Karamanoglu'nun
    tecavüzüne maruz kaldiysa da Çelebi Sultan Mehmed'in, Karamanoglu'nu
    yenmesi üzerine Yakub Bey, Osmanlilar'in himayesinde devletini idare
    etmisti.

    Kiz kardesinin oglu olan Çelebi Sultan Mehmed'in ölümü üzerine Yakub
    Bey, Osmanlilar'daki saltanat degisikliginden istifadeye yeltendi. Bu
    yüzden Sultan Ikinci Murad'in kardesi ve Hamideli Sancakbeyi Mustafa
    Çelebi'ye meyl ederek Karamanoglu ile birlikte Mustafa'ya kuvvet verip
    yardim eder. Bununla beraber Sultan Murad, Yakub Bey aleyhinde hiç bir
    harekette bulunmuyordu. O da son anlarina kadar beyligini muhafaza
    etmisti. Hatta Osmanli hükümdari, "Sah Ana" diye hitab ettigi Yakub
    Bey'in esini, Candaroglu Isfendiyar Bey'in torununu alacagi zaman gelini
    getirmeye göndermisti.

    Erkek evladi bulunmayan Yakub Bey, kiz kardesinin torunu olan Murad'i
    gün geçtikçe sevmeye baslar. Bu sevgi, erkek evladinin olmayisi ve
    Osmanlilar'in ileride büyük bir devlet haline gelecegini sezmesi üzerine
    onun, ülkesini Osmanlilar'a vasiyet etmesine sebep oldu.

    Bu sebepledir ki, ilerlemis yasina ragmen Edirne'de bulunan padisahi
    ziyaret etmek ister. Bu gaye ile yola çikan Yakub Bey, Bursa'ya gelir.
    Oradan Çanakkale Bogazi'na kadar giderek Gelibolu'da Rumeli yakasina
    ayak basar. Ikinci Murad, Yakub Bey'i karsilamak için Meriç ve Ergene
    üzerinde insa ettirmekte oldugu köprü sahasina kadar gelir. Bu vesile
    ile Sirbistan siniri valisi Ishak Bey'in idaresinde orada yaptirmakta
    oldugu köprünün insaat durumunu görme imkânini da elde eder. Yüz yetmis
    kemer üzerine kurulan ve hâlen Uzunköprü ilçesine adini vermis bulunan
    bu köprü, yapilis tarzindaki özellikten dolayi Ikinci Murad'in sultanlik
    çaginda kurulmus binalar arasinda ilk plânda yer alir.

    Yakub Bey, geçtigi bütün yollarda oldugu gibi Edirne'de de hürmet ve
    itibar görür. Padisah, onu yasinin büyüklügüne ve mevkiine lâyik bir
    hürmetle karsilar. Yakub Bey, Edirne'de misafir bulundugu siralarda
    büyük senlikler yapilir. Devrin en büyük hekim ve sairlerinden olan
    Seyhî, mihmandar sifati ile onun maiyetine verilir. Seyhî, gezmelerinde
    ona refakat etmeye ve arzularinin en küçügüne kadar bütün isteklerinin
    yerine getirilmesine memur edilmisti.

    Bu söhretli misafir, gördügü misafirperverlikten dolayi minnettar olarak
    ülkesine döner. Sultan Murad'in, emrine verdigi askere karsi o kadar
    cömertçe davranir ki, Gelibolu'ya ulastigi sirada parasi tükenir. O
    zaman padisaha bir mektup yazarak durum ve ihtiyacini bildirir. Sultan
    Murad, Germiyan Beyi'nin mektubunu okudugu zaman:

    "Cenab-i Hak, Germiyan Beyi'ni bize öyle bir kardes olmak üzere
    göndermis ki, kendi gelirinden baska bizimkileri de yiyor." diyerek
    derhal onun sanina lâyik olacak sekilde bir miktar para gönderir.

    Ikinci Murad'i ziyaret ettigi sirada seksenini bulmus olan Yakub Bey,
    ilk karsilasmada Sultan Murad'in elini öpmek istediyse de padisah elini
    vermez. Karsilikli öpüsüp musafaha ederler. Yakub Bey, ziyaretinin
    sebebini anlatarak içten gelen arzusunu sifahî (agizdan) arz ile
    ölümünden sonra memleketini padisaha vasiyet eyler. O, ülkesini
    kizkardeslerinin çocuklarina birakmak istemiyordu.

    Edirne'de bir ay kadar kalan Yakub Bey, Kütahya'ya dönüsünden bir sene
    sonra 832 Rebiülahir (1429 Ocak)'ta vefat ederek Kütahya'da yaptirmis
    oldugu imâret mescidi mihrabinin arkasina defnedilir. Yaninda zevcesi
    Pasa Kerime Hanim da vardir. Yakub Bey, hastalandigi sirada yazdirip
    Ikinci Murad'a gönderdigi vasiyetnâmesinde ülkesini Osmanlilara vasiyet
    eyleyip terk ettigini tekrarlamisti. Böylece Yakub Bey'in vasiyeti
    üzerine beyligi, Osmanli idaresine girmisti. Buranin sancak beyligine de
    Kara Timurtas Pasa'nin torunu ve Umur Bey'in oglu Osman Bey tayin
    edilmistir.

    Aradaki fasilalar hariç olmak üzere takriben otuz sene kadar Germiyan
    hükümdari olan Yakub Bey, çok cömert bir insandi. Bilginleri seven bir
    kimse olarak Yakub Bey, sarayinda pek çok sair, edip, bilgin ve tabibin
    bulunmasini saglamistir. Edirne'de kendisine mihmandar olarak tayin
    edilen Seyhu's-Suara Seyhî Sinan da bizzat kendi himayesinde yetisen ve
    sonradan Osmanlilar'in hizmetine giren bir kimse idi.

    O, ilim ve fikir adamlarini himaye hususunda babasinin izini takib
    etmisti. Türkçe'nin gelismesine hizmet etmis, meshur ilk Türkçe imâret
    vakfiyesini güzel bir yazi ile hak ettirerek imâretin duvarina
    koydurmustu.

    Çok cömert, eli açik, ihsani bol bir kimse olan Yakub Bey, Bursa'ya
    geldigi zaman Osman, Orhan, Yildirim Bâyezid ve Çelebi Sultan Mehmed'in
    türbelerini ziyaret eder. Bu esnada henüz hayatta bulunan Emir Sultan'i
    da ziyaret ederek elini öper.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:33


    SIRBISTAN VE GÜVERCINLIK KALESI MESELESI

    Sirbistan, Birinci Kosova muharebesinden beri Osmanlilar'in nüfuzu
    altinda idi. Ankara muharebesinden sonra Sirbistan himayeden çikmamakla
    beraber kendi lehine bazi tavizler elde etmisti. Kosova muharebesinde
    öldürülen Lazar'in yerine Stefan Lazareviç (1389-1427) Sirp despotluguna
    getirildi. Stefan Lazareviç, Temmuz 1427 senesinde evlad birakmadan
    ölünce onun yerine kiz kardesinin oglu Jorj Brankoviç, Sirp despotu
    oldu. Osmanli tarihlerinde Vilk (babasinin adi Vulk) oglu diye bahs
    edilen Jorj Brankoviç'in Sirp despotu olur olmaz bazi kalelerini
    Macarlara terk etmesi, Osmanlilar ile Sirp ve Macarlar arasinda bazi
    çatismalarin çikmasina sebep oldu. Bu adam, selefi ve Osmanli dostu olan
    Lazareviç'in gütmekte oldugu siyaseti terk ederek gerektiginde
    Osmanlilar'a karsi kendini müdafaa etmek ve Türk taarruzlarini kuzeye
    yani Macaristan'a geçirmemek için hem Alman Imparatoru hem de Macaristan
    Krali olan Sigismond'a kendi topraklarindan bazi mühim yerleri
    vermisti. Bu yerlerden birisi de Sirplarin merkezi olan Semendire ile
    Orsova arasinda ve Tuna nehri kenarindaki Golumbaç (Kolombaç) idi.
    Osmanlilar buraya "Güvercinlik" diyorlardi. Halbuki eski despot Stefan
    Lazareviç, ölmeden önce burayi on iki bin duka altin borcuna karsilik
    "boyar" yani beylerinden birisine rehin olarak vermisti. Belgrad'i isgal
    eden Sigismond, parayi ödemeden Kolombaç'i da almak isteyince, boyar
    kaleyi Osmanlilar'a terk etti

    Sigismond'un, Macaristan'a açilan yollar üzerinde önemli ve stratejik
    bir mevkide bulunan Güvercinligi zorla almak istemesi üzerine Sultan
    Murad, kalenin müdafaasina kosar. Macadar bir basari elde edemedikleri
    gibi Sigismond da ölüm tehlikesi geçirerek bir fedaisi sayesinde zor
    kurtulmustu. Sigismond, muvaffak olamayinca Osmanlilarla anlasmak
    zorunda kalir ve Güvercinlik'in Osmanlilar'a geçmesini kabul eder.

    Belgrad'in Macarlara verilmesi üzerine hükümet merkezini daha önce
    Semendir'e nakl etmis olan Jorj Brankoviç, Sigismond'un basarisiz
    oldugunu görünce ondan ümidini keserek Osmanlilar'la anlasmaya çalisir.
    Varilan anlasmaya göre o, her sene Osmanli hazinesine elli bin duka
    altin vermeyi, Macarlarla münasebetlerini kesmeyi ve padisah istedigi
    zaman Osmanli ordusuna asker göndermeyi kabul eder.

    Sultan Murad, Edirne'ye döndügü zaman hükümdarlara nâmeler göndererek
    yeni fetihlerini bildirir. Güvercinlik ve Krusevaç gibi kalelerin ele
    geçirilmesiyle Osmanli sinirlari, Sirbistan'in kuzeyinde yeni gelismeler
    kayd etmisti. Güvercinlik, Macaristan'a açilan yollar üzerinde oldugu
    gibi bilhassa Sirbistan'in müdafaa ve elde tutulmasina yarayacak bir
    mevki isgal ediyordu. Onun içindir ki, zaptindan on alti yil sonra
    Segedin muahedesi yapilirken Güvercinlik üzerinde bir hayli
    durulacaktir. Macaristan bakimindan çok önemli bir üs olarak kabul
    edildigi için burasi, her firsatta Macarlar tarafindan gözetlenecektir.
    Hatta Fatih Sultan Mehmed, 1473 senesinde Uzun Hasan'a karsi sefere
    giderken Macar elçisi Padisahin ve dolayisiyla Osmanlilarin bu müskül
    durumundan yararlanarak Güvercinlik'in terkini veya kalesinin
    yikilmasini isteyecektir.


    SELÂNIK VE YANYA'NIN FETHI

    Birinci Murad zamaninda kusatilip alinamayan, fakat hicrî 791 (M. 1394)
    yilinda Yildirim Bâyezid tarafindan zapt edilen Selânik, Ankara
    Muharebesi'nden sonra Bizans Imparatoru ile uyusmak isteyen Emir
    Süleyman tarafindan Bizanslilara terk edilmisti. Selânik sehrinin,
    Osmanlilar tarafindan ilk defa olarak fethi ve bilahare tekrar Rumlarin
    eline geçisine dair bilgiler, Yildirim Bâyezid dönemi hadiseleri
    arasinda zikr edilmisti.

    Osmanlilar'in saltanat degisikligi ve buna bagli olarak çikan taht
    kavgalari fitnesi ortadan kalkip tehlikeli durumlarinin düzelmesinden
    sonra sira daha önce ellerine geçmis olan Selânik'in yeniden elde
    edilmesine gelmisti. Bunun için Sultan Murad, Evrenoszâdelerle Turahan
    Bey komutasindaki ordusuyla Selânik'i muhasara ettirmisti. Bu sirada
    Manuel'in oglu Andronikos, Selânik valiliginde bulunuyordu. Muhasara
    yüzünden sikintiya düsen halk, Andronikos'un muvafakati olsun olmasin,
    kendilerine yiyecek vermek ve sehri mamur hale getirmek sartiyla
    Venediklilere satmaya karar verir. Venedikliler, kendilerine sadik
    kalmak sartiyle Selânikliler'in tekliflerini kabul ile elli bin duka
    altin karsiliginda Selânik'i satin alirlar. Böylece Selânik halki, para
    karsiliginda kendilerini yabanci bir millete satarken, Venedikliler de
    kan yerine keselerinden para dökerek Ege kiyilarinin en mühim
    sehirlerinden birine sahip olurlar. Bu esnada zaten hasta olan
    Andronikos da Venedikliler'ce Mora'ya gönderir (H. 826 / M. 1423).

    Sultan II. Murad, Selânik'in Venedikliler'in eline geçmesini
    istememisti. Fakat o sirada daha pürüzlü ve önemli isler oldugundan ses
    çikarmamis ve uygun bir zaman gözetlemeyi uygun görmüstü. Sultan Murad,
    1426 yilinda Ayasolug'a giderek orada bulundugu sirada Midilli, Sakiz ve
    Rodos ile eski antlasmalari yeniledigi zaman Venediklilerin Selânik'i
    almalarindan dolayi bunlarla olan muahedeyi yenilemeyerek Venedik
    elçisini geri çevirmisti.

    Padisah, buradaki islermi yoluna koyduktan sonra Edirne'ye döner.
    Venedikliler yeni bir heyet göndererek muahedeleri yenilemek istedilerse
    de padisah: "Selânik, babamdan kalma mülkümdür. Büyük babam Bâyezid
    bazusunun kuvvetiyle burasini Rumlardan aldi, eger oranin idaresi
    Rumlarin elinde bulunsaydi, bunlara haksizlik ettigimi belki iddia
    edebilirlerdi. Siz ise Italya'dan gelen Latinlersiniz. Buralara
    sokulmaniza sebep ne? Ya arzunuzla oradan .çekiliniz, ya da hemen
    gelirim" cevabini verir. Böylece elçiler bir is göremeden geriye
    dönerler. Osmanlilar'in bu sekildeki kesin tutumu üzerine Venedikliler,
    ilk günlerden itibaren isi diplomatik yollarla ve gürültüsüz atlatmaya
    çalisirlar. Sultan Murad'a defalarca elçi gönderirler ama bu çabalarin
    hiç birisi Sultan Murad'i bu oldu bitti karsisinda yumusatamaz. Bu arada
    Venedikliler, sehrin zapti kadar garip ve tuhaf olan bir muameleye bas
    vurarak bizzat Bizanslilarin tavassutunu temin ederler. Padisah,
    imparatorun bu tavassutunu çok garip bulmustu. Ioannis'in göndermis
    oldugu Nikola de Gona ve Frangopulos adlarindaki elçilerine, sayet
    Selânik imparatora ait olsaydi orayi hiç bir zaman zapt etmek
    istemeyecegini, fakat Venediklilerin, imparatorun arazisi ile kendi
    topraklan arasina yerlesmesine de müsaade edemeyecegini söyleyerek
    anlari da geri gönderir.

    Bu müzakereler esnasinda sefer hazirliklarini da ihmal etmeyen Sultan
    Murad, 1430 senesi Subatinin ortalarinda Edirne'den Serez'e gelir.
    Burada Anadolu Beylerbeyi olan Hamza Bey komutasindaki Anadolu
    kuvvetleri ile Sinan Bey komutasindaki Rumeli kuvvetlerini bir araya
    getirir. Kendisi Serez'de kalarak Hamza Bey'i ileriye gönderir. Bütün
    kusatma hazirliklari yapildiktan sonra Venedik valisinden sehrin
    teslimini ister. Fakat Venedik valisi bunu red eder. Bunun üzerine Hamza
    Bey sehri topla dövmeye baslar. Selânikliler, Venedikliler'den donanma
    ve yardim istedilerse de bu yardim gerçeklesmedi. Muhasara karargahina
    gelen Sultan Murad, sehrin bir an önce düsmesini istiyordu. Venedikliler
    Rumlara itimad edemediklerinden kendi askerlerini Rumlarin arasina
    dagitmislardi. Bu sekilde sehir müdafaa edilirken Rumlarin gevsekligini
    ve icabinda karsi tarafla anlasmalarini önlemeyi düsünüyorlardi.

    Umumi hücumla alindigi takdirde sehrin zarar ve tahribata ugrayacagini
    hesaplayan Hamza Bey, hem buna mani olmak, hem de fazla zahmet
    çekilmeden fethi mümkün kilmak için surlardan içeriye adamlar soktu.
    Sayet Venedikliler, Rumlardan gelebilecek bir hainligin önünü almak
    üzere önceden gerekli tedbirleri almamis olsalardi belki de Hamza Bey'in
    adamlari gayelerine ulasacaklardi. Buna meydan vermemek düsüncesi ile
    Venedikliler, her Rum askerinin yanina degisik memleketlerden ücretle
    topladiklari adamlardan kurulu yagmaci (Butineur) denilen askerden
    birini koymuslardi. Ayrica Hamza'nin oklarinin ucuna mektuplar sararak
    Rumlari sehir kapilarini açmaya tesvik etmesi, buna karsilik kendilerine
    hürriyet ve himaye vaad etmesi de bir sonuç vermedi. Çünkü
    Venediklilerin çok siki tedbirler almalari üzerine sehre sokulan
    adamlarla içeriye firlatilan mektuplarin, Rumlar üzerindeki tesirleri
    önlenmisti.

    26 Subat gecesi meydana gelen depremde halk büyük bir heyecan yasadi.
    Fakat Venediklilerin çabasi sonucunda bu korku ve heyecan giderilerek
    müdafaa daha bir güç kazandi. Rumlar, Venediklilere mecburen itaat
    ediyorlardi. Hamza Bey'in tekliflerini kabul etmeyen Venedikliler'e
    karsi padisah, hücuma karar verir. Bu, sehrin zapt edildigi zaman, âdet
    oldugu üzere yagmaya ugramasi demekti. Hükümdar böyle bir karar almak
    zorunda kalmisti. Çünkü daha önceki bütün baris ve teslim çagrilari
    cevapsiz kalmisti.

    28 Subat'i 1 Mart'a baglayan gece, Selânik halki arasinda genel hücumun
    ertesi gün yapilacagi söylentileri dolasmaya baslar. Bunun üzerine halk,
    kalabalik topluluklar halinde kiliselerde toplanmaya basladi. En fazla
    kalabalik ise Aziz Dimitrios'un tabutu bulunan ve içinde devamli olarak
    "kutsal yag" akan kilisede toplanmisti. O gün aksama dogru,
    Osmanlilar'in, limandaki üç Venedik kadirgasini yakmasi, Venedikliler
    arasinda büyük bir korkunun meydana gelmesine sebep oldu. Bu yüzden
    bütün askerlerini kaleden çekip gemilere bindirdiler. Venediklilerin,
    sehrin savunmasindan ayrilmalari, Rumlari büsbütün perisan etmisti. Bu
    yüzden onlardan da bulunduklari mevzileri terk edenler oldu. Ertesi gün
    safakla baslayan genel hücum sonunda Osmanli askeri sehre girmeye
    basladi. Bu esnada Selânik halkindan bazilari, gruplar halinde Venedik
    kadirgalarina binmek istedilerse de bunlar, Venedikliler tarafindan
    gemilere alinmazlar. Selânik sehrini para karsiligi alan Venedikliler,
    sadece sehrin ticaretini düsünüyorlardi. Zira Selânik, Ege Denizi'nde
    ticarî mevkii parlak bir sehirdi. Fakat orada barinamayacaklarini
    anladiklari zaman dindaslari olan Rumlari, Müslüman olan Osmanlilar'a
    terk etmekten çekinmemislerdi.

    Öyle anlasiliyor ki sehrin umumî bir hücumla alinacagi söylentileri bosu
    bosuna çikarilmis bir iddia degildi. Zira Mart ayinin ikinci günü sato
    tarafindan yapilan siddetli bir hücum ve merdivenlerle üzerlerine
    çikilan surlarin isgali sonunda, kale kapilarinin açilmasi ile sehir
    zapt edildi (27 Receb 833/2 Mart 1430). Selânik'in düsmesi, Avrupa ve
    bilhassa Venedik'te büyük üzüntülere sebep olmustu.

    Selânik zapt edilince Sultan Murad, Vardar Yenicesi ile diger
    sehirlerden Türk aileler getirterek buraya iskân ettirir. Bu politikasi
    ile o, sehrin Müslüman Türk hüviyeti kazanmasina çalisiyordu. O, sadece
    iskân ile yetinmiyerek buraya yerlestirilenler için bazi imkânlar da
    sagliyordu. Bu sebeple Aya Dimitri (Sen Dimitrios) kilisesi hariç olmak
    üzere diger bütün kiliseleri camiye tahvil ettirir. Hammer'in ifadesine
    göre bazi kiliseleri de yiktirip onlarin malzemesinden sehrin ortasinda
    bir Türk hamami yaptirir.

    Böylece Müslümanlarin rahat ibadet etmeleri ve diger sosyal tesislerden istifade etmelerini saglamisti.

    Osmanli kaynaklan, Selânik'in kirk günlük bir kusatma sonunda zapt
    edildigini yazarlarsa da yabanci kaynaklarda buranin daha kisa bir
    sürede zaptedildigi bildirilmektedir. Subat ortalarinda baslayan
    kusatma, 2 Mart'ta sona erdigine göre bu sürenin çok daha az oldugu
    anlasilmaktadir.

    Selânik muhasarasi devam ederken, Amiral Andrea Moceniko komutasindaki
    Venedik donanmasi, Gelibolu'yu zapt etmek için ugrastiysa da bunda
    basarili olamadigi gibi gemi bakimindan da zayiata ugradi. Zira henüz
    emekleme durumunda bulunmasina ragmen Osmanli donanmasi, onlarin
    basarili olmasina ve Gelibolu'yu ele geçirmelerine engel olmustu.

    Amiral Moceniko'nun yerine geçen Silvestr Morisini Selânik'in intikamini
    almak için 1431 yilinda Çanakkale bogazinin Anadolu yakasindaki
    istihkamlara ani bir baskinda bulunarak ele geçirdigi muhafizlari
    öldürmüs, surlarini da tahrib etmisti. Bundan sonra Sultan Murad ile
    Venedikliler arasinda Gelibolu'da bir muahede imzalanir. Bu muahede ile
    Selânik'in Osmanlilar'a terk edildigi belgelendirilip kabul ediliyordu.
    Dukas'in ifadesine göre Venedikliler, Egriboz adasinin Osmanlilar
    tarafindan zapt edilmesinden korktuklari için böyle bir baris teklifinde
    bulunmuslardi.

    Selânik'in zaptindan takriben bir buçuk sene sonra 13 Safer 835 (9 Ekim
    1431)'de Yanya Osmanli topraklarina katildi. Yildirim Bâyezid zamanindan
    beri Yunanistan'in Epir bölgesinde Latin kökenli despotlar vardi.
    Osmanlilarin yüksek hâkimiyeti altinda bulunan ve merkezi Yanya olan
    Epir despotu Karlotoçi (Carlo Tocco) ölünce ogullari arasinda hâkimiyet
    mücadelesi bas göstermisti. Bunlardan Memnon adindaki ogul,
    Osmanlilar'dan yardim ister. Bunun üzerine Sultan Murad, Karaca Pasa
    komutasinda gönderdigi kuvvetler ile Memnon'a yardim edip onu arzusuna
    kavusturur. Bununla beraber yerli Ruro halki, ogullar arasinda meydana
    gelen bu mücadele ile Latinlerden memnun degildir. Bu yüzden aradan
    fazla bir zaman geçmeden Yanya halkinin ileri gelenlerinin meydana
    getirdigi bir heyet, o siralarda Selânik civarinda bulunan Sultan
    Murad'i ziyaret eder. Heyet, halkin hürriyetine, örf, âdet ve
    ibadetlerine dokunmayacagina dair Sultan Murad'dan bir ferman aldiktan
    sonra sehrin anahtarlarini kendisine teslim eder. Sultan Murad, Yanya'yi
    teslim almak için Karaca Pasa'yi görevlendirir. Karaca Pasa'nin sehri
    teslim almasindan sonra buraya da Türkler iskân edilir.

    Yanya'nin baris (sulh) yolu ile alinmasi ve özellikle halkin istegiyle
    Osmanli idaresinin kabul edilmesi, Osmanli idare ve adaletinin, Balkan
    halklari üzerinde nasil iyi bir tesir meydana getirdiginin
    göstergesidir. Kendi dindaslari olan Latinlerin zulüm ve çekismesinden
    bikan halk, adalet ve hak sinasliklarina güvendikleri Osmanliya
    baglanmayi tercih etmisti.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:34


    BALKANLAR'DAKI YENI OLAYLAR

    Macarlar, eskiden beri Balkanlar'daki milletlerin Osmanlilar'a karsi
    tavir koymalarini istiyor ve kendilerini bölge halklarinin bir çesit
    hâmisi kabul ediyorlardi. Bu yüzden, Eflâk ve Sirbistan'in Osmanlilar'la
    olan baglantilarini kesmekte kakarli görünüyorlardi. Durumun nezaketini
    bilen Osmanli devlet adamlari da buna karsi tedbir almakta
    gecikmiyorlardi. Onun için de zaman zaman çatismalar meydana geliyordu.
    Bu çatisma ve anlasmazliklara ilaveten bölgede iç karisikliklarda sürüp
    gidiyordu. Devamli karisikliklara sebep olan bölgedeki olaylari Eflâk ve
    Sirbistan hadiseleri olmak üzere iki kisma ayirmak mümkündür.


    EFLÂK HÂDISELERI


    Eflâk'in söhretli voyvodasi Mirça'nin ölümünden sonra bölge, senelerce
    sürecek olan iç karisikliklara sahne olacaktir. Bu mücadeleler esnasinda
    voyvodalarin bazilari Macarlar, bazilari da Osmanlilar'dan yardim
    göreceklerdir. Eflâk'taki iç mücadele Mirça'nin kardesinin çocuklari
    olan Dan'lilar ve Mirça'nin oglu Vlad Drakula'nin torunlari olan
    Drakul'lular arasinda cereyan ediyordu. Bu mücadeleler sebebiyle
    voyvodalar makamlarini yeterince saglama alamadiklari gibi bu dönem
    Eflâk kaynaklari da kifayetsiz olduklari için voyvodalarin saltanat
    tarihlerinde karisikliklar bulunmaktadir.

    Mirça'nin ölümünden sonra kardesinin oglu Dan, Eflâk voyvodasi olmustu.
    Fakat bu voyvoda, Bogdan prensinin yardimini alan Vlad Drakul tarafindan
    öldürülür. Dan'in oglu Osmanlilar'dan yardim istedigi için kendisine
    yardim edildiyse de bunda iyi bir basari saglanamadi. Bu yüzden bu da
    babasi gibi Vlad tarafindan öldürülür(1431). Vlad, bu cesareti,
    Macarlarin ve bilhassa Sigismond'un kendisini himaye etmesinden
    aliyordu. Dukas ve Hammer'in ifadelerine göre Eflâk Beyi (voyvodasi)
    Vlad, ya insafsiz ve zâlimliginden veya Sigismond'un kendisine verdigi
    Dragon nisanindan dolayi Drakul (Eflâl dilinde hilekâr, Seytan) lakabi
    ile aniliyordu. Vlad, bütün bu himayelere ragmen Sigismond'un kendisini
    Türklerin elinden kurtaramayacagini düsünerek rakiplerine galip gelmekle
    birlikte Osmanlilar'a da sokularak görünüste onlara olan bagliligini
    göstermek istiyordu. Filhakika Vlad Drakul, Osmanli hükümdarinin,
    Karaman seferine hareket edecegi esnada bizzat Bursa'ya kadar gelerek
    bagliligini arz ve Sultan Murad'in Macaristan'a yapacagi seferlerde
    kendisine her türlü kolayligi gösterecegini vaad ettigi gibi böyle bir
    seferde Osmanli ordusuna klavuzluk edecegini de taahhud eder. Bu arz-i
    ubûdiyetten memnun olan Sultan Murad, onu tekrar ülkesine gönderir.

    Büyük bir idarî ve diplomatik tecrübeye sahip olan Osmanli devlet
    erkâni, Vlad'in iki yüzlülügünü çok iyi biliyordu. Bu sebeple onun
    Macarlarla olan münasebetlerini bozmak için ayni sene (1432), yanina
    asker vererek onu Transilvanya'ya akin yapmaya memur eder. Bu sekilde,
    Vlad Drakul vasitasiyle Macarlara büyük bir darbe indiren Sultan Murad,
    bilahare Macarlarla dostlugu yenilemek ister. Zira Sultan Murad,
    Macaristan ile dostça münasebetlerin faydali olacagini düsünür. Bu
    sebeple Imparatorun bulundugu Bâl sehrine tantanali bir elçilik heyeti
    gönderir. Sigismond, heyeti Bas kilisede ve bütün hükümdarlik alametleri
    üzerinde bulundugu halde kabul eder. Bu elçilik erkânindan on iki kisi
    ilerleyerek Imparatora altin sikkelerle dolu on iki altin kupa, bir
    takimi sirma islemeli, bir takimi da kiymetli taslarla süslü ipekli
    elbiseler sunar. Böylece mütareke yenilendikten sonra Sigismond, Sultan
    Murad'in elçilerini gayet sahane bir surette taltifederek birçok
    hediyelerle Padisahlarina gönderir (Kasim 1433).


    SIRBISTAN HÂDISELERI

    Eflâk voyvodasi Vlad Drakul gibi Sirp despotu Jorj Brankoviç te
    Macarlara dayanip onlardan yararlanmak istiyordu. Zaten Macarlar da Sirp
    despotunu Osmanlilar aleyhine tesvikten geri kalmiyorlardi.
    Sirbistan'in iki önemli sehrinden Belgrad'in Macarlar, Güvercinlik'in de
    Osmanlilar elinde bulunmasindan dolayi her iki devletin Sirbistan
    üzerindeki dikkatleri daha fazla hassasiyet kazanmisti. Sirp despotunun
    Osmanli Devleti'ne sadik görünmesine ragmen el altindan da Osmanlilar'in
    aleyhindeki bazi hareketleri, Üsküp Sancak Beyi Ishak Bey tarafindan
    haber alinip merkeze bildirildiginden, onun komutasindaki bir ordu ile
    Sirbistan içlerine dogru bir akin yapilir. Bu akinla, Sirp despotunun
    Macarlarla olan alâkasini kesmek ve Osmanlilar'a olan bagliligini
    güçlendirme hedeflenmisti.

    Ishak Bey komutasindaki Osmanli ordusunun Sirbistan ortalarina kadar bir
    akin yapmasi, Sirp despotu Brankoviç'i telaslandirir. Bu yüzden
    Macarlarla olan münasebetlerini kesmeyi ve kizi Marya (Mara)'yi Osmanli
    hükümdarina zevce olarak vermeyi kabul ederek barisi saglayabildi.
    Sarica Pasa, Osmanlilara olan baglilik yeminini ettirmek ve padisahin
    nisanlisini getirmek üzere Jorj Brankoviç'in sarayina gider. Bununla
    beraber yine ayni sene (1433) içinde, Evrenoszâde Ali Bey'in
    Macaristan'a yaptigi bir akinda basarili olamamasi, Brankoviç'i yeniden
    Macarlarla münasebetlerini gelistirmeye yöneltir. Hatta kizini padisaha
    nisanlamis olmasina ragmen onun henüz küçük oldugunu ileri sürerek
    dügünün yapilmasini da tehir eder.

    Iki yüzlü harekette Eflâk voyvodasindan da usta davranan Jorj Brankoviç,
    Macar Krali Sigismond ile birlikte Karamanoglu Ibrahim Bey'le gizlice
    anlasarak onu, Osmanlilar aleyhine kiskirtmaya ve bir takim
    faaliyetlerde bulunmaya sevkeder. Bundan cesaret alan Ibrahim Bey,
    Osmanli ülkesine saldiracak ve bazi yerleri ele geçirecektir. Fakat
    ileride de bahs edilecegi gibi Sultan Murad, Karamanoglu Ibrahim Bey'in
    hakkindan geldikten sonra tekrar Rumeliye dönecektir. Durumun kendi
    aleyhindeki vehametini görmekte gecikmeyen Brankoviç, padisahin
    hiddetini teskin ile dikkatini baska seyler üzerine çekebilmek için kizi
    Mara'yi aldirmasi istirhaminda bulunacaktir. Sultan Murad, pasalarini
    toplayip kendileri ile bu durumu görüsünce pasalar "almak gerek
    sultanim" demislerdi. Bunun üzerine sultan da "tedarik neyse edin"
    diyerek Kizlaragasi Reyhan Aga ve Oruç Bey ile Sirp sinirlari üzerinde
    toplanmis olan askerin komutani Ishak Bey'in esini gelini almak üzere
    bir heyetle Üsküp'e, oradan da Semendire'ye gönderir. Âsikpasazâde
    hadiseyi su ifadelerle nakl eder:

    "Bir kaç günlük yol kalinca Vilk oglu, kâfir beylerinin hatunlarini
    karsi gönderdi. Acayip konukluklar eyledi. Gayet iyi tazimle
    Semendire'ye getirdiler. Onda dahi nihayetsiz konukluklar etti.
    Çeyizinin hesabini yazmislar. Defterini Özbek Aga'ya verdiler. Vilk oglu
    demis ki: "Ben çeyizi kizima vermedim, Hünkâra verdim, dilerse bu
    câriyesine versin, dilerse gayri câriyesine versin". Elhasil kizi
    Edirne'ye getirdiler. hünkâr kendine dügün etmedi. "Bir sipahi kâfirin
    kizina ne dügün gerek" dedi. Ve her ne kim Vilk oglu dedi, onu Hünkâr'a
    dediler. Hünkâr eder "Benim câriyelerime verecegim yok mudur ki onun
    kizinin çeyizini vereyin." dedi. Hiç nesne kabul etmedi. Geri çeyizini
    ol kiza verdi. Bir sehl zaman durdu, Bursa'ya gönderdi. Isfendiyar kizi
    dahi Bursa'da idi, onu Edirne'ye getirdi."

    Jorj Brankoviç, mutad merasimle, kizini Osmanli sarayina götürmek üzere
    gelen heyete teslim eder. Edirne'ye gelen Mara oradan da Bursa'ya
    gönderilir.

    Sultan Murad, kizi Mara'yi Edirne'ye göndermis olan Jorj Brankoviç'e pek
    güvenemiyordu. Bu sebeple Sirp despotu ile Eflâk voyvodasinin
    Macarlar'la arasini iyice açarak kendisine baglanmalarini saglamak için
    Macaristan harekâtina katilmalarini emr eder. Padisahin emri geregince
    Jorj Brankoviç ve Vlad Drakul 1438'deki Macaristan akinina katilirlar.
    Her iki hükümdarin Evrenoszâde Ali Bey komutasindaki akinci kuvvetlerine
    iltihaklarini müteakip Demirkapi üzerinden Tuna nehri âsilir. Birbuçuk
    ay kadar süren akinlar esnasinda, Transilvanya'da bazi sehirler zapt ve
    kaleler de tahrib edilir. Bu akinlar esnasinda birçok ganimet elde
    edilir.

    Sultan Murad, 1438 kisinda Brankoviç'in kizi Mara ile evlendi. Bununla
    beraber Sirbistan hududundaki Türk kuvvetlerinin komutani olan Ishak
    Bey'den aldigi raporlar, kayinpederine itimad edilemeyecegini gösteren
    delillerle dolu idi. Sultan Murad, müstereken icra edilen Transilvanya
    akinina ragmen Macarlarla aralarinin açilmadigini görünce, Sirbistan
    problemine kesin bir çözüm getirme kararma varir. Buna göre
    Karamanoglu'nu tahrik edenlerden birisi daha bütünüyle ortadan
    kalkacakti.

    Sultan Murad, Brankoviç'in, Semendire'nin anahtarlari ile birlikte
    Edirne'ye gelmesini emr eder. Brankoviç, itaat edecek yerde, büyük oglu
    Greguar'i Semendire'nin tahkim ve müdafaasina memur eder. Kendisi de
    diger oglu Lazar'i yanina alarak Sigismond'a halef olan Albert'e
    siginir.

    Sultan Murad, Brankoviç gibi Eflâk Voyvodasini da davet etmisti.

    Voyvoda Drakul, Jorj Brankoviç'i taklid etmeyerek padisahin dâvetine
    icabet eder. Vlad Drakul, ordugâha gelince yakalanarak Edirne'ye
    gönderilir. Edirne'den de Gelibolu'ya yollanarak haps edildiyse de iki
    oglunu rehin olarak birakmayi kabul ettiginden hapiste uzun süre
    tutulmayarak serbest birakildi. Vlad Drakul ülkesine dönerek yine eski
    makamina geçer.

    Sultan Murad, Sirbistan isini kesin bir sonuca baglamak için Semendire
    üzerine kuvvet sevk eder. Brankoviç'in oglu tarafindan müdafaa edilen
    Semendire, üç ay müddetle kusatilir. Bu esnada, Sirbistan islerini çok
    iyi bilen Ishak Bey, hacdan dönünce kusatmanin siddeti artirilir. Bu
    siddetli kusatmaya tahammül edemeyen Semendire, 1439 yilinda teslim
    olur. Asikpasazâde, sehrin fethinden hemen sonra onun Müslüman Türk
    sehri haline getirilmesi için kadi tayin edildigini, Cuma namazinin
    kilindigini ve hisarina asker kondugunu yazar. Sehri müdafaa edenlerle
    birlikte esir düsen Greguar, daha önce rehine olarak Edirne'ye
    gönderilmis bulunan kardesi Stefan ile birlikte Tokat'a yollanarak
    hapsedilir.

    Semendire muhasarasi devam ederken bir Macar ordusu sehrin imdadina
    geldiyse de Ishak Bey ile Timurtas Pasaoglu Osman Çelebi tarafindan
    maglub edildikten baska Macaristan'a da akinlar düzenlendi. Osmanlilar
    bu sefer esnasinda pek çok esir ve ganimet aldilar. Seferde bizzat
    bulunmus olan tarihçi Âsikpasazâde, "esirlerin sayisinin çok fazla
    oldugunu, kendisinin bile bes esir satin aldigini, esirlerin fazlaligi
    sebebiyle fiyatlarinin düstügünü, hatta bir askerin, güzel bir cariyeyi
    bir çift çizme ile mübadele (degistirdigini) ettigini" yazar.

    Sultan Murad, bu sefer esnasinda, eteklerinde kuruldugu dagin
    madenlerinin çoklugundan dolayi "Sehirler anasi" diye adlandirilan
    Novaberda'yi bizzat kendisi yeniden feth ederek ele geçirdi (1439).
    Böylece Sirbistan'in diger sehir ve yerleri de zapt edilmis oluyordu.
    Novaberda, daha önce zapt edilmis ise de fetret döneminde tekrar
    Sirplara iade edilmisti. Maden ocaklari ile meshur olan Novaberda,
    asirlarca Osmanli ordusunun mermi ihtiyacini kullanmada hizmet görmüstü.

    Sirbistan'a karsi yapilan hareket, Bosna Krali Tvartko'yu
    korkuttugundan, Osmanli hazinesine daha önce vermekte oldugu yirmi bin
    duka altini yirmi bes bine çikarmisti.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:36


    BELGRAD'lN MUHASARASI

    Tarihî kronoloji itibari ile Karaman seferinden sonra olmasina ragmen,
    olaylarin akisi içinde Sirbistan hadiseleri ile yakin ilgisinden dolayi
    bu muhasaradan bahs edildikten sonra, Karaman olaylarina temas
    edilecektir.

    Sirbistan'in fethinden sonra Belgrad için de bir seyler yapmak
    gerekiyordu. Zira o siralarda Macar hâkimiyetinde olmakla beraber
    Belgrad, gerçekte bir Sirp sehri idi. Filhakika o tarihlerde Bohemya'da
    meydana gelen krallik mücadelesi ile Alman Imparatoru ve Macaristan
    Krali Albert'in ölümünden dolayi meydana gelen çekismeler, Sultan
    Murad'i düsüncesini gerçeklestirmeye yöneltmisti. O, bu sehrin stratejik
    durumunu çok iyi biliyordu. Bunun için de "Belgrad, Engürüs vilayetinin
    kapisidir" diyerek onun askerî önemini ortaya koyuyordu. Sultan Murad,
    Belgrad'i muhasara için önce Evrenosoglu Ali Bey komutasinda bir ordu
    gönderdi. Arkasindan bizzat kendisi de bu kusatmaya istirak etti.
    Kusatma hem karadan hem de nehirden yapiliyordu. Osmanli toplari kaleyi
    dövmeye baslayinca ondan büyük bir parçayi yikip bir gedik açtilar.
    Osmanli birlikleri buradan içeri daldilarsa da siddetli bir mukavemetle
    karsilastilar. Sehri Zovan adinda Raguza'li bir rahip müdafaa ediyordu.
    Evrenosoglu kusatmayi kaldirmadi. Surun etrafindaki hendek kenarina
    kadar büyük bir siper kazdirdi. Bu arada kale burçlarindan, kendisini
    rahatsiz edenleri de kaçirdi. Polonya Krali iken ayni zamanda Macaristan
    kralligina da getirilmis olan Viladislas, Sultan Murad'dan kusatmayi
    kaldirmasini rica etmis ise de buna pek aldiris edilmedi. Bu siralarda
    Macaristan içlerine dogru da akinlar devam ediyordu. Fakat alti ay kadar
    devam eden Belgrad kusatmasi, zamanin uzamasindan dolayi kaldmldi.


    KARAMAN SEFERI

    Murad Bey'in destegi sayesinde idareyi elde edip is basina gelmis
    olmasina ragmen, Karamanlilar'in, Osmanlilar'a karsi takib ettikleri
    tarihî ve daimî düsmanlik siyasetine devam etmekte mahzur görmeyen
    Ibrahim Bey, mevkiini ve yerini kuvvetlendirdikten sonra Sirp despotu ve
    Macarlar'la ittifak ederek Osmanlilar'in aleyhindeki faaliyetlerine
    baslar. Osmanlilarin, Rumeli'deki sIkIsik durumlarindan devamli olarak
    istifade etmeyi adeta bir prensip haline getiren Karamanlilar, bu sefer
    de rollerini Ibrahim Bey vasitasiyle oynuyorlardi.

    Evrenoszâde Ali Bey'in, Macaristan'a yaptigi bir akinda muvaffak
    olamamasi üzerine, Balkanlar'daki Hiristiyanlarla is birligine giren
    Ibrahim Bey, 1433 senesinde de Sirp ve Macarlar'la birleserek
    Osmanlilar'in aleyhinde bir ittifak kurmustu.

    Karsilikli anlasmalar geregince Macarlar ile Sirp despotunun Tuna'yi
    geçip Güvercinlik (Kolambac) kalesine taarruzlari esnasinda Karamanoglu
    Ibrahim Bey de Beysehir'den sonra Hamideli'ni isgal etmeye baslayarak bu
    sancagin beyi olan Sarabdar Ilyas'i esir almisti. Rumeli islerinin
    kritik bir vaziyet arz etmesinden dolayi yerinden ayrilamayan Murad Bey,
    her iki tarafi da tarassut ediyordu. Bununla beraber Rumeli'ndeki isler
    yüzünden Edirne'yi birakip Karamanoglu'nun üzerine gidemiyordu.
    Karamanoglu da bunu bildigi için isgal sahasini gittikçe genisletmeye
    çalisiyordu.

    Sultan Murad, Sinan Pasa komutasinda bir ordu sevk ederek Macarlari
    maglub eder. Maglub olan Macarlar'dan bir kismi Tuna nehrinde bogulurken
    krallari da zor kurtulmustu (1433).

    Sultan Murad, Güvercinlik önünde kazanilan bu zaferden sonra
    Rumeli'ndeki vaziyetin düzeldigini görünce vezir Saruca Pasa'yi Edirne
    muhafazasinda birakarak Karamanoglu'nun üzerine yürür. Aksehir, Konya ve
    Beysehri'ni alan Sultan Murad, Bozkir'a kadar gidip Karamanoglu'nu
    takib eder. Yaninda bulunan Karamanoglu Isa Bey'i de Karaman hükümdari
    ilan edip, Ibrahim'i sonuna kadar takib edecegini açikça ortaya koyar.
    Buna karsilik Ibrahim Bey, âlimlerden Mevlânâ Hamza vâsitasiyle özür
    dileyerek barisa talib olur. Padisahi bu konuda ikna etmek için Mevlânâ
    Hamza, epey dil döker. Bunun üzerine Sultan Murad:

    "Senin hatirin için günahindan vaz geçelim, fakat onun bu makama gelmesi
    bizim yardimimizla olmustur. Simdi onu azl ederek biraderi Isa Bey'i
    Karaman Bey'i yapmayi uygun gördüm" deyince Mevlânâ Hamza, Padisahin
    ayaklarina kapanarak onu düsüncesinden vaz geçirir. Sonunda is,
    Osmanlilar'dan aldigi yerleri iad etmekle tatliya baglanir. Sultan
    Murad, Sükrüllah'i (Behcetü't-Tevânh adli eserin müellifi)
    Karamanoglu'na elçi olarak gönderir.

    Osmanlilar'a karsi giristigi tecavüzden dersini aldiktan kisa bir müddet
    sonra Dulkadirogullan'na ait Kayseri'yi zapt etmesi, Ibrahim üzerine
    yeniden kuvvet gönderilmesine sebep oldu.

    Bu son gelismeler karsisinda Macarlar'la ayni zamanda hareket eden
    Sultan Murad, Macarlar'in maglubiyeti üzerine 1437 baharinda tabiî
    müttefiki Dulkadirlilarla beraber dogudan ve batidan Karaman ülkesine
    taarruz eder. Tokat'tan yola çikan kuvvetli bir Osmanli ordusu, Maras
    Bey'i Dulkadirli Süleyman Bey'le birlikte Kayseri'yi kusatirken, Murad
    Bey de Rumeli ve Anadolu kuvvetleri ile Aksehir'e girer. Böylece
    Karamanlilari, isgal ettikleri yerlerden çikarir. Ibrahim Bey, Ikinci
    Murad'in kiz kardesi olan haniminin ricalari üzerine bu sefer de af
    edilir.

    Daha önce de belirtildigi gibi Sultan Murad, kizkardeslerinden birini de
    Karamanoglu Ibrahim Bey'in kardesi olan Isa Bey ile evlendirmisti. Isa
    Bey, Ikinci Murad tarafindan Hamideli sancakbeyligine getirilmisti.
    Karaman Devleti'nin yanibasindaki bir Osmanli sancaginin basina, Ibrahim
    Bey'in en büyük rakibinin getirilmis olmasi onu ürkütmüstü. Bu korku
    yüzünden olsa gerek ki, 1437 yili sonlarina dogru Ibrahim Bey, kardesi
    Isa Bey ile giristigi bir vurusmada onu öldürür.

    Bu arada, Osmanlilar'in Dulkadirogullari'ni himaye etmesini bir türlü
    hazmedemeyen Memlûklular, Karamanoglu'nun Osmanlilar karsisinda
    ezilmesinden dolayi endiseye kapilirlar. Zira bu, Osmanlilarin tek
    baslarina Anadolu'nun hâkimi durumuna gelmeleri, ve Anadolu'da
    kendilerine ait olan topraklarin kaybi demekti. Osmanlilar ile
    Memlûklular arasinda Karaman ve Dulkadir gibi tampon devletlerin
    bulunmasi, Memlûk Devleti için bir garanti olarak görülüyordu. Bunlarin,
    Anadolu'da Osmanlilari ezip ortadan kaldirmalari imkânsizdi. Fakat
    fütuhatçi olan ve dünyanin en müsait jeopolitik mevkiinde yerlesmis
    bulunan Osmanlilarin Memlûklulari ezmesi imkân dahilinde idi. Bu durumu
    bilen Memlûk idarecileri, Osmanlilarla savasmak üzere bizzat
    sultanlarinin sefere çikmasini bile düsünmüslerdi. Fakat Sultan Murad'in
    Anadolu'da kalmayip Rumeli'ye geçmek üzere oldugu haberinin gelmesi
    üzerine sultan bu tasavvurundan vazgeçer. Bununla beraber Suriye
    valisine Anadolu islerine çok dikkat etmesi emrini verir.


    SAHRUH'A KARSI TAKIP EDILEN OSMANLI SIYASETI

    Sultan Murad, dedesi Yildirim Bâyezid zamaninda oldugu gibi bir anda
    kendisinin de yeni bir tehlike ile karsi karsiya geldigini görür. Bütün
    bati Hiristiyan dünyasini sevince bogan bu tehlike, dogudan geliyordu.
    Venedik gibi bazi Hiristiyan devletler ise bu tehlikeyi bir silah gibi
    kullanarak bazi Osmanli sehirlerini istila ümidine bile kapilmislardi.

    Timur'un çok dindar oldugu söylenen oglu Sahruh (1404-1447), Anadolu ve
    Iran'da babasi tarafindan tesis edilen füli durumu yeniden iade etmek
    arzusunda oldugundan Anadolu'daki olaylari yakindan takib ediyor ve
    mektuplari ile bazi durumlari tasvib etmedigini bildiriyordu. Öbür
    taraftan, önce Timur'un sonra da Sahruh'un destegini saglayan Akkoyunlu
    Bey'i Karayülük Osman Bey, ona bir mektup göndermisti. Mektubunda
    Anadolu beylerinden Karamanoglu Mehmed Bey, Isfendiyar Bey, Hamidoglu
    Hüseyin, Cüneydoglu Hamza ve Dulkadir Bey Süleyman ile Birlikte Bizans
    ve Trabzon imparatorlari da dahil olmak üzere Gürcü meliklerinin de
    emrine girmek için kendisini beklediklerini yazmisti.

    Timur'un yaptigi tahribati unutmayan Osmanlilar, içislerinin karisik
    olmasina ragmen, kudretini devam ettiren Sahruh'un ölümüne kadar (1447)
    ona açiktan açiga cephe almaktan uzak durmuslardi. Sultan Ikinci Murad,
    Memlûk ve Karakoyunlular gibi Timurlulara kafa tutmayi düsünmüyordu. O,
    dedesi zamanindaki Timur hadisesinden iyi bir ders almisa benziyordu.

    Sultan Murad, Memlûk Devleti ile de iyi geçinmeye dikkat ediyordu. Bu
    devletin, Anadolu siyasetine karsi kötü bir tavir takinmamaya itina
    ediyor, onlarin çogu zaman Osmanlilar'in tabii olan Karaman ve
    Dulkadirogullari'nin islerine müdahale etmelerine ses çikarmiyordu. Zira
    o, Balkanlar'in ve Anadolu'nun mutlak hâkimi olmadan, bu ülkelerdeki
    tabi devletleri ortadan kaldirmadan, Timurlular ve Memlûklular gibi
    kudretli Müslüman dogu devletleri ile, sonunun nereye varacagi ve nasil
    bitecegi belli olmayan bir mücadeleye girmenin hiç bir faydasi
    olmayacagini biliyordu.

    Bütün Anadolu topraklari üzerinde metbûluk iddiasinda bulunan Sahruh,
    Memlûklularin, Anadolu siyasetine karsi açik bir sekilde cephe aliyordu.
    1437 yilina kadar Memlûk yöneticilerinin Osmanlilarla hemen hemen
    hiçbir ihtilafi olmadi. Hatta Sahruh, Anadolu'ya girince bunlar, dört
    elle Osmanli dostluguna sarildilar. Karamanoglu Ibrahim Bey de bu yüzden
    onlara karsi cephe aldi. Zira bir Osmanli Memlûk ittifaki demek Karaman
    Beyligi'nin haritadan silinmesi demekti.

    Sahruh'un, 17 Eylül 1429'da Selmas Meydan savasinda Karakoyunlularla
    müttefiklerini perisan etmesi ile Anadolu ve Suriye yollari bütün
    genislikleri ile onun önünde açilmis bulunuyorlardi. O zamana kadar
    Sahruh'un aleyhinde olabilecek herhangi bir faaliyette bulunmamakla
    beraber Sultan II. Murad, bu durumdan endise duyuyordu. Sultan Murad'in
    bu endisesinin farkina varan Venedik, bu tehdidi siyasî bir manevra ile
    kendi lehine çevirmeye yeltendi ise de Sultan Murad'dan istedigini elde
    edemedi. Sahruh'un, adi geçen savasi kazanmasi, Misir'da da büyük
    endiselere sebep olmustu. Buna karsilik Osmanli Memlûk yakinlasmasi daha
    bir perçinlenmis görünüyordu. Sahruh'un Herat'a dönmesi ile bu iki
    büyük devlet rahat nefes aldilar.

    Sahruh'un üçüncü Azerbaycan seferine çikmasi (1435), Osmanlilarca yeni
    bir tehlikenin isareti olarak görüldü. Buna karsilik Avrupa'da ise büyük
    ümit ve hayaller uyandi. Zira Yildirim Bâyezid döneminde oldugu gibi,
    II. Murad'in da basina bir felâketin gelmesi artik an meselesiydi. Bu da
    onlar için Osmanlilar'in ortadan kalkmasi ve Avrupa'nin, Müslümanlardan
    temizlenmesi demekti.

    Karakoyunlu hükümdari Iskender Bey, Sahruh'un oglu Muhammed Cuki
    Mirza'nin önünden kaçarak Tokat'a gelip siyasî mülteci olarak
    Osmanlilar'a siginir. Ibn Hacer'in ifadesine göre Iskender Bey, ulak
    gönderip kisi Tokat'ta geçirmek üzere II. Murad'dan müsaade ister. Bunun
    üzerine Sultan Murad, Amasya valisi olan Yörgüç Pasa'ya Iskender'in
    lâyik oldugu sekilde agirlanmasini emr eder. O, bununla da yetinmeyerek
    Karakoyunlu beyine on bin altin ile sirmali elbiseler, islemeli
    silahlar, altin egerli atlar, köle ve câriyeler göndermisti. Yine
    padisahin buyrugu üzerine Yörgüç Pasa da Iskender'in askerleri için
    lazim olan bin kepenek, iki bin çul ve torba ile davar vesair hayvan
    tedarik etmisti.

    Bu esnada Sahruh, kalabalik ve muazzam ordusu ile Azerbaycan'da
    bulunuyordu. Bu ordunun tehdid sahalarinin nerelere kadar uzanacagi pek
    kestirilemiyordu. Iskender Bey'in Osmanlilar'a siginmasi, babasi Kara
    Yusuf Bey'in Yildirim Bâyezid'e ilticasina benziyordu. II. Murad,
    Iskender

    Bey'i reddetmeyi hükümdarlik serefi ile mütenasib görmemekle beraber,
    Timurlulara bagli olan ve ikide bir ayaklanan bu Karakoyunlu
    hükümdarlarindan da kurtulmak istiyordu. Zira o dönemin en güçlü
    ordusuna sahip olan bu Türk Hakanligi ile sonu nereye varacagi belli
    olmayan bir savasa girmek istemiyordu.

    Baharin gelmesi, Sultan II. Murad'a bu beyi topraklarindan uzaklastirma
    firsatini vermisti. Çünkü Iskender Bey'in askerleri, baharla birlikte
    yöredeki halka saldirmaya, onlarin çoluk çocuklarini esir etmeye ve
    mallarini ellerinden almaya baslamislardi. Bunlara engel olamayan Yörgüç
    Pasa, durumu Sultan Murad'a bildirir. Böyle bir karsiliga cani sikilan
    Osmanli Padisahi, Anadolu Beylerbeyi olan Timurtas Pasa oglu Umur Bey'i,
    Iskender'in üzerine gönderir. Ona, ilk önce Iskender'e memleketi
    güzellikle terk etmesinin bildirilmesini, bundan bir netice alinmadigi
    takdirde üzerine varilarak zorla hudud disi edilmesini emr eder. Umur
    Bey, aldigi emir üzerine Iskender Bey'e bir mektup yazarak memleketi
    terk etmesini ister. Bu mektup üzerine Iskender, askerlerini alip
    Osmanli ülkesini terk eder. Zira artik Osmanli ülkesinde kalmak
    tehlikeli bir hal almistir. Buna, 1436 baharinda Sahruh'un bütün Anadolu
    devletlerine onu kabul etmemeleri gerektigine dair gönderdigi mektup da
    ilave edilirse artik Iskender Bey için yapilabilecek bir seyin
    kalmadigi anlasilir. O da Tebriz'e gidip Sahruh'a boyun egmeyi uygun
    görecektir. Sahruh da isi daha fazla ileri götürmek istemez. Irkdas ve
    dindas devletlerle mecbur kalmadikça harbe girmenin bir mânâsi yoktu. O
    da Herat'a döner.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:37


    OSMANLI ARNAVUTLUK MÜNASEBETLERI

    Osmanlilar, Çelebi Sultan Mehmed döneminde 1415 yilinda Arnavutluk'taki
    Kruya (Akçahisar)'i yeniden ellerine geçirmislerdi. Bir yil sonra da
    Venedikliler'le çikan anlasmazlik yüzünden Yuvan Kastriota'ya hücum
    etmislerdi. 1417'de Avlonya'yi da zapt eden Osmanlilar, ilk defa Akdeniz
    sahillerine çikiyorlardi. Osmanlilar'in, Arnavutluk faaliyetleri daha
    sonra da devam etmisti. Bu seferler sonunda Gergi Araniti ile Yuvan
    Kastriota, Osmanli tabiiyetini kabule mecbur olmuslardi. Bunlardan Yuvan
    Kastriota, aralarinda en küçügü Gergi Kastriota olan dört oglunu rehine
    olarak Sultan Murad'in yanina göndermek zorunda kalmisti. Gergi, bir iç
    oglani olarak padisahin hizmetinde Osmanli terbiyesi görerek büyümüs ve
    Iskender adini almisti.

    Arnavutlugun, genellikle güney ve merkez kisimlarinda yeni bir teskilat
    kuran Osmanlilar, kuzeyde özellikle daglik bölgelerdeki kabilelere
    dayanan Arnavut beylerini kendilerine tabi birer senyör olarak
    yerlerinde birakmislardi. Bu Arnavut beyleri içinde en kuvvetli olani
    Ergiri sancaginin kuzeyindeki bölgeye hâkim olan Yuvan Kastriota idi. O
    da diger Arnavut beyleri gibi muayyen yillik tahsisat sözünü alinca
    Venedik tarafina dönmekten ve onlara hizmet etmekten çekinmeyerek
    1428'de Venedik himayesine girer. Zaman zaman Venediklilere müracaatla
    oglu Iskender Bey'in bir Osmanli Beyi sifati ile Venedik arazisine
    saldirilan olursa kendisini bundan sorumlu tutmamalarini da rica
    ediyordu. Fakat Selânik'ten sonra Yuvan Ili'ne gelen Osmanli kuvvetleri,
    ona tekrar boyun egdirdiler. Bu arada Arnavutluk'ta köylerin timar
    olarak taksimi esnasinda mukavemetler görüldü. Özellikle Ergiri
    bölgesinde, buranin eski Arnavut senyörleri olan Thopia Zenebissi ile
    Gergi Araniti tatmin olunmadiklarindan siddetli bir isyan ve ayaklanmaya
    bas vurdular. Asilere karsi hareket eden Evrenos oglu Ali Bey, bir
    bogazda pusuya düsürülerek agir kayiplara ugratildi. Osmanlilar,
    Venedikliler'in bu isyani tahrik ettiklerini düsünüyorlardi. Onun için
    bu konuda Venedikliler'e ihtarda bulundular. Durumun nezaket kazanmasi
    üzerine bizzat sefere çikan Sultan Murad, Serez'e giderek harekât
    sahasina yakin bulunmak istedi. Buradan da Manastir'a gelerek Rumeli
    Beylerbeyi Sinan Pasa ile Uc Beyleri Turhan ve Ishak Beyleri, yanlarina
    yeniçeri bölükleri de katarak harekât sahasina gönderdi. Isyan
    bastirilarak buradaki mahsur Türkler, muhakkak bir katliamdan
    kurtuldular. Venedik senatosu Osmanlilar'in ihtari üzerine asilere
    yardim edilmemesi için Arnavutluk'taki makamlara emirler göndermisti. O
    zaman daglara siginan asi Arnavut senyörleri, Macar Krali ile iliski
    kurdular. Kral, Balkanlar'da Osmanlilara karsi yeni bir müttefik
    bulduguna inanarak anlari tesvik etti. Böylece Osmanlilar'i uzun süre
    mesgul edecek olan Arnavutluk gailesi ortaya çikti. Gerçekten de uzun
    bir süre geçmeden Izladi savasi sirasinda (Kasim 1443) Osmanli
    ordusundan kaçacak olan Iskender Bey, Arnavut beylerinin basina geçmek
    suretiyle mukavemet hareketini organize edip; Kuzey Arnavutluga giden
    Anayol üzerindeki Kocacik kalesini zapt ederek babasinin topraklarini
    elde etmeye yönelik faaliyetlere giristi.


    IKINCI MURAD VE HAÇLI ITTIFAKI

    Belgrad kusatmasinin basarisiz bir sekilde sonuçlanmasi üzerine baslayan
    ve maglubiyetlerle geçen buhranli bir kaç yilin verdigi cesaretle
    Hiristiyanlar, Osmanlilar'i Avrupa'dan atacaklarina iyice kanaat
    getirmislerdi. Gerçi Osmanlilar, düsmanin gücünden dolayi Belgrad
    muhasarasini kaldirmis degillerdi. Bunun sebebi, kalenin çok müstahkem
    olmasi, uzun süren muhasaranin sebep oldugu salgin hastaliklarin verdigi
    zayiatti.

    Hiristiyan dünyasindaki bu anlayis ve sebep oldugu birlesme, Osmanlilar
    tarafindan ögrenilmisti. Gerçekten 1439 yilinda Floransa konsilinde
    Bizans Imparatoru VIII. Ioannis Paleologos'un istirakiyle Sark ve Garp
    kiliseleri arasinda "Union"un imzalanmasi, Osmanli Devleti'nde büyük bir
    kaygi ile karsilanmisti. Osmanlilar'daki bu kaygiyi ögrenen Ioannis,
    Sultan Murad'dan çekindigi için ona elçiler gönderip bu konsilin sadece
    dinî bir sebebe dayandigini, siyasî bir gayesinin bulunmadigini
    bildirecektir. Bizans tarihçisi Dukas bu olayi söyle nakl eder:

    "Imparator, seyahatten avdeti münasebetiyle Murad'a elçiler gönderdi.
    Padisaha karsi minnettarligi ile hilesiz dostlugunu arzetti. Zira bazi
    kimseler, Murad'i imparator aleyhine harekete sevk etmek istemisler ve
    padisaha "imparator, Frengistan'a gittigi vakit Frenklerle ittifak edip
    Frenk oldu. Bunlar, denizden ve karadan padisah aleyhine yürüyecekler ve
    Türkleri Garp vilayetlerinden çikaracaklar" demislerdi. Elçiler ise bu
    hususta Murad'a izahat vererek imparatorun Italya'ya seyahatinin
    kendisine arz edildigi gibi olmadigini, kendi dinlerinin akidelerinde
    (inançlarinda) meydana gelen ihtilaflarin halli için gittigini
    söylediler. Böylece Padisah'in fikrini tashih ettiler." Bununla beraber
    daha o zaman Floransa'da Osmanlilar aleyhine denizden ve karadan bir
    Haçli seferi plâni kararlastirilmisti. Imparatorun mabeyincisi J.
    Torzello, o zaman söyle yazmakta idi: "Rumeli'nin bahis mevzuu durumu
    göz önüne alinir ve söyledigim gibi haçli askeri gelirse, Allah'in
    inayetiyle bir ay içinde her sey halledilmis olacaktir. Rumeli zapt
    olunduktan sonra bir ay içinde de Arz-i Mukaddes ele geçirilecektir."
    Gerçekten muasir Türk kaynaklari, Gazavat ve Misir sultanina gönderilen
    Varna fetihnâmesi, Floransa toplantisini buhranin baslangici olarak
    kabul ederler.

    Bilindigi gibi Sultan Ikinci Murad zamani, Osmanli Macar mücadelesinin
    baslama dönemidir. Gerçi Sirbistan, Osmanlilar tarafindan feth
    edilinceye kadar Macarlarla bazi çatismalar olmustu. Fakat genelde
    Macarlar, Osmanli hareketinin kendi hududlarinin çok uzaginda
    bulunmasindan dolayi bunu pek önemsemiyorlardi. Fakat Sirbistan'in
    Osmanlilar'a ilhaki ile Osmanlilar ile Macarlar komsu iki devlet haline
    gelmislerdi. Bu ana kadar Macar hâkimiyetinde bulunan Erdel
    (Transilvanya) topraklarina yapilan akinlar hariç tutulacak olursa,
    buraya girilmemisti. Akin hareketlerinde birçok çarpisma olmussa da
    bunlar, tam anlamiyla bir fetih ve ilhak degil, fethe zemin hazirlayan
    harplerdi. Halbuki Belgrad zaptina tesebbüs edilmekle Osmanlilar, artik
    Macar topraklan için de tehlike olmaya baslamislardi. Bu sebeple iki
    millet arasinda bir mücadele kaçinilmaz oluyordu. Çünkü Osmanlilar
    "îlay-i kelimetullah" gayesi ile giristikleri hareketlerini daha ileriye
    götürmek, Macarlar da buna mani olmak gayesini güdüyorlardi.

    Macarlar karsisinda, kayda deger ve maglubiyetle biten çarpismalarin
    ilki, Mezid Bey komutasinda Transilvanya'ya yapilan akin hareketidir.

    30 Zilkade 845 (18 Mart 1442)'de Mezid Bey komutasindaki bir akinci
    kuvveti, Transilvanya'ya girmisti. Bu birlik, mutad akinlarda bulundugu
    gibi Sent Imre mevkiinde de büyük bir basari elde ederek Hermanstad
    kalesini kusatma altina almisti. Bu siralarda tarihlerimizde Yanko
    denilen Jan Hunyad (Hunyadi Yanos), Macarlarin Osmanlilara karsi olan
    savaslarinda ilk defa ortaya çikar. Jan Hunyad, Simon de Kemeny ile
    birlikte muhasara altinda bulunan kalenin imdadina yetisir.

    Mezid Bey'in, yersiz gururu yüzünden kaybedildigi anlasilan bu savas
    hakkinda Hammer su ifadeleri kullanmaktadir: "Mezid Bey, daha önceleri
    kazandigi basari ile gururlandigindan, anlari karsilamaya yürüdü. Mezid
    Bey, yigitlikleri ile taninmis seçkin sipahilerine Hunyad'in ati ile
    tasidigi silahlari tarif ederek onlar hakkinda bilgi vermisti. Sipahiler
    de Hunyad'i ölü veya diri yakalayip getireceklerine söz vermisti.
    Casuslari vasitasiyle bunu ögrenmis bulunan Hunyad, atini ve silahlarim
    Simon de Kemeny ile degistirmisti. Simon, degistirilmis bulunan bu
    kiyafete aldanmis olan Türklerin hücumuna ugradi. Bu karisiklikta Simon
    de Kemeny en iyi askerlerinden üç bin kisi ile birlikte yok oldu. Fakat
    Hunyad'in gücü ve Hermanstad muhafizlarinin bir çikisi, savasin öteki
    tarafça (Macarlar) kazanilmasina sebep oldu."

    Gerçekten, kaynaklarin verdigi bilgiye göre muhasarayi kaldiran Mezid
    Bey, Hunyad'i karsilar. Siddetli çarpismada Hunyad'in arkadasi Simon üç
    bin kisi ile maktul düser. Böylece Mezid Bey, galip gelmek üzere iken
    Hermanstad'daki kusatilmis kuvvetin bir çikis yapip harbe istirak
    etmesiyle iki ates arasinda kalan akincilar, yanlarinda bulunan esirleri
    birakmak zorunda kaldiklari gibi yirmi bin sehid vererek maglub
    olurlar. Bu arada Mezid Bey ile oglu da sehid olur. Elde edilen Türk
    esirleri vahsiyâne bir iskenceye tabi tutularak Öldürülürler. Hiristiyan
    dünyasinin kendi dininden olmayanlara karsi sergiledikleri bu vahsiyane
    hareket, kendi eserlerinde söyle nakl edilir:

    "Önden ve arkadan hücuma ugrayan Türkler, arkalarinda tasidiklari
    esirleri düsmana terk ve yirmi bin ölüyü birakarak kaçmaya basladilar.
    Mezid Bey ile oglu öldüler. Hunyad, düsmanini takipten dönünce, galipler
    tarafindan getirilmekte olan esirleri kendisi sofrada bulundugu halde
    vahsiyâne bir eglence olmak üzere gözleri önünde öldürttü. Macarlarin
    kayiplari sadece üç bin kadardi. Hunyad, daglar üzerinde Türk
    baslarindan tepeler yaptirarak Kizil kule geçidinden Alpleri geçip
    Eflâk'a girdi. Tuna'nin iki yakasindaki memleketleri bütünüyle yakip
    yikti. Dönüsünde, hemsehrileri kendisini vatan kurtarici olarak
    karsiladilar. Hunyad, askerleri gibi kendisi de kan içici oldugundan
    Sirp despotu ve Macaristan'in müttefiki Jorj Brankoviç'e ganimet mallari
    ile savasta almis oldugu silahlar ve baska seylerle dolu bir araba
    gönderdi ki, bu araba on atla çekilmekte idi. Mezid Bey ile oglunun
    baslari da, arabanin tepesinde görülmekte idi. Bu dehset verici
    ganimetlerin ortasina oturtulmus yasli bir Türk, bunlari Brankoviç'e
    bizzat sunmak zorunda birakilmisti."

    Jan Hunyad'in bu galibiyeti, Avrupa'da büyük bir söhret kazanmasina
    sebep oldu. Bu maglubiyetin acisini çikarmak ve öcünü almak üzere
    Osmanli Devleti, ayni senenin Eylül ayinda ikinci bir kuvvet sevkine
    karar verir. Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin Pasa (Kula Sahin)
    Anadolu ve Rumeli askerleri ile yeniçerilerin de katildigi bir kuvvetle
    Silistre üzerinden Eflâk'a girer. Kuvvetine magrur olarak ihtiyatsiz
    hareket eden Pasa, tecrübeli akinci beylerinin tavsiyelerine kulak
    asmadigindan, Vlad Drakul ile birlikte hareket eden Jan Hunyad
    tarafindan Vazag mevkiinde büyük bir bozguna ugrar. Kendi hayatini
    güçlükle kurtarabilen Kula Sahin Pasa, kaçarak Tuna'yi geçer. Ancak onun
    bu korkakligi kendisinin derhal beylerbeylikten alinmasina ve yerine
    Kasim Pasa'nin Rumeli beylerbeyi olmasina sebep olur.

    Hiristiyan âlemde, büyük bir sevince vesile olan bu iki galibiyet,
    Türkler aleyhinde bir Haçli ittifakinin meydana gelmesine sebep olmustu.
    Papa IV. Eugenius tesviki ile Türkler aleyhinde derhal bir ittifak
    meydana getirilmisti. Bu ittifaka Macarlar'dan baska Leh, Ulah (Eflâk)
    ve Sirplarla Alman Imparatorlugu dahilindeki milletler, Fransa ve
    Belçika gönüllüleri yaninda, Anadolu'da Karamanoglu Ibrahim Bey, dahil
    olmustu. 22 Temmuz 1443'de Macaristan'in merkezi olan Offen (Budin)'den
    hareketle Semendire yakininda Tuna'yi geçip Sirbistan'a gelen bu orduya
    bazi Bulgarlar, Bosnalilar ve Arnavudlar da katiliyorlardi. Sultan
    Murad'a dost görünmesine ragmen Imparator Ioannis de hem Papa'ya hem de
    Macar kralina elçiler göndermek suretiyle onlari Türkler aleyhine
    kiskirtiyordu.

    Müttefiklerin basinda Polonya ve Macaristan krali Ladislas ile Jan
    Hunyad bulunuyorlardi. Macarlara iltica etmis olan Sirp despotu Jorj
    Brankoviç ile Eflâk Beyi Drakul ve Papa'nin vekili Kardinal Jülyen
    Cezzarini de bu müttefik Haçli ordusunda yer aliyorlardi. Bu ordu,
    Sirbistan'i istila ile Krusevac (Alacahisar), Sehirköy ve Nis'i tahrib
    edip atese verir. 1443 Ekim ayinda Osmanli topraklarina giren Haçlilarla
    ilk muharebe 3 Kasim 1443'te Morava nehri kenarinda ve Nis civarinda
    olur. Üç kol halinde muharebeye istirak eden Osmanli ordusu, maglub
    olarak dört bin esir ve iki bin sehid birakir. Bu harpten önce
    Haçlilarla is birligi yapip onlarin müttefiki durumuna gelen Karamanoglu
    Ibrahim Bey, Haçlilarla ayni zamanda harekete geçince Sultan Murad
    Anadolu'ya geçerek Konya taraflarina gitmis, maglub olan Karamanoglu ile
    bir anlasma yaptiktan sonra derhal Edirne'ye, oradan da Sofya'ya
    hareket etmisti. Fakat bu sirada Morava savasi haçlilarca kazanildigi
    için Sultan Murad, Balkanlarin güneyine çekilmek zorunda kalir.
    Bulgaristan'a giren Haçlilar, Sofya'yi alirlar. Haçlilarla birlikte
    hareket eden Bulgarlar, onlara hem süvari kuvveti hem de yiyecek
    tedariki için yardimda bulunurlar. Osmanli tebeasi olan Bulgar halkinin,
    Haçlilara bu sekilde yardimlari onlarin daha da güçlenmesine sebep
    olur. Böylece onlar, Meriç vadisine yol veren Balkan geçitlerine
    dayanirlar. Karaman seferinden yeni dönmüs olan Sultan Murad, bu
    istilayi Izladi derbendinde güçlükle durdurabildi. Haçlilarin bu
    cür'etli yürüyüsü, Osmanli Devleti'ni o kadar agir bir buhran içine
    sürükledi ki, Türklerin pek yakinda Balkanlar'dan tamamiyla atilacagi
    her tarafta konusulan genel bir kanaat haline gelmisti. Yanko'nun
    basarilari, Papa IV. Eugènius tarafindan merasimle kutlaniyordu.
    Gerçekten de Eylül 1444 yilinda Haçli ordusunun bir kere daha Tuna'yi
    astigi zaman adi geçen Papa, Türklerin artik tamamen Avrupa'dan
    atilacagindan süphesinin kalmadigini, durumun böyle bir hal almasindan
    dolayi sevincini belirtecek kelime bulamadigini yazmakta idi. Çagdas
    Yunan tarihçisi Chalkokondyles de, simdi Balkanlar'da yerlerinden
    atilmis birçok yerli senyörün atalarinin topraklarini yeniden elde etmek
    için acele harekete geçtiklerini görüyor ve hatta "müttefiklerden her
    biri, Rumeli'nin isgalinden sonra ganimetin hangi parçasini alacagini
    tasarlamakla mesguldu" der.

    Biraz önce de görüldügü gibi Haçlilarla Morava, Izladi ve Yalvaç
    muharebeleri yapilmis olup Osmanli ordusu zor durumda kalmisti. Tam bu
    siralarda Haçlilarin müttefiki olan Karamanoglu Ibrahim Bey, uygun
    zamanin geldigini düsünerek ve firsat bu firsattir diyerek Osmanlilar'la
    yaptigi antlasmayi bozarak 1444 Ilkbaharinda tekrar Osmanli hududunu
    geçerek büyük ölçüde istila ve tahriplere baslamisti. Böylece
    Osmanlilar, Rumeli ve Anadolu'da iki ates arasinda kalmislardi.

    Sultan Murad, gerek devam eden maglubiyetler, gerek bir önceki Karaman
    seferine katilan ve harbin kazanilmasinda faal bir rol oynayan Amasya
    Sancak Beyi büyük oglu Sehzade Alaeddin'in Amasya'ya döndükten kisa bir
    müddet sonra vefati, gerekse bu yeni Karaman taarruzu yüzünden bir hayli
    sikintili anlar yasadi. Iste bu yüzden Sultan Murad, baris yapmayi
    uygun görmüstü.

    Bu karari veren Sultan Murad, Jorj Brankoviç vasitasiyle Macaristan
    kralina müracaat edip baris teklifinde bulunur. Vladislas bu müracaati
    kabul ederek Edirne'ye bir heyet gönderir. Burada "Edirne-Segedin"
    diyebilecegimiz bir baris antlasmasi yapilir. 12 Haziran 1444 (25 Safer
    848) tarihinde Edirne'de imzalanan bu antlasmaya göre Sirplardan alinan
    yerler (Semendire, Kolombaç, Krusevaç, Topliçe taraflan, Leskofça ve
    Zelenigrad) yine Jorj Brankoviç'e birakilacak, Sirbistan'in tekrar
    kurulmasi ve despotun Osmanlilar'in yaninda bulunan iki oglunun iadeleri
    kabul ediliyordu. Buna karsilik Sirp despotu da Osmanlilar'a vergi
    vermeyi kabul ediyordu. Bundan baska Eflâk, Osmanlilar'a vergi vermekle
    beraber Macarlarin nüfuzu altinda birakilmakta idi. Sultan Murad,
    muahedeye sadik kalacagina dair Macar elçileri önünde yemin eder. Bu
    antlasmanin Macar krali Vladislas tarafindan da tasdiki için Macar
    elçilik heyeti ile birlikte bir Osmanli heyeti de Macaristan'a
    gidecekti. Muahede geregince despotun Osmanlilar yaninda bulunan iki
    oglu da serbest birakilacak ve Izladi muharebesinde esir düsen padisahin
    enistesi Çandarlizâde Mahmud Çelebi de yetmis bin duka altin kurtulus
    akçesi (fidye-i necat) karsiliginda serbest birakilacakti. Bundan sonra
    Türkler ve Macarlar birbirlerinin topraklarina tecavüz etmeyip dostça
    yasayacaklardi.


    BU DIPNOT NEREDE


    Edirne'ye gelen Macar heyeti ile birlikte padisahin tasdik ettigi
    muahedeyi Vladislas'a vermek ve onun tasdik edecegi muahedeyi de alip
    getirmek üzere Kapicibasi Baltaoglu Süleyman Bey baskanliginda bir
    Osmanli heyeti Macaristan'a gönderildi. Osmanli mürahhas heyeti önce Jan
    Hunyad'a müracaat ettiyse de o, bu yanlisligi düzelterek, heyeti
    Segedin'de bulunan milli meclise gönderdi. Yüz atli maiyetiyle hareket
    eden heyet, Segedin'e varir. Segedin'deki havaya göre antlasmanin
    imzalanip imzalanmamasi hususunda iki farkli görüs bulunuyordu. Papa ile
    Bizans Imparatoru muahedenin imzalanmamasi taraftari idiler. Buna
    karsilik Edirne muahedesiyle memleketini kurtarmis olan Sirp despotu,
    muharebenin devaminda bir fayda görmeyecegini ve belki de zarar
    görecegini düsünerek sulhun akdini istedigi gibi Jan Hunyad da
    muahedenin muvakkat bir zaman için kabul edilmesinde israr ediyordu.
    Nihayet kral, bunlarin görüsünü kabul ederek 12 Temmuz 1444'de
    Segedin'de muahedeyi imzalayarak Türk heyetine verir. Kral, barisi
    bozmayacagina dair kutsal kitaplarina el basarak Osmanli heyeti önünde
    yemin eder. On yili kapsayan muahede iki dilde yazilip teati edildi.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:38


    KARAMAN SEFERI


    Haçlilarin, Balkanlari astigi ve Osmanlilar'in Rumeli'ni kayb etme
    tehlikesi ile karsi karsiya kaldigi bir dönemde, Karamanoglu Ibrahim
    Bey, daha önce imzaladigi muahedeyi bozarak 1444 Ilkbaharinda Osmanli
    hududunu geçerek daha genis ölçüde istila ve tâhriplerde bulunmustu. Bu
    yüzden Anadolu ve Rumeli'nde Osmanlilar iki ates arasinda kalmislardi.

    Karamanoglu'nun, Haçlilarla birlesip Osmanli'yi arkadan vurmasi, Islâm
    dünyasinda büyük bir tepkiye sebep oldu. Devrin din bilginleri onu
    müskil durumda birakan vaazlara basladilar.

    Karamanoglu'nun aleyhinde baslayan bu cereyan üzerine Sultan Murad,
    Amasya'nin Hanefî ulemasindan Abdurrahman el-Muslihî tarafindan yazdmis
    bir mektupla, Islâm dünyasinin ulemasina müracaat ederek, bir din
    düsmaninin taarruzunu def etmek için ugrasan bir Islâm hükümdarinin
    mülküne, baska bir Islâm hükümdarinin taarruzuyla tahribat ve katl
    yapmasinin müslümanlikla ne derece telif edilecegi hakkinda dört mezheb
    ulemasindan fetva istemisti. Böylece Sultan Murad'in kendisi, Haçlilarla
    ugrasirken, Karamanoglu'nun, kendi ülkesini tahrib edip Haçlilara
    yardim etmesine karsilik onun üzerine yürümek için dinî bir destek
    aradigi anlasilmaktadir. Murad Bey'in bu hakli müracaati üzerine, devrin
    âlimlerinden Safiî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm Sihabu'd-Din Ahmed Ibn
    Hacer el-Askalanî (öl. 1449), Hanefî Kadi'l-Kudat'i Seyhülislâm
    Saadeddin Deyrî (öl. 1462) ile Abdusselam el-Bagdadî, Malikî
    âlimlerinden Kadi'l-Kudat Seyhülislâm Bedreddin et-Tenesî (öl. 1449), ve
    Hanbelî âlimlerinden Seyhülislâm Bedreddin el-Bagdadî (öl. 1453),
    Karamanoglu üzerine yapilacak bir seferin mesru olacagina dair fetva
    verdiler. Hatta Ibn Hacer el-Askalanî, verdigi fetvada, Karamanoglu'na
    karsi mukateleye gücü yetenlerin onunla savasmalarinin vâcib oldugunu
    belirterek kaninin helâl oldugunu beyan ediyordu. Saadeddin Deyrî ise
    kaleme aldigi fetvasinda Karamanoglu'nun yapmis oldugu fenaliklardan
    dolayi tevbe edip Hakk'a rücu' etmesini, bunun gerçeklesmesi için de
    Frenklerle savasan Osmanoglu'na askerleri ile yardim etmesini tavsiye
    ediyor, aksi takdirde dünyada ve ahirette rezil olup hüsran içinde
    kalacagini belirtiyordu. Keza Bedreddin el-Bagdadî el-Hanbelî ve
    Bedreddin et-Tenesî de Ibrahim Bey'in katlinin lâzim geldigine fetva
    vermislerdi. Amasya kadisi Abdurrahman el-Muslihî de bu fetvalara
    yaptigi bir serhle fetva sahiplerinin görüsüne istirak ediyordu.

    Ibrahim Bey'in, Frenklerle birlikte hareket etmesini Müslümanlikla
    bagdastiramayan Sultan Murad, Islâm dünyasinin taninmis âlimlerinden
    alinan bu fetvalar üzerine harekete geçer. Sultan Murad, oglu ve Manisa
    sancakbeyi Mehmed'i yerine vekil birakarak Edirne'den ayrilir. Henüz tam
    anlamiyla istikrara kavusmamis Rumeli'nin tehlikeli durumunu da göz
    önünde bulundurarak yaninda bes alti bini açmayan Kapikulu askeri oldugu
    halde 12 Temmuz'da Çanakkale Bogazi'ni geçip Anadolu askeri ile
    birlestikten sonra Karamanlilar'a karsi büyük ve müthis bir intikam
    seferine girisir.

    Osmanlilarin giristikleri bu intikam seferi karsisinda panik içinde
    Taseli'ne kaçabilen Ibrahim Bey, esi olan padisahin kiz kardesi ile
    veziri Server (Sürur) Aga'yi Yenisehir'de bulunan Murad Bey'e gönderip
    pek çok taviz karsiligi barisa razi olacagini bildirir. Elçiler,
    padisaha çok yalvarirlar. Bunlar, Ibrahim Bey'in ilk tecavüzünde
    herhangi bir müdahalesinin bulunmadigini, son defaki tecavüzü de
    Turgutogullari'nin tahriki ile oldugunu beyan ederek ycniden barisin
    saglanmasina muvaffak olurlar. Murad Bey, kizkardesinin ve bütün suçu
    Turgutogullari'na yükleyen Server Aga'nin israrlari üzerine ileri
    sürecegi sartlari yerine getirmesi sartiyle Karamanoglu ile anlasmayi
    kabul eder. Çok zor durumda kalan Ibrahim Bey, Murad Bey'le yeminle
    teyid ettigi bir "sevgendnâme" (yeminlesme) akdederek ileri sürülen agir
    sartlari kabul etmek zorunda kalir. Türkçe olarak kaleme alinan bu
    sevgendnâmeye göre Ibrahim Bey, Osmanlilar'a karsi düsmanca hareketlerde
    bulunmayacagini Kur'an-i Kerim üzerine yemin etmek suretiyle
    belirtiyor, Murad Bey ile oglu Mehmed Çelebi'nin düsmanlarina düsman,
    dostlarina da dost olmayi kabul ederek savas sirasinda da oglu emrinde
    yardimci kuvvetler göndermeyi taahhud ediyordu.

    Bu anlasmadan anlasilacagi üzere, Islâm dünyasinin efkâr-i umumiyesi
    karsisinda suçlu duruma düsen ve bundan endise duyan Ibrahim Bey,
    Osmanlilar'in Rumeli'deki mukadderatini tayin edecek olan Varna savasi
    sirasinda Osinanlilar'a zorluk çikarmadigi gibi Ikinci Kosova savasina
    da oglunun komutasinda yardimci kuvvetler göndermek suretiyle
    Osmanlilar'in, dolayisiyle Islâm âleminin dikkatlerini üzerine çekti.
    Buna paralel olarak Hiristiyanlar üzerine yapacagi bir seferin daha
    önceki fena intibai silecegini hesaplayarak henüz Kibrislilar elinde
    olup büyük babasi Alaeddin Ali Bey'in 1367 yilinda fethine tesebbüs
    ettigi Gorigos kalesini (Kiz kalesi) zapt eder.

    Daha önce de görüldügü gibi II. Murad, Karamanoglu üzerine gitmeden önce
    oglu Manisa sancakbeyi Mehmed'i Edirne'ye getirtmis ve Karaman seferi
    esnasinda da onu yerine vekil olarak birakmisti. Sultan Murad,
    Karamanoglu ile yaptigi anlasmadan sonra Agustos baçlarinda
    Yeniçehir'den Mihaliç ovasina gelmiçti. Buradan kapikulu askerleri ve
    beyleri önünde henüz 12 yasinda genç bir sehzade olan oglu Mehmed lehine
    tahttan feragat eder. Böylece kendisi Bursa'da rahat ve huzurlu bir
    sekilde ahiret içleri ile mesgul olup ibadet edebilecekti. Sultan
    Murad'in tahtini bir çocuga terk edis hadisesini mücerred ve sahsî bir
    heves veya hevessizlik olarak degil, hükümdarin böyle bir karara gidecek
    kadar asil ve feragatli bir ruh haletine sahip oldugunu görmck
    lazimdir. Bu tahttan uzaklasma keyfiyeti belki de Sultan II. Murad'in,
    devrine kazandirmis oldugu muvaffakiyetlerin anahtaridir. Zira tahti,
    sahsî bir ikbal ve devlet ihtirasi adina degil, kütle menfaati namina
    üstüne almis olmanin en kesin ve açik delilidir.

    Solakzâde, Sultan Murad'in çok çalismak suretiyle Osmanli memleketinde
    güven ve emniyet temin ettigini, içleri yoluna koydugunu belirttikten
    sonra söyle der: "Saltanat içlerinden feragat buyurup, bundan sonra
    halvette ve uzlette oturmayi arzu eyledi. Saltanat tantanasini,
    miskinlik sermayesine tebdil etmekle sonsuz ugurlar bulmayi ummakta
    idiler.” Sultan Murad, bu karekter ve yaratilista olan bir kimse idi.
    Fakat ne yazik ki bu arzusu, gerçeklesmeyecekti. Çünkü henüz 12 yasinda
    olan bir çocugun baçinda bulundugu devlet, kolay yutulabilir bir lokma
    idi. Bu sebeple Hiristiyanlar, on yillik bir muahede yapmis olmalarina
    ragmen bu antlasma on gün bile sürmeyecektir.


    VARNA SAVASI


    Kutsal kitaplari olan Incil üzerine yemin etseler bile kendilerine göre
    "dinsiz olan Müslümanlar" söz konusu olunca bu yeminin geçerli
    sayilmayacagi anlayisini gelenek haline getiren Hiristiyanlar, Varna
    Savasi ile bu geleneklerini devam ettirmis görünmektedirler. Zira
    Osmanlilar ile Hiristiyan müttefikler arasinda imzalanan baris
    antlasmasi, daha mürekkebi kurumadan bu müttefikler tarafindan
    bozulmustu.

    Sultan Ikinci Murad ile Macaristan ve Lehistan Krali Vladislas arasinda
    10 yil için yapilan mütareke, alti hafta geçmeden bozuldu. Incil üzerine
    yapilan yeminden henüz 10 gün geçmemisti ki, Papa'nin vekili Kardinal
    Julien Sezarini, kral ile krallik meclisi üyelerine, Osmanlilarla
    imzalanmis olan antlasmanin bozulmasi ve Eylül'ün ilk günü Orsova'nin
    kusatilmasi için ekanim-i selâse (Teslis, üçlü ilâh sistemi) ve Hz.
    Meryem ile azizlerden Etyen ve Ladislas üzerine yemin ettirir.

    Hiristiyan dünyasini böyle bir antlasmayi bozmaya yönelten firsat,
    Sultan Murad gibi tecrübeli bir hükümdarin hükümdarliktan çekilerek,
    devletin basina çocuk yasta bir kimsenin getirilmesi idi. Bu saltanat
    degisikligi, Türklerin, Balkanlar'dan atilmasi için uygun ve kaçirilmaz
    bir firsatti. Bu firsatin degerlendirilmesi gerekiyordu. Bunun için de,
    yapilan yeminin hiç bir mânâ ifade etmeyecegi, bizzat din adamlari
    tarafindan belirtilmeliydi. Nitekim bu da yapildi. Bu arada Karamanoglu
    Ibrahim Bey fiilen bir sey yapamiyorsa da vaziyetin müsaid oldugunu
    müttefiklere bildirmesi, Bizans Imparatorunun Papa'yi tesvik etmesi ve
    sarayinda bulunan Osmanli hanedanina mensup sehzade Orhan'i (Çelebi
    Sultan Mehmed'in oglu) Çatalca taraflarina salivererek saltanat
    iddiasiyla onu ortaya çikarmasi, durumu nazik bir safhaya sokmustu.
    Çünkü Osmanli yönetimi böyle bir sey beklemiyordu. Zira yapilan
    antlasma, bagli kalinmasi gereken bir yemindi. Kime karsi ve hangi
    sartlarla olursa olsun bozulmamasi gerekirdi. Fakat Haçli ordusu
    yeminine bagli kalmadigi için böyle bir savas vuku bulmustu. Dukas'in
    ifadesine göre antlasmanin bozulmasini anlamakta güçlük çeken Sultan
    Murad, Hammer'in de belirttigi gibi, savas esnasinda "düsmanlarin
    hainliklerini kendi askerlerine göstermek istiyormus ve yemininden
    dönenleri cezalandiran Cenâb-i Hakk'in, himayesini bekliyormus gibi,
    Hiristiyanlarin bozmus olduklari antlasmayi, hendegin kenarina dikilen
    bir mizragin ucuna astirmisti."

    Türkleri bütünüyle Balkanlar'dan uzaklastirmak için gereken tedbirlere
    bas vuran Papa, Anadolu'daki Türklerin Rumeli'ye geçmelerini önlemek
    için Çanakkale Bogazini kapatmak üzere Kardinal Françesco Gondolmieri
    komutasindaki donanmadan da uygun mektuplar aliyordu. Bu da savasin
    yeniden baslamasi için bir firsatti.

    Papanin, donanma komutani olan Kardinal Françesco Gondolmieri,
    Anadolu'dan Rumeli'ye kuvvet geçirilmeyecegini temin ediyordu. Bu
    vaziyet karsisinda artik Türklerin isi bitiriliyor ve Balkanlardan
    çikarilacaklarina kesin gözle bakiliyordu. Haçlilarin, basarili komutani
    Jan Hunyad'm, Türklerden alinacak Bulgaristan'a kral olacagi da vaad
    ediliyordu. Böylece, baslangiçta antlasmayi bozmanin ve yeniden
    Osmanlilarla bir harbe girmenin taraftan olmayan Jan Hunyad, fikrinden
    caydirilmis oluyordu.

    Edime-Segedin muahedesinin bozulmasi üzerine, Macar, Bohemya, Eflâk,
    Hirvat, Polonya ve Alman milletleri ile Papa taraftarlari da dahil olmak
    üzere büyük bir ittifak kurulmustu. Gizlice donanma vermek suretiyle
    Venedikliler de bu ittifaka dahil olmuslardi. Osmanlilar'in üst üste
    maglubiyetleri, Venedikliler'i parsayi toplamak ümidine kaptirmisti.
    Sayet Osmanlilar maglub olurlarsa ki buna kesin gözü ile bakiliyordu
    Gelibolu, Selânik ve Karadeniz sahilindeki bazi yerler, bunlara
    verilecekti. Bununla beraber Venedikliler, Papa'ya verdikleri gemilerine
    kendi bayraklarini degil, Papalik ve Burgondiya bayraklarini
    çekmislerdi. Böylece güya Osmanlilar'a karsi tarafsiz kaldiklarini
    göstereceklerdi. Osmanlilar'a vergi veren Raguza (Dubrovnik) Cumhuriyeti
    de Macarlarla birlikte hareket ederek harbin sonundaki taksimde Avlonya
    ile Kanina'yi almak istiyordu. Bizans Imparatoru, müttefiklerin
    galibiyetinden istifade edecegini ümid etmekle beraber, Osmanlilar'dan
    çekindigi için sureta pek istekli görünmüyordu. Bununla beraber
    Imparator VIII. Ioannis, Macar Krali ve diger hiristiyanlara bas vurup
    Karamanoglu'nun isyanindan dolayi müttefiklerin acele sefere çikmalarini
    istemisti. Bu siralarda akd edilen Edirne muahedesi üzerine, 30 Temmuz
    1444 tarihli ikinci bir mektupla Türklerin çok zor durumda olduklarini
    bildirerek bir an önce harbe baslanmasini israrla tavsiye ediyordu. Bu
    hareketi ile harbe girmeden ve burnu kanamadan bir hisse almak
    istiyordu.

    Muahedenin bozulmasindan sonra derhal taarruza geçilmedi. Böylece bir
    açikgözlük veya hile daha yapiliyordu. Zira, muahedenin bozulmus
    oldugundan haberi olmayan Osmanlilar'in, antlasma geregince Sirplara
    terk edecekleri yerlerin verilmesi bekleniyordu. Gerçekten de muahedeye
    bagli olan Osmanlilar, antlasma geregi Sirplardan aldiklari yerleri geri
    verdiler. Ancak bundan sonra Eylül ayinda Birlesik Haçli ordusunun
    taarruzu baslayacakti. Müttefikler, baslarinda Kral Vladislas oldugu
    halde harbe girmeyen Sirp despotunun (muahededeki yeminini bozmayacagini
    söyleyen Sirp despotu, Osmanli Devleti'ni de durumdan haberdar etmisti)
    topraklarina girmeyerek Orsova'dan Tuna nehrine geçip Vidin'e gelirler.
    Burayi yaktiktan sonra Nigbolu'da Eflâk voyvodasi Vlad Drakul'un
    kuvvetleri ile birleserek Tuna boyunca yürüyüp Sumnu'ya ulasirlar.
    Geçtikleri yerlerde müdafaasiz köyleri ve hatta kiliseleri yagmalayarak
    Sumnu'yu aldiktan sonra Pravadi yolu ile Vama önünde belirdiler.
    Osmanlilarin, Tuna nehrinde isletilmek üzere Kamçik nehri agzinda
    yaptiklari yirmi sekiz nehir gemisi de, bu kuvvetler tarafindan yakilir.

    18-22 Eylül'de Tuna'yi asip Varna yakinlarina gelen bu güçlü ordunun
    meydana geçirecegi tehlikeden endiseye düsen Osmanli devlet ricali,
    durumun vahemetini kavradiklarindan basta vezir-i a'zam Çandarli Halil
    Pasa olmak üzere diger devlet adamlarinin telkini ile II. Mehmed,
    babasini baskomutan olmak üzere Edirne'ye davet eder. Cebe Ali (Veya
    Kassaboglu Mahmud Bey), tehlikenin büyüklügünü anlatmak üzere Sultan
    Murad'a gönderilir. Cebe Ali'nin tesirli konusmasi üzerine Murad Bey,
    yaninda kirk bin Anadolu askeri ile Edirne'ye dogru yola çikar. Bu
    esnada Çanakkale Bogazi Haçli donanmasi tarafindan tutuldugu için oradan
    Rumeli'ye geçme imkâni bulamaz. Sultan Murad, düsmani sasirtmak için
    küçük bir kuvvet gönderip kendisi sür'atle Istanbul Bogazina gelip
    Güzelcehisar (Anadolu Hisari)'dan Rumeli'ye geçer. Koordineli bir
    sekilde hareket eden Osmanli birliklerinden biri bogazin Anadolu
    tarafina geldigi zaman Veziri A'zam Halil Pasa komutasindaki bir diger
    birlik, toplarla Anadolu Hisari'nin karsisina gelip geçis için gerekli
    emniyet tedbirleri almisti. Her bir nefer için bir duka altin verilmek
    suretiyle Ceneviz gemileri ile karsi sahile geçen Osmanli ordusunun
    geçis haberi, düsman birlikleri arasinda telasa sebep olur. Sultan
    Murad'in, bogaz geçisini engellemek isteyen iki Bizans gemisinden biri,
    topla batirilirken digeri yarali olarak kaçip kurtulur.

    Sür'atle Edirne'ye gelen Murad, oglu Mehmed ve vezir-i a'zami orada
    birakarak ordu komutani sifatiyla Varna önlerine gelmis olan Haçlilar
    üzerine gider.

    Murad Bey, Varna önlerine geldigi sirada düsmanin ileri hareketini
    yakindan takib eden Rumeli Beylerbeyi Sehabeddin Pasa, esas orduya
    katilir. Harp düzenine göre Osmanli ordusunun sag kolunda Anadolu
    Beylerbeyi Karaca, sol kolunda da Rumeli Beylerbeyi Hadim Sehabeddin
    Pasalar (bazi kayitlarda sol kolunda Turahan Bey bulunmustur)
    bulunuyorlardi. Merkezde de bas komutan olarak II. Murad vardi. Daha
    önce de temas edildigi gibi merkez cephesinin önüne bir mizrak ucuna
    takilmis olarak Segedin muahedenhamesi dikilmisti. Ordunun gerisi tahkim
    edilmediginden sarilma tehlikesi vardi. Merkezde yeniçerilerin önünde
    kaziklarla korunmus bir hendek bulunuyordu.

    Müttefiklerin, Ulahlar ve bes bölük Macar'dan meydana gelen sol kanadi,
    Varna batakliklari ile muhafaza altina alinmisti. Sag kol ise açik ovaya
    ve sehre dogru düsmüstü. Burasi açik ve tehdide mamz oldugundan Macar
    kuvvetleri tamamen burada toplanmislardi. Siyah bayraklari altinda
    Kardinal Jülyen Sezarini komutasindaki kuvvetler bu kolda idiler. Kral
    Vladislas, merkezde Sen Jorj sancagi altinda bulunup elli süvari ile
    koruma altina alinmisti. Baskomutan Hunyad ise hemen hemen her tarafta
    görülüyordu.

    Her iki tarafin sahip oldugu insan gücü, kesin olarak belli degilse de
    düsman kuvvetlerinin Türk kuvvetlerinden daha fazla oldugu bir
    gerçektir. 28 Receb 848 (10 Kasim 1444) Sen Marten yortusuna tesadüf
    eden Sali günü baslayan Varna Savasi, Haçlilarca ugurlu sayilan bir
    günde oldugu için sevince sebep olmustu. Bununla beraber, Hiristiyanlari
    büyük bir korkuya sevk eden bir hadisenin de cereyan ettigini belirtmek
    gerekir. O anda patlak veren siddetli bir kasirga, kralinki hariç olmak
    üzere Haçli ordusundaki bütün bayraklari savurup atmisti.

    Muharebe baslar baslamaz Jan Hunyad, Osmanli ordusunun Karacabey
    komutasindaki sag koluna hücum ederek püskürtür. Sol kola yüklenen Eflâk
    kuvvetleri ise bu kolu bozguna ugratirlar. Hatta yandan padisahin
    bulundugu ordu merkezine dogru yürüdülerse de sonradan püskürtülürler.
    Ordunun gensinin iyice tahkim edilmemesinden dolayi (burada agirliklar
    ve develer bulunuyordu) bu kisim da tehdid altinda idi. Sag ve sol
    kollar dagilmis olduklarindan ordu merkezinde yalniz hükümdar, maiyeti
    ve kapikulu askerleri kalmisti. Fakat Sultan Murad telas göstermeyerek
    yerinde duruyor ve komutayi birakmiyordu.

    Osmanli ordusunun sag ve sol kanatlarinin bozuldugunu gören Macaristan
    krali Ladislas, kendini tutamayarak heyecana kapilir ve Polonya
    kuvvetleri ile birlikte Osmanli ordusu merkezine ve padisahin üzerine
    hücum ederek sancaklarin bulundugu yere kadar gelir. Hükümdarlarinin
    büyük bir tehlikeye maruz kalacagini gören yeniçeriler, büyük bir
    gayretle savasip merkezden içeriye giren düsman kuvvetlerini çevirirler.
    Tam bu esnada Timurtas adli bir yeniçeri, kralin atinin ayagina bir
    balta vurarak onu ati ile birlikte yere düsürür. Kralin düstügünü gören
    Koca Hizir adinda bir yayabasi (Yeniçeri bölük komutani), hemen kosup
    kralin basini keser. Kesilen basi bir mizragin ucuna takip yüksek sesle
    baginp kralin öldügünü söyleyince Polonya kuvvetleri dagilip kaçmaya
    baglarlar. Büyük bir kismi da kaçamayarak öldürülür. Bu sirada
    Osmanlilar'in sol kolunu çevirmekte olan Jan Hunyad, sür'atle yetiserek
    vaziyeti düzeltmeye çalisip, "biz, kral için degil, dinimiz için
    vurusmaya geldik" dediyse de basarili olamaz. Kralin öldügünü duyan
    Osmanli birliklerinin daha bir azimle geri döndüklerini görünce
    toplayabildigi kadar askeri ile kaçmaya baçlar.

    Varna muharebesinde Anadolu Beylerbeyi Karaca Pasa ile Kara Timurtas
    Pasa'nin torunu Umur Bey'in oglu Osman Bey sehid olmuslardi. Düsman
    ordusunda ise Kral Ladislas ve muahedenin bozulmasinda birinci derecede
    rol oynayan Kardinal Julyen Sezarini ölmüslerdi. Bazi kaynaklarda
    (Sahavî, et-Tibru'l-Mesbûk fî Zeyli's-Süluk, Ayasafya Ktb., nr. 3113, s.
    191) Osmanlilarin bu savasta on bin kadar sehid verdikleri
    belirtilmektedir. Düsmanin telefati ise bundan daha fazla idi.

    Sultan Murad, kazandigi bu önemli zaferden sonra, güvendigi adamlarindan
    biri olan Azeb Bey'le savas alanini gezip düsman ölülerini görünce:

    — Sasilacak sey degil mi? Bütün bu delikanlilar arasinda bir tane ihtiyar yok, der. Bu söz üzerine Azeb Bey ona su cevabi verir:

    — Eger aralarinda yaslica bir kimse olsaydi, böyle delice bir harekette bulunmazlardi."

    Osmanlilar, bu savaçta külliyetli miktarda savas ganimeti elde ettiler.
    Degerli esya ile dolu ikiyüz elli araba, galip gelen Osmanlilar'in eline
    geçmisti. Bu da gerçekten büyük bir ganimet idi.

    Müslümanlarin, Avrupa'daki varliklarinin devam edip etmemesi bakimindan
    bir dönüm noktasi olan Varna savasindan sonra, zaferi müjdelemek üzere
    belli basli sehirlerin kadilarina ve Islâm hükümdarlarina fetihnâmeler
    gönderildi. Sultan Murad, bu savasta esir alinan düsman askerlerinden
    bir kismini ve nasil demirden adamlari yendigini daha iyi anlatabilmek
    için Macar asilzâdelerinin giydigi zirhlarla donatilmis yirmi bes esiri,
    Misir Sultani Melik Zahir Çakmak'a gönderdi.

    II. Murad, bozulmasin diye bal içinde muhafaza edilen kralin basini
    zaferinin bir nisanesi olarak Bursa valisi Cebe Ali'ye göndermisti.
    Bursa halki, kalabalik bir topluluk halinde bu zafer nisanesini
    karsilamaya çikar. Nilüfer suyunda yikanan bu bas, bir mizrak ucunda
    sokaklarda dolastirildi. Böylece, daha önceki savaslarda meydana gelen
    maglubiyetler yüzünden moralleri bozulmus olan halka moral verilmeye
    çalisilir.

    Murad Bey, savasi müteakip Edirne'ye dönünce vezirlerinin de istegi
    üzerine bir müddet daha orada kalir. Zira tehlike henüz tam anlamiyla
    ortadan kalkmis degildi. Bir müddet sonra tehlikenin tamamen kalktigini
    gören Murad Bey, oglunun mevkiini sarsmamak için, yaninda Sarabdar Hamza
    Bey ile Iskender Pasa oldugu halde Manisa'ya çekilir. Manisa'daki
    ikameti müddetince kendisine Saruhan, Aydin ve Mentese sancaklarinin
    geliri tahsis olunur. Âdeta, tahttan ikinci bir feragat anlamina
    gelebilecek bu fedakârliga ragmen Murad Bey'in, Varna galibi olarak
    büyük bir söhret kazandigi anlasilmaktadir.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:39


    II. MURAD'IN TEKRAR TAHTA GEÇISI

    Murad Bey'in, Manisa'ya çekilmesinden sonra, devamli surette onu padisah
    olarak kabul edip buna göre muamele eden Çandarli Halil Pasa ile, genç
    padisahin etrafinda toplanan rakipleri ikinci vezir ve Rumeli Beylerbeyi
    Hadim Sehabeddin, genç padisahin lalasi Zaganos ve vezir Saruca
    Pasa'lar arasinda bir iktidar mücadelesi baslar. Bu arada, genç padisahi
    yeni fetihler için tesvik eden Sehabedin ve Zaganos Pasa'lar, onu
    devletin siyasetine hakim tek hükümdar olarak görmek istiyorlardi. Bu
    durumdan haberdar olan ve kendilerini tehlikede gören Karamanoglu ile
    Kastamonu hâkimi, Murad Bey'e bas vurarak vaziyeti anlatmak zorunda
    kalmislardi. Sonradan bunlara Bizans Imparatoru ve Despot da
    katilacaklardir, Murad Bey, bu bas vurular üzerine küçük sultan ile, onu
    bu siyasete iten vezirleri siddetle ikaz etmis olmasina ragmen, oglunun
    gerçek bir padisah gibi hareket etmesinden dolayi da içten içe
    sevinmisti. Bundan sonra Çandarli Halil Pasa'nin hazirlayacagi uygun
    vasati beklemeye baslar. Nitekim çok geçmeden yeniçeriler 1446'da
    Sehabeddin Pasa'nin aleyhine olmak üzere isyan ederler. Halkin da
    destegi ile güçlükle bastinlari bu isyan üzerine, devletin iç ve dis
    emniyeti için Murad Bey'in tekrar Edirne'ye gelip is basina geçmesi
    gerekiyordu. Halil Pasa'nin gizli daveti ile Murad Bey, 5 Mayis 1446'da
    Rumeli'ye gitmek üzere 4000 kisilik bir kuvvetle Manisa'dan yola çikar.
    Fakat sonradan fikrini degistirerek Bursa'ya gider. Ama Mora'da despot
    Konstantin'in tasarrufunun devam ettigi bir sirada Halil Pasa, Ishak Bey
    ve Anadolu Beylerbeyi Özgüroglu Isa Bey, onu tekrar Edirne'ye davet
    ederler. Bunun üzerine Murad Bey, Agustos sonlarinda, oglunun haberi
    olmadan Edirne'ye gelir. Ertesi gün Halil Pasa, Ishak Bey, Isa Bey ve
    diger beyler aralarinda anlasip genç padisaha nezaketen tahtini babasi
    lehine terk etmesini, fakat onun bunu kabul etmeyecegini söyleyerek bir
    emrivaki yaparlar. Murad Bey, yapilan teklifi kabul ederek tahta geçer.
    Tursun Bey, Sultan Mehmed'in babasina olan saygisindan dolayi tahtini
    gönül rizasi ile teslim ettigini söyleyerek söyle der: "Amma çün atasina
    nisbet-i kemâl-i inkiyadi var idi, hüsn-i riza ile atasin getürdi,
    saltanatin teslim etti." O anda da orada hazir bulunan herkes kendisine
    bey'at etti. Mehmed, veliahd olarak Zaganos ve Nisanci Ibrahim Bey'le
    birlikte Manisa'ya gönderildi.


    BALKANLAR'DA HAKIMIYET VE MORA SEFERI

    Yildirim Bâyezid zamaninda Osmanli nüfuzu altina girmis olan Mora,
    Ankara Muharebesi'nden sonra baglantidan kurtulmustu. Mora'nin büyük bir
    kismi Bizans'a aitti. Eskiden beri imparatorun oglu veya kardesleri bu
    yarimadada "Despot" adi ile müstakil birer hükümdar gibi hüküm
    sürerlerdi. Mora Despotu olan Konstantin (1448'den itibaren Bizans
    Imparatoru), Segedin muahedesini kabul etmek zorunda kalan Sultan
    Murad'in, hükümdarliktan çekilmesi üzerine durumu kendi lehine müsait
    görerek Teb, Beotya ve Pindos taraflarini ele geçirerek Mora'nin
    müdafaasi için faaliyetlere girismisti. O, bununla da yetinmeyerek
    Osmanli taraftan olan Atina prensi II. Nerio Acciajoli'yi de kendisiyle
    birlesmeye zorlamisti. Kuzeyden gelebilecek bir Osmanli hücumuna karsi,
    Gördes ile Korent denilen ve karadan Mora'nin kapisi durumunda bulunan
    dar geçidi (berzah) saglamlastirmisti. Böylece Mora, Osmanlilara karsi
    yeniden tahkim edilmis oluyordu. Mora seferinin sebebi de Padisahin bu
    tahkimattan süphelenmesi idi. Osmanlilarin, nüfuzlari altindaki Mora'dan
    vaz geçmeleri mümkün degildi. Çünkü Yunanistan fütuhatinin
    tamamlanmasi, Mora'ya hâkim olmakla mümkündü. Öyle anlasiliyor ki
    Osmanlilar'in güttükleri siyasî hedef, Tuna'nin güneyinde, kendi
    yönetimlerinde olmayan bir toprak parçasi birakmamakti.

    Daha önce de temas edildigi gibi Varna savasindan önce Papa donanmasinin
    Çanakkale Bogazini kapatmasi ve Macaristan Krali'nin Varna'ya kadar
    gelmesi, bütün Hiristiyan dünyasina oldugu gibi Kostantin'e de cesaret
    vermisti. O da digerleri gibi Osmanlilar'in Varna'da tamamen perisan
    olacaklarini ve artik Balkanlari tamamiyle terk edeceklerine inaniyordu.
    Bu yüzden de Osmanlilar'a ait bazi yerleri almisti. Sultan Murad, Varna
    zaferini kazandiktan sonra, Kostantin'in isgal ettigi yerleri geri
    vermesini istemis ise de uygun bir cevap alamamisti. Bu yüzden Mora'nin
    tekrar nüfuz altina alinmasi gerekiyordu.

    Sultan Murad, Mora seferinden önce bölgeyi ve insanlarini taniyan akinci
    komutanlarindan Pasa Yigitoglu Gazi Turahan Bey'den buranin askerî,
    siyasî ve etnografik durumu hakkinda tafsilatli bilgi alir. Sultan
    Murad, gereken bilgiyi aldiktan sonra Turahan Bey'in akinci kuvvetlerini
    Mora'nin fethi ile görevlendirir. Korent kalelerini elde edebilmek için
    çok miktarda top mermisine (gülle) ihtiyaç vardi. Bes kaleyi birden
    vurabilmek için develerle buraya bakir nakl edilerek toplar dökülür.
    Serez'de toplanan Osmanli kuvvetleri, süratli bir yürüyüsle 8 Ramazan
    850 (27 Kasim 1446)'da Korent (Korintos) berzahini kapayan Hexamilion
    (Kesmehisar) surlari önüne gelirler. Top atesiyle baslayan savasa bizzat
    Sultan Murad da katilir. Onun basinda bulundugu asil ordunun gayreti
    ile kale Aralik ayinin onunda zapt edilir. Osmanlilar'daki topçulugun
    ilerlemesi sayesinde on üç günde surlar delinmis ve Osmanli ordusu bu
    deliklerden içeri girip kaleyi zapt etmisti. Korent'in düsmesi ile
    Mora'nin kapilari yeniden Türklere açilmis oldu. Osmanlilar'ca
    Balyabadra adi verilen Mora'nin merkezi ve en büyük sehri Petras, tekrar
    feth edildi. Mora'nin kapisi olan bu yerler alininca bir koldan
    Padisah, diger koldan da Turahan harekete geçerler. Bunun üzerine Despot
    Konstantin, tarihçi Halkondilas'i elçi olarak Sultan Murad'a gönderir.
    Elçi, haber iletmesin diye baslangiçta tevkif edildiyse de sonunda
    serbest birakilir. Konstantin de senede belli bir miktar vergi vermeyi
    kabul eder. Ayrica Korent berzahi (geçit) kendisine yiktirilir. Sonuç
    olarak Osmanlilar'a karsi tecavüzlerde bulunan Despot Konstantin ile
    kardesi Thomas, tekrar Osmanli tabiiyetini tanimak zorunda kalirlar. Bu
    basaridan sonra Edirne'ye dönen Sultan Murad, buradan getirdigi esirleri
    Anadolu'ya nakl ettirip, oradan da bu bölgeye Müslüman Türkleri
    getirtmek suretiyle nüfus mübadelesi yapmisti.

    Eflâk Voyvodasi Vlad Drakul, Sultan Murad'in Mora isini basarili bir
    sekilde sonuca baglayip Edirne'ye döndügünü görünce, onunla anlasmak
    ister. Fakat Yanko tarafindan öldürülür. Öte yandan daha önce Osmanli
    ordusundan kaçtigini belirttigimiz Arnavut Iskender Bey, Papa ve Macar
    Krali ile temaslarda bulunup Arnavutluk yolu üzerindeki Kocacik hisarini
    ele geçirmisti. Morava savasi sirasinda ordudan kaçip bozgunluga
    baslamasi, Kroya sancagina tayin edildigine dair sahte bir ferman
    uydurup Kroya (Akçahisar)'ya girip hisardaki Osmanli askerinin tamamini
    uykuda iken kiliçtan geçirmesi, tekrar Hiristiyanliga dönmesi ve Papadan
    yardim görmesi gibi hareketleri yüzünden ortadan kaldirilmasi
    gerekiyordu. Iskender Bey, aldigi yardimlar sonucunda kazandigi bazi
    basarilarina güvenerek Venedikliler'le de bozusur. Osmanlilar bunu iyi
    degerlendirerek 1448 yazinda bir taarruza karar verirler. Gerçekten de
    Sultan Murad, belirtilen yilda yaninda Sehzade Mehmed de olmak üzere
    büyük bir ordu ile Arnavutluga girerek Kocacik hisarini zapt eder. Fakat
    kisa bir müddet sonra Sirp Despotu Jorj Brankoviç'ten, Jan Hunyad'in
    Macar, Eflâk, Bohemya ve Almanya'dan topladigi 90.000 kisilik bir ordu
    ile Tuna'yi geçip Sirp topraklarina girmek üzere oldugu haberini alinca,
    Sofya'ya çekilerek ordusunu yeniden düzene sokar. Buradan güney yolu
    ile Kosova ovasina gelerek düsmanini savasa mecbur eder.


    IKINCI KOSOVA MUHAREBESI

    Osmanlilar'a karsi tertiplenen bu yeni Haçli seferi, Varna zaferinden
    dört yil sonra 17-19 Ekim 1448 tarihlerinde olmustur. Takdirin bir
    tecellisi olacak ki bu ikinci seferde bulunan Osmanli hükümdarinin adi
    da Murad'dir. Birinci Kosova'da Murad Hüdavendigâr (Birinci Murad),
    Ikinci Kosova zaferinde de Ikinci Murad bulunmuslardi.

    Osmanli Devleti, Iskender Bey'in ayaklandirdigi Arnavutlar'i yola
    getirmek için ugrasiyordu. Sultan Murad, Iskender'in merkezi olan Kroya
    (Akçahisar)'yi kusatma altina aldigi zaman Jan Hunyad'in hududu geçmek
    üzere oldugunu Sirp Despotu ile Vidin sancak beyinden ögrenmisti. Bu
    haberin alinmasi üzerine Sultan Murad kusatmayi kaldirip Sofya'ya
    dönmüstü. Bu arada Jan Hunyad, Albert'in küçük ogluna naib olarak
    Macaristan'in bütün dizginlerini ele geçirmisti. Varna muharebesinin
    kahramanligina sürdügü lekeyi silmek için var gücü ile çalisip kuvvet
    topluyordu. Bunda muvaffak da oluyordu. Çünkü kisa zamanda etrafinda,
    Macarlar'dan baska Eflâk, Polonya, Erdel ve Almanya gibi devletlerden de
    kuvvetler toplanmisti. Böylece Jan Hunyad, doksan bin kisilik bir
    kuvvetin basina geçip Sirbistan'i isgal ile yoluna devam eder.

    Sultan Murad, Hunyad'in Tuna'yi geçmek üzere oldugunu ögrenince derhal
    Arnavutluktan çikarak Sofya'ya gelir. Burada orduyu terhis etmeyerek
    timarli sipahilere memleketlerinden harçlik getirmek üzere
    "harçlikçi"lar tayin edip Sofya'da beklemeye karar verir. Jan Hunyad ise
    yoluna devamla 1448 senesinin Ekim ayi ortalarinda Kosova'ya gelir.
    Osmanli hükümdari da 80-100 bin kisilik bir kuvvetle ayni yere gelir.

    Sultan Ikinci Murad, muharebeden önce baris teklifinde bulunmak üzere
    düsmana elçiler gönderdiyse de bunlar, Jan Hunyad tarafindan gerisin
    geriye gönderilmislerdi. Iki ordu harb etmeksizin karsilikli olarak bir
    gün beklediler.

    Muharebe 1448 Ekim ayinin 17, 18 ve 19. günü olmak üzere üç gün sürdü.
    Savas, Jan Hunyad'in hücumu ile basladi. Osmanli ordusu klasik bir
    düzenle sag, sol ve merkez olmak üzere bölümlere ayrilmisti. Düsmanin
    sag kolunda Macarlar ile Sicilyalilar, sol kolunda da Alman, Bohemya,
    Transilvanya ve Eflâk (Ulah) kuvvetleri bulunuyordu.

    Hunyad, Varna'daki hatalan tekrarlamayacagini düsündügünden savasi
    kazanacagindan emin görünüyordu. Haçli ordusunda, I. Murad'in oglu olan
    Savci'nin öldürülmesinden sonra kaçmayi basaran oglu Davud da vardi.
    Muharebenin ilk günü, hafif silahlarla baslayan savas, esit sartlar
    altinda devam ediyordu. Hunyad, Osmanli ordusunun ikinci gün
    çekileceginden emin görünüyordu. Bu sebeple asil hücum ikinci günü
    ögleden sonra baslayip aksama kadar devam etti. Savci Bey'in oglu
    Davud'un tavsiyesi ile gece

    yarisi Osmanli ordusuna yapilan baskin da bir ise yaramaz. Muharebe
    üçüncü gün günesin dogmasiyla tekrar baslar. Taktik geregi Osmanli
    ordusunun sag ve sol kanatlan mukavemet edemiyorlarmis gibi yavas yavas
    geri çekilirler. Böylece merkez, düsmana karsi açik ve korumasiz
    kaliyordu. Durumu fark eden düsman, bütün gücü ile merkeze yüklenir.
    Yeniçeriler bütün güçleri ile karsi koyarlarsa da onlar da yine plân
    geregi geri çekiliyormus havasini verirler. Tam bu sirada Osmanli
    ordusunun sag ve sol kanatlari, merkeze girmis olan düsman kuvvetlerini
    yandan ve arkadan çevirmeye baslarlar. Bu sirada Turahan Bey'in
    bulundugu sol kol, Osmanli karsi taarruzunun merkezini teskil ediyordu.
    Çünkü Osmanlilar'in sol kolu ile harb etmekte olan Jan Hunyad'in sag
    cenahini, Turahan Bey kuvvetleri çevirmekte idi. Çevrildigini anlayan
    düsman, ümitsizce savasmaya devam ediyordu. Tam bu esnada Vezir-i A'zam
    Çandarlizâde Halil Pasa'nin delâleti ve bazi vaadlerle Eflâk prensini
    harpten çekilmeye ikna etmesi üzerine düsman tam bir ümitsizlige
    kapilir. Önden ve arkadan hücuma maruz kalan düsman, perisan olmustu.
    Bununla beraber askerler, geri çekilerek siperlerine ulasabildiler.
    Hunyad, komutanlari ile görüsüp durum degerlendirmesi yapar. Ama gece
    yansi yanina aldigi bazi seçkin süvarileri ile harp meydanini terk edip
    kaçar. Onun kaçtigini bilmeyen ordusu, sabahleyin Türklerin hücumuna
    dayanmaya çalisirsa da komutanlarinin kaçtigini ögrenince tamamen
    dagilir. Bu ordudan pek azi kurtulur. Düsmanin zayiati on yedi bin
    kadardi. Halkondil'e göre Osmanlilar'in zayiati ise dört bin
    civarindadir. Böylece Kosova ovasinda Müslüman Türkler ikinci defa
    parlak bir zafer kazanmis oluyorlardi. Ikinci Kosova, Avrupa'nin,
    Türkleri Balkanlar'dan sürmek için yaptigi sonuncu tesebbüstür. Bundan
    sonra Avrupa tamamen savunma durumuna geçecek, elindeki toprak ve
    menfaatleri kaptirmamak için mücadele edecektir.

    Sultan Murad, 1450 yazinda oglu Mehmed'i de yanina alarak ikinci defa
    Amavutluk seferine çikar. Osmanli kuvvetleri Akçahisar'i kusatip
    toplarla dövmeye basladilarsa da hisarin savunmasini Vrana'ya birakip
    disarda ani baskinlarda bulunduktan sonra sarp daglara siginan
    Iskender'in bu neviden baskinlari yüzünden alinamaz. Tam bu esnada Jan
    Hunyad'in yeni bir hücuma kalkisacagi sayiasi yayilir. Ekim soguklarinin
    da baslamasi üzerine Sultan Murad, kusatmayi kaldirip Edirne'ye döner.
    Sultan Murad'in kaleyi feth etmeden Edirne'ye dönmesi, Hiristiyan
    âleminde büyük bir sevinçle karsilanir. Bu hâdiseden sonra Iskender
    Bey'in söhreti birdenbire artar.
    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Murat  Empty Geri: II.Murat

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 14:39


    SEHZÂDE MEHMED'IN DÜGÜNÜ

    Akçahisar kusatmasinin kaldirilmasi, Hiristiyan dünyasinda büyük bir
    sevince sebep olmustu. Bununla beraber Osmanlilar üzerinde fazla bir
    etkisinin, olmadigi anlasilmaktadir. Zira bu hadiseden hemen sonra
    Sultan Murad, sehzadesi Mehmed için Edirne'de muhtesem bir dügün
    tertiplemisti.

    Sultan Murad, daha önce bir sefer evlenmis bulunan oglu Sehzâde Mehmed'e
    Dulkadiroglu'nun kizini almak istedigini, Vezir-i A'zam Halil Pasa'ya
    sorup fikrini almak ister. O da bu görüsün yerinde oldugunu söyler. Bu
    sirada Dulkadir Beyligi'nde Nâsirüddin Mehmed Bey'in oglu Süleyman Bey
    bulunuyordu. Bundan çok seneler önce, Çelebi Sultan Mehmed Bey de
    Nâsirüddin Bey'in kizini almis oldugu için arada bir akrabalik da vardi.
    Bunun için derhal Amasya sancakbeyi Hizir Bey'in hanimi, görücü olarak
    Elbistan'a gönderilir. Süleyman Bey'in bes kizindan en küçügü olan Sitti
    Hanim'in nikahi kiyildiktan sonra gelin olarak Edirne'ye getirilir.
    1450 senesi kisinda (H. 854, Sevval-Zilhicce) genç sehzade Mehmed'in
    evlenmesi münasebetiyle dogu ve batidaki dost hükümdarlar ile tâbi
    beyler, Edirne'ye davet edilerek muhtesem bir dügün yapilir. Bu is ve
    davetlerin organizasyonu için Saruca Pasa görevlendirilmisti. Dügünden
    sonra Sehzade Mehmed genç karisiyla birlikte Manisa'ya gider.


    SULTAN II. MURAD'IN VEFATI VE SAHSIYETI

    Sultan II. Murad, genç evlileri Manisa'ya ugurladiktan kisa bir müddet
    sonra 1 Muharrem 855 (3 Subat 1451) günü kusluk vakti vefat etti.
    Kaynaklarin çogu, Sultan Murad'in Ölümünü nüzûl (felç) isabetine,
    bazilari da soguk alginligindan ileri gelen kisa bir hastaliga
    baglarlar. Dukas ve Hammer gibi bazi tarihçiler de asiri yorgunlugun
    ölümüne sebep oldugunu bildirliler. Öldügü zaman henüz kirk sekiz
    yaslarinda idi. Ölüm hadisesinden hemen sonra cesedi tahnit edilir.
    Vefat haberi Manisa'daki Sehzade Mehmed'e bildirilerek derhal gelmesi
    istenir. Halil Pasa tarafindan gönderilen bu haber üzerine "Beni seven
    arkamdan gelsin" diyen Sehzade Mehmed, sür'atli bir sekilde Edirne'ye
    gelip babasinin ölümünden 16 gün sonra Osmanli tahtina geçer. Ileride
    "Fatih" ünvanini alacak olan genç padisah, babasinin vasiyeti geregi
    cesedini Bursa'ya göndererek onu bugün hâlâ "Muradiye" diye bilinen
    semtteki türbesine defn ettirir.

    Murad Bey, veya halkin dili ile Koca Murad 1446 Agustos'unda tanzim edip
    Eylül sonlarinda Halil Pasa, Saruca Pasa, Ishak Pasa ve kadiasker
    Mehmed b. Feramürz tarafindan tescil olunan vasiyetnâmesinde nereye ve
    ne sekilde gömülecegini, üstüne yapilacak türbenin ne sekilde olacagini
    ve nihayet vakfinin sartlarini bildirir. O, asli Arapça olan ve oglu
    tarafindan uyulan vasiyetnâmesinde söyle diyordu:

    "... Öldügüm zaman beni Bursa'ya, caminin yakinindaki oglum Alaeddin'in
    3-4 arsin yanina gömün. Mezarimin üstüne büyük hükümdarlar için yapilan
    muhtesem türbelerden yapmayiniz. Cesedimi lahde degil, sünnet-i seniyye
    üzre topraga koyun. Etrafi duvar fakat üstü açik bir türbe yapiniz.
    Hafizlarin Kur'an okuyacaklari yerin üzeri kapali, kabrimin üstüne
    yagmur yagmasi için oraya tesadüf eden kismin üstü açik olsun. Azad
    edilmemis olan kölelerimin tamami ölümümden kirk gün önce azad
    edilmistir. Etrafima evlad ve akrabalarimdan kimseyi gömmeyin. Eger
    Bursa'dan baska bir yerde ölürsem nâsimi oraya nakl ediniz. Bu nakil,
    bir persembe günü olsun ki, defin cuma günü gerçeklessin..."

    II. Murad hakkinda gerek Osmanli, gerekse diger milletlere mensub
    tarihçilerin ittifaka yakin bir sekilde beyan ettiklerine göre o, ince
    ruhlu, hassas, çok âdil, merhametli, sözüne ve vaadlerine sâdik, cesur,
    azim ve tedbir sahibi, güler yüzlü, ahdine riayet edenler hakkinda dost,
    ahdini bozanlar hakkinda da sedid idi. Hammer'in de ifadesine göre
    memleketini seref ve hakkaniyetle idare ederek milletinin hatirasinda
    mütedeyyin (dindar) lütufkâr, âdil ve metin bir hükümdar adi birakti.
    Savasta oldugu gibi barista da sözünün eri idi. Ancak sözünden
    dönenlerin korkunç öc alicisi idi.

    Sultan II. Murad, ince ruhlu ve hassas bir kimse idi. Ilmî müsahabeleri
    sever, ulemayi himaye eder ve onlara tahsisatlar ayirirdi. Musikî, siir
    ve edebiyata düskündü. Denebilir ki siir, onunla Osmanli sarayina
    girmisti. Suara tezkireleri, onun sairliginden bahs ederlerken onun ilim
    ve sanata olan sevgisinden de uzun uzadiya söz ederler. Güldeste-i
    Riyaz-i Irfan'a göre bizzat kendi latif tab'i (yaratilisi) siire meyyâl
    ve nükte söyleyicilerin dildâdesi olup haftada iki gün âlim ve sairleri
    divaninda toplayip ilmî mübâheseler ederek ve sairlerin münazara ve
    münakasalarini dinleyerek "Ehl-i kemâlin cevheri, ancak itibar ile
    parlayip açilir" derdi. Çagdas tarihçi Ibn Tagriberdî, onun sahsiyeti
    hakkindaki su ifadeleri ile gerçegi yansitmaya çalisir: "Hükümdarligi
    uzun sürmüs, yükselmis, hasmet kazanmis, saadete ermis ve Rûm (Anadolu)
    hükümdarlarinin en büyügü olmustur. Cihaddan hiç bir vakit geri
    kalmamakla beraber eglence ve zevke düskündü. Allah yolunda tehlikelere
    bizzat atilir ve bu ugurda yorulmak bilmez, varini yogunu harcardi.
    Bütün hayati böyle geçmis denebilir. Bununla beraber halka karsi âdil
    olup isleri ile yakindan ilgilenirdi. Ayni zamanda cömert ve iyi huylu
    idi. Yalniz su kadar var ki keyfine düskündü. Musikî ehlini severdi.
    Fakat bir cihad haberi gelince derhal kalkar her seyi birakirdi."

    Ülkesinde kültür ve ilim hayatini yükseltmek için her fedakârligi göze
    alabilen Sultan Murad, ilim adami ve bilginlere karsi son derece cömert
    davranirdi. Bu sebeple Arabistan, Türkistan ve Kirim gibi yerlerden pek
    çok degerli âlim, onun ülkesine gelmisti. Bu da memlekette kültürün
    gelismesine ve ilmî ilerlemenin sür'atli bir sekilde olmasina sebep
    olmustu. Gerçekten de onun döneminde Arapça ve Farsça'dan bir çok eserin
    Türkçe'ye tercüme edildigini, bunun da kültürel gelismeye tesir
    ettigini biliyoruz. Hatta onun adina birçok eser telif ve tercüme
    edilmisti.

    Sultan Murad, Edirne, Bursa, Selânik, Ipsala ve Ergene gibi önemli
    yerlesim merkezlerinde yaptirdigi hayir ve sosyal tesisler ile de dikkat
    çeker. Yaptirdigi muazzam eserler sebebiyle kendisine "Ebu'l-hayrât"
    ünvani verilmisti. Onun bu neviden faaliyetlerini gören devrinin devlet
    erkâni ile zenginleri de benzer tesisleri kurmakta gecikmediler.
    Bursa'da Muradiye Camii, imâret, medrese ve müstemilâti Sultan II. Murad
    tarafindan yaptirilmistir. Fakat bu hakan asil dev eserlerini Edirne'de
    insa ettirmisti. Bunlarin en mühimleri, Muradiye (1435), Dâru'l-hadis
    (1435), Yeni Cami (Bugünkü adi ile Üç Serefeli, 1447) gibi eserlerdir.
    "Üç Serefeli" denen minare, Türk minarelerinin en güzellerinden biridir.
    1413'te Çelebi Sultan Mehmed'in, Mimar Konyali Haci Alaeddin'e
    tamamlattigi Eski Cami'de oldugu gibi Üç Serefeli'de de kisin abdest
    musluklarindan sicak su akardi. Sultan Murad, Edirne'yi ihya edercesine
    kalkindirmis ve Balkanlarin en büyük sehri haline getirmisti. O, Ergene
    köprüsünü yaptirmak suretiyle bölgeyi de yerlesime açmisti. Dogu ile
    bati arasinda önemli bir geçit vazifesi gören Ergene köprüsünün yeri,
    orman ve bataklikti. Bu yüzden burasi, eskiya, kanun kaçaklari ve
    hirsizlar için mükemmel bir barinak vazifesi görüyordu. Sultan Murad,
    böyle bir yerde köprü yaptirmak suretiyle hem kötülüklerin barinagini
    kurutmus oluyor, hem ulasimin kolaylasmasini sagliyor, hem de bölgenin
    mamur hale gelmesine yardim ediyordu. Köprünün insasindan sonra burada
    cami, hamam, imâret ve pazar gibi halkin ihtiyaçlarina cevap verebilecek
    sosyal tesisleri kurduktan sonra halki oraya yerlestirir. O, bununla da
    kalmaz, gelip oraya yerlesen halki birçok vergiden de muaf tutar.
    Âsikpasazâde köprü insaatinin durumunu verdikten sonra söyle der:
    "Köprünün iki basini mamur sehir edüp imâret ve Cuma mescidi etti. Hamam
    ve pazarlar yapti. Ve ol vakit kim imâretin kapusu açildi. Sultan Murad
    ulemayi ve fukarayi kendisi aldi ol imârete vardi. Bir nice gün atâlar
    etti. Akçalar ve floriler ülestirdi. Ol taam pistigi vakit kendi mübarek
    eli ile fukaraya ülestirdi. Ve çiragin kendi uyardi. Yapan mimarlara
    hil'atlar giydirdi. Ol sehrin halkini cemi-i avarizdan muaf ve müsellem
    etti."

      Forum Saati Paz 19 Mayıs 2024, 20:19