WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ



Join the forum, it's quick and easy

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
WEP ARISI SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ

***Wep Arısı Arı Bir Sitedir. Wep Arısı Gerçek Düşünçeyi Yansıtan Sitedir***


    II.Selim

    ZonGiSi
    ZonGiSi


    Mesaj Sayısı : 173
    Points : 63015
    Reputation : 3
    Kayıt tarihi : 11/12/12
    Yaş : 45

    II.Selim  Empty II.Selim

    Mesaj tarafından ZonGiSi C.tesi 01 Haz. 2013, 15:29

    II.Selim

    Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm
    halîfelerinin yetmiş altıncısı. Kânûnî Sultan Süleyman Hanın oğlu olup,
    28 Mayıs 1524 senesinde Hürrem Haseki Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde
    mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idâresi ve teşkilâtını
    iyice öğrenmesi için Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği
    yaptı. Vâlilik yıllarında tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü
    arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu. İlim ve sohbet
    meclislerinde çok bulunurdu.
    Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çıkıp, Zigetvar
    Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdişâhın ölümünü gizli tutan
    Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa, veliaht Selim’e haber göndererek
    saltanata dâvet etti. Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde bulunan Selim
    Han, sür’atle İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı.
    Sultan Selim Han, Osmanlı pâdişâhı olmasıyla devlet idâresine ve orduya
    ehil devlet adamları ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını
    da yerinde bıraktı. Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşayı vazîfesinde
    bırakması devlet idâresi ve îmâr faâliyetlerinin devâmında isâbetli
    oldu.22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli
    devletlerin elçilerini kabul etti. Bu elçilerden özellikle zamânın
    kudretli devletleri sayılan ve çok değerli hediyelerle gelen Avusturya
    ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti, Kânûnî
    Sultan Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde
    bulunmuş ve her iki devlet de Osmanlı Devletinin askerî kuvvet ve
    kudreti karşısında kaybolup ezilmişti. Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta
    geçiyordu. İki devletin en büyük endişesi ve merâkı, yeni hükümdârın
    güdeceği siyâsetti. Dedesi Yavuz Selim Han gibi bir doğu siyâseti tâkip
    ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı
    yüklenecekti? Her iki devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti belli
    oluncaya kadar Türk ordularını kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için,
    Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine büyük ehemmiyet vermekteydi.
    Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına
    antlaşma imzâladı (17 Şubat 1567). Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar
    Seferinde fethettiği yerler Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya
    İmparatoru her seneOsmanlı Devletine 30.000 Macar altını vergi
    verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler
    ve sınır boylarına saldırılarda bulunmayacaklardı. Bu arada iki devlet
    arasında çıkması muhtemel hudut anlaşmazlıkları, Osmanlı Devletinin
    Budin, Avusturya’nın da Macaristan vâlisi arasında görüşülüp
    hâlledilecekti. Avusturya ile antlaşma imzâlayan Selim Han, birkaç gün
    sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî SultanSüleyman Han devrinde
    imzâlanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti.
    Bu sırada Yemen’de Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya
    çıktı. Kısa zamanda bu ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti.
    Topal Mutahhar sâhile kadar inip Muhâ’yı aldı. Osmanlı kuvvetleri
    Zebîd’de zorlukla tutundular. İmâm Mutahhar, Zebîd’i de sıkıştırmaya
    başlayınca, Osmanlı birlikleri çok kötü bir vaziyete düştüler. Bu durum
    üzerine Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca Sinân Paşayı
    serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete bağlılığını
    sağladı.
    Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu
    arasında bulunan Sumatra adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük
    adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun
    yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler çok
    zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe
    Müslüman Sultanlığının istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı. Açe
    Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanların hâmisi
    durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî
    mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu
    sırada Yemen İsyânı çıktığından yardım geciktirilmişti. Selim Han,
    1569’da bu uzak sefer için Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddîn Hızır
    Reis’i memur etti. Bu değerli amirâl, Zeydîlerin eline geçenAden’i
    kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti. Berâberinde
    muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü
    levend ve topçuyu Açe Sultânına teslim etti. Gelen Türkler buraya
    yerleştiler. Bunların kurduğu donanma ile Açeliler mühim fütuhatta
    bulundular. Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza kadar
    kutsal bir hâtıra olarak sakladılar. Bu sûretle Osmanlı Devletinin tesir
    alanıUzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı.
    1569’da Rusya’nın Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak,
    Astırhan’ı kurtarmak ayrıca İran üzerine yapılacak seferlerde Hazar
    Denizi vâsıtasıyla askere kısa zamanda zahîre ve harp malzemesi
    yetiştirebilmeyi sağlamak gâyesiyle Volga Nehri ile Don Nehirlerinin
    birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne
    girişildi. Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar
    tamamlanamadı. Ertesi yıl da İran ile Rusya’nın Kırım Hânını
    kandırmaları yüzünden, tekrar işbaşı yapılamadığından bu büyük teşebbüs
    gerçekleştirilemedi.
    1569 Haziran ayında İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu
    kesen Venedik korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları
    olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek
    Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi. Bu isteğin Venedik
    tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı.
    Aslında Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecbûrî kılan birçok sebep
    vardı. Osmanlı Devletini, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika
    ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına
    karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler daha
    çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak Kıbrıs’ın,
    büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması bu
    imkânı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen
    Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de
    Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu
    korsanları himâye ediyordu.
    İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına
    Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan
    ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım
    etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8 Eylül 1570’te
    Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini
    tamamladı.
    Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında Venedik bütün Avrupa
    devletlerinden yardım istedi. Bunun üzerine Papa V. Piyer’in yoğun
    faaliyetleri netîcesinde İspanya Kralı II. Filip ve Malta Şövalyeleriyle
    Venedik arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz,
    Savoia ve Ferrara gibi küçük Hıristiyan devletçikleri de katıldı.
    İspanyol KralıFilip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden
    meydana gelen Haçlı donanması, 6 Ekim 1571’de İnebahtı önlerinde
    görüldü. Osmanlı harp meclisinde Kılıç Ali Paşanın şiddetli muhâlefetine
    rağmen, Kapdân-ı deryâ Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve
    kürekçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması
    yönünde karar aldı. 7 Ekim’de başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı
    donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Sâdece sağ kanadı komuta eden
    Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip
    kayıp vermeden bölgeden çekildi.
    Bu başarı Hıristiyanlara hiçbir kâr getirmedi. Hıristiyanlar
    kazandıkları bu zaferin şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat
    Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine giren Osmanlı tersâneleri,
    1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir donanma
    vücûda getirdi. Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen
    Kılıç Ali Paşa, 13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan
    ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelmelerine rağmen, donanmaları çok yıpranmış
    ve bir hayli de asker kaybetmiş olan müttefikler, kendilerini
    toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiş
    Osmanlı donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla
    karşılandı. Müttefik donanması, Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya
    cesâret edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa aracılığıyla barış
    istedi. 7 Mart 1573’te imzâladığı antlaşma ile Kıbrıs’ın Osmanlı
    Devletine âit olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu
    yıllık 500 duka haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin
    tazminâtı olarak üç senede ödenmek üzere üç yüz bin duka altını vermeyi
    taahhüt etti.
    Kıbrıs’ın fethinden sonra Kırım Hanına bir miktar asker ve top gönderen
    Selim Han, 1569’da Astırahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve daha
    fazla genişlememeleri için gözdağı vermek üzere Rusya içlerine bir
    sefer düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharında harekete geçen
    Devlet Giray Han, 120.000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu
    ileRusya üzerine yürüdü. Çok sür’atli hareket eden Devlet Giray, yaptığı
    muhârebelerde Rus ordularını on binlerce zâyiât verdirerek dağıttı ve
    Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray Han, bu
    zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi yıl tekrar sefere
    çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı. Bu başarıları üzerine
    İkinci Selim Han, murassâ kılıcı, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek
    Devlet Giray’ı tebrik etti. Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım
    Hanlığıyla, yılda 60.000 altın vergi vermeyi kabûl ederek barış yaptı.
    1574 yılında Boğdan Voyvodası Loan celCumplit isyân ederek, Lehistan’ın
    da yardımıyla Tuna’nın batı kıyısındaki İbrâil, Dinyester’in güney
    kıyısındaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri
    ele geçirdi. Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiş
    olan Eflak Voyvodasını yendi. Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir
    Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil Giray’ı isyânı bastırmakla görevlendirdi.
    Kısa zamanda bölgeye giden Ahmed Paşa ve Âdil Giray Han, Tuna’nın
    güneyinde üç gün süren kanlı muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara
    yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran 1574). Âsi
    Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin
    edildi.
    İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de Tunus meselesi’ydi.
    İspanya’nın Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu devletle harp hâlinin
    devâm etmesine sebep oluyordu. Osmanlı donanması, Kıbrıs Seferine
    çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da Tunus
    üzerine yürümüş ve 30.000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı
    Mevlây Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti. Fakat kendi yanında
    fazla bir kuvvet bulunmadığı gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri
    de aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak donanmasıyla birlikte
    Kıbrıs Seferine katılmıştı.
    Kaptan-ı deryânın bölgeden uzaklaşmasından sonra, İspanya Kralı Don Juan
    büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü. Direndiği takdirde
    İspanyolların sivil halka karşı katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan
    Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir kere daha İspanyolların
    eline geçmiş oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus hükümdârlığını kendi
    taraftârı Mevlây Muhammed’e verip bir miktar da asker bırakıp İspanya’ya
    döndü.
    Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin
    ortasında bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol
    hâkimiyeti altında halka zulüm eden kukla bir hükûmet elinde olması,
    Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanması için tehlikeydi.
    Bu sebeple İkinci SelimHan, Tunus işinin kökünden hâlledilmesi için emir
    verdi. Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca
    Sinan Paşa olduğu hâlde Tunus’a hareket etti (15 Mayıs 1574). Navarin
    üzerinden Sicilya sularına geçen donanma, Messina havâlisini de
    vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz ellinin üzerinde harp
    gemisi ve kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem
    Osmanlı donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi
    yakınına çıkarma yaptı. Koca Sinân Paşa kendisi Halk-ul-Vâd’ı
    kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa ile eski Tunus
    Beylerbeyi Haydar Paşayı Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan Bastiyon
    Kalesini fethe memur etti.
    Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir
    sûretle zaptedilemez diye öğündükleri Halk-ul-Vad, Osmanlı ordusuna
    ancak otuz üç gün mukâvemet etti. 24 Ağustosta kale fethedilip Mevlây
    Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera esir edilerek İstanbul’a
    gönderildi.
    13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti. Tunus,
    aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve
    beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi. Böylece Tunus’ta üç asırdan
    fazla sürecek olan Osmanlı idâresi başladı.
    Tunus meselesinin hâlledilmesinden yaklaşık bir ay sonra; Osmanlı
    Devletiyle Almanya arasında Zigetvar Seferinden sonra 17 Şubat 1568’de
    yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te yenilenerek, sekiz sene uzatıldı. Bu
    antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim Han, 15 Aralık
    1574’te vefât etti. Mîmar Sinân’a Ayasofya Câmii avlusunda yaptırdığı
    türbeye defnedildi.
    İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve
    sarışındı. Avcılık ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında
    ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babası Kânûnî Sultan Süleymân
    devrinde birçok savaşa katılmakla berâber, tahta geçtikten sonra sefere
    çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umûmiyetle büyük deniz seferleri olup
    bu seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi. Tecrübeli ve
    bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paşayı hükûmet işlerinde tamâmen
    serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü birkaç meselede duruma
    müdâhale etmiştir. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük
    âlim Ebüssü’ûd Efendiyi vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık)
    makâmında tutmuştur. Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi
    âdetini ilk defâ İkinci Selim Han çıkarmıştır.
    İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bütün şehzâdeleri gibi çok
    iyi tahsil görmüştü. Dîvân sâhibi değerli bir şâirdi. Selim ve Selîmî
    mahlaslarıyla yazdığı şiirler çok beğenilmektedir. Yahyâ Kemâl’in; "Bir
    beyti bir de câmi-i mâ’mûru var" diye övdüğü;

    Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz

    Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
    beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri
    sayılmaktadır.İkinci Selim aynı zamanda îmârcı bir pâdişâhtır. Kısa
    süren saltanat döneminde Türk ve dünyâ sanatının şâheseri sayılan Edirne
    Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir. Tâmire muhtaç olan Ayasofya Câmiini
    yaptırdığı istinâd duvarlarıyla tahkim ettirerek günümüze kadar
    gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese
    yaptırarak külliye hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i
    mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle
    tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına
    hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır.

      Forum Saati Paz 19 Mayıs 2024, 20:36